Geçen Sayıdan Devam...
Farzın Terkindeki Mazeret
Kendilerinden Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker farziyetinin terki anlaşılan bazı hadisler vârit oldular. Bunlardan bazıları şunlardır:
•Ebu Umeyye Eş-Şa’bânî’den şöyle dediği rivayet edildi:
أتيت أبا ثعلبة الخشني فقلت له كيف تصنع بهذه الآية ؟ قال أية آية ؟ قلت قوله تعالى يا أيها الذين آمنوا عليكم أنفسكم لا يضركم من ضل إذا اهتديتم سألت عنها خبيرا سألت عنها رسول الله صلى الله عليه وسلم فقال بل ائتمروا بالمعروف وتناهوا عن المنكر حتى إذا رأيت شحا مطاعا وهوى متبعا ودنيا مؤثرة وإعجاب كل ذي رأي برأيه ورأيت أمرا لا يدان لك به فعليك خويصة نفسك ودع أمر العوام فإن من ورائكم أيام الصبر الصبر فيهن على مثل قبض على الجمر للعامل فيهن مثل أجر خمسين رجلا يعملون بمثل عملكم
“Ebu Sa’lebe El-Huşennî’ye geldim ve şu ayet hakkında ne yaparsın?” dedim. “Hangi ayet?” dedi. “Allahu Teâlâ’nın, “Ey iman edenler! Siz kendinize düşeni yapın. Hidâyete erdiğinizde dalâlete düşenler size zarar veremezler” (el-Maide 105) sözü.” dedim. “Sen onu iyi bilene sordun. Ben de onun hakkında Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e sordum. Şu cevabı verdi: “Birbirinize marûfu emrediniz. Münkerden birbirinizi nehyediniz. Öyle ki itaat edilen bir cimrilik, tâbi olunan hevâ, tercih edilen dünya, her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini ve seni ilgilendirmeyen bir husus gördüğünde sana mahsus olana sarıl. Avamın işini terk et. Zira sizin ardınızda sabır günleri var. O günlerde sabretmek avuçta kor tutmak gibidir. O günlerde amel işleyene, sizin amelinizin benzerini yapan elli adamın ecri vardır.” dedi.” (İbn-u Mâce, Ebu Dâvud, Et-Tirmizî)
•Enes İbn-u Mâlik’ten şöyle dediği rivâyet edildi:
قيل يا رسول الله متى نترك الأمر بالمعروف والنهي عن المنكر قال إذا ظهر فيكم ما ظهر في الأمم قبلكم قلنا يا رسول الله وما ظهر في الأمم قبلنا قال الملك في صغاركم والفاحشة في كباركم والعلم في رذالتكم
“Yâ Rasulullah! Emr-i bi’l ma’ruf ve’n nehy-i ani’l münker’i ne zaman terk etmeliyiz?” dendi. “Aranızda, sizden önceki ümmetlerde zuhûr etmiş olan şeyler zuhûr ettiği vakit.” buyurdu. Biz, “Yâ Rasulullah bizden önceki ümmetlerde ne zuhûr etmişti?” dedik. “Hükümdarlık küçüklerinizde, fuhûş büyüklerinizde, ilim de rezillerinizde olduğunda…” buyurdular.” Ahmed’deki rivâyette ise şöyledir: إذا ظهر فيكم ما ظهر في بني إسرائيل إذا كانت الفاحشة في كباركم والملك في صغاركم والعلم في رذالكم “Aranızda, Beni İsrâîl’de zuhûr eden şeyler zuhûr ettiği vakit; Fuhûş büyüklerinizde, hükümdarlık küçüklerinizde, ilim de rezillerinizde olduğu vakit.”
•Abdullah İbn-u Amr İbn-ul Âs’dan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurdukları rivâyet edildi:
كيف بكم وبزمان أو يوشك أن يأتي زمان يغربل الناس فيه غربلة تبقى حثالة من الناس قد مرجت عهودهم وأماناتهم واختلفوا فكانوا هكذا وشبك بين أصابعه فقالوا وكيف بنا يا رسول الله؟ قال تأخذون ما تعرفون وتذرون ما تنكرون وتقبلون على أمر خاصتكم وتذرون أمر عامتكم
“İçerisinde insanların tamamıyla eleneceği, insanlardan kötülerin kalacağı, ahit ve emânetlerinin karışacağı ve ihtilaf edip şöyle olacakları -parmaklarını birbiri arasına geçirdi- zamanın gelmesi yakındır veya sizin ve zamanın hali nasıl olacaktır?” “Biz nasıl olacağız, ne yapalım, yâ Rasulullah?” dediler. “Maruf bildiğinizi alır, münker gördüğünüzü bırakırsınız. Kendinize ait işe yönelir, umuma ait işi terk edersiniz” buyurdular” (Ebu Dâvud) Bir başka rivâyette ise şöyle buyurdular:
بينما نحن حول رسول الله صلى الله عليه وسلم إذ ذكر الفتنة فقال إذا رأيتم الناس قد مرجت عهودهم وخفت أماناتهم وكانوا هكذا وشبك بين أصابعه قال فقمت إليه فقلت كيف أفعل عند ذلك جعلني الله فداك؟ قال الزم بيتك واملك عليك لسانك وخذ بما تعرف ودع ما تنكر وعليك بأمر خاصة نفسك ودع عنك أمر العامة
“Biz Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in etrafındayken, fitneyi hatırlatıp şöyle buyurdu: “İnsanları; ahitleri karışmış, emanetleri azalmış ve şöyle olmuş bir halde -parmaklarını birbirine geçirdi- gördüğünüz zaman…” Ben ona doğru kalkıp: “Allah beni sana feda kılsın o esnada nasıl yapayım?” dedim. “Evine kapan, dilini tut, maruf bildiğini al, münker gördüğünü bırak. Kendine ait işe sarıl, umûma ait işi terk et.” buyurdu.”
•Huzeyfe’den şöyle dediği rivâyet edildi: “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
لا ينبغي للمؤمن أن يذل نفسه قالوا وكيف يذل نفسه؟ قال يتعرض من البلاء لما لا يطيق
“Mümine kendini zelil kılması yakışmaz.” “Kendini nasıl zelil kılar?” dediler. “Belâdan takâti yetmeyene maruz kalmasıdır.” buyurdu” (Et-Tirmizî, Ahmed, İbn-u Mâce)
Bazılarının zayıf olduğuna bakmaksızın bu hadislerin fıkhı, aşağıdaki şekildedir:
1) Üzerinde ittifak edilen malûm ve sübûtu katî, delâleti katî nasslarla sâbit olan husus, Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker’in vucûbiyetidir. Bu nedenle eğer delâletlerinde veya sübûtlarında bazı zannî hadisler vârit olmuşlarsa, katî olanın hilâfına gelmişlerdir. Bunlar, usûl ilminde kararlaştırıldığı gibi, dirâyeten reddedilirler.
2) Aslolan ihmal edilmeleri değil, delilleri amel ettirmek olduğuna göre, reddedilmeksizin onlarla amel etme imkânı oluşturmak için bütün hadislere bakmak üzerimize vâcibtir. Kendilerinden Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker’in terkinin anlaşılabileceği vârit olan hadislere bakıldığında, bunların emir ve nehy farziyetiyle teâruz etmedikleri açığa çıkar. Âlimlerden bir güruhun kararlaştırdıkları da budur. Öyle ki onlar, bu hadisleri ruhsata hamletmişlerdir. El-Menâvî şöyle der: “Senin inkârınla münkerin, belanın umûmu galebesinden veya fâiline musallat olmandan veya ondan endişe etmenden veya canından korkmandan veya inkâr sebebiyle senden başkasının saygın olmasından dolayı zâil olmayacağı zannı galip geldiğinde, sen münkeri terk etme, toplulukla birlikte kalple inkâr genişliğine sahipsin. Bu, şerliler çok, hayırlılar az olduğu vakit Emr-i Bi’l Marûf, Nehy-i Ani’l Münker’in terkinde bir ruhsattır.” (Feyz-ul Kadîr, cilt. 1. s.353)
Binaenaleyh Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker’in vâciblik hükmü azîmet yani onunla amel etmeyi kullara elzem kılan genel teşrîi ile teşrîi kılınmış bir hüküm olur. Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker’in terki hükmü de ruhsat yani bir mazeretten ötürü mükellefler üzerine hafifletmek amacıyla teşrîi kılınmış bir hüküm olur.
Mademki ruhsat, şer’î bir hükümdür, öyleyse şer’î delil ona delâlet etmeli, ruhsatın itibar ettiği mazereti beyan etmelidir. Nasslar tetkik edildiğinde, ruhsatın itibar ettiği mazeretin şu iki hususa mahsur olduğu tebeyyün eder. Bunlar: fitne zamanı ve güç yetirememek.
Fitne zamanındaki mazeret hakkındaki delile gelince; Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sözünün kendisinde vârit olduğu siyâktır. Abdullah İbn-u Amr’dan şöyle dediği rivayet edildi:
بينما نحن حول رسول الله صلى الله عليه وسلم إذ ذكر الفتنة فقال إذا رأيتم الناس قد مرجت عهودهم وخفت أماناتهم وكانوا هكذا وشبك بين أصابعه قال فقمت إليه فقلت كيف أفعل عند ذلك جعلني الله فداك؟ قال الزم بيتك واملك عليك لسانك وخذ بما تعرف ودع ما تنكر وعليك بأمر خاصة نفسك ودع عنك أمر العامة
“Biz Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in etrafındayken, fitneyi hatırlatıp şöyle buyurdu: “İnsanları; ahitleri karışmış, emanetleri azalmış ve şöyle olmuş bir halde -parmaklarını birbirine geçirdi- gördüğünüz zaman...” Ben ona doğru kalkıp, “Allah beni sana feda kılsın o esnada nasıl yapayım?” dedim. “Evine kapan, dilini tut, maruf bildiğini al, münker gördüğünü bırak. Kendine ait işe sarıl, umûma ait işi terk et.” buyurdu”. İşte bu, siyâktır. İşte bu mevzûdur. Bu babtaki diğer hadisler onun üzerine hamledilir.
Fitne zamanında hercu-merç, ölüm, Müslümanlar arasında kıtâl çoğalır, fuhûşat yaygınlaşır, işler birbirine karışır, girift olur, insanların söz ve teminatları ifsat olur. Kişi, itaat edilen bir cimrilik, tâbi olunan hevâ, tercih edilen dünya, her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini, görür. Dolayısıyla insanlara bir marûfu emretmez, bir münkerden nehyetmez. Fitne saatinde, kişi hayret içerisinde kaldığı, marûf münkerden, hak batıldan açığa çıkmadığı veya insanlar bir marûfu emretmez, bir münkerden nehyetmez diye zannına galip geldiği vakit, umûmun işini terk edip kendisiyle meşgul olmasında ona ruhsat verilir. İş açığa çıktığında, hak batıldan, marûf münkerden ayırt edildiğinde ve değiştirmeye de güç yetirdiği zannına galip geldiğinde, emretmek ve nehyetmek üzerine vâcib olur.
Bu hadislerin vakıasının beyânından sonra akla şöyle bir soru gelebilir: “Bu hadisler, zamanımıza intibak ederler mi yoksa intibak etmezler mi?”
Buna şöyle cevap verilir: Bu, fitne olan hadislerin menatını idrak etmekle olur. Öyleyse soru şudur: “Biz hadislerde kastedilen fitne zamanında mıyız yoksa değil miyiz?”
Cevap şudur: Biz, içerisinde bir fitnenin var olduğu bir zamandayız. Fakat fitne zamanında değiliz. Çünkü mutlak fitne zamanında veya genel fitnede, bazı fakihlerin ibaresinde de olduğu gibi, helal ve haram ayan beyan olmaz. İş karışır, doğru hatadan, hak batıldan dakik bir şekilde ayırt edilemez. Bizim zamanımıza gelince; aralarında şüpheli olanlar olsa da helal açıktır, haram açıktır. Kaldı ki mesele gayet nettir. Bugün İslam, hayattan, toplumdan ve devletten yok olmuştur. Nizamlar, açık küfür üzerine kâimdir. Bu, genel ve özel herkesin ikrar ettikleri bir durumdur. O halde biz içerisinde hakkın batıldan, marûfun münkerden ayırt edilmediği mutlak fitne zamanında değiliz. Bugün insanlardan her kim küfür veya İslam’ı tatbik etmek arasında hayret içerisinde kalırsa, o ya câhildir yada münâfıktır. Çünkü beldemizde, diyârımızda küfrün zuhûru gizli değildir. Müçtehid akliyatına ve âlim zihniyetine muhtaç değildir. Fitneyle maksat, küfür ile iman arasını ayırt edememek değildir. Çünkü bu, hiçbir kimsenin karıştırmadığı ve bir Müslüman’ın içerisinde hayret içerisinde kalacak şekilde gizli kalmayan esaslardandır.
Hadi, biz içerisinde işlerin karıştırıldığı, birbirine girift olduğu mutlak fitne zamanında olduğumuzu kabul edelim, Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker’i terk etmekte ruhsat vermenin manası nedir? O, bütün ümmete vâcib midir yoksa o, ümmetten Hâbil’le Kâbil’i, sapla samanı, at iziyle it izini birbirine karıştıran bir takım fertlere mubah mıdır?
Biz, Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker’i terk etmeyi, bütün Ümmetin bu zamanda kendisiyle amel edeceği bir ruhsat kıldığımız vakit, İslâm’ın hükümlerini âtıl bırakmış, şeriatı hayattan, toplumdan ve devletten kaldırmış, küfür hükümlerine rıza göstermiş, Müslümanların topraklarının gasbedilmesini, mukaddesatlarının ayaklar altına alınmasını, ırzlarının ve mallarının mubah görülmesini onaylamış oluruz. Hâlbuki bu, kalbinde zerre miktarı iman olan akıllı kimsenin söylemeyeceği bir husustur.
Bunun için bugün, İslâm’ı tatbik sahasına koymak, Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker azimetiyle amel edenlere muhtaçtır. Çünkü mesele, bir bütün olarak İslam’ın varlığıyla ilgilidir. İslam’ı hayattan uzaklaştırmaktan ve hayatta küfrün egemenliğinden daha şiddetli hiçbir fitne yoktur. Tağûtun tahakkümünden, Müslümanların topraklarının, hurumatlarının, mukaddesatlarının mubah sayılmasından daha büyük hiçbir münker yoktur. Açık batıla ve ayan beyan küfre sükût etmekten daha büyük hiçbir günah yoktur. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ
“Fitne, katilden daha beterdir.” (el-Bakara 191) Et-Taberî tefsirinde şöyle der: “Geri dönünceye dek Müminin dininde denenmesi, Müslümanlığından sonra Allah’a şirk koşar olması, dini üzerine mukim olanı, ona sarılanı, onda haklı olanı katletmekten daha beterdir daha zararlıdır.”
Güç yetirememeye gelince; Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünden dolayıdır:
لا ينبغي للمؤمن أن يذل نفسه قالوا وكيف يذل نفسه؟ قال يتعرض من البلاء لما لا يطيق
“Mümine kendini zelil kılması yakışmaz.” “Kendini nasıl zelil kılar” dediler. “Belâdan takâti yetmeyene maruz kalmasıdır” buyurdu.” (Et-Tirmizî, Ahmed, İbn-u Mâce) Yani neticelerine ve âkıbetlerine tahammüle güç yetiremeyen bir işe koyulmasıdır.
Bu hadis, değiştirmekte güç yetirmeyi şart kılan münkeri değiştirmek hadisiyle tamamen insicamlık arz eder. Müslüman’da aslolan Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münkerle mükellef olmasıdır. Kendisinde buna karşı zannı galiple bir muktedirlik görürse, o zaman Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker ona vâcib olur. Zannı galiple kendisinde bir zafiyet görürse, ondan güç yetirileni yerine getirir, kendisine güç yetirilemeyende de mazur görülür.
Ancak ne var ki meselede başka bir yönden tafsilat vardır. Zira hükümler içerisinde ferde dayandırılanı vardır. Fert, zafiyet anında ve gücün tahakkuk etmediğinde onlardaki taksiratta mazur görülür. O hükümler içerisinde bir cemâate dayandırılanlar vardır. Hilâfetin ikâmesi gibi. Fert, ben mazurum çünkü tek başıma onu ikâme etmekten âcizim diyemez. Asla böyle söyleyemez. Çünkü onlarda güç yetirmenin tahakkuku, cemâatle şart kılınmıştır. Bu sebeple ferde cemâatle birlikte çalışmak vâcib olur. İmam Azam Ebu Hanife en-Numân, bazı emir ve nehy amellerini yapmak için bir cemâatle birlikte çalışma vucûbiyetini şu sözüyle illetlendirdi: “Eğer bir adam onları tek başına yaparsa katledilir, oysa bu iş insanlara uygun değildir. Ama onlarda kendisine sâlih yardımcılar bulur ve bir adam da Allah’ın dinine güvenerek onlara liderlik ederse engel olunmaz.” (El-Cessâs, Ahkâm-ul Kurân, c. 2. s. 319)
Sünnet-i Nebevî’de buna delâlet eden hususlar vardır. Ahmed, Ubeydullah İbn-u Cerîr’den, babasından, Allah’ın Nebisi’nin şöyle buyurduğunu tahriç etti:
ما من قوم يعمل فيهم بالمعاصي هم أعز وأكثر ممن يعمله لم يغيروه إلا عمهم الله بعقاب
“İçlerinde masiyetlerle amel edilen bir kavim olur, onlar da onlarla amel edenlerden daha aziz ve daha çok olurlar, o masiyetleri değiştirmezlerse, Allah onlara ikâbı geneller.”
Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bazı Emr-i Bi’l Marûf ve’n Nehy-i Ani’l Münker amellerinde güç yetirebilmenin toplulukla olacağına irşat etti. El-Hâfız el-Menâvî bu hadisin şerhinde şöyle der: “Çünkü amel etmeyen kimseler, amel edenlerden daha çok olurlar, ğâliben de münkeri değiştirmeye muktedir olurlar ama onları haramlarla ve umûmlarıyla baş başa bırakırlar ve kötülük de çoğaldığında, ikâb sâlih olanı ve kötü olanı kapsar.” (Feyz-ul Kadîr. C.5. s. 493)
Bu hadiste ve genele değiştirmeyi vâcib kılan diğer hadislerde, yöneticilerin münkerleri gibi münkerler arasında değiştirinceye kadar genel devrimi ve Ümmet tarafından isyanın elzem olduğuna delâlet edenler vardır, dersek doğrudan sapmış olmayız. Çünkü Ümmet işine azmeder, birlikte kuvvetlendiğinde, değişime muktedir olur.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış