EMR-İ Bİ’L MARÛF VE NEHY-İ ANİ’L MÜNKER HÜKÜMLERİ

Yasin ibnu Ali


Bu ay sizleri yeni bir eserle daha buluşturuyoruz. “Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker Hükümleri” isimli bu eser, Âlim Yâsin ibn-u Ali tarafından yazılmış. Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’in mahiyeti, farziyeti, şartları, İslamî Daveti taşımakla arasındaki fark, vs. hususların anlatıldığı kitabı bundan böyle aylık risaleler halinde sizlerle paylaşacağız. Faydalanacağınızı umduğumuz bu eserin ilk bölümü ve Üstad’ın kitabındaki “Mukaddime”siyle sizleri başbaşa bırakıyoruz.

KöklüDeğişim


بسم الله الرحمن الرحيم

Mukaddime


Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Rasullerin efendisi, nebilerin Sonuncusu üzerine, O’nun âli ve bütün ashabı ve Din Günü’ne kadar ihsânla tâbi olanlar üzerinedir.

Amma ba’du, Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker, şer’î hükümlerin en önemlilerindendir. Hatta bazıları onu, bilinen beş şartından sonra İslâm’ın rükünlerinden altıncı rükün addettiler. Bunun için onun hakkında bahsedilmesini, birçok konularında söz söylemeyi, ona ilişkin olanlarda hiçbir beis olmayan tâifenin sûretini açıklamayı gerekli gördük. Ki Allah’ın kendisine hayır murâd ettiği ve O’nun rızasını arayan kimseler onda fakihleşsin, bilhassa da kendisine ihtiyacı olduğunda, amelde ona itimat etsin. 

Bahsimizi beş bölüme ayırdık, onlardan her birinde dört veya beş mesele var. Maksat ve merâma göre de her meselede fürûlar ve çıkarımlar var.

Doğruyu bulmak için usanmaksızın, yorulmaksızın bütün gücümüzü, azamî cehdimizi sarf ettik. Allah’ın bu amelimizi Kendi nezdinde güzel kabulle kabul etmesini ve onu bizim için mübârek kılmasını temenni ederiz.


BİRİNCİ BÖLÜM:

Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker Vucûbiyeti


Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker vucûbiyetini söylemek, âlimler katında râcih olan söylemdir, cumhûr nezdinde gâlip olandır, üzerinde icmâ edildiği de söylendi. Ekseri âlimler, vucûbluğun ispatında istidlâl tafsilatlarını zikretmeksizin, hükmü tazammun eden ayetler ve hadislere itimat ettiler. Bu, onlar nezdinde ayet ve hadislerin delâletlerinin vuzûhundan dolayıdır. Hatta onlardan biri şöyle der: “Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker vucûbiyeti, Müslümanlar indinde dinî bir zarûrettir. Onunla istidlal edilir ama onun üzerine istidlal edilmez.” 

Bazı âlimlerden, kendisinden Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’in vâcib olmadığı, nâfile olduğu söyleminin anlaşıldığı rivâyete gelince; mesela Abdulvâhid İbn-u Ziyâd’dan rivâyet edilen gibi, şöyle dedi: “Hasan’a (el-Basrî) dedim ki: “Yâ Eba Saîd, ne dersin, Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker farz mıdır?” O da, “Hayır, ey oğulcuğum, Beni-İsrâil’e farzdı. Allah bu Ümmet’e merhamet etti, onlara hafifletti ve onu onlar üzerine nâfile kıldı.” dedi.” (Ebu Bekr El-Celâl’ın Emr-i Bil Marûf, Nehy-i Ani’l Münker kitabından s. 27) Yahut Hasan İbn-u Sâlih’ten rivayet edilen gibi, şöyle der: “Amr İbn-u Ubeydullah, Abdullah İbn-u Şibrime’ye Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’den geri kalışından dolayı onu azleden bir mektup yazdı. Bunun üzerine Abdullah İbn-u Şibrime’de ona şöyle yazdı:

“Emr-i Bi’l Marûf ya Amr nâfiledir, 

Onunla amel edenler Allah’ın Ensar’larıdır,

Zafiyetlerinden ötürü onu terk edenler özürlüdür,

Bu konuda onları yerenler şerlilerdir,

Emir, yâ Amr, kılıç değil,

İmamlara onu teşhir et,

Muhakkak ki ölüm, zarar vericidir” (Aynı Kaynak. S. 32) 

Bunlar -doğruysa- zafiyet ve nefse karşı korkmaya hamledilir. Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker farziyetine şâibe düşürebilecek herhangi bir şüpheyi def etmek için aşağıda bazı tafsilatla birlikte Kitâp’tan ve Sünnet’ten vucûbiyet delillerini zikredeceğiz.


Kur’ân’dan Vucûbiyet Delilleri 

Birinci ayet, Allahu Teâlâ’nın şu sözü: 

كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; marûfu emreder; münkerden nehyeder ve Allah'a iman edersiniz” (Âl-i İmrân 110) 

Şeyh Et-Tâhir İbn-u Aşûr şöyle der: “Bu, onların hayra daveti emretmeleri için ta’lîl mertebesine indirgenir. Sonrasındaki Allahu Teâlâ’nın Marûfu emredersiniz sözü, siz zamirinden bir hâldir. En hayırlı ümmet olduklarının ta’lîlini haber vericidir. Ona şu terettüp eder: kendisinde hayırlılıklarının bulunduğu şey, eğer daha önce farz kılınmış değilse, üzerlerine farz olmasını, eğer daha önce üzerlerine farz kılınmışsa, üzerlerine onun farziyetini tekit etmesini gerektirir” (Et-Tahrîr ve’t Tenvîr. Cilt 3-4 S. 48) 

Ayetin manasının şöyle olduğu da söylendi: “Siz en hayırlı ümmet oldunuz veya siz, Emr-i Bi’l Marûfu, Nehy-i Ani’l Münker’i emretmek için yaratılan en hayırlı ümmetsiniz. İmanınız Allah’adır.” Bu söyleme göre zikredilen bu üç haslet, onların en hayırlı olmalarında bir şarttır. Şâri’in üzerine nass getirdiği bu hayırlılığa, Müslümanlardan namazı kılan, zekâtı veren, Ramazan orucunu tutan, Beyt-ul Haram’ı hacceden, helal fiiline iltizam eden, haram fiilden içtinap eden kimseler ancak Emr-i Bi’l Marûfu, Nehy-i Ani’l Münker’i ikâme edince yani Şâri’in üzerine nass getirirken tahdit ettiği o hasletin şartına vefâdan sonra müstahak olurlar. Eş-Şevkânî şöyle der: “Marûfu emredersiniz” sözü, başlangıç kelâmıdır. En hayırlı ümmet olmalarına şâmil olmakla birlikte, bunu ikâme ettikleri ve onunla muttasıf oldukları sürece en hayırlı ümmet olduklarının beyânını tazammun eder. Emr-i Bi’l Marûfu, Nehy-i Ani’l Münker’i terk ettiklerinde, onlardan bu zâil olur.” (Feth-ul Kadîr. Cilt 1 s.371)

Bunun için Ömer İbn-ul Hattâb’ı az önce geçen ayeti okuduktan sonra şöyle derken görüyoruz: “Ey insanlar! Her kimi bu ümmetten olmak mesrur ederse, Allahu Teâlâ’nın o ümmet hakkındaki şartını eda etsin.” Abd İbn-u Humeyd, İbn-u Cerîr ve İbn-ul Munzir, Allahu Teâlâ’nın “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” sözü hakkında Mucâhid’den şöyle dediğini tahriç ettiler: “Bu şarta göre, marûfu emreder, münkerden nehyeder ve Allah’a iman edersiniz.” (Es-Suyûtî Ed-Durer-ul Mensûr) 

İkinci ayet, Allahu Teâlâ’nın şu sözü: 

لَوْلاَ يَنْهَاهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ عَن قَوْلِهِمُ الإِثْمَ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ

“Rabbani’ler ve ruhbanlar onları, günahı söylemekten ve haramı yemekten nehyetselerdi ya! Yaptıkları şey ne kötüdür!” (el-Maide 63)

Bu ayet, Emr-i Bi’l Marûfu, Nehy-i Ani’l Münker’i terkinden dolayı âlimler için bir kınamadır. Yine Münkerin nehyini terk edenin, onu irtikâp eden mertebesinde olduğuna delâlet eder. Et-Taberî tefsirinde şöyle der: Yaptıkları şey ne kötüdür” sözüne gelince; bu, Allah’tan bir yemindir, ona yemin etti. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Yemin ederim ki onlardan günaha, haddi aşmaya ve haram yemeye koşanları bundan işlediklerinden nehyi terk etmelerinde, o Rabbaniler ve ruhbanların yaptıkları şey ne kadar da kötüdür!” Âlimler şöyle derler: “Kur’ân’da âlimleri kınamak bakımından bu ayetten daha şiddetli, onlara bu ayetten daha korku verici hiçbir ayet yoktur.” 

Üçüncü ayet, Allahu Teâlâ’nın şu sözü: 

لُعِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى لِسَانِ دَاوُودَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ كَانُواْ لاَ يَتَنَاهَوْنَ عَن مُّنكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ

“Beni-İsrail’den kâfir olanlar, Dâvud ve Meryem oğlu İsa lisânıyla lânetlendiler. Çünkü onlar, isyan ettiler ve haddi aştılar. Onlar, yaptıkları hiçbir münkerden, birbirlerini nehyetmiyorlardı. Andolsun onların yaptıkları ne kötüdür!” (el-Mâide 78-79) 

Bu ayette Allah Subhanehu ve Teâlâ, Beni-İsrâil’in lanete duçar kalmalarını, münkerden nehyi terk etmeleri olarak illetlendiriyor. Şayet münkerden nehy vâcib olmasaydı, onu terk etmeleri sebebiyle lanete müstahak olmazlardı. Çünkü lanet, Allahu Teâlâ’nın kendisiyle gazabını ifâde ettiği şeyin en şiddetlisidir. Lanet, mendûbların terkine, mekrûhların fiiline değil, vâciblerin terkine ve haramların fiiline mahsûs kılındı. Eş-Şevkânî şöyle der: “Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker, İslâmî kâidelerin en önemlisi, şer’î farzların en yücesidir. Bu nedenle onu terk eden, masiyeti işleyene ortaktır, Allah’ın gazabına ve intikâmına müstahaktır. Tıpkı Ehl-i Sebt’e (Cumartesi ehline) vâki olduğu gibi. Zira Allah Subhanehu, fiilde onlara ortak olmayanları meshetti. Ama onları inkâr etmeyi terk etti. Nitekim haddi aşanları meshetti de onlar toptan maymun ve domuzlar oluverdiler… Sonra Allah Subhanehu münkerden birbirini nehyetmemeyi çirkin görerek şöyle buyurdu: “Andolsun yaptıkları ne kötüdür!” yani üzerlerine inkârı vâcib olanın inkârını terk etmelerinden ötürü.” (Feth-ul Kadîr, cilt 2. s. 66) 

Dördüncü ayet, Allahu Teâlâ’nın şu sözü: 

الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُم مِّن بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُواْ اللّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

“Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar, birbirlerindendir. Onlar münkeri emreder, marûfu nehyederler ve ellerini sıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Şüphesiz münâfıklar fâsıkların ta kendileridir.” (et-Tevbe 67) Sonra Allahu Teâlâ’nın şu sözü: 

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar marûfu emreder, münkerden nehyeder, salâtı (namazı) ikâme ederler, zekâtı verirler, Allah ve Rasulü’ne itâat ederler. İşte onlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hakîmdir.” (et-Tevbe 71)

Kuşkusuz Allah Subhanehu ve Teâlâ, Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’i müminler ile münâfıklar arasında bir fark kıldı. Bu da -El-Kurtubî’nin de tefsirinde dediği gibi- Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker müminin vasıflarının en hası olduğuna delâlet eder. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle buyurduğu rivâyet edildi: 

أهل المعروف في الدنيا أهل المعروف في الآخرة , وأهل المنكر في الدنيا أهل المنكر في الآخرة

“Dünyada ehli marûf, Ahiret’te de ehli marûftur. Dünyada ehli münker, Ahiret’te de ehli münkerdir.” (et-Tabarânî)

Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’i müminin hassasiyetlerinden, aksini de münâfığın hassasiyetlerinden kılmak ve Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’e rahmet terettüp etmek, vucûba delâlet eder.

Keza Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’in vucûbuna delâlet eden veya en asgari takdire göre onun için hükmün sübûtunu teyit eden, perçinleyen hususlardan biri de, onun zikrinin Kur’ân’da vâciblere birleştirilerek tekerrürüdür. Bunlardan bir kaçı şunlardır: 

تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ

“Marûfu emreder; münkerden nehyeder ve Allah'a iman edersiniz” (Âl-i İmrân 110) 

يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ 

“Onlar marûfu emreder, münkerden nehyeder, salâtı (namazı) ikâme ederler, zekâtı verirler, Allah ve Rasulü’ne itâat ederler.” (et-Tevbe 71) 

الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ

“Onlar ki, eğer kendilerini yeryüzünde hâkim kılsak salâtı (namazı) ikâme ederler, zekâtı verirler, marûfu emreder ve münkerden nehyederler. İşlerin âkıbeti Allah'a mahsûstur.” (el-Hacc 41) 

التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ

“Tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, marûfu emredenler, münkerden nehyedenler ve Allah'ın hudutlarını muhâfaza edenler. Müminleri müjdele!” (et-Tevbe 112)

Tüm bu Kur’ânî ayetler, münferid olmasalar da, birlikte, kuvvetli bir delâletle Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’in vucûbuna delâlet ederler.


Sünnet’ten Vucûbiyet Delilleri 

Birinci hadis, Huzeyfe İbn-ul Yemân’dan, Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle buyurduğu rivâyet edildi: 

والذي نفسي بيده لتأمرن بالمعروف ولتنهون عن المنكر أو ليوشكن الله أن يبعث عليكم عقابا منه ثم تدعونه فلا يستجاب لكم

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki, mutlaka marûfu emreder ve münkerden nehyedersiniz. Yahut Allah sizin üzerinize katından bir ikâb gönderiverir de sonra O’na dua edersiniz, ama size icâbet edilmez. (et-Tirmizî)

İkinci hadis, Kays İbn-u Ebî Hâzim’den Ebu Bekr Es-Siddîk’tan şöyle dediği rivâyet edildi: 

أيها الناس إنكم تقرءون هذه الآية يا أيها الذين آمنوا عليكم أنفسكم لا يضركم من ضل إذا اهتديتم وإني سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول إن الناس إذا رأوا الظالم فلم يأخذوا على يديه أوشك أن يعمهم الله بعقابه

“Ey insanlar; Sizler şu ayeti “Ey iman edenler siz kendinize bakın. Siz hidâyete erdiğinizde dalâlette olanlar size hiçbir zarar veremezler.” (el-Maide 105) okuyorsunuz, halbuki ben Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim: “İnsanlar zâlimi görüp de elini tutmadıklarında, Allah’ın ikâbını onlara genellemesi çok yakındır.” (Ahmed) İbn-u Mâce’deki rivâyette ise şöyledir: “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: 

إن الناس إذا رأوا المنكر لا يغيرونه أوشك أن يعمهم الله بعقابه

“İnsanlar münkeri görüp de onu değiştirmediklerinde, Allah’ın ikâbını onlara genellemesi çok yakındır.”

Üçüncü hadis, Adiyy İbn-u Umeyra’dan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittiği rivâyet edildi: 

إن الله لا يعذب العامة بعمل الخاصة حتى يروا المنكر بين ظهرانيهم وهم قادرون على أن ينكروه فلا ينكروه فإذا فعلوا ذلك عذب الله الخاصة والعامة

“Muhakkak ki Allah, özelin amelinden (ötürü) genele azap etmez. Hatta onlar, münkerin alenen kendi içlerinde işlendiğini görüp inkâra muktedir oldukları halde onu inkâr etmezlerse, o zaman Allah’ın azabı özele ve genele olur.” (Ahmed) et-Tabarânî’nin el-Urs İbn-u Umeyra’dan rivâyetinde ise şöyledir: “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: 

إن الله لا يعذب العامة بعمل الخاصة حتى تعمل الخاصة بعمل تقدر العامة أن تغيره ولا تغيره فذاك حين يأذن الله في هلاك العامة والخاصة

“Muhakkak ki Allah, özel, genelin değiştirmeye muktedir olup da değiştirmediği bir ameli işlemedikçe, özelin ameli sebebiyle genele azap etmez. Bu da Allah’ın genel ve özelin helâk olmasına izin verdiğinde olur.”

Bu üç hadis, vucûb hükmünün beyânında kâfidir. Çünkü hadisler, Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’in terkine azap ve ikâb terettüp etti. Bu vuzuhluk gayesine aşağıdaki şu ifâdeler delâlet ederler: “Katından bir ikâb gönderiverir de sonra O’na dua edersiniz, ama size icâbet edilmez”, “Allah, ikâbını onlara geneller”, “Özel ve genele azap eder”, “Genel ve özelin helâk olmasına”. Usûl-ul Fıkıh ilminde, dünyada veya Ahiret’te veya bu manada bir ukûbatı fiilin terkine yahut ikâmesine terettüp etmenin talepte kesinlik ifâde eden bir karine olduğu kararlaştırıldı. O karine farzı ve haramı tayin eder.

Binaenaleyh Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker, Kur’ân ve Sünnet’in şahitliğiyle vâcibtir.



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz