Alternatif olarak
kullanılabilen enerji kaynakları nelerdir? Bu kaynaklar fosil kaynakların
yerini tutabilir mi? Alternatif enerji kaynaklarına, dünyada ve Türkiye’deki
bakış nasıldır? Petrol ve doğalgazın öneminin azaldığı görüşü gerçek mi, yoksa
bir aldatma mı? İşte bu makalemizde bu surulara cevap veriyor olacağız.
Enerji iş yapabilme kabiliyeti olarak tanımlanır. Endüstriyel manada insanlığın huzuru ve refahı için hizmet veren her enerji türü mühendislik ilgi alanına girer. Günümüzde, endüstrinin en temel enerji tüketimi elektrik enerjisi olup, onu ısınma, ısıtma ve yakıt amaçlı fosil yakıtlar (petrol, kömür, doğal gaz...) takip etmektedir. Geçmişten günümüze elektrik ekseriyetle hidrolik santraller vasıtasıyla üretilmektedir. Arazi yapısı ve nehir potansiyeli uygun olmayan ülkeler ise termik santraller vasıtasıyla elektrik ihtiyacını karşılamışlardır. Tüm ülkeler yine ısınma ihtiyacını kömür veya petrol ile karşılamaktadırlar. Diğer taraftan enerji ve yakıt talebi sürekli olarak artmaktadır. Dolayısıyla hidrolik santraller veya termik santraller vasıtasıyla ve kömür veya petrol vasıtasıyla yakıt talebi karşılanamaz hâle gelmesi olası bir durumdur.
Özellikle kömür ve
petrol rezervlerinin sınırlı olması ve tükenebilir olması gelecek enerji
talebini planlayan enerji projeksiyonlarında çok dikkatle
değerlendirilmektedir.
Ülke
politikalarında hemen hemen enerji başrolü oynamaktadır. Bir noktada bir
ülkenin bağımsızlığı artık kendi enerjisini karşılayabilme potansiyeli ile
belirlenmektedir. Enerji olmadan endüstri, endüstri olmadan refah ve mutlu
toplum veya bağımsızlığını koruyabilme yeteneği olamayacağı iddiasından yola
çıkarak enerjisiz bir ülke siyaseti düşünülemeyeceği söylenebilir.
Petrol
fiyatlarındaki artış, petrol bağımlısı ülkelerde ekonomik krizlere, ekonomik
krizler de halk ayaklanmasına, böylece de dış ülkelerin müdahalesine ortam
hazırlamıştır. Bu ülkeler hayatlarını idame ettirmek için IMF politikalarına
mahkûm olarak bağımsızlıklarından belirli ölçüde fedakârlık etmişlerdir.
Bununla birlikte, 1974 petrol krizinde sanayileşmiş ülkeler, teknolojileri ve
sanayi ürünleri ihracatları vasıtasıyla, geniş ölçüde petrol kaynaklarına sahip
değilken, hafif bir sıkıntı ile bağımsızlıklarından ödün vermeden krizi atlatmışlardır.
Hatta benzer bir duruma tekrar düşmemek için enerjide bağımsız hâle gelmenin
yöntemlerini aramışlardır.
Diğer taraftan,
fosil yakıtlar açısından çok zengin olmalarına rağmen bunu halkının yararına
kullanamayan ülkelerin mevcudiyeti (Irak/Venezuela) durumu hazindir. Enerji
politikasının mutlaka siyasi basiret ve doğru yaklaşımlar ile yönetilmesi gerek
yoksa topraklarının altında olan kaynaklar açıktan ya da gizliden sömürgecilere
peşkeş çekilebilir.
Petrol, kömür ve hidrolik potansiyele dayanmayanlar, bilimsel terminolojide Alternatif Enerji Kaynakları olarak isimlendirilen, yeni enerji kaynakları geliştirmişlerdir. Bu kaynakların her ülkede olabilecek olmasına özellikle dikkat çekilmektedir. Hiç şüphesiz en temel alternatif enerji, tasarruf veya izolasyon ile kazanılan enerjidir. Sonuç olarak, klasik enerji kaynakları olan hidrolik enerji ve fosil yakıtlara alternatif olabilecek enerjiler aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi sınıflandırılabilir.
Tabloda verilen ve
kaynak itibarıyla insanlık hayatı açısından “sonsuz” sayılabilecek kadar çok
olan enerjiler “Yenilenebilir Enerji” olarak isimlendirilmektedir. Fosil
yakıtların içindeki karbon, havadaki oksijen ile birleşerek CO2 (tam yanma hâlinde) veya CO (yarım yanma hâlinde
veya yanma havasının az olması durumunda) gazları ortaya çıkmaktadır. Yine
yakıt içerisinde eser miktarda bulunan kurşun, kükürt gibi elementler yanma
sıcaklığında oksijen ile birleşerek insan sağlığı açısından önemli tehdit
oluşturan bileşikler (SOx,PbO, NOx...) oluşturmaktadır. Bu yanma
ürünleri atmosfere bırakılmakta ve atmosfer içerisinde birikmektedir.
Fotosentez, çürüme gibi tabii dönüşümler bu birikime engel olabilse de aşırı
yakıt tüketimi kısa süreli bir birikime neden olmaktadır. Atmosfer içinde
biriken yanma gazları güneş ve yer arasında tabii olmayan katman meydana
getirmekte, insan ve bitki hayatı üzerinde negatif etkiye neden olmaktadır.
“Sera Etkisi” olarak da bilinen bu etki ve insan sağlığı bugün önemle üzerinde
durulan olgulardır. Böylece tabiatın ve tabii değerlerin korunması amaçlı
“Çevreci Düşünceler” toplumlarda taban bulur ve bazı siyasi partilerin
politikasına temel teşkil etmektedir.
Dolayısıyla
endüstrinin veya toplumun enerji talebi düşünülürken, seçilecek enerji türünün
çevre ve insana olan etkisi de düşünülmek durumundadır. İlave olarak, fosil
yakıtların ana maddesi olan karbon endüstrinin en temel malzemesi olan çeliğin
de önemli bir elementidir. Gelecek nesillerin sanayisinde üretilecek
plastik-sentetik kumaş, solventler, yağlar, karbon lifli ürünler için de mevcut
fosil yakıt kaynaklarının muhafazası gerekir. Kömür rezervlerinin yaklaşık 200
yıl, petrol rezervlerinin yaklaşık 30 yıl dayanacak olması iddiaları alternatif
enerji kaynaklarına olan ihtiyacı daha belirgin hâle getirmektedir.
Genel manada bunlar
söylenebilir. Ancak, Türkiye açısından enerji profilinin ve bu alternatif
enerji kaynakları açısından potansiyellerin tartışılması gerekmektedir. Daha
önce ifade ettiğimiz gibi ülke bağımsızlığının büyük oranda enerjiye bağlı
olması görüşü bu önemi daha da artırmaktadır. Başka bir ifade ile cevaplanması
gereken soru yukarıdaki tabloda sıralanan enerji türlerine göre “Türkiye
enerji projeksiyonunu nasıl belirlemelidir?” sorusudur.
Türkiye bugün
yeterli miktarda linyit ve kömür rezervine sahiptir. Linyit kalitesi (alt ısıl
değeri) iyi olmasa da koklaştırma gibi yöntemlerle ıslahı mümkündür. Bununla
birlikte petrol ihtiyacının büyük kısmını (≈%85) ithalat yoluyla karşılamaktadır.
Özellikle son zamanlarda çevresel etki nedeniyle tercih edilen doğalgaza bir
yönlenme vardır. Büyükşehirlerde hava kirliliğinin çok artması bu yönlenmeyi ve
kaliteli kömür ithalatını artırmıştır. Güneş enerjisi sadece ısınma, kurutma ve
sıcak su eldesinde kullanılmaktadır. Kütle geniş bir kullanıma sahip değildir.
Rüzgâr enerjisinin lokal olarak bazı uygulamaları vardır. Dalga enerjisi hiç
ele alınmamışken, henüz ekonomik olmayan hidrojen de geniş olarak
kullanılmamaktadır. Endüstrinin temel ihtiyacı olan elektrik tamamen hidrolik
santraller ve linyitli veya doğalgazlı termik santraller vasıtasıyla
karşılanmaktadır. Dünya elektrik enerji üretiminin yaklaşık %20’sinin
karşılandığı nükleer enerji ve teknolojisi Türkiye’de aktif olarak kullanılmamaktadır.
Bugün dünyada 450
kadar elektrik enerjisi üretmek için, 450 kadar da araştırma reaktörü veya
askerî amaçlı kurulmuş, toplam 900 nükleer reaktör mevcut iken Türkiye sadece 3
araştırma reaktörüne sahiptir. Çok küçük olan bu reaktörlerde bazı akademik
çalışmalar yapılmakta, kısmen de tıbbi amaçlı kullanılmaktadır. Dünyada bunlara
ilave olarak denizaltı ve gemilerin tahrik mekanizması olarak kullanılan
400’den fazla reaktör mevcuttur. Jeotermal enerjinin yine birkaç lokal
uygulaması mevcuttur.
Türkiye, enerjide
dışa bağımlılığın azaltılması, yerel kaynakların kullanımının azami seviyeye
yükseltilmesi ve iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerinden yola çıkarak,
ulusal enerji bileşiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını yükseltme
ve enerji sepetine nükleer enerjiyi de ekleme yolunda çalışmalarını sürdürme
iddiasında olan bir devlet konumundadır.
Türkiye bu
motivasyon ile yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesine verdiği
önemin bir ifadesi olarak, 26 Ocak 2009 tarihinde Bonn’da düzenlenen konferans
sonunda imzalanan anlaşmayla, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın
(IRENA) kurucu üyeleri arasında yer almıştır.
Fosil yakıtlara
(petrol, kömür, doğalgaz) alternatif olarak düşünülen yenilenebilir enerji
kaynaklarının gerçekten tam bir alternatif olabilme durumu tartışmaya açıktır.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi yadsınamaz. Ancak bu petrol ve
doğalgazın önemini azaltmaz. Uzun vadede, muhakkak tüm dünya alternatif enerji
kaynaklarını kullanmaya doğru evirilecektir. Ama kullanım miktarı azalsa da
petrol, doğalgaz, kömür gibi fosil yakıtlar önemini sürdürmeye devam edecek,
belki de azalması durumunda, önemi daha da artacaktır.
Bu noktada, bazı
saptırmalar, mugalatalar söz konusudur.
Örneğin,
otomobillerde elektrik kullanımı konusu. Elektrikli otomobil adından da
anlaşılacağı gibi elektrik ile çalışıyor. Yapılan pazarlama hep “0” emisyon
üzerine. Peki sormak lazım? Araç belki emisyon yaratmıyor tamam. Peki aracın
kullandığı elektrik nasıl üretiliyor? Yine doğalgazdan değil mi? Asıl konu bu
noktadaki hedef saptırma. Elektrikli otomobilin kullandığı elektrik alternatif
enerji kaynaklarından üretilebilir ise o zaman “0” emisyondan bahsetmek doğru
olabilir.
Diğer taraftan
elektrikli araçlar benzinli ya da dizel araçlardan pahalı. Benzin ve dizel
yakıt sistemlerine sahip araçlar yıllardır firmaların rekabet içinde olması
sebebiyle yapılan AR-GE, ÜR-GE faaliyetleri ile halk kullanımına uygun fiyat
düzeyine indirilmişken yapılan lobi faaliyetleri ile elektrikli araçlar
pazarlanmaya çalışılıyor. Eğer çevresel duyarlılıktan dem vuruluyorsa, dikkat
çekmek gerekir ki bataryaların kullanım ömrü sona erince nasıl bertaraf
edileceği hâlâ tartışılan en basit konu.
Biliyorsunuz dizel
emisyon krizi patladı. Alman araç üreticilerinin araçlardaki emisyon değerlerinin
gerçek değerlere nazaran az gösterilmesi konusundan bahsediyoruz. Araç test
edilirken az emisyon değeri gösterilirken, yolda aslında yüksek emisyon
gerçekleştiriyor. Bu Amerika’da tespit edildi. Biliyorsunuz, ABD’de 6-8
silindir araçlar revaçtadır. Özellikle erkek araç kullanıcıları, motorun
çıkardığı sesi duymak isterler. Ancak, Ford, GM, Chrysler, Chevrolet, Jeep gibi
araçları üreten ABD otomobil firmaları VW, BMW, Mercedes, Audi, Skoda, Seat,
Opel gibi Alman otomobil üreticileri tarafından baskılanıyordu, pazarda
eziliyordu. Yani bu dizel emisyon krizi, Alman otomotiv sektörüne karşı,
Amerika’nın vurmuş olduğu bir darbe oldu. Yoksa küresel ısınma ve iklim
değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve
olan Kyoto protokolünde imzası olmayan en bariz ülkelerden biri olan ABD’nin
emisyon değerleri ile pek de sorunu olduğunu söyleyemeyiz.
Özet geçmek
gerekirse, alternatif enerji kaynakları devletlerin enerji politikalarında
önemli bir yer tutar hâle gelmiştir. Muhakkak kullanım alanları
yaygınlaşacaktır, yaygınlaştırılmalıdır da. Ancak burada, devletlerin destek
politikaları ve teşvikleri önem arz etmektedir. Diğer taraftan petrol, kömür,
doğalgaz gibi fosil yakıtlar önemini sürdürmeye devam etmektedir. Değindiğimiz
gibi azalması durumuna karşı daha fazla rağbet görmeye ve uğruna verilen
savaşlar hararetlenmeye devam edecektir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış