İTTİFAKLAR DÖNEMİ - KİMİN ELİ KİMİN CEBİNDE?

Ahmet Sapa

Gerçekte kıtalara hükmetmiş, asırlarca dünyaya nizam vermiş, Osmanlı bakiyesi üzerine geçmişinden soyutlanarak bir oldubitti ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, yönetim ve hâkimiyet hususunda varlığını uzun yıllar halk nazarında meşrulaştıramadığı herkesin malumudur. Tek parti dönemi diktatörlüğü ve uygulamaları, Müslümanları uzun yıllar adeta nefessiz bırakmasına rağmen düzenin değişmesi gerektiği anlayışı Müslümanlar nazarında hep canlı kaldı. Fakat çok partili sürecin başlamasıyla birlikte İslam’a ve Müslüman halka yapılan zulümlerden kurtuluşun, gayrimeşru düzende tercih yapmayla mümkün olacağı anlayışı hâkim oldu. Öyle ki, batıl düzenin varlığı yavaş yavaş tartışma konusu olmaktan çıkıp sistem içi mücadele ile Müslümanların belirli mevziler kazanacağı anlayışına evrildi.

 Cumhuriyeti kuran zihniyetin beslendiği kaynak, övgüyle bahsettikleri “çağdaş” Batı uygarlığıdır. Bu -sözde- çağdaş uygarlığın en büyük kötülüğü laiklik, milliyetçilik, demokrasi gibi zehirli fikirlerin yöneticiler eliyle devlet politikası olarak toplumun arasına sokulmasıdır. Bu anlayış ve uygulamaların İslam’ın bütünleştirici, birleştirici kardeşlik şuuruna darbe olduğunu izah etmeye gerek yok. İşte bu ayrıştırıcı fikirlerin desteklenip propagandasının yapılması ve dahi bunların bayraktarlığını yapan siyasi partilerle temsil edilip süreklilik kazanması neticesinde toplumsal ayrışma çok daha keskin bir viraja girmiş oldu. Böylesi bir iklimde neşvünema bulmuş siyasi partilerin iktidar olabilme veya imkânlardan pay kapma adına toplumu peşlerinde sürükleme serüveni günümüze kadar kesintisiz devam etti.

Türkiye’de seçim ittifaklarının mazisi eski olmazsa da bu yöndeki girişimler de yeni sayılmaz. Özellikle çok partili sürecin fiilî anlamda hayat bulduğu 1946’dan sonra Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) diktatörlüğünün sonunu getiren 1950 seçimlerinde tek başına iktidar olan Demokrat Parti (DP), gücünü tahkim ederek sonraki seçimlerde de tek başına iktidar oldu.

-Demokratik siyasetin gereği olsa gerek- gücü eline geçiren partiler bir müddet sonra otoriterleşmektedir. 1957 seçimleri öncesi DP’nin egemen konumuna karşı koyma adına muhalefet partileri; Hürriyet Partisi (HP) ve Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ve CHP, ittifakı artık zaruri görmeye başladılar. Nihayetinde yapılan görüşmeler sonucunda uzlaşıya varan muhalefet partileri, 1957 seçimlerine ittifak halinde gireceklerdi. Fakat DP’nin seçimlerden önce seçim kanununda yaptığı değişiklik, bu ittifak girişimini sonuçsuz bıraktı. Muhalefetin bu girişimi, Türkiye siyasetinde, muhalefet partilerinin üzerinde anlaşarak ittifak kurmalarına rağmen sonuçsuz kalan ilk girişimdir.

1987 seçimlerine gidilirken Anavatan Partisi (ANAP)’nin egemen konumu ve seçim barajı endişesi, seçim ittifakını gündeme getirmiş, sol partilerden; Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) lideri Erdal İnönü ve Demokratik Sol Parti (DSP) lideri Bülent Ecevit ittifak kurma fikrinde mutabık olsalar da paylaşım hususunda anlaşamadıkları için bu girişim de sonuçsuz kalmıştır. 1991 seçimleri öncesinde ise SHP, bu defa solun yeni yüzü Halkın Emek Partisi (HEP) ile uzlaşırken sağda ise Refah Partisi (RP) çatısı altında; Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) üyeleri, RP listelerinden seçime girmişlerdir. Sonuçta bu üçlü ittifak, meclise girerek bir nevi ittifakın meyvesini elde etti.

1995 seçimleri öncesinde ise ANAP, Büyük Birlik Partisi (BBP) ile ittifak kurarak buradaki adayları kendi listelerinden göstermek suretiyle 7 vekili meclise gönderdi. Solda ise CHP-DSP uzlaşmazlığına karşı HEP, kendi geleneğinin devamı olan Halkların Demokratik Partisi (HADEP) ile ittifak kursa da başarı elde edemedi.

2002 seçimleri öncesinde sağ cenahta DYP, Demokrat Türkiye Partisi (DTP) ve Aydınlık Türkiye Partisi (ATP) ittifak kursalar da seçimde baraj altı kalarak bir nevi “tabela partisi”ne dönüştüler.

2007 seçimleri öncesinde ise AK Parti egemenliğine karşı sol cenahta DSP adayları CHP listelerinde seçime girerken, Demokratik Toplum Partisi (DTP) ise parti olarak değil bağımsız adaylar olarak seçimlere gireceklerdi. Yine bu bağımsız adaylar içinde; Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Emek Partisi (EMEP), Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) üyelerinden 22’si vekil olarak seçildi. 2011 seçimleri öncesinde ise Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) ve Demokrat Parti (DP) ittifak kurmuş. 2015 seçimlerinde ise Saadet Partisi (SP) ile BBP sağda ittifak kurarken, solda ise EMEP ve Halkların Demokrasi Partisi (HDP) ittifak kurmuştu.

16 Nisan 2017’de yapılan Anayasa değişiklik ve referandum ile birlikte İngiliz tipi “parlamenter sistem”den vazgeçilip Amerikan tipi “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ne geçildi. Bir nevi “başkanlık modeli” olan bu sisteme, 2018 yılı seçimleriyle fiilen geçilmiş oldu. Bu sistemin kabulüyle birlikte seçim ittifakları çok daha önemli bir hal aldı. Geçmişten 2018’e kadar seçim yasalarıyla alakalı bir takım sınırlandırmalar, mevzuatlar partilerin ittifakını zorlaştırıyordu. Fakat 2018 seçimlerinden önce 7102 sayılı kanunda yapılan düzenleme ile ittifaklar resmî bir hüviyete kavuşmuş oldu.

2018 seçimlerinde AK Parti, MHP ve BBP ile “Cumhur İttifakı”nı kurarken diğer tarafta CHP, İYİ Parti ve SP ile “Millet İttifakı”nı kurdu. Aslında Amerikan tipi başkanlık sistemi birçok küçük partinin elemine edilmesini ön gören bir sistemdir. Fakat Türkiye toplumunun yapısı ve siyasi partilerin aldıkları pozisyon gibi dinamikler, iki kutbun lokomotif gücü olacak partilerin uzun soluklu salt çoğunluğu sağlamaktan uzak gerçeklikleri, küçük partilerin gücünden yararlanmayı zorunlu kıldı… 2018 başkanlık ve milletvekilliği seçimini Cumhur İttifakı kazanırken, 2019 yerel seçimlerinde Millet İttifakı önemli büyükşehir belediyelerine sahip oldu ki bu, uzun yıllardır gerçekleştiremedikleri bir başarıydı.

Geçen süre zarfında ittifakların önemi her geçen gün arttı. Öyle ki 2023 başkanlık ve milletvekilliği seçimleri için sağ cenahta AK Parti, solda ise CHP, ittifaklarını genişletmeyi zorunluluk gördüler. Özellikle CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı, Erdoğan’ı devirebilme adına muhalif sağ partilere doğru yelpazeyi genişletti. Nihayetinde 12 Şubat 2022’de 6 parti; CHP, İYİ Parti, SP, DP, Gelecek ve Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi, gerçekleşen oturum ile fiilî anlamda ittifaklarını kurmuş oldular. Yaşanan pandemi dönemi, ağır ekonomik kriz Cumhur İttifakına olan desteği nispeten her geçen gün azaltırken bu ittifaka yeni üyeler dâhil edilmek suretiyle yaşanan oy kayıpları telafi edilmeye çalışıldı. BBP, Yeniden Refah Partisi (YRP), DSP, Hür Dava Partisi (HÜDA PAR)’nin katılımıyla AK Parti-Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin yer aldığı Cumhur İttifakı da 6 partiyle temsil edilir oldu. Yine ATA İttifakı bünyesinde bir araya gelen milliyetçi partiler; Zafer Partisi, Adalet Partisi (AP), Ülkem Partisi (ÜLKEM), Türkiye İttifakı Partisi (İTTİFAK) de ayrı bir kulvar oluşturdu. Emek ve Özgürlük İttifakı ise Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP), EMEP, Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Sosyalist Meclisler Federasyonu ile bir araya geldi. Fakat bu ittifak, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı adayını desteklediğini açıkladığından, bir nevi bu ittifakın masa dışı destekçisidir.

Türkiye siyaset tarihinde ilk defa partiler seçimlere bu şekilde bloklaşmış ittifaklar halinde katıldı. Gerek uygulanan seçim sitemi, gerekse de partilerin iç ve dış dinamikler açısından temsil ettikleri anlayış, hangi kulvarda mevzileneceklerini belirlediği gibi, hangi sistemle neyi istediklerini de ortaya çıkarmış oluyordu. Tabii bir de partilerin bu süreçteki eksen kaymalarını göz önüne almamız lazım. Bir tarafta “Atatürkçülüğü” misyon edinmiş, hatta onun belirlediği ilkleri “amentü” mesabesinde gören CHP, bu zihniyete sözlü bir şekilde olmasa da ilke olarak karşı olan SP, Gelecek Partisi, DEVA Partisiyle bir araya gelip ittifak kurabildi. Yine milliyetçi zihniyeti temsil eden İYİ Parti, bu ittifakın önemli bir parçası olmaktan rahatsız olmadı.

Cumhur İttifakı bloğunda; AK Parti, YRP ve HÜDA PAR’ın muhafazakâr kimliklerine binaen bir arada olmaları anlaşılabilir. Fakat milliyetçiliği ile ön plana çıkmış MHP ve kısmen BBP’nin aynı anlayış doğrultusunda bu ittifakta olmaları -normal olmasa da- onlar da anlaşılabilir. Fakat laik seküler DSP’nin bu ittifakta olması akla ziyan. Dünya görüşü yaratıcıyı, Allah’ı inkâr üzere kurulu komünist zihniyeti temsil eden Vatan Partisi’nin bu ittifakı dışardan da olsa desteklemesi, apayrı bir garabettir.

Sosyalist anlayışı ilke edinmiş, -her ne kadar kendi aralarında bu ideolojinin ekoller bazında ve yorumlama hususunda farklılıkları olsa da- Emek ve Özgürlük İttifakında yer alan Yeşil Sol Parti ve TİP’in zihniyeti birbirine uzak olmadığı için bir blok halinde olmaları anlaşılabilir. Fakat bunlar her ne kadar farklı kaygılardan hareketle ayrı bir blok oluşturmuş olsalar da İttifak kararıyla cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakının adayını desteklediler.

Aynı şekilde “ırkçılık” anlayışı üzerine bir araya gelen ATA İttifakı bileşenlerinin de aynı zihin dünyasını paylaştıkları için bloklaşmaları anlaşılabilir. Seksenli yıllarda sağ-sol ayrıştırmaları neticesinde binlerce insanın hiç uğruna birbirini katlettiği, can ve mallarına zarar verdiği derin duygusal ayrışmalara neden olan demokratik düzenin elçiliğini yapan sağ-sol partiler, şimdilerde “barış güvercini” rolüne bürünmüşler. Aslında demokratik düzen ve onun olmazsa olmazı olan siyasi partiler halk için var olmazlar, halka kendi varlıklarının, bekalarının devamı için ihtiyaç duyarlar. O sebeple; dün, hasım oldukları parti ve liderlerle bugün dost olup aynı yolda yürüyebiliyorlar. İnsan onur ve haysiyetinin kabul edemeyeceği hakaretleri, küfürleri birbirlerine etmelerine rağmen hiçbir şey olmamış gibi bir araya gelebiliyorlar. Dün dost olanlar, yıllarca aynı yolda yürüyen, aynı söylemi paylaşanlar, bugün birbirlerini “vatan haini”, “hırsız”, “arsız” olarak itham edebiliyor.

Fikirsel anlamda dün milliyetçiliği yerenler, bugün en azılı milliyetçi oluyor. -Sözde- Atatürk düşmanı olanlar, Atatürk güzellemeleri yapabiliyor. Muhalifleri tarafından “siyasal İslamcı” olarak eleştirilen AK Parti ve yöneticileri, “demokrasi, cumhuriyet, laikliğin en doğru tercih olduğunu” her platformda dile getirerek bu cenaha adeta laiklik dersi veriyor! Kendilerinden İslami bir yönetim beklentisi olan parti ve liderler, İslam’ın yönetim sistemi olan Hilâfet’i kaldıran zihniyetle aynı paydada ortaklaşmaktan ar etmiyor. Birbirine benzemezlerin, “imkânı yok, bir araya gelmez, aynı yolda yürümez” denilenlerin bir araya geldikleri gibi el ele, kol kola o yollarda koştuklarına şahit oluyoruz. Öyle bir durum ki; “kimin eli kimin cebinde?” belli olmadığı gibi şeytanı kıskandıracak işlere de imza atıyorlar.

Bakın, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasıyla birlikte “vatan-millet, din” edebiyatı yapanların, nasıl da adeta at pazarlığı ile kapı kapı dolaştıklarına şahitlik ettik. Düne kadar, “HÜDA PAR’ın yer aldığı bir kulvarda milliyetçiler imkânı yok, yer almaz!” diyen ATA İttifakı adayı Sinan Oğan, kim bilir hangi menfaatler karşılığında yelkenleri indirip Cumhur İttifakının destekçisi oldu? Yine ATA İttifakının en ırkçı ve “çatı” partisi olan Zafer Partisi, daha önceki “HDP’nin olduğu yerde olmayız!” söylemini menfaate kurban ederek Millet İttifakı adayını 2. turda destekleme kararı aldı.

Türkiye’de partilerin isimleri, liderleri, logoları, sloganları birbirinden farklı olsa da onları aynı renkte buluşturan şey, menfaattir. Bu seçim süreci, bu partilerin menfaatleri için her şeyi yapabileceklerini, tüm ilkelerinden vazgeçebileceklerini bizlere gösterdi.

Bizler demokrasinin, çıkarlar menfaatler, hırs ve ihtiraslar üzerine şekillenmiş bir yönetim olduğunu biliyoruz. Bir araya gelmeleri imkânsız gibi görünen partilerin, farklı kutupta görünen uçların, dünya görüşleri birbirinden çok farklı olan şahsiyetlerin, “ilke” edebiyatı yapan liderlerin, farklı ideolojilerin havarileri olduklarını, hizmet ettikleri efendilerinin menfaat ve talimatlarının dışında hareket edemeyeceklerini her platformda dile getiriyoruz.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” Hükmünü serlevha yapamayanlar, buna göre ölçü belirlemeyenler, “menfaatin adamı” olmaktan öteye gidemiyor.

Hükmü yalnızca Allah’a has kılmayan partiler, liderler, demokrasi çarkında öğütülüp “şekilden şekle giren bukalemun” gibi ortalıkta dolaşmaya mahkûmdurlar.

“Hâkimiyet bilakaydüşart İslam’ındır! Bunun dışında hiçbir şey kabulümüz olamaz!” diyemeyenler “hâkimiyet milletindir!” tiyatrosuyla yeryüzünün en büyük fitnesine sebep olduklarının belki farkında bile değiller. Demokrasi zehrini “bal” diye içenler, iğfal edilmiş zihinleriyle halkı adeta uçuruma sürüklemektedirler.

Dün “şeriatçı, İslamcı”, bugün ise “siyasal İslamcı” diye ötekileştirilenler, kendilerini ötekileştiren bu zihniyete, “İslam; hayatın her müşkülüne çözüm sunan siyasi, ahiret hayatıyla da irtibatlı ruhi bir din olmakla birlikte sadra şifa, insanlığa huzur veren tek ideolojidir” gerçeğini adam akıllı yüzlerine çarpacak cesareti gösterememişlerdir.

Hakkı, hak olarak ayakta tutması gereken yöneticiler, menfaatleri uğruna hakka batıl karıştırmada ihtisas yapar oldular.

Sonuçta; hangi ittifakta, hangi partide olursa olsunlar, şeytan, bunların hepsine, menfaatleri uğruna kılıktan kılığa girme, eğilip bükülme taviz ve cüretini süslü gösterdi. Düzenleri devam ettiği müddetçe hangisinin kaybedip hangisinin kazanacağının önemi yok. Her durumda kaybeden maalesef Müslümanlar olacak!

 

 

Kaynaklar:

Seçim Arşivi, YSK.gov.tr

“Seçimler: Rejimin melhâme-i kübrâ’sı”, Mete Kaan Kaynar, Gazete Duvar

“Geçmişten Bugüne Türkiye Siyasetinde Seçim İttifakları: Tercih Mi? Zorunluluk Mu?”, Emre Savut, Dergi Park Akademik


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz