“Suudi Arabistan” denince akla hemen Vahhabîlik
gelir. Günümüz İslâm coğrafyasında çok yaygın olmayan Vahhabîlik, görüşlerine
katılmasak da İslâm mezheplerinden biridir. Kurucusu, Hanbeli mezhebi
imamlarından müçtehit Muhammed b. Abdulvahhab’dır. Muhammed b. Abdulvahhab bazı
meselelerde içtihat etmiş fakat diğer mezheplerin müntesipleri bu meselelerde
kendisine muhalefet etmiştir.
İngilizler, Vahhabî mezhebini diğer mezheplerle çarpıştırarak, Osmanlı
Devleti’nin içinde mezhep kavgalarını kızıştırarak onu, Osmanlı’ya darbe
indirmek için bir vasıta olarak kullandı. Mezhep mensupları bunun farkında
değildi ve Muhammed b. Abdulvahhab’ın da
İngilizlerle bir alakası yoktu. Fakat Muhammed b. Suud ve oğlunun İngilizlerle
münasebetleri çok kuvvetliydi.
Muhammed b. Suud’un dedeleri 15. yüzyılda Katîf’ten gelerek Dir’iye’ye
yerleşmiş ve o tarihten itibaren emîrler bu aileden çıkmıştır. Muhammed b.
Suud, babası Suud b. Muhammed’in 1725’te ölümünden, -bir rivayete göre de
kuzeni Zeyd b. Merhan’ın 1727-28’de öldürülmesinden- sonra, Dir’iye emîrliğine
geldi. Muhammed b. Suud’un ve sonra da oğlu Abdulaziz’in başkanlığında Vahhabîler, İslâm Devleti’nin içinde bir varlık
gösterdiler. Muhammed b. Suud, Muhammed b. Abdulvahhab ile tanıştı ve onun kızıyla
evlenerek Vahhabîlik mezhebinin yayılmasını destekledi. Bu destek, Hilâfet
otoritesine bağlı beldeleri istilaya kadar gitti. Osmanlı halifesine karşı
kılıç kaldırdılar, İslâm ordusu ve halifenin askerleriyle çarpıştılar. Muhammed
b. Abdulvahhab İslâm beldelerini halifeden almak, kendi görüşleri doğrultusunda
buraları idare etmek, diğer İslâm mezheplerinin -onlara göre İslâm dışı olan-
tüm eserlerini kuvvetle ve kılıçla ortadan kaldırmak istemekteydi. Suudîler,
Muhammed b. Abdulvahhab’ın bölgedeki etkisini kullanarak siyasi otorite elde
etme peşindeydiler.
Suudîlerin Otorite Elde Etme Girişimleri
1800 yılına gelindiğinde Suud güçleri, halkı Şii olan Irak’a saldırılar
düzenleyecek kadar kuvvet kazandılar. Şiilerin kutsal kenti Kerbela’nın
yağmalanması ve Hicaz bölgesindeki kutsal kentler Mekke ve Medine’nin de ele
geçirilmesinin ardından Halife II. Mahmud duruma müdahale etme kararı aldı.
Ancak İstanbul merkezden paşa ve ordu göndermek yerine dönemin meşhur Mısır
Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım istedi. Mehmet Ali Paşa, oğulları Tosun Paşa
ve İbrahim Paşa’yı Arabistan’a “Osmanlı Halifesi adına” isyanı bastırıp Mekke
ve Medine’yi Vahhabîlerden alıp merkezî otoriteye
tekrar bağlamaları için gönderdi. Tosun Paşa Mekke, Medine ve Cidde’yi ele
geçirirken kardeşi İbrahim Paşa da Dir’iye ve Necid’i geri aldı. Pek çok Suud
ve Vahhabî mensubu kişiler gemilerle İstanbul’a gönderildi. Suudi lider
Abdullah b. Suud 14 Aralık 1818’de halka teşhir edilerek Bâb-ı Âli’ye getirilip
hapsedildi. Mekke ve Medine’de gasp ettikleri mallara dair sorgulandıktan sonra
17 Aralık 1818’de idam edildi. Böylelikle I. Suud girişimi sona erdi.
1902’de Kuveyt’te sürgünde bulunan Abdülaziz b. Suud, Riyad’a dönerek
yeniden siyasal birlik arayışlarına başladı. Osmanlı Devleti, bu fiilî durum karşısında
bir çözüm olarak Abdülaziz’in babası Abdurrahman’ı Riyad kaymakamı olarak tayin
etti. Balkan Savaşı’nın sürdüğü sıralarda Osmanlı askerlerinin bölgede
azaltılmasını fırsat bilen Necid emîri ve Vahhabî imamı olan Abdülaziz b. Suud,
1913 yılında idari merkez olan Ahsa’yı ele geçirdi. Sonra, 1921-1926 arasında
Ha’il, Mekke, Cidde ve Asir’i ele geçirerek topraklarını genişletti ve 1926’da
Hicaz kralı, 1932’de de Suudi Arabistan kralı ilan edildi. Suudiler, tüm bu
süreç boyunca İngilizlerle işbirliği hâlinde oldular. Kendi ikballeri için
İslâm düşmanı İngilizlerin bölgedeki eli oldular. İslâm’a ve yönetimine ihanet
etmekten sakınmadılar.
Suudîlerde İslâm’ın Değeri
Ülkemiz, laik Kemalist bir yönetime ulaştıktan sonra her ne kadar “Şeriat
isteyen Suudi Arabistan’a gitsin!” deseler de hem Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kuruluşu hem de Suudi Arabistan’ın kuruluşu tamamen İngilizlerin
ajanları eliyle gerçekleşmiştir. Böyle olunca, Türkiye’de İslâm’ın yegâne
tatbik metodu Hilâfet kaldırılırken bir başka yerde şeriatın getirilmesi
düşünülemezdi. Dolayısıyla Suud ailesi hiçbir zaman İslâm’dan yana olmadığı
gibi, şeriat da umurlarında değildi. Vahhabîlik ise üzerine basarak
doğruldukları payanda olmuş, İslâm, Suud yönetimi altında sadece göstermelik
bir olgu olarak kalmıştır.
Suudî Yönetiminde ABD, İngiltere Nüfuzu
Günümüze gelindiğinde, uzun süre Suudi Arabistan’a nüfuz etmeye çalışan ABD,
nihayet bazı prensler vasıtasıyla orada yer edinebildi. Suudi ailesinin
prensleri arasında İngiliz ve ABD nüfuzu son derece girift bir hâldeydi.
Dolayısıyla hangi tarafın adamı güçlü ise Suudi Arabistan yönetiminde gerçek
söz sahibi o ülke olmaktadır. Bu ilişkiler incelendiğinde; 1963 yılında Savunma
Bakanı olan Sultan b. Abdülaziz sayesinde Savunma Bakanlığı’nda ABD hâkimdir.
Sultan b. Abdülaziz, koyu bir ABD ajanıdır. Savunma Bakanlığı’ndaki bu siyasi
durum, 2011 yılında savunma bakanlığını üstlenen Selman b. Abdülaziz döneminde
de devam etti. Sonra Selman b. Abdülaziz 2015 yılında Suudi Arabistan kralı
olunca yeğeni İçişleri Bakanı Muhammed bin Nayef el-Suud’u veliaht prens, oğlu
Muhammed bin Selman’ı ise veliaht prens yardımcısı ve savunma bakanı olarak
atadı. Kral Selman, 2017 yılında Muhammed bin Nayef’i görevinden aldı ve
Muhammed bin Selman veliaht prens oldu. Muhammed b. Selman 2022 yılında
başbakan olarak atandı.
Suudi Arabistan’daki İngiliz nüfuzu ise çoğunlukla Ulusal Muhafız
Bakanlığı’nda baskın ve etkindir. Önce eski kral Abdullah b. Abdülaziz sonra
oğlu Matab b. Abdullah b. Abdülaziz Ulusal Muhafız Başkanlığını yürüttü.
Ailede kralın her zaman aynı kurumdan gelmesi zorunlu değildir. Kral ya da
veliaht prens, Savunma Bakanlığı, Ulusal Muhafız ya da diğer kurumlardan
olabilir. Son yıllarda bilinen bir şey vardır ki; yönetimde etkili kişiler bu
iki kurumdan gelmişlerdir. Bu iki kurum dışındakilerin ise pek fazla etkisi
yoktur.
Önceki kral Abdullah, Ulusal Muhafız Başkanı idi ve dolayısıyla İngiliz
nüfuzu Suudi Arabistan’da etkiliydi ama ABD’yi de hoşnut etmekten geri
durmuyordu. ABD ile ilişkiler kimi zaman geriliyor, kimi zaman da gerilimin
dozajı düşüyordu fakat genel politika, ABD ile sıcak çatışmaya girmeden İngiliz
formatında ilerlemek şeklinde idi. Şu anki kral Savunma Bakanlığı’ndandır. Bu
nedenle bu yeni kralın döneminde ülkede ABD nüfuzu baskın durumdadır.
ABD ajanı Selman, dizginleri eline alır almaz, İngiliz ajanları ve
yandaşlarını tasfiye sürecine başladı. Önceki İngiliz ajanı Kral Abdullah
ölümünden önce İngiliz ajanlarını yönetime yerleştirmek için gayret sarf etti
ama gerek aile geleneği gerekse de kraliyet içinde istikrarı korumak için ABD
ajanı olduğunu bile bile kardeşi Selman’ı “veliaht prens” olarak atamak zorunda
kaldı. İngiliz nüfuzunu garanti altına almak için de “ikinci veliahtlık”
makamını ihdas etti. Kendisi gibi İngiliz ajanı olan kardeşi Mukrin b.
Abdülaziz’i “ikinci veliaht” olarak atadı. Selman, yaşlı ve hasta olduğu için
Selman ölünceye kadar Mukrin söz sahibi olacak, öldükten sonra da sorunsuz bir
şekilde dizginleri eline alacak diye düşünmüştü. Kral Fahd döneminde de böyle
olmuştu. Fahd, yaşlanıp hastalanınca dönemin Veliaht Prensi Abdullah söz sahibi
olmuş, 2005 yılında Fahd vefat edince de Abdullah tahta çıkmıştı. Ancak
Abdullah, 2015 yılının başlarında kendi vefatının ve Selman’ın tahta çıkmasının
ardından olacakları hesaplayamamıştı. Selman tahta çıktıktan sonra Mukrin’i
veliahtlık görevinden azletti. Muhammed b. Nayef’i veliaht, oğul Muhammed’i de
ikinci veliaht olarak atadı. Abdullah tarafından hassas yerlere atanan pek çok
kişiyi görevden aldı ve oğul Muhammed’in yetkilerini güçlendirmeye başladı. 21
Haziran 2017 tarihinde ise Muhammed b. Nayef’i veliahtlıktan alıp oğlunu
veliaht olarak atadı. İkinci veliaht ataması ise gerçekleşmedi. Dolayısıyla
İngilizlerin hesabı tutmadı. Yetkileri tek elde toplamak için Oğlu Muhammed’e bazı
yetkiler ve farklı önemli pozisyonlar verdi.
Kral Selman, 04 Kasım 2017’de oğul Veliaht Prens Muhammed başkanlığında
Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Yüksek Komisyonu’nu kurulduğunu açıklar
açıklamaz güvenlik güçleri, 11 prens ve görevdeki dört bakanı gözaltına aldılar
ve hemen görevlerinden istifa ettirdiler. Bu meselenin yolsuzlukla mücadele ile
hiçbir ilgisinin olmadığı, daha çok İngilizlere bir darbe olduğu açıktır. Zira
gözaltılar, istifalar ve hemen suçlamalar gerçekleşti. Ayrıca gözaltılar,
onlarca eski bakan ve ünlü iş adamına kadar uzandı. Bunların ve yakınlarının
hesapları donduruldu. Banka hesabı dondurulanlar arasında Kral Selman
tarafından veliahtlık görevinden azledilen Muhammed b. Nayef de vardı. Ayrıca
yakın bazı aile üyelerinin hesaplarına da el konuldu.
Operasyon kapsamında eski kralın iki oğlu; Kraliyet Ulusal Muhafızları
Bakanı Mutab b. Abdullah ve Riyad bölgesinin eski Emîri Turki b. Abdullah da
gözaltına alındı. Kraliyet Ulusal Muhafızları, düzenli ordunun yanında ikinci
önemli kuvvettir. Mutab b. Abdullah, İngiliz Askerî Akademisi Sandhurst’tan
teğmen olarak mezun olmuştu. Bu akademide genellikle İngiliz ajanları eğitim
görür ve mezun olurlar. Birçok Körfez prensi, kralları ve Ürdün prensleri de bu
akademiden mezun olmuşlardır.
Bu operasyonu yürütenlerin ABD tarafından desteklendiği de açıktır. Nitekim
ABD Başkanı, 06 Kasım 2017 günü Twitter’dan yaptığı açıklamada; “Kral Selman
ve Suudi Arabistan’ın veliaht prensine büyük bir güvenim var. Ne yaptıklarını
tam olarak biliyorlar. Sert muamele görenlerin bazıları, ülkelerini yıllardır
sağıyor.” açıklaması yapmıştır.
Suudi Arabistan’da “yolsuzlukla mücadele” adı altında gerçekleşen
gözaltılar, İngilizlerin kökünü kazımak, Kral Selman ve oğul veliaht prense
karşı darbe veya benzeri girişimde bulunmalarının önüne geçmek, veliaht prensin
muhalefetsiz ve güvenli bir şekilde tahta çıkışını sağlamak içindir. Görüldüğü
üzere Muhammed b. Selman, ABD çıkarlarına hizmet etme misyonunu üstlenmiştir.
Suudî Arabistan’da İslâmcılık
Bu minvalde Suudî ailesinin gerek Osmanlı Hilâfeti döneminde gerekse sonra
kurdukları krallık döneminde İslâmi şiarla hareket etmedikleri, bilakis İslâm’ı
bir dayanak olarak gördükleri, şeriatla, İslâmi bir yönetimle alakaları
olmadığı açıktır.
Son zamanlarda şahit olduğumuz; Yahudilerin
haram bölgeye girme izni, kilise açılması, yılbaşı kutlamaları, kadınlara
getirilen bazı serbestiyetler ise her ne kadar bir ılımlılaşma göstergesi kabul
edilse de esasen -kendisi öldüğü hâlde eski resimleri gösterilen- “Amerikan
rüyası” ya da “özgür Amerika” hülyasının halka sunulmasıdır. Nitekim Kaşıkcı
cinayeti, cezaevlerine doldurulan âlimler, kendisine muhalefet edenlerin
helikopterlerden atıldığı hazin sonlar, bunun ılımlılaşma ile alakasının
olmadığının en açık göstergesidir. Kısacası yaşananlar; Türkiye’de Özal dönemi
ile şahit olduğumuz, Amerikan yaşam tarzının, tam ajanlık sürecine giren Suudî
yönetiminde de yaşanmaya başlamasıdır.
Gerçek şu ki “Ilımlı İslâm” düşüncesi, İslâmi bir
düşünce olmadığı gibi gayri İslâmi yönetimlere entegre olan ve İslâmi
söylemlerle siyaset yapan gayri İslâmi çalışmaların adıdır. Zaten kategorik
olarak gayri İslâmi sistemlere entegre olmayan hareketler, Batılı devletlerin
ve beldelerimizdeki işbirlikçilerinin “terör listelerinde” yer almaktadır.
Bütün bunlardan sonra, Suudî Arabistan’da çöken; herhangi bir türüyle
İslâmcılık değil İngiliz nüfuzudur, diyebiliriz.
Sonuç olarak; bu tür rejimler, zenginliklerimizi yağmalamak için
çalışan sömürgeci kâfirin hâkimiyetini sağlayarak, onun yönlendirmeleri
doğrultusunda hareket etmektedir. Bu yüzden eylemlerin en öncelikli olanı,
sömürgeci kâfire meyleden bu rejimleri şer’î şekilde değiştirmektir.
İslâm ve Müslüman karşıtı sömürgeci kâfir devletlerin; Müslümanların
kıblesini, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e vahyin indiği kutsal
toprakları, hicret yurdunu ve ilk İslâm Devleti’nin karargâhını barındıran bir
ülkede istedikleri gibi at koşturmaları gerçekten insanı derinden üzmektedir.
Fakat unutulmamalıdır ki İslâm’ın, gecesini gündüzüne katan ve Râşidî Hilâfet
Devleti’ni tekrar geri getirmek için samimiyetle ve içtenlikle çalışan
yiğitleri de var. Şüphesiz Hilâfet, Aziz ve Kaviyy olan Allah’ın izniyle çok
yakında kurulacaktır. O gün müminler, Allah’ın zaferiyle sevineceklerdir.
Sömürgeci kâfirler de şayet yurtları kalırsa yurtlarına geri döneceklerdir.
Kuşkusuz sorunlarımızın çözümü; korkaklar ve sağlıksız düşünenler bunun uzak,
yüz üstü bırakanlar da zor olduğunu düşünseler de bu rejimleri devirip nübüvvet
metodu üzere Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurmaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya
halis kulluk ve örneklikte Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e
sadakat; uzakları yakın eyleyecektir, Allah’ın izniyle.
[وَيَقُولُونَ
مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يبًا] “Ne
zamanmış o? diyecekler. De ki: Yakın olsa gerek!”[1]
Sonra da Aziz ve Kaviyy olan Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadi
gerçekleşecektir:
[وَيَوْمَئِذٍ
يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَۙ بِنَصْرِ اللّٰهِۜ يَنْصُرُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ
الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ] “O gün Allah’ın zafer
vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç
sahibidir, çok merhametlidir.”[2]


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış