Makalenin en
başında söylemekte fayda var: Enflasyon sorunu, İslâm’ın sorunu değildir. İslâm
iktisadi nizamının “enflasyon” diye bir problemi yoktur. Enflasyon, kapitalist
iktisadi nizamın getirmiş olduğu bir problemdir. Amacımız, kapitalizmi tedavi
etmek değil onu kökünden İslâm beldelerinden söküp atmaktır. Bu makalenin
amacı, kapitalist iktisadi düzenlemelerin nasıl da bozuk sonuçlar doğurduğunu
sizlere aktarmak ve Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan gelen İslâm iktisat
nizamının neden böyle bir problem oluşturmadığını açıklamak üzerine olacaktır.
Umulur ki feraset ile bakan Müslümanlar, kapitalizmin fasitliğini idrak edip
İslâm’ın nizamlarına sarılacaklardır.
Türkiye’nin sık sık
enflasyon problemi çektiği bilinmektedir. Bu sebeple irili ufaklı pek çok esnaf
veya bir işe bağlı olarak çalışan kişiler, enflasyonun artmasıyla beraber kendi
ürünlerini de daha yüksek meblağlardan satışa sunar ve bu durumda alternatifi
bol ürünler, yüksek pahalardan tüketicilere sunulur. Peki, nedir bu enflasyon
dediğimiz kavram?
Enflasyon biraz
hava durumuna benzer: ilan edilen hava sıcaklığı ile hissedilen hava sıcaklığı
genelde farklıdır. Özellikle ülkemizde raporlanan enflasyonla, kişilerin
hissettiği enflasyon arasında fark olduğu için ilan edilen enflasyon
rakamlarının doğruluğuna olan inanç toplumumuzun genelinde düşüktür.
Latince, “şişkinlik,
genişleme” anlamına gelen enflasyonun sözlük tanımı, “fiyatlar genel
seviyesinin artmasıdır”. Basit bir anlatımla enflasyon, fiyat artışıdır.
Enflasyon, reel
satın alım gücündeki kayıp olarak kısaca tarif edilebilir. Enflasyon, borç
verme durumunda borç verenin bir kusuru olmaksızın parasal varlığı erozyona
uğratır. İslâm kaynaklarında paranın satın alım gücündeki değişimler “rahs”
(ucuzlama) ve “gala” (pahalanma) terimleri ile ifade edilmiştir.
Enflasyon,
cebinizdeki paranın satın alma gücünün düşmesidir. Örnek vermek gerekirse
cebimizde 50 TL olsun ve fındık almaya gidelim. 50 TL ile 1 kilogram fındık
alalım. Aradan 1 yıl geçmiş olsun ve tekrar 50 TL ile fındık almaya gidelim.
Ancak bu sefer yarım kilo fındık alabilmiş olalım. Ne oldu? Fındık mı zamlandı
yoksa paramız mı değersizleşti? Eğer bu aradan geçen bir yıl içinde fındık
kıtlığı yaşandıysa fındık özelinde bir zam olmuş olabilir. Ama öyle bir durum
olmadıysa, ülkede ciddi bir enflasyon sorunu var demektir. Yani paranın satın
alma gücü azalmış, para değersiz hale gelmiştir.
Fiyatlar genel
seviyesindeki artış, TÜİK tarafından içeriği her yıl güncellenen TÜFE sepetinin
değerindeki değişime göre hesaplanır/ölçülür.
TÜFE, veri yayınlama
yetkisi bulunan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından enflasyon için
anahtar gösterge sayılmaktadır. TÜFE, belirli bir referans döneminde bireylerin
ortalama tüketim kalıplarını yansıtan bir mal ve hizmet sepetinin zaman içinde
fiyat değişimini ölçen endekstir. TÜİK endeksi hesaplarken fiyat değişimlerinin
yanında miktar ve kalite değişimlerini de göz önünde bulundurur. Bu bakımdan
TÜFE güçlü bir endekstir.
TÜFE, hane
halklarının tüketimine yönelik mal ve hizmet fiyatlarının zaman içindeki
değişimini ölçer. TÜFE’nin hesaplanmasındaki temel amaç; piyasada tüketime konu
olan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimi ölçerek enflasyon oranını
hesaplamaktır.
Bu kapsamda TÜİK
2008 itibari ile 454 madde ürün ile bir sepet oluşturmuştur. Madde bazında ürün
sayısı değişse de genel endeks hesaplamasına konu ana ürün grupları aşağıdaki
gibidir:
· Gıda ve alkolsüz
içecekler,
· Alkollü içecekler
ve tütün,
· Giyim ve
ayakkabı,
· Konut,
· Ev eşyası,
· Sağlık,
· Ulaştırma,
· Haberleşme,
· Eğlence ve kültür,
· Eğitim,
· Lokanta ve
oteller,
· Çeşitli mal ve
hizmetler.
TÜİK bu ürün
grupları üzerinden genel endeksi ve sekiz farklı özel kapsamlı göstergeyi
hesaplar. Özel kapsamlı göstergeler “çekirdek enflasyon göstergeleri”
olarak da bilinir ve çeşitli grupların sepetten çıkarılması sonucu hesaplanan
TÜFE türleridir. Bu göstergelerin enflasyonun geleceğini tahmin gücünün yüksek
olduğu iddia edilir. Özel kapsamlı TÜFE göstergeleri, enflasyon eğiliminin
hesaplanmasında ve para politikasının oluşturulmasında yardımcıdır.
Özel kapsamlı TÜFE
göstergeleri aşağıdaki gibidir:
(A) Mevsimsel
ürünler hariç,
(B) İşlenmemiş gıda
ürünleri hariç,
(C) Enerji hariç,
(D) İşlenmemiş gıda
ürünleri ve enerji hariç,
(E) Enerji, alkollü
içkiler ve tütün ürünleri hariç,
(F) Enerji, alkollü
içkiler, tütün ürünleri, fiyatları yönetilen/yönlendirilen diğer ürünler ve
dolaylı vergiler hariç,
(G) Enerji, alkollü
içkiler ve tütün ürünleri, fiyatları yönetilen/yönlendirilen diğer ürünler,
dolaylı vergiler ve işlenmemiş gıda ürünleri hariç,
(H) İşlenmemiş gıda
ürünleri, enerji, alkollü içkiler, tütün ürünleri ve altın hariç.
Tanımlarda dışlanan
mal ve hizmet gruplarının örnek içerikleri aşağıda gösterilmiştir.
Enerji: Su,
elektrik, tüp, kalorifer yakıtı, kömür, odun, benzin, LPG, mazot, motor yağı
Alkollü içecekler
ve tütün ürünleri: Rakı, viski, bira, şarap, tütün ve sigaralar
İşlenmemiş gıda
ürünleri: Et, sakatat, balık, süt, yumurta, taze meyve ve sebzeler
Yönetilen/yönlendirilen
fiyatlar: Belediye ekmeği, atık çöp, devlet hastanelerinde çeşitli sağlık
hizmetleri, otoban ücretleri, çeşitli toplu taşıma ücretleri, çeşitli iletişim
hizmetleri, şans oyunları, üniversite harcı, noter ücretleri.[1]
Özellikle Türkiye, “enflasyon
sınırı” olarak görülen bir ülke olmasından dolayı bu gibi problemlerle sık
sık karşılaşmaktadır. Haberlerde sıkça duyduğumuz “enflasyon canavarı”
denen şey, giderek artan oranlardır. Türkiye’de enflasyonun bu kadar çok
gündeme gelmesinin sebebi ülkemizin ithalata olan bağlılığıdır. Türkiye gibi
dolarizasyon (para ikamesi) kavramının etkin olduğu ülkelerde enflasyon ciddi
bir sorun olarak kalmaya devam eder.
Dolar kurunda
görülen dalgalanmalar, üretim yapmayan Türkiye’nin başındaki en büyük sorundur.
Bu nedenle de enflasyon, büyüme, cari açık gibi ekonomik terimler, doğrudan
dolar kurundan etkilenmektedir. Dolar kurunun 7 liralık zirvesiyle birlikte %25
düzeyine yükselen yıllık enflasyon sonrasında “stagflasyon” terimi ile
karşılaşıldı. Kısaca ekonomik durgunluk içinde yüksek enflasyon sorunu gözlendi
ve bu terimi bilmeyen kişiler ne olduğunu araştırmaya başladı.
Staglasyon, hem
klasik iktisat teorisinde hem de Keynesyen iktisat teorisinde paradoksal bir
durum olarak değerlendirilmektedir. Çünkü enflasyon ve işsizlik ters orantılı
bir ilişkiye sahiptir. Yani enflasyon düşerken, işsizlik yükselir; enflasyon
yükselirken, işsizlik düşer şeklinde bir ilişki söz konusudur. Ama bu kriz
halinde doğru orantılı bir hareket gözlenmektedir.
Ekonomide durgunluk
söz konusu olduğunda istihdam düşer. Buna karşın enflasyon olabilmesi için
toplam arzın, toplam talebi karşılamıyor olması gerekir. Bu da arzı artıracak
iş gücü kalmadığına işaret ederken, ekonominin tam istihdam ve tam kapasite
çalışmasının bir yan etkisi olarak ortaya çıkar. Stagflasyonda durgunluk artar
ve istihdam düşerken talebi karşılayacak arz yaratılamaz. Her ikisinin de aynı
anda yükselmesi ise içinden çıkması zor bir sarmal haline gelir.
Stagflasyon, yüksek
işsizlik oranı ve ekonomik durgunluğun, yüksek enflasyon oranları ile birlikte
ortaya çıkmasıdır. Bu, sanayileşmiş ülkelerde, 1973 Petrol kriziyle beraber
yaşandı. 1973 petrol krizinin diğer adı “Stagflasyon krizi”ydi. Bir
yandan petrol fiyatları artarken öte yandan ekonomilerde bu artıştan dolayı
ciddi durgunluklar baş göstermiştir. Durgunluğa rağmen sanayileşmiş ülkelerde
birçok üründe fiyat artışları devam etmiştir.
Türkiye’de de
tatbik edilen bu kapitalist iktisadi nizamın, bugüne kadar hiçbir İslâmi
beldeye istikrar, huzur, refah getirmediği gibi Türkiye’ye de getirmediği
açıktır. Hizb-ut Tahrir’in, Türkiye’de yaşanan hızlı dolar artışı ve ekonomik
krize yönelik “TL’deki Değer Kaybı” başlıklı yayınladığı analizde dikkate değer
konular ele alınmıştı. Alıntı yaparak konunun hassasiyetini hatırlatmak
isterim.
Öncelikle Türk
Lirasının (TL) gidişatına dün-bugün-yarın olarak bakacak olursak şunları
söyleyebiliriz:
“TL, Halife ve
altın ve gümüşe dayalı para sisteminin ortadan kaldırılmasından sonra 1927’de
yaklaşık bir dolar karşılığında tedavüle girdi... 1933’ten beri değer
kaybetmeye başlayan TL/Dolar paritesi 2 lira oldu... 2001’de TL/Dolar paritesi bir
milyon 650 bin lira olana dek TL sürekli değer kaybetti. IMF baskısıyla Türk
ekonomisindeki bütçe açığı dibe vurdu. Bunun üzerine İngiliz yanlısı Ecevit
hükümeti yalpalamaya başladı... Erdoğan ve partisinin kazanabilmesi için
2002’de seçimler yapıldı. Ardından Erdoğan, ABD’nin desteğiyle hükümeti kurdu.
Erdoğan hükümeti, meclisin onayı ile TL’den altı sıfır attı. 1 Ocak 2005’ten
itibaren YTL tedavüle girdi. YTL ile birlikte TL/Dolar kuru 1,79 lira oldu.
Fakat bu pek uzun sürmedi. 2013’ten bu yana lira tekrar değer kaybetmeye
başladı. 2014’ün başından Eylül ayına kadar dokuz aylık zaman içerisinde TL
yüzde 30 değer kaybetti. Bugüne değin de bu değer kaybı durdurulabilmiş değil.
Erdoğan hükümeti, TL’deki bu düşüşü önlemek ve istikrarı sağlamak için uğraş
verse de başarılı olamadı. TL, 2018 başından itibaren önemli ölçüde değer
kaybetti. 2018’nin ortalarına gelindiğinde yani altı aylık zaman diliminde
yaklaşık yüzde 21 oranında devalüasyona uğramış oldu...”[2]
Kapitalist
ideolojinin iktisat nizamını gözden geçirdiğimizde görürüz ki: onların
kafalarında iktisat; insanın ihtiyaçlarını karşılama vasıta ve üsluplarını
sadece maddî yönü ile inceler. Kapitalizmin iktisadî nizamı üç esas üzere
kuruludur:
1-İnsanın
ihtiyaçlarına nispetle mal ve hizmetlerin azlığı meselesi. Yani insanın çeşitli
ve değişen ihtiyaçlarına karşı, tabiatın nisbî olarak yetersiz kalması
meselesi.
2-Üzerinde sürekli
olarak araştırma ve inceleme yapılan, üretilen mal ve hizmetin kıymeti
meselesi.
3-Fiyat ve fiyatın;
üretim, tüketim ve dağıtım süreçlerinde oynadığı rol. Aynı zamanda bu,
Kapitalist iktisadın esasıdır.
Dünyanın hemen her
yerinde millî gelirin fertler arasında dağılımındaki çirkin görüntü günlük
hayatın sabit bir görüntüsü olarak, hiçbir delile ihtiyaç duymadan bir vakıa
olarak karşımızda durmaktadır. İhtiyaçların karşılanmasında insanlığın yaşadığı
bu korkunç dengesizlik, açıklama veya izahat getirmeye gerek kalmayacak şekilde
ortadadır.
Kapitalizm, bu
mevzuu çözüme ulaştırmak amacıyla birtakım çalışmalar yapmış olmasına rağmen
bir başarı sağlayamadı. Kapitalist iktisatçılar, gelir dağılımı üzerine
yaptıkları araştırmalarda gelir dağılımının ferdî cihetini büsbütün ihmal
etmişlerdir. Bu mevzuda bir çare üretmek yerine, ortaya istatistikî bilgiler
vermekle iktifa etmişlerdir.
Sosyalistler,
mülkiyeti, kamu mülkiyetiyle sınırlandırmak dışında, gelir dağılımındaki
dengesizliğe çare getirmek için bir yol bulamadılar. Komünistler ise çareyi,
ferdî mülkiyeti yasaklamakla aramışlardır.
Fakat İslâm, şu üç
esasî kaideyi tatbik ederek gelir dağılımını güzel bir şekilde dengeye
oturtmuştur. Bunlar:
a- Mülkiyetin
belirlenmesi,
b- Sahip olunan malın
harcanma keyfiyetinin belirlenmesi,
c- İnsanlar arasında
ihtiyaçların temininde, aradaki seviyenin yakınlaştırılması amacıyla
ihtiyaçların temini noktasında mahrum olan şahıslara yardım etmeyi garanti
etmek.
İslâm’da para
nizamı esas itibariyle, belirli bir gramajda altın ve gümüştür. Hacmi, şekli,
nakış ve motifleri şeklî şeylerdir. Şeriat’ta geçen altın ve gümüş kelimeleri
şu iki şeyi kapsar:
1- Karşılığı altın ve
gümüş olan bakır, bronz ve nakdî kâğıt para...
2- Bizzat altın ve
gümüş madenlerini içeren nakdî paralar. Bizzat altın ve gümüşten basılmış paralar
her yerde itibar gördüğü gibi altına konvertibli olan bakır ve kâğıt paralar da
her yerde itibar görür. Altın ve gümüşe konvertibli olmayan kâğıt paralara ise
itibar edilmez.
Devlet’in iç ve dış
iktisadî ilişkilerindeki paranın kullanım siyaseti değişik şekillerde olabilir.
1- İçerde ve dışarıda
ödemelerin altın ile yapılması,
2- İçeride ve
dışarıda altın endeksli para kullanımı,
3- Yalnızca dış
ödemelerde altına endeksli kâğıt para kullanımı...
Bu seçeneklerin
tamamı, o ülkenin altına endeksli ve konvertibilitesi olan para kullanımı
olduğunu göstermektedir. Kâğıt paranın altına olan konvertibilitesi sabit kur
ile mümkündür. Tabii olarak ülke parasının altın kıymetine endekslenmesi (altın
destekli olması) diğer mallardaki fiyat artışlarının ancak altına karşı olan
kıymet dalgalanmalarına bağlı kalmasını sağlayacaktır.
Altın esasına göre
ayarlanmış paralar, kanunî olarak belirli bir ölçüyle altına bağlanmış olur.
İnsanın nakit olarak paraya sahip olması veya külçe altın veya gümüşe sahip
olması ve bunları ihraç etmesi caiz olduğu için altının ihraç ve ithali serbest
bırakılır.
Altının,
devletlerarası serbest dolaşımı olması hasebiyle, şahısların yabancı para veya
altın bulundurma ve ödemelerini bunlarla yapabilme imkânı olacaktır. Bu mevzuda
transfer maliyeti daha düşük olan ödeme şekli göz önüne alınır. Altının kur
kıymeti dövize nispeten piyasada yüksek ise ödemelerin altınla yapılması
avantajdır. Tersi hâlde ise ödemelerin dövizle yapılması uygun olacaktır.
İslâm Devleti,
altın para nizamını tatbik eder. Bu tatbik, ister madenî para tarzında olsun,
isterse madenî para yerine geçecek olan kâğıt para tarzında olsun, fark etmez.
Karşılığı olan kâğıt para nizamı da altın para nizamı dâhilinde olan bir
vakıadır. Madenî parayı sabit bir nizamla tatbik etsin veya tatbik etmesin,
İslâmi Devlet altın para nizamını tatbike mecburdur. Çünkü bu mecburiyet
birtakım şer’î hükümlere istinat etmektedir. Aynı cins paraların mübadelesinde
benzerlik şart olup fazlalık caiz olmaz. Bu hâl, ister ülkeler içinde isterse
dışında olsun, fark etmez. Zira şer’î hüküm tektir. Fakat altın ile gümüş
arasındaki mübadele gibi değişik iki cins para arasındaki mübadele, peşin
olması kaydıyla caizdir. Bu hususta ülke sınırları içinde veya dışarısında
yapılıyor olması arasında bir fark yoktur. Aynı şekilde İslâmi Devlet’in parası
ile altın ve gümüşe dayalı kâğıt para kullanan ülkeler arasında yapılan
mübadele de aynıdır. Değişik para cinslerinde, mübadelenin peşin olarak
yapılması şartıyla fazlalığın olması caizdir. Ancak aynı cins paralar için bu
hâl, söz konusu değildir. Miktarı denk olmayan bu tür mübadeleler Şeriat’a göre
faiz hükmündedir.
İslâmi Devlet
parası ile yabancı paralar arasındaki mübadele, bu sebeplerle İslâm Devleti’ne
tesir etmez. Çünkü:
Birincisi: İslâmi Topraklar’da
Ümmet’e ve Devlet'e lazım olacak çok fazla miktarda hammadde vardır. Bu sebeple
diğer devletlerin mallarına zarurî ihtiyaç cinsinden bir ihtiyaç hissedilmez.
Yani elinde bulunan imkânlarla kendi kendine müstağni olabilmesi mümkün olduğu
için birtakım değişiklikler kendi iktisadı için bir tesir teşkil etmez.
İkincisi: İslâmi Topraklar
bütün dünyanın ihtiyaç duyduğu, petrol gibi ana kaynaklara sahiptir. Bu sebeple
bu tür mal satışlarında ödeme olarak altın dışında para kabul etmeyebilir.
Kendi imkânları ile
kendine müstağni olmaya çalışan devletin (halkın ihtiyaç duyacağı malları
kendinde bulunduran devlet), oluşacak olan mübadele fiyatlarından asla
etkilenmeyeceği gibi dünya para piyasasına da hâkim olabilirliği vardır. Fakat
hiçbir devlet onun parasına hâkim olamaz.
Öyle ise gerek
İslâmi beldelerin gerekse de tüm dünyanın mevcut iktisadi buhranlarından
kurtulması için İslâm’ın iktisadi sistemine koşarak geçmesi gerek. Gerek ki tüm
dünya huzura, refaha, adalete kavuşsun. Zenginlik sadece bir grup insan arasında
dönüp durmasın.


Yorumlar