Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker Hükümleri - 6

Yasin ibnu Ali

İKİNCİ BÖLÜM

Farzın Şümûlü


Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker vâcibi, İslâm’ın yönlerinden bir yöne veya alanlarından bir alana mahsûr değildir. Ancak Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker, akidevî, taabbudî, siyâsî, ictimâî, iktisâdî v.b olsun bütün yönlere şâmildir. Şeyh Et-Tâhir İbn-u Aşûr, Allahu Teâlâ’nın وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ “Sizden, hayra davet eden, marûfu emredip münkerden nehyeden (en az) bir cemâat bulunsun.” kavli hakkında şöyle der: “Hayır, marûf ve münkerin başındaki belirlilik takısı, istiğrâk belirliliğidir. İstiğrâk belirliliği, ilim ve mukadderin kendisinde son bulacağı şeye göre muamelâtta umûm ifâde eder. Örfî istiğrâka benzer.” 

Münker lafzı, SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, من رأى منكم منكرا فليغيره بيده “Sizden kim bir Münker görürse, onu eliyle değiştirsin.” sözünde de âmm olması nekrâ olarak gelmiştir. Çünkü şartın siyâkındaki nekrâ, tıpkı nefy ve nehyin siyâkında âmm olduğu gibi, âmm olur. Nitekim bu durum, usûl ehli nezdinde kararlaştırılmıştır. 

Bu nedenle, marûf ve münkeri kısımlaştırmak ve sadece muayyen bir takım yönlere hasretmek, tedâvisi ve tashihi gereken çirkin hatalardandır. Bundan dolayı Müslümanlardan kimileri, namaz, zekât, hacc gibi, ibâdetlerle ilgili marûflara davet ediyorlar. Siyâset ve yönetim gibi ibâdetler dışındaki diğer marûfları emretmeyi terk ediyorlar. İnsanlardan kimileri de avama marûfları emrediyorlar ve münkerlerden nehyediyorlar. Ama eliti, yöneticileri, emirleri, toplumda kuvvet ve nüfûz sahibi kişileri görmezden geliyorlar. Bu kişilerin vâcibleri ihmal etmeleri, haramları, büyük günahları işlemeleri, velev ki bunu görseler ve bizatihi vâkıf olsalar da, kendilerini ilgilendirmiyor.

Sünneti Nebevîde Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker vâcibinin bölünme kabul etmeyeceğine delâlet eden hususlar vardır. İnsanlardan bir tâifeye yağcılık, yardakçılık nedeniyle ondan bir kısmını terk etmek, o tâifenin münkerlerini görmezden gelmek, bütün farzın terkine yol açar. Farz terk edildiğinde, dere-tepe yol olur ve herkesi kapsar.

Abdullah İbn-u Amr’dan, ben, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururlarken işittim dediği rivâyet edildi:

إذا رأيت أمتي تهاب الظالم أن تقول له أنت ظالم فقد تودع منهم

“Sen, ümmetimi zâlime “Sen Zâlimsin” demekten korktuğunu gördüğünde, onlardan ümit kesilmiştir.” Huzeyfe şöyle dediği rivâyet edildi: 

قلت للنبي صلى الله عليه وسلم يا رسول الله متى نترك الأمر بالمعروف والنهي عن المنكر وهما سيدا أعمال أهل البر؟ قال إذا أصابكم ما أصاب بني إسرائيل قلت يا رسول الله وما أصاب بني إسرائيل؟ قال إذا داهن خياركم فجاركم وصار الفقه في شراركم وصار الملك في صغاركم فعند ذلك تلبسكم فتنة تكرون ويكر عليكم

“Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e dedim ki: “Yâ Rasulullah! Onlar, birr ehlinin amellerinin efendileri oldukları halde ne zaman biz, Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker’i terk edeceğiz.”. “Beni İsrâîl’e isâbet eden sizlere de isâbet ettiğinde.” Buyurdu. Ben “Yâ Rasulullah! Beni İsrâîl’e ne isâbet etti?” dedim. O da “Sizin hayırlılarınız, fâcirlerinize yağcılık ettiğinde, fıkıh şerlilerinizde, hükümdarlık da küçüklerinizde olduğu vakit sizleri bir fitne bürür, siz tekrarladıkça fitne de sizlere tekrarlanır.” buyurdu.” 

Şüphesiz Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker’i bölmek, hevânın hakemliğine, rağbet ve korkuya binaen insanlardan kendilerine emredilen ve nehyedilen kimseleri, kendilerine emredilmeyen ve nehyedilmeyen kimselerden ayırıp seçmek, umumî belânın yakınlaştığına delâlettir. Bunun için Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker fıkhını anlayanlara, onun ehemmiyetini kavrayanlara, hükümlerinde fakihleşenlere, dinlerine ve ümmetlerine muhlis olanlara, insanların basiretini bu bölme ve elemenin tehlikesine ve bunun şer’î hükme muhalefetine dikkatlerini çekmek, bu farizayı güzel ve netice verici şekilde yerine getirmenin, ondaki önemli bir aslın muhafazasıyla olacağını beyân etmek gerekir. O önemli asıl da Şâri’in sınırlandırdığı keyfiyete şamil olmalıdır.


Toplumun Himâyesinde Farzın Ehemmiyeti


Toplum, herhangi bir toplum, insanlardan, fikirlerden, duygulardan ve nizâmlardan müteşekkildir. İnsanların davranışlarına hükmeden fikirler ve duygular İslâm’î olduğunda, üzerlerine tatbik edilen nizâm da İslâm’î olursa, toplum İslâm’î bir toplum olur. Bütün insanlar Müslüman olurlar, fikirler veya duygular veya nizâmlar, gayri İslâm’î olurlarsa, bütün insanların veya ekserisinin Müslüman olmalarına rağmen toplum, gayri İslâm’î toplum olur. 

Mademki toplum, genel örf üzerine yani insanlar nezdindeki tek fikir ve duygular üzerine ve toplumdaki insanların davranışını zapteden nizâm üzerine kurulu yani işleri razı oldukları mefhumlar ve kanaatlerle yürütülürse, o zaman toplumun ıslâhı, toplumda egemen olan genel örf ve onu tanzim eden nizâma göre kıyâslanır, deriz. 

Toplumun ıslâhının devamlılığı, onun hastalıklardan hâli, yoksun, sağlıklı bir toplum olarak bekâsı, dinamiklerini, sütunlarını muhâfaza etmek, üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir halel ve inhirâftan dâhilî olarak onu korumak için İslâm, Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker’i teşrî etti. Çünkü Emr-i Bi’l Marûf vucûbiyeti, toplumun üzerlerine kurulduğu, insanların onları örf edindikleri, misâk gibi davranışı zapteden, onlardan sapmaları câiz olmayan kâideler gibi, insanlar nezdinde yerleşen esâsî mefhumlar ve mikyâsların bekâ vucûbiyetini ifâde eder. Münkeri inkâr vucûbiyeti de, haram kılınan, İslâm’a muhalif olan ve toplumda egemen genel icâbî kanâatlere zıt olan yanlış fiillere mukâvemet vucûbiyetini ifâde eder. Celîl sahâbî Abdullah İbn-u Mes’ûd’un şu meşhur sözüyle de kastettiği işte budur: “Muhakkak ki Allah Azze ve Celle kulların kalplerine baktı ve Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kalbini, kulların kalplerinin en hayırlısı buldu. Sonra onu kendisine seçti, onu risâletiyle gönderdi. Daha sonra kulların kalplerine baktı ve onun ashabının kalplerini, kulların kalplerinin en hayırlısı buldu. Onları Nebisi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, dini hakkında savaşan yardımcıları kıldı. Müslümanların güzel gördükleri, Allah indinde de güzeldir. Müslümanların kötü gördükleri, Allah indinde de kötüdür.” 

Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sahih olan gemi hadisi, toplumda Emr-i Bi’l Marûf Ve’n Nehy-i Ani’l Münker’in ehemmiyetini şerh eden, onlarda tefritin tehlikesini beyân eden misallerin en muhteşeminden itibar edilir. El-Buhârî, En-Numân İbn-u Beşîr’den, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu dediğini tahriç etti: 

مثل القائم على حدود الله والواقع فيها كمثل قوم استهموا على سفينة فأصاب بعضهم أعلاها وبعضهم أسفلها فكان الذين في أسفلها إذا استقوا من الماء مروا على من فوقهم فقالوا لو أنا خرقنا في نصيبنا خرقا ولم نؤذ من فوقنا فإن يتركوهم وما أرادوا هلكوا جميعا وإن أخذوا على أيديهم نجوا ونجوا جميعا

“Allah’ın hudutları üzerinde duran kimse ile (yani Allahu Teâlâ’nın emirleriyle dosdoğru olan, Allahu Teâlâ’nın kendisinden men ettiği şeye tecâvüz etmeyen, marûfu emreden, münkerden nehyeden kimse) o hudutların içine düşen (yani marûfu terk eden münkeri irtikâp eden) kimsenin benzeri, bir gemi üzerinde kura çeken kavmin (yani onlardan her biri bir sehm yani nasip almak için kura atan) benzeri gibidir. Bâzısı geminin üstüne, bâzısı da altına isabet etti. Geminin alt kısmında bulunanlar sudan almak istedikleri zaman kendi yukarısındakiler üzerine uğruyorlardı. Bunlar: Biz nasibimiz olanda bir delik açsak ve üstümüzdekilere eza vermesek, dediler. Üsttekiler aşağıdakileri bu dilekleriyle baş başa bırakırlarsa, hepsi helak olurlar. Eğer onların ellerinden tutarlarsa hem kendileri kurtulur, hem de onlar toptan kurtulur.” İkinci bir rivâyette ise şöyledir: 

مثل المدهن في حدود الله والواقع فيها مثل قوم استهموا سفينة فصار بعضهم في أسفلها وصار بعضهم في أعلاها فكان الذي في أسفلها يمرون بالماء على الذين في أعلاها فتأذوا به فأخذ فأسا فجعل ينقر أسفل السفينة فأتوه فقالوا ما لك قال تأذيتم بي ولا بد لي من الماء فإن أخذوا على يديه أنجوه ونجوا أنفسهم وإن تركوه أهلكوه وأهلكوا أنفسهم

Allah’ın hudutlarında ikiyüzlülük yapan ile onların içine düşen kimsenin benzeri, bir gemi üzerine kur’a atan kavim misalidir. Bâzıları geminin aşağı katında, bâzıları da geminin yüksek katında oldular. Geminin alt katındakiler suya, geminin üst katındakilerin üzerinden geçiyorlardı. Üsttekiler bununla eziyet duyuyorlardı. Derken biri bir balta aldı da geminin altını delmeye başladı. Diğerleri onun yanına gelip: “Sen ne yapıyorsun?” dediler. O da: “Sizler benim yüzümden eziyet gördünüz. Benim için de su kaçınılmazdır” dedi. Onlar eğer onun ellerinden tutarlarsa, hem onu kurtarırlar, hem de kendileri kurtulur. Eğer onu kendi başına bırakırlarsa, hem onu helak ederler, hem de kendilerini helak ederler”

Mana şöyledir; keza eğer insanlar, fâsığı fıskından, zâlimi zulmünden men ederler ve her Münkeri gözetleyerek dururlarsa, toplum gemisi batmaktan kurtulur ve toplum gemisi Allah’ın ismiyle mecrasında ve rotasında yol almaya devam eder. Eğer âsîyi, masiyeti işlemeye terk eder, onu inkâr etmezler yahut fuhûşat ve sapıklık amellerinin, bunlara aldırış etmeksizin, pisliğini beyân etmeksizin, fesâdını keşfetmeksizin, sirâyetini durdurmaksızın ve onları reddetmeksizin sirâyet etmelerine toplumu terk ederlerse, bu ameller toplumda yerleşir, onu ifsat eder ve tamamen batırırlar. Bu batırma da herkesin batmasına neden olur. Belki de Ebu Bekr RadiyAllahu Anh şu sözüyle bu manayı kastetmiştir: 

“Ey insanlar! Birbirinize marûfu emrediniz, münkerden nehyediniz, hayır içerisinde yaşayınız.” 



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz