Tam bir yıl önce, Ocak 2015 tarihli
dergimizin 124. sayısında “Türkiye’de Sağlık Sektörü Öldü” başlıklı makalemde
sizlere, insanın sorunlarından sadece bir tanesi olan “sağlık” sorununun, aciz
olan insan aklından çıkmış Kapitalist nizam ile yönetilen Türkiye
Cumhuriyeti’nde nasıl çözümsüz hale getirildiğini yaşanmış vakıalarla, kanınızı
donduracak ifadelerle, “sağlık sektörü”nün zulmüne uğramış bir abimizin
ifadeleri ile sizlere aktarmıştım. Kendisiyle dertleştiğimiz bir gün küçük
yaştaki oğlunun hastalığından ve bu hastalığın tedavisi sürecinde
yaşadıklarından bahsetmişti ve ben de eğer uygun görürse kendisiyle bir mülakat
gerçekleştirip, bu yaşanmışlıkları ümmet-i Muhammed ile paylaşmak üzere randevu
talep etmiştim. O makale, böylece sizlere kadar gelmişti.
Bu makalemde, konuyla ilgili
yılmadan yapılan girişimleri ve yine çözümsüzlükleri, Türkiye’deki sağlık
sektörünün gerçekten öldüğünü fakat bunun kabul edilmekten geri durulduğunu
sizlerle paylaşmak istedim.
Spinal masküler atrofi (SMA) +
Kronik Solunum Yetmezliği + Trakeostomi Durumu olarak tanımlanan hastalığa
sahip olan Muhammed Emir kardeşimizin babası Gökhan Çelik Bey ile mülakat
gerçekleştirmiş ve makalemizi bu mülakat ile şekillendirmiştik. Yine,
gelişmeleri ve yaşanılan süreci tekrar bir mülakat ile ele alıp sizlere zulme
maruz kalan ilk elden süreci aktarmaya gayret göstereceğim.
Daha önce, Muhammed Emir’in
durumundan, evdeki tedavi koşullarından, ev ortamında kurulan yoğun bakım
ünitelerinin elektrik tedarikini nasıl sağlandığından bahsetmiştim.
Mehmet (M): Bildiğimiz kadarıyla
Muhammed Emir’in yaşamını devam ettirmesi için olmazsa olmaz olarak tespit
edilen cihazların hepsi elektrik ile çalışıyor ve sizin şebekeden verilen
elektriğiniz yok, komşudan alınan elektrik ile idare ediyorsunuz ve elektrik
kesilme durumunda idareten jeneratör kullanıyordunuz. Bu konuda, yetkililerle
defalarca görüşmeleriniz olmuştu. Gelişmeler nelerdir?
Gökhan (G): Gerekli kurumlar ile tüm tıbbi raporları
da paylaşarak yaklaşık 2,5 yıldır görüşmelerimiz devam etti. Başbakanlık
İletişim Merkezi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi, Enerji Piyasası
Düzenleneme Kurumu, Enerji Bakanlığı, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa
Valiliği, Bursa Elektrik İşletmesi (UEDAŞ) ile görüştük. Bize verilen cevaplar,
“Hastanız olsa dahi, tüm raporlarda hayati öneme haizdir yazsa dahi oturduğunuz
ev gecekondu statüsünde olduğundan dolayı size elektrik veremeyeceğiz.”
şeklinde oldu. Devletin kurumlarından ya da devlet denetiminde olan kurumlardan
yanıt alamayınca, çaresizlik içerisinde, aklıma Facebook’tan Muhammed Emir için
bir sayfa açmak geldi. Ben, bu sayfada bir video paylaştım. Bu video,
Muhammed’in Trakeostomi Kanülü’nü değiştirirken çekilmişti, bu tıbben cerrahi
bir operasyondu ve bunu babası olarak ben yapıyordum. İnsanlar bunu gördü, ilgi
gösterdiler. O videodan sonra, sayfanın destekçileri arttı. Paylaşımlar
yapıldı. Güneş enerji panelleri üzerine çalışan bir firma bize ulaştı. Evimizin
çatısına güneş enerji paneli santrali kurdu. 13,000 KW enerji üretiyor.
Muhammed’in nefes alması için gerekli olan Solunum cihazı bu elektrik ile
çalışıyor. Allah, bu duyarlı Müslümanlardan razı olsun. Ayrıca, bu güneş
panelleri aile bütçemizden de her ay elektrik için ödediğimiz yaklaşık 600 TL
kadar paranın çıkmasını da önlemiş oldu.
M: Bu arada jeneratöre gerek
kalmamış mı oluyor?
G: Sistemi kuran kardeşlerimiz, üç
ayrı güvenlik sistemi kurdular. Biri arıza yaparsa, diğerleri anında devreye
giriyor. Üçü de arıza yaparsa, o zaman en kötü ihtimal jeneratör devreye girer.
M: Hassasiyeti yüksek Müslüman
kardeşlerimizin internette paylaştığınız videoyu görmesinin başka ne gibi
etkileri oldu?
G: Evde Bakım Hizmeti, çoğu hasta
kardeşlerimizin bildiği gibi sadece ismi ile kalan bir kurumdu. İnternet
üzerinden yaptığımız paylaşımlardan sonra sayfa takipçileri Sağlık Bakanlığı’na
e-mailler attılar, şikâyetlerde bulundular. Evde Bakım Hizmeti şimdi aradığımız
zaman gelip, Muhammed Emir’in Trakeostomi Kanülü’nü değiştiriyorlar. Hastanede
de, Muhammed Emir benzeri hastalar için ayrı bir oda yapıldı, acil serviste
bekletilmeden bakımı yapılabiliyor. Bunlar da yine videodan sonra insanların
baskılarından ötürü hayata geçti.
M: Peki, tedavi anlamında bir
gelişme var mı?
G: Biz tüm bu süreçlerde,
Muhammed’in hastalığının tedavi edilebilirliği üzerinde araştırmalarımıza devam
ediyorduk. Yurtdışında bir klinik ile görüştük. Bu klinikte 10 yıl önce kas
hastalarıyla ilgili bir çalışma başlatılmış. Almanya, Fransa, Belçika,
Hollanda, Ukrayna gibi ülkeler bu çalışmalara ciddi olarak kaynak ayırmışlar ve
çalışmalar devam ediyor. Kobay fareler üzerinde yapılan deneyler sonuçlanmış,
insan deneklerin üzerindeki deneyler sonuçlanmış ve olumlu sonuçlar elde
edilmiş. Şu anda, Muhammed Emir gibi hasta olan yavrulara bu tedavi 11 ay gibi
bir süre içinde uygulanıyor ve olumlu sonuç alınıyor. Maliyeti yüksek bir
tedavi.
Biz bununla alakalı, Sağlık
Bakanlığı’na yazdık. Ayrıca, Çocuk Hastanesi’ne de bu durumu aktardık. Ne
Sağlık Bakanlığı’nın ne de Hastane’nin bu konudan, bu tedaviden haberleri
yokmuş gibi cevap veriyorlar.
Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde 2
haftalık Spinal masküler atrofi (SMA) + Kronik Solunum Yetmezliği olan
bebeklere bu aşı yapılmış ve yapılıyor. Fakat 2 haftalıktan daha büyük
çocuklara bu aşının kullanılmasına izin verilmiyor, onaylamıyor.
M: 2 haftalık bebekler için ilacın
kullanılmasına Sağlık Bakanlığı onay veriyor yani?
G: İlacın kullanılmasına onay
veriyor ama ilacı yine de karşılamıyor.
M: Ama dolayısıyla ilacın varlığını
ve ilacın kullanılabilirliğini tanımış, teyit etmiş oluyor değil mi?
G: Bir bakıma teyit etmiş oluyor.
Bu ilaç, dediğimiz gibi 2 haftalık bebeklere Hacettepe Üniversitesi’nde Sağlık
Bakanlığı onayıyla kullanılmış ve kullanılmaya devam ediliyor.
Bu ilacın 2 haftalık bebeklere
uygulanabileceğine onay verildiyse, diğer evrelerdeki hastalara yapılan tedaviler
hakkında da Sağlık Bakanlığı’nın daha önceden bilgisinin olduğunu düşünmek abes
olmaz herhâlde.
Bu hastalık, öyle ciddi bir
hastalık ki, hastanın tüm hayati fonksiyonlarını durduruyor. Haliyle tedavisi
de uzun sürüyor. 2 haftalıktan büyük olan çocuklar için, 11-12 ay süresince
süren tedavi süreleri söz konusu. Benim imkânım yok da, varsayalım ki maddi
imkânım var. Oğlumu, yurtdışında tedavi ettirmeye götürmek istiyorum. Bu
şartlar altında, buna da izin verilmiyor. Çünkü yoğun bakım hastasını yurtdışına
götürmek için tam teşekküllü yaşam destek ünitesi olan bir uçak ambulansa
ihtiyaç var. Biz zaten, işin bu tarafında değiliz. Biz istiyoruz ki, Sağlık
Bakanlığı, bu hasta yavruların ilacını, tedavisini tam anlamıyla kabullenip,
onaylayıp, SGK üzerinden de ilaçlarını karşılanması için girişimde bulunsunlar.
Yoksa her geçen gün, böyle hastalığa yakalanmış bir Müslüman evladı sessizce
boğularak ölüp gidiyor. Bu ölümlerden sorumlu olanları tek tek saymaya gerek
var mı?
M: 2 haftalıktan büyük çocuklar
için uygulanan tedavinin örnekleri var mı? İyileşen çocuklar var mı? Yoksa siz
bir varsayım üzerinde mi duruyorsunuz?
G: Biz bu araştırmaları yaparken,
aynı hastalığa sahip, bahsettiğimiz tedaviyi gören insanlara ulaşmaya çalıştık
ve ulaştık elhamdülillah. Bu tedaviyi görüp de, solunum cihazından kurtulmuş,
direkt mideden tüple beslenmekten kurtulmuş, normal ağızdan beslenmeye başlamış
yani Allah’ın yarattığı her lezzetten ağzıyla tadar hale gelmiş hastalar var.
Yürüme aşamasına gelmiş, yürüme aşamasını bitirmiş, fizik tedavisini bitirmiş
hastalar da var, çantasını omzuna takıp, okula giden çocuklar da var. Biz,
bunlar ile görüşürken, bu söylenenler bize hayal gibi geliyordu. Rabbim, bu
çocuklar için şifasını da göndermiş, fakat bir şekilde biz bundan mahrum
bırakılıyoruz, bir şekilde bihaber bırakılıyoruz. En azından bana, böyle bir
tedavi var ama şu şu sebeplerden ötürü Türkiye’ye girişi yasak, uygulanmasına
izin verilmiyor gibi bir açıklama yapabilirlerdi. Biz burada, elimiz kolumuz
bağlanmış, gözümüzün önünde çocuğumuzun ölümünü beklerken, öğreniyoruz ki
aslında bu hastalığın tedavisi varmış ama bana söylenmiyor.
M: Sizler, evladınız için Allah’ın
yaratmış olduğu bir şifayı arıyorsunuz. Bizler, bunun Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in tavsiye
ettiği bir davranış olduğunu biliyoruz.
İmam Buhari, Ebu Hureyre RadiyAllahu Anh’in şöyle dediğini
rivayet etti: Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Allah şifasını yaratmadığı bir
hastalığı yaratmadı.”
İmam Muslim Cabir ibn Abdullah RadiyAllahu Anh Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle
dediğini rivayet etti: “Her hastalık için bir şifa vardır. Bir hastalığın
şifasına ulaşıldığında, o (hasta) Allah’ın izniyle şifa bulur.”
İmam Ahmed’in Müsned kitabında, İbn
Mes’ud RadiyAllahu Anh’den şöyle rivayet
edilir: “Allah şifası olmadıkça bir hastalığı yaratmaz; bazıları onu
(şifayı) bilir ve diğerleri bilmez.”
Bu üç hadis Allah’ın hastalığı
verdiği gibi şifasını da verdiğini bildirmekte ve bizlere her hastalık için bir
şifanın bulunduğunu haber vermektedir. Eğer şifaya ulaşılırsa, hastalık
Allah’ın izniyle iyileşir. Bazı insanlar bunu bilir, bazıları ise bilmez. Bu
hadisler, her hastalığın bir şifası olduğunu söylemekte ve bu yüzden Allah’ın
izniyle hastalıklara şifa olacak tedavilerin araştırılmasını tavsiye
etmektedir. Hastalık O’ndandır, ilaç da O’ndandır. Şifa da O’ndandır, yoksa
ilaçtan değildir. Allah Azze ve Celle ilaca hastalığa şifa olma yeteneği
koydu.
Bu durumda, şifayı arama
gayretlerinize karşın, Sağlık Bakanlığı olsun, doktorlar olsun, hastaneler olsun,
nizam olsun, sistem olsun bu hakkımıza bile engel oluyorlar diyebilir miyiz?
G: Benim bu noktada, sisteme olan
inancım yerle bir, benim artık hiçbir şekilde bu sisteme inancım kalmadı. Şöyle
ki, Rabbim, bu derde şifasını, dermanını yaratmış. Müslüman denilen bir ülkede,
bu kadar profesör, bu kadar ilim adamı, bu kadar bilim adamı hakkı ümmetten
gizleyen devlet yöneticileri, hocaların diğer İslami konularda gizledikleri
gibi bu hakkı da daha anne sütünün tadını bilmeyen bir sabiden gizliyorlar. Bu
noktada, ben sistemi sorgular oldum.
Biz, 4,5 yıldır Muhammed Emir’e
evimizde bakıyoruz, evimizin bir odasını yoğun bakım ünitesine çevirmişiz,
hastanelere dahi gitmek istemiyoruz ki gitmiyoruz da zaten. Çünkü her hastaneye
gidişimizde Muhammed’imizden bir şeyler eksiliyor. En son gittiğimizde
çocuğumuzun dişlerini söktüler. Bir Müslüman evladına bunların yapılmaması
gerekiyor. Evet, kabul ediyorum, bu hastalığın bakımının bir maliyeti vardır,
bir külfeti vardır, ancak bunun altından da ancak devlet olma statüsüne sahip
yapılar kalkabilir, bireyler devletin görevlerini üstlenmezler.
M: Açtığınız Facebook sayfasından,
bu bahsettiğiniz bakım maliyetlerine destek olma girişiminde bulunan Müslüman
kardeşlerimize denk geldiğinizi söylemiştiniz. Biraz bu konudan bahsedebilir
misiniz?
G: Facebook’ta videoyu paylaştıktan
sonra 7-8 gönüllü arkadaş, Muhammed Emir’e bir sayfa açmayı teklif ettiler. Ben
de bunda bir beis görmedim. Nasıl yardımcı olabiliriz, ne yapabiliriz,
eksiklerini nasıl gideririz diye girişimde bulundular.
Örneğin, Muhammed Emir, bugüne
kadar sünger bir yatakta yatıyordu. Tabii ki biz de, ortopedik, sürekli yatıyor
olmasından dolayı, yara-bere açmayan, havalı, hava alabilen, hareketli bir
yatakta yatması gerektiğini biliyorduk ama imkânlarımız buna el vermiyordu. İlk
girişimleri bu yönde oldu. Gönüllü bir kardeşimiz, Muhammed’e bu özelliklerde
bir yatak almak istediklerini iletti. Biz de, Allah razı olsun diyerek kabul
ettik.
Ayrıca, bu gönüllü çalışmanın
başladığı zaman dilimi, mübarek Ramazan ayına denk geldi. Ramazan ayı
dolayısıyla, kardeşlerimiz fitrelerini göndermek istediler. Aslında, Allah
biliyor, biz Facebook sayfasını yardım toplamak niyetiyle açmamıştık. Ancak,
insanlar, devletin, Sağlık Bakanlığı’nın, doktorların, hastanelerin, ilgili
kurumların duyarsızlıklarını, çözüm içinde çözümsüzlükten başka bir şey
sunmamalarını görünce kendilerine vazife biçtiler.
Trabzon’dan bir kardeşimiz,
Muhammed Emir’e hasta yardım parası açıklamasıyla 135 TL para yatırmış,
açıklama olarak “Ramazan ayı fitremdir” diye not düştüğü için oğlumuzun özürlü
maaşını aldığımız banka hesabı bloke edildi. 15 gün içinde Valilik’ten onay
alınmazsa, bu toplanan paraların devlet hazinesine aktarılacağını belirttiler.
Tabiri caizse, Ahmet amcanın, Mehmet amcanın, benim hasta olan çocuğuma ramazan
fitresi olarak verdiği paraya devlet el koymaya çalıştı. Çok uğraştık, ama 4
aylık bir süreçte “nitelikli dolandırıcı” olmadığımızı kanıtlamak zorunda
kalsak da, Muhammed’in parasını alabildik. Tek suçumuz, “yavrumuz hasta, devlet
elektrik vermiyor, Sağlık Bakanlığı gerekli imkânları bize sağlamıyor dememiz”
mi? Devlet ve kurumları, Muhammed Emir’in sessiz çığlığını duymuyor, bunu zaten
anladık. Peki ya, bu çığlığı duyan hassasiyeti yüksek Müslümanlara neden engel
oluyor?
Bu mülakattan ötürü Rabbim, Gökhan
abimizden razı olsun. Ben, sizlerle şanlı İslam Devletimizin tarihinden bir bölüm
olan Memluk Devlet’inde 1279-1290 yılları arasında Sultanlık yapmış Seyfeddin
Kalavun el-Elfi el-Mansur tarafından yaptırılan Büyük Mansuri Hastanesi’nden bahsetmek
istiyorum.
Bu hastane günümüz hastanelerini
kıskandıracak şekilde ileri düzeyde insanlara sağlık hizmeti sunmaktaydı. Bu
hastaneyi gören meşhur Seyyah İbn Batuta “Buranın güzelliğini ve mükemmelliğini
anlatmaya kalkışan kişi aciz kalır.” demiştir.
Hastane mevcut büyük bir yapının
dönüştürülmesi ile 11 ay gibi kısa sürede tamamlanarak 1285 yılında hizmete
girmiştir. Sultan Kalavun hastanenin her yönü ile mükemmel olmasını istemiş ve
şahsına ait Mısır'da ve Şam'da bulunan gayrimenkullerinden büyük bir bölümünü
hastaneye vakfetmiştir. Hastanenin düzenlenen vakfiyesinde vakıflardan elde
edilen gelirin ne şekilde kullanılacağı ve hangi hizmetlerin yürütüleceği
ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir. Vakfın yöneticisi hizmetlerin düzenli bir
şekilde yürütülmesinden sorumluydu.
Hastanede Müslüman olmayan hekim ve
hastane personeli çalıştırılmayacaktı. Vakfın yöneticisi Müslüman hekimlerin
maaşını günün şartlarına göre belirlemekte serbestti. Doktorlar hastanede
erkenden ve tam zamanında bulunmak zorundaydılar. Doktorlar vardiya usulü
çalışıyorlar ve hastane hiçbir zaman doktorsuz bırakılmıyordu. Her bölümde birden
fazla doktor görevliydi. Doktorlar hastalarını güler yüzle muayene eder,
gerekli ilaç ve gıda takviyesini yazarak uygulamaya başlarlardı. Göz
hastalıklarında göz doktorunun yanında mutlaka dâhiliye doktoru da bulunmak
zorundaydı. Ayrıca doktorların eğitimine de büyük önem veriliyordu. Başhekim
kendisine ayrılan dershanede öğrencilere tıbbi konularda ders veriyordu.
Hastane zamanın tıp fakültesi olarak hizmet veriyordu.
Bu hastanede doktorların dışında
çeşitli hizmetleri yürütecek personel de görevlendirilmiş ve çalışma saatleri
ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu görevliler hastanenin ve hastaların
bakım ve temizliğinden sorumluydular. Hatta hastaların elbiseleri bile
yıkanıyordu.
Vakfiye şartlarına göre Müslüman
hastalar hiçbir ayrıma tâbi tutulmadan hizmetlerden yararlanıyorlardı. Her
çeşit hastalığın tedavisi yapılmaya çalışılıyordu. Hastaların maddi durumlarına
bakılmaksızın tedavileri iyileşinceye kadar ücretsiz yapılıyordu. Özellikle
vakfın yöneticisinden herhangi bir ayrımcılık yapmaması isteniyordu.
Hastanede erkek ve kadın hastalar
için iki kısım bulunuyordu. Her bölüm kendi içerisinde hastalıklara göre ayrı
kısımlara ayrılmıştı. (Dâhiliye, cerrahi, göz hastalıkları ve ortopedi) Her bölümden
sorumlu birer yönetici vardı. Hatta dâhiliye bölümü hastalık çeşitlerine göre
kendi içerisinde kısımlara ayrılmıştı. Yataklarda hastaların sağlık durumları
göz önünde bulundurularak demir ya da ahşap karyolalar; pamuktan yapılmış
yatak, yorgan ve kılıf, deriden yapılmış yastıklar yer alıyordu. Bütün koğuş ve
bölümlerde su şebekesi vardı. Her hasta ayrı kaplardan yemek yer ve su içerdi.
Aydınlatma kandiller ile sağlanıyordu. Yazın sıcağı bile hesaba katılmış yazın
hastalara hurma dallarından yelpazeler dağıtılmıştır.
Hastalara moral takviyesi de
yapılmaya çalışılmış şöyle ki vakfın şartnamesinde her gece hastalara ud
eşliğinde konser verilmesi isteniyordu.
Hastanede hastaların tedavisi için
gerekli ilaçların yapıldığı laboratuvar ve saklandığı eczane vardı. Buradaki
iki görevliden birisi doktorun yazdığı ilaçları temin eder diğeri ise bu
ilaçları hastaların düzenli bir şekilde kullanımını sağlardı. İlaçların
kullanımından sorumlu bu kişi aynı zamanda beslenme uzmanıydı. Çünkü yemeklerin
dağıtımını da hastaların durumuna göre bu kişi ayarlardı. Gıdaların bozulmadan
temiz şekilde saklanmasına özen gösterilir ve mutlaka üzerleri örtülürdü.
Hastaların beslenmesine özel bir önem verilirdi. Her türlü yemeğin yapıldığı
tam teşekküllü bir mutfak ve sebze meyve yetiştirilmesi için bir bahçe vardı.
Ölüm durumunda ise her türlü cenaze
masrafı yine hastane vakfı tarafından karşılanıyordu. Hatta evlerinde vefat
eden yoksul hastaların masrafları da karşılanıyordu.
Şimdi, gelin içinde bulunduğumuz
durumu ve yüzyıllar öncesindeki durumu siz kıyaslayın. Allah rızası için, yalnızca
Allah’tan korkan yöneticiler, kurumlar, doktorlar elinde şu zaman diliminde
neler yapılır neler, siz düşünün!
İçinde bulunduğumuz zaman dilimine
baktığımızda, görüyoruz ki; insanın sorunlarının çözümlenmesinde Allah’ın emir
ve yasakları olan şer’i hükümlere ne kadar da çok ihtiyacımız var. İnsanları zulûmattan
nûra ulaştırmak, müreffeh bir yaşam sağlamak, nefislerinde, zürriyetlerinde,
güvenliklerinde, şereflerinde, toplumlarında, devletlerinde ve akidelerinde
mutmain olmaları için İslam, şer’i hükümleri getirmiştir.
Rabbimizden niyaz ediyorum ki
bizlere en tez vakitte bu şer’i hükümlerin tatbik edileceği, insanın insan gibi
değer göreceği, bekâsının, türünün, nesebinin, malının, güvenliğinin,
inancının, şerefinin ve sağlığının korunduğu İslam Hilafet Devleti’ni nasip
etsin. Âmin!


Yorumlar