İnsanlık tarihiyle
başlayan ailenin kendi içinde oldukça özel bir yapısı vardır. Kapitalizmin bütün değerleri metalaştırıp
bozuk para hâline getirdiği bir zeminde bu anlayışa direnç gösteren son
kaledir. Özellikle Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda kendi içinde bir
disiplini olan, mahremiyeti, ahlakı, bütünlüğü, birlikteliği, obur tüketime
karşı düzenleyici mekanizması, aileyi oldukça özel kılarken, her şeyi
bireyselleştiren, doyumsuz tüketimi ön gören, ahlak ve mahremiyeti ortadan
kaldırmaya çalışan kapitalist ideolojiye direnç cephesi olarak durmaktadır.
Yaklaşık yarım asırdır Batı’da aile sistemini yok eden kapitalist ideoloji, tüm
kötülükleri, uygulandığı toplumlarda engelsiz bir şekilde var edebildi. Mal ve
hizmetleri sınırlı, ihtiyaçları ise sınırsız gören bu obur ideoloji, tüm
değerleri metaa kurban ederek toplumlarını birer vahşi canavara dönüştürdü.
Kendi ideolojilerine iman etmiş halkları dönüştürmekte zorlanmayan bu
azgınların nihai hedefi, Müslüman aile sistemini tamamen kapitalizme açarak, Müslümanları
atomize etmektir. Böylece obur sermayedarlar servetlerine servet katarken,
diğer taraftan bu ideolojiye direnç gösterecek son kale de işgal edilmiş
olacaktır.
Aile, annelik,
ahlak, nesil, mahremiyet, cinsiyet gibi hususlara amansız bir savaş açan
kapitalizm, âdeta balın içine karıştırılmış zehir şeklindeki kanunlar,
çıkarılan yasalar, imzalanan sözleşmelerle ümmetin bedenine sirayet
ettirilmekte.
Weber’e göre “Akılcı
kapitalizmin gelişiminin önünde en büyük engel ailedir.”[1]
Yine Jack
Goody’ye göre, ailenin kontrol edilme isteğinin üç temel amacı vardır: “Ailenin
kontrolü hem toplum sosyolojisinin hem ekonominin hem de nüfusun kontrolü
demektir.”[2]
Aileyi sözde üretim
adı altında tüketime sokan kapitalistler, ailenin tüm fertlerini çalışma adı
altında âdeta gönüllü köleler hâline getirdi. Böylece her biri kendi üretimini
gerçekleştiren bireyler büyük bir tüketim çarkına girmiş oldular. Şüphesiz bu
çarkın en büyük kurbanı anneler ve kadınlar oldu. Sonuçta daha az çocuk, daha
az alaka, daha zayıf ilişkiler, aileleri dağıtmakta. Bu durum, nüfusun kontrol edilmesini
sağlayacak. Yine toplumsal cinsiyet eşitliği, özgür yaşam, zina gibi
sapkınlıkların tüm dünyada kabule zorlanmasıyla da toplum sosyolojisi bozularak
kontrol edilmiş olacaktır.
İslâm ümmeti,
özellikle kalkanı olan Hilâfet’i yitirdiği 1924 tarihinden bugüne birçok
saldırıyla karşı karşıya kaldı. Nasıl ki cenk meydanında zırhsız, kalkansız,
kılıçsız bir şekilde harp etmek, düşmana üstünlük kazandırıp darbe almanızı
kaçınılmaz kılıyorsa bu sözleşmelerle de ümmet, her gün yeni darbeler almakta.
Bu ümmet, Hilâfet’i yitirerek yönetim, iktisat, eğitim, içtimai nizamı hayata
tatbik etmekten uzak kaldı. Kâfirlerin düzen ve nizamları en büyük darbe olarak
bedenlerimize indi. Sonra katliamalar, yıkımlar, talanlar, zulümler hiç eksik
olmadı. Bedenlerimiz üzerine ağır darbeler inse de hâlâ bunca darbeye rağmen
ayakta durmayı başarabilen ümmet, kılıçla yıkılmadı, yıkılmıyor. Şu an ise en
hassas en savunmasız noktadan aile üzerinden saldırılar gerçekleşmekte.
Maalesef kendi
toplumlarını ifsat eden, şeref ve haysiyetten nasibini almamış Batı’dan; bin
dört yüz yıl önce aile, nesil, toplum, devletiyle dünyaya örnek olmuş ümmetin
torunlarına çözüm adı altında ifsat sözleşmeleri kabul ettiriliyor.
1985 yılında, Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini (CEDAW) imzalayan Türkiye o
günden bu yana birçok yasayı bu sözleşmenin uygulanması için çıkardı. Daha birkaç
asır önce kadını insan yerine koymaktan imtina edenler, bugün kadını tamamen
meta hâline getirerek dünden daha aşağı konuma düşürdü. Bugünkü Batı
hadaratının müntesiplerinin kadın, insan, değer kavramları üzerinden ahkam
kesmesi ne garip...
Bu sözleşmenin 5. Maddesinin
a şıkkı şöyledir:
“a- Her iki cinsten birinin aşağılığı
veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı
önyargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını
sağlamak amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını
değiştirmek.”
Gerçekte
sözleşmenin bu maddesiyle fıtrata savaş açılmaktadır. Allahu Teâlâ kadına ve
erkeğe ayrı ayrı yükümlülükler verip bu fıtrata uygun yaşamayı emrederken beşer
ise tam tersini yaparak zulüm kapısını sonuna kadar aralamaktadır.
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ
بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ
“Erkekler,
kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden
üstün kılmıştır...”[3]
Tabii ki bu
sözleşmenin imzalanmasıyla birlikte çıkarılan kanun ve yasalar da bu sözleşmeye
uygun hâle getirildi. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi, 6284 sayılı Aileyi Koruma Yasası,
2011 İstanbul Sözleşmesi dahi CEDAW’a atıf yapılmak suretiyle onu referans
alınmaktadır. CEDAW, aileyi ifsat projesinin teorik kısmıyken, İstanbul
Sözleşmesi bu ifsadın pratize edilmesidir. Aslında her şey bir sürece
indirgenerek aile kuşatma altına alınmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu
ile “Ailenin reisi kocadır.” hükmü kaldırılarak kaosun önü açılmıştır.
Türkiye, 2011 tarihinde “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin
Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” adlı
uluslararası sözleşmeyi, toplu bir şekilde hiçbir şerh, çekince koymaksızın
imzalayarak kabul etmiştir. Kısa adı “İstanbul Sözleşmesi” olan bu sözleşme,
2012’de kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine
Dair 6284 numaralı Kanuna” esas teşkil etmiştir.
Sözde kadına şiddetin önlenmesine yönelik olarak kabul edilen bu sözleşme
ve çıkarılan kanundan sonra ne gariptir ki kadına yönelik şiddette patlama
yaşanmıştır. Yıllar itibarıyla kadın cinayetleri her yıl katlanarak artmıştır.
Görünen o ki bu sözleşme ve kanunlar, bırakın şiddeti önlemeyi tamamen şiddeti
teşvik etmektedir.
Bu sözleşmedeki maddelere kısaca baktığımızda mesela 3. Madde, (a) şıkkında
şu ifade geçmektedir:
“...kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddetin
önlenmesi...”
Bu minvalde 2009 ve
2014 yıllarında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yayınlanan araştırmada
“ailenin” kadın için “güvensiz” bir ortam olarak kabul edilmesi[4]
ile 2014 yılı raporunda evliliğin, şiddetin sebebi olarak görülme
ahlaksızlığını sergilediler.
Sözleşmedeki bu maddeye dayanarak “eşinin
üzerine yürümek”[5] eşine “şşşt” demek[6]
“eve sık sık misafir getirmek, misafire iyi davranmamak”[7]
“sık sık iş değiştirmek”[8]
erkeğin eşini yatağa çağırması ve kadın istemezse tecavüz, erkek yatağını
ayırırsa boşanma sebebi[9]
olabiliyor.
Ekonomik ve
psikolojik şiddet tanımının ucu açık olduğu için bu tanımlama vahim sonuçlara
yol açmaktadır. “Bana sesini yükseltti, eve yeterince bakmıyor, evdeki ışığı
kapatmıyor, bana ters ters bakıyor” gibi ifadeler neticesinde evden
uzaklaştırılan binlerce erkek, boşanan binlerce eş var...
Yine bu sözleşmeye
dayanarak çıkarılan 6284 sayılı kanunda “kadının beyanı esastır” hükmüne
dayanarak 2012 yılından bu yana 1 milyonun üzerinde erkek evlerinden
uzaklaştırıldı. 1 milyonun üzerinde aile de dağılmış oldu. En ilkel hukuk
normlarına dahi ters olan tek taraflı bu kanun, insan onur ve haysiyetine açık
bir tehdittir.
Bakın, Adana’da
evden kaçan B.D ismindeki kız, parkta evli ve bir çocuk babası güvenlik
görevlisi H.Y’nin kendisine tecavüz ettiğini iddia etti. Daha sonra bakire
olduğu anlaşılan B.D. mahkemede “uydurdum” diyerek adamın 7 ay haksız bir
şekilde içeride kalmasına sebep oldu.[10]
Şimdi sormak lazım; bu adamın zedelenen şeref ve haysiyeti ne olacak?
2016 yılında
Şanlıurfa’da “Kocam bana 1 senedir tecavüz ediyor, beni zorla hamile bıraktı.”
demesi üzerine “kadının beyanı esastır” maddesi ile cinsel şiddet kapsamında
kocaya 18 yıl hapis cezası verildi.[11]
Trabzon’da bir
kadın, kendisine tecavüz ettiği iddiasıyla kocasından şikayetçi oldu. Koca
hakkında “nitelikli cinsel saldırı” suçundan 7 yıldan 12 yıla kadar hapis
istendi.[12]
Türkiye’de şu an bu
şekilde on binlerce dosya mahkeme raflarında aileleri yok etmek için beklemektedir.
Bu sözleşmenin 12. maddesi’nde şu ifadeler geçmektedir:
“…kadınların ve
erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların,
törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması...”
“Taraflar, kültür,
töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki
herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin
edeceklerdir.”
Madde 42’de ise şöyle denmektedir:
“Sözde ‘namus’ adına işlenen suçlar da dahil olmak üzere, işlenen suçlar
için gerekçelerin kabul edilmemesi”
Sadece sözleşmenin
bu maddeleri dahi hangi amaçla hazırlandığını ortaya koymaktadır ki bu, aile
yapımızda dine, örfe, ahlaka, geleneğe, mahremiyete savaş açıldığının en açık
göstergesidir. Müslüman aile yapısından dini, ahlakı çıkardığınızda her türlü
ifsada açık hâle getirmiş oluyorsunuz ki yapılan budur. Din adına eşcinsellere
karşı çıkılması, ahlaksızlığa dur denmesi bu sözleşmeye göre suç olmaktadır.
Sadece şu an bu maddenin işletilmesi için toplum hazır değildir, beklemekteler!
Kadın, eşini
aldattığı delillerle sabit olmasına rağmen mahkeme erkeği kadına nafaka vermeye
mahkûm edebiliyor.
18 yaş altı
evlilikleri zorla evlendirme olarak gören kanunlar binlerce aileyi mağdur
ediyor. Genç yaşta evlenen eşler kamu davası sonucunda erkek tecavüzcü olarak
damgalanıp dört binin üzerinde insan yıllarca hapse mahkûm edilmiş durumdadır.
Geçtiğimiz günlerde
Siirt’te kızını genç yaşta evlendirdiği için baba 3 yıl 4 ay cezaya
çarptırılarak cezaevine gönderildi.[13]
Aileyi yıkmak için
hazırlanan bu sözleşme ve kanunlar kadın şikayetinden vazgeçse de süreç kamu
davasına dönüşüp aileyi dağıtılmak için her şey yapılmaktadır. Bu sürece ek
olarak bir de eşler arasında arabuluculuğu da suç kapsamına aldıklarından eşler
arasında sadece ifsat sözleşmeleri ve bunları uygulayan hakimler kalıyor ki her
üç evlilikten birinin boşanmayla sonuçlanması tabloyu gözler önüne sermektedir.
Halbuki Rabbimiz Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا
فَابْعَثُوا حَكَمًا مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَمًا مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا
اِصْلَاحًا يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا خَب۪يرًا
“Karı kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz erkeğin
ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; bunlar düzeltmek
isterlerse Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi bilen ve
haberdar olandır.”[14]
Allahu Teâlâ ilahi
uyarısıyla eşlerin bir arada olması, ailenin yıkılmaması için bizlere vaaz
etmektedir.
Elbette bu sözleşme
ve kanunların tamamını bir makalede ele alma imkânımız mümkün değil. Burada bu
sözleşme ve kanunlardaki birkaç maddeyi ele almaya çalıştık. Bu sözleşme ve
kanunlar; İslâm, ahlak, insanlık düşmanı müflisler tarafından hazırlandı ki
aile, nesil, toplum, mahremiyet, inanç ayaklar altına alınsın. Buna karşı
sapkın, azgın, inançsız, ahlaksız LGBT ve türevleri olan zihniyetler toplum
arasında yaygınlaşarak toplumun mayası bozulmuş olsun. Kendi sorunlarını
çözmekten aciz, aile ve toplumlarını ifsat eden bu zevattan alınan çözümler,
problemi ortadan kaldırmadığı gibi daha büyük sorunlara sebebiyet vermektedir.
Sözde Müslümanların içinden çıkan yöneticilerin elleriyle bu zulümlerin
yapılıyor olması demokratik laik düzene nasıl bakmamız gerektiğini açık bir
şekilde ortaya koyar niteliktedir.
Dolayısıyla bir an
önce bu fasit düzenleri ortadan kaldırmamız zorunludur.
Bu sözleşme ve
kanunlar var olduğu sürece hiçbir aile güvende değildir; âdeta örümceğin yuvası
mesabesinde kalacağı aşikârdır. Toplumsal cinsiyet melanetiyle sağlıklı hiçbir
neslin yetişmesi ve de devam etmesi mümkün değildir. Kadını erkeğe düşman eden,
şiddetin bizzat kaynağı olan bu sözleşme ve kanunlar devam ettiği sürece güçlü
ve onurlu bir toplumun var olma ihtimali yoktur.
Bu karanlık sürüp
gidecek mi? Bu ifsada sesiz kalıp aile ve neslin ellerimizden kayıp gitmesini
izleyecek miyiz? Aile, nesil ve toplumu hakkıyla koruyacak çözüme yönelmeyecek
miyiz? Müslümanlar artık yol ayrımındadır. Ya mevcut laik demokratik düzen
içerisinde kendi elleriyle seçtikleri yöneticilerin bu ifsatlarına ortak olmaya
devam edecekler ya da toplumun en güçlü çekirdeği olan aileyi, dünyaya yön
vermesi istenen, çağları açıp kapayan nesli ve toplumu koruyacak olan Hilâfet
Devleti’ni var etmek için cehtini sonuna kadar sarf edeceklerdir. Böylece İslâm’ın
hakimiyetiyle Müslümanlar, kâfirlerin ordularından emin olduğu gibi toplum
arasında var etmeye çalıştıkları ifsatlardan da emin olacaklardır. Sonuçta
sağlam aile, temiz nesil, güçlü toplum, İslâm nizamıyla dünyaya tekrardan
adalet ve huzur getirecektir.
[1]
Max Weber, Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu
[2]
Prof. Dr. Burhanettin Can, Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-8
[3]
Nisa Suresi 34
[4]
https://kadininstatusu.aile.gov.tr/data/58528516369dc524d057a5fe/Kad%C4%B1na%20y%C3%B6nelik%20%C5%9Fiddet%20ara%C5%9Ft%C4%B1rmas%C4%B1%20ana%20rapor.pdf
[8]
https://www.memurlar.net/haber/784793/sik-sik-is-degistirmek-hem-bosanma-hem-de-tazminat-sebebi.html
[10]
http://www.milliyet.com.tr/gundem/tecavuze-ugradigini-soyledi-bakire-cikinca-uydurdum-dedi-1755364
[14]
Nisa Suresi 35
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış