Enerjinin ve Enerji Kaynaklarının Tarihî
Seyri ve Önemi
Aslı Yunanca olan “enerji”
kelimesinin ilk olarak MÖ 4. yüzyılda Aristotales'in Nicomachean Ethics
adlı çalışmasında geçtiği söylenmektedir.
Bir kavram olarak
enerji, Leibniz'in bir maddenin kütlesi ve onun yer çekim alanı olarak
tanımladığı “vis visa” yani yaşam gücüne atfen bu şekilde adlandırılmıştır.
Gerek Leibniz gerekse Newton'un ifade ettiği gibi enerjinin, maddelerin
taneciklerinin rastgele hareketlerinden oluştuğu iddia edilir. Ya da varoluşçuların
ifadeleriyle ilk enerji “big bang (büyük patlama)” idi. Big bangden önce madde,
enerji, düşünce, sevgi, mantık, akıl vs. de yoktu?!
Sanırım bizim
açımızdan enerjinin ortaya çıkışı ile ilgili olarak söylenecek en doğru ifade
onun yaratılışla başladığıdır. Ancak bu söylemler kavramsal ifadelerdir ve asıl
konumuzla kavramsal bir bütünlük ifade etseler de insanın hayatını
kolaylaştırmada, medenileşmede kullanılan enerji ve kaynakları ile doğrudan
bağlantılı değildir. Bahse konu asıl enerji ile en basit anlamıyla hareket
ettirici güç kastedilmektedir. Dolayısıyla üretim faaliyetlerinde harcanması
gerekli olan ve bu faaliyetlerde barizleşen enerji, makalemizin konusunu
oluşturmaktadır.
Makineleşmeden önce
insanlar, kendilerine yardımcı olacak kuvveti bazı hayvanları disipline ederek
örneğin toprağın sürülmesi ve taşımaya kendi gücünün yetmediği ağırlıkları
taşıtmakta onlardan yararlanmışlardır. Yine benzer dönemlerde suyun taşıyıcı,
rüzgârın itici gücünden yararlanmaya başlayan insanlar bu tip enerjilerle yelkenli
gemiler ve yel değirmenleri yapmışlardır. Endüstriyel faaliyet gösteren
kuruluşlar akarsuların çevrelerini tercih etmişler ve bunlardan yararlanmışlardır.
Bu durum hâlen vakıasını korumaktadır.
Dolayısıyla
geçmişten günümüze insanlar, hayvanlar, bitkiler ve (makineleşme dönemine
nazaran daha ilkel olsa da) diğer tabiat varlıkları yani akarsular ve rüzgâr yüzyıllar
boyunca dünyada kullanılan enerji kaynağının temelini oluşturmuştur.
Dünya enerji
ekonomisindeki asıl gelişmeler 18. yüzyıl ortasında kömür ve demirin işbirliği
ile gerçekleşen Sanayi Devrimi ile yaşanmıştır. Bu yüzyılın sonlarına doğru
maden kömürü hem ısı hem de enerji kaynağı olarak büyük önem kazanmıştır.
Önceleri üretim
faaliyetlerinin konuşlandığı yerler akarsu kenarları iken bu yeni süreçte bu yeni
enerji kaynağı, endüstrinin coğrafi dağılışını da etkilemiş, her türlü endüstri
kuruluşu artık kömür havzalarında ya da yakın çevrelerinde toplanmaya
başlamıştır.
19. yüzyılın ikinci
yarısında türbin ve dinamonun bulunuşu ile enerji çeşitleri arasına yeni bir
enerji türü olan beyaz kömür katılmıştır. Bununla birlikte o zamana kadar
kontrol altına alınamayan büyük akarsu kaynaklarından elektrik üretiminde
yararlanılmaya başlanmış ve akarsular günümüzdeki önemini kazanmıştır. Yine
dinamonun bulunuşu ile elektriğe dönüştürülen su gücü, uzağa nakli ve parçalara
ayrılabilir özelliği nedeniyle endüstrinin dağılışında etkili olmuştur.
20. yüzyılın
başında ise enerji ekonomisine yeni bir enerji kaynağı olan “petrol” girmiştir.
19. yüzyıl ortalarında ilk kez petrol ticari anlamda üretilmeye başlanmıştır.
20. yüzyıla gelinceye kadar petrol sadece aydınlatmada kullanılıyordu. İçten
yanmalı motorların keşfi ile enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
20. yüzyılın
başında doğalgaz, özellikle ısınmada ve mutfaklarda kullanılmaya başlanmıştır.
Daha sonra termik santraller başta olmak üzere kullanım alanı genişlemiştir.
Günümüzde enerji
çeşitleri depolanmış veya potansiyel enerji ile hareket hâlinde veya kinetik
enerji olarak iki grup olarak değerlendirilmektedir. Bu iki hâlden biri olarak
yaşamımızda yer alan enerji çok farklı formlarda olabilmektedir. Mühendislik ve
ekonomik açıdan en çok kullanılan enerji formları ise Termal (Isıl) Enerji, Işınım
Enerjisi (Isıl Enerji, Nükleer Enerji), Hareket Enerjisi (Kinetik Enerji), Elektrik
Enerjisi, Kimyasal Enerji, Manyetik Enerji, Nükleer Enerji, Yer Çekimi
şeklindedir.
Enerji Kaynaklarının Keşfedilmesinin Dünya
Siyasetine Etkileri
18.
ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretime uygulanması ve buhar gücüyle çalışan
makinaların makinalaşmış endüstriyi doğurmasıyla gerçekleştirilen Sanayi ya
da diğer adıyla Endüstri Devrimi, Avrupa’ya Osmanlı Devleti karşısında önemli
bir güç sağlamıştır. Rönesans ve Reform hareketleri fikrî kalkınmasına temel
oluştururken sömürgeci keşifler de Avrupa devletlerinin, farklı enerji
kaynaklarına ulaşmasını sağlamıştır. Avrupa devletleri buralardaki kaynakları
sömürmek suretiyle de maddi kalkınmasında ciddi atılımlar yapmıştır. Ardından,
önceleri Osmanlı’yı işaret eden hâkimiyet ibresi zamanla sömürgeci Avrupa
lehine evrilmiştir.
Keşfedilen
yeni enerji kaynakları başta Birinci ve İkinci Dünya Savaşları olmak üzere
irili-ufaklı birçok savaşın çıkmasına sebep olmuş ve bu savaşların ardından
dünya siyasetinde mühim değişikler vuku bulmuştur: Osmanlı İslâm Devleti
yıkılmış, İngiltere hâkimiyet tahtını ABD’ye kaptırmış, Soğuk Savaş süreci
sonrası Komünist Rusya dağılmıştır.
Bugün
de dünyada karışıklığın olduğu noktalara bakarsak enerjiyi ve dünya siyasetine
etkisini daha iyi anlarız. Şu an dünya siyaseti (aşağı yukarı) hidrokarbona
dayalı enerji etrafında dönmektedir. Örneğin ABD’nin Ortadoğu’ya askerî
müdahaleleri, Akdeniz’deki kargaşa, yine ABD’nin Çin’i kuşatma mücadelesi, Çin’in
Doğu Türkistan sorunu ve daha burada zikredilmeyen birçok vakıa şu an dünyada var
olan hidrokarbon zenginliklerinin sömürüsü, iletimi ve dağıtımı ile alakalıdır.
Zira 2015 yılı itibarıyla dünya enerjisinin (elektrik, ısıtma, soğutma ve
taşımacılık) %80'i hidrokarbon
bazlı kaynaklardan karşılanmaktadır. Yani dünya hidrokarbon etrafında
dönmektedir.
Bugün
ABD’nin Ortadoğu’ya doğrudan kendi enerjisi
açısından bağımlılığı %10 düzeyindedir. ABD enerji sorununun %90’ını ya kendi
kaynaklarından ya da bu bölge dışı kaynaklardan sağlamaktadır. Avrupa için ise
bu oran %90’ların üzerindedir. Yani, Avrupa enerji ihtiyacının %90’dan fazlasında
Ortadoğu’ya bağımlıdır.
Herkes
için malum olduğu üzere ABD uzun zamandır Ortadoğu’nun denetimini ele almaya
çalışmaktadır ve Suriye savaşı sürecinde bölgedeki dengeler değişmiş, ABD
birkaç körfez ülkesi dışında nüfuzunu yerleştirmediği yer bırakmamıştır. Fakat
nüfuzunu yerleştiremediği yerlerde dahi sözünü geçirebilmektedir. Nitekim
Trump, 2016 yılında seçim kampanyası sırasında Florida’da yaptığı konuşmada
açık açık körfez ülkelerini hedef almıştı. Trump Körfez ülkeleri için “Paradan
başka bir şeyleri yok!” ve “19 trilyon dolar borcumuzu Körfez ülkeleri
ödeyecek. Onlar bizsiz yoklar!” demekteydi.
Nihayetinde
ABD bölgede sözünü geçirmekte ve bu süreç içerisinde şu veya bu şekilde bir
çatışma sürecine girmiş olduğu Avrupa’yı da yola/dize getirme doğrultusunda güçlü
adımlar atmaktadır.
Tüm
bunlar, enerjinin diğerleri üzerine hakimiyet kurma noktasında devletler elinde
çok önemli bir “silah” olduğunu göstermektedir; enerji kimin elinde ise patron
odur. Dolayısıyla bu durum enerji bölgelerinde ekonomik, askerî ve siyasi
hamlelerin varlığını kaçınılmaz kılmıştır.
Kanlı Bir Tarih
Petrol
piyasası tarih boyunca emperyalist ülkeler tarafından kontrol edilmek istenmiş,
küresel diktatörler bu uğurda savaş dâhil her yolu denemişlerdir. İngiltere
eski Başbakanlarından Churchill’in Avam Kamarası’nda ifade ettiği “Bir
damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.” sözü bile bu yalın
gerçekliği açıkça ortaya koymaktadır.
Dünyadaki
İngiliz hâkimiyeti ABD’ye geçtiğinde de değişen bir şey olmamıştır. Bernard
Shaw bu durumu şöyle tasvir etmiştir: “Kan kokusu almış bir köpek balığından
daha tehlikelisi, petrol kokusu almış Amerikan emperyalizmidir.”
Enerji tarihi kanlı bir
tarihe sahiptir. 11 Eylül sonrası ABD'nin Irak ve Afganistan'ı işgali, Ortadoğu
coğrafyasını kaosa ve şiddete sürüklemiştir. Bunların ardından Suriye savaşı, Yemen
ve Mısır, sonraları ise Libya…
Şu
rakamlara bir bakın; Afganistan’da katledilen insan sayısı 43 bini sivil 100
binden fazla, mülteci sayısı ise 650 binden fazla; Irak’ta katledilen insan
sayısı 650 bini sivil 1 milyondan fazla, yetim çocukların sayısı 5 milyon, mülteci
sayısı 6 milyon; Suriye’de katledilenlerin sayısı 500 binden fazla, yaralı
sayısı 2 milyondan fazla, işkenceyle öldürülen kişi sayısı 20 binden fazla, kayıp
insan sayısı 100 binden fazla; Mısır’da ABD desteğiyle 2013'de gerçekleşen darbede
katledilen insan sayısı 4 binden fazla, yaralı 15 binden fazla, 1.794 kişiye
idam kararı verildi, 728'i onaylandı. Tutuklu çocuk sayısı 3 binden fazla, kayıp
insan sayısı yaklaşık 3 bin kişi; Yemen’de 2014'te Obama'nın desteklediği
koalisyon güçlerinin saldırıları ve yaşanan iç savaşta katledilen insan sayısı 13
binden fazla, yaralı 20 binden fazla, 3 milyon Yemenli yer değiştirmek zorunda
kaldı, başka ülkelere göç 200 binden fazla, 2017 itibarıyla 16 milyon Yemenli
güvenli gıdaya erişemiyor.
İşte
tüm bunlar ve zikredilemeyen nice acılar; sakatlar, yerlerinden yurtlarından
göçenler, dullar, yetimler, tecavüzler, açlıklar ve daha neler neler... hepsi
enerjinin patronu olmak, enerji koridorlarını kontrol altına almak adına.
Sonuç
İslâm
coğrafyası, stratejik ve jeostratejik olarak önemli suyollarının, denizlerin,
enerji kaynaklarının, madenlerinin, tarım alanlarının oldukça zengin olduğu üç
kıtanın yani Asya, Avrupa ve Afrika’nın kesişim alanında bulunmaktadır. Yine bu
coğrafyanın tüm ana ulaşım hatlarının merkezinde olması coğrafyanın stratejik
önemini daha da arttırmaktadır. Bu kadar zengin yer altı ve yer üstü zenginliklerine
sahip, muazzam bir konumda olan bu bölge özellikle petrol ve doğalgazda
tartışmasız bir gerçek olarak dünyanın en zengin rezervine sahiptir. Sadece
Ortadoğu ülkelerinin petrol rezervi dünya toplam petrol rezervinin %50’sinin
üzerinde iken tüm İslâm coğrafyasının toplam petrol ve doğalgaz rezervi dünya
toplam rezervlerinin %70’ine tekabül etmektedir. Hâlâ keşfedilmeyi bekleyen
kaynaklar da göz önüne alındığında muazzam bir enerji zenginliğinden
bahsetmekteyiz. Yine nükleer enerjinin hammaddesi olan stratejik öneme sahip
uranyumun dünya toplam rezervinin yarısına yakınının İslâm coğrafyasında
bulunması bölgenin öneminin daha bir arttırmıştır. Ağır sanayi için gerekli
olan krom, demir gibi madenler bu coğrafyada fazlasıyla bulunmaktadır. Fosfattan
tutun da manganez, kobalt, bor ve diğer yüzlerce maden çeşidi bu coğrafyada
oldukça zengin bir rezerve sahiptir. İşte tüm bunlar ve daha niceleri İslâm
ümmetinin hazineleridir.
Milyonlarca
hektar verimli tarım alanlarına ve bu tarım alanlarını sulayacak önemli akarsu
ve nehirler İslâm coğrafyasındadır.
Deniz
ve okyanuslara komşu olan ve İstanbul, Çanakkale, Cebelitarık, Hürmüz ve Babu’l
Mendap gibi boğaz ve Süveyş kanalı gibi dünyanın en stratejik suyolları İslâm
coğrafyasındadır ve dünya toplam ticaretinin %50’sinden fazlası bu suyolları
üzerinden gerçekleşmektedir.
İşte
bu saydığımız ve de burada sayamadığımız yüzlerce zenginlikten ötürü bu
coğrafya dünyanın en zengin bölgesidir. Ancak Müslümanlar ondan istifade
edememektedirler. Bilakis sömürgecilerin altında her daim inim inim
inlemektedirler. Çünkü küfür devletleri her ne kadar enerji konusunda bir
çatışma ve mücadele içerisinde olsalar ve bu konuda birbirlerinin boğazını
sıksalar da konu ümmetin zenginliklerini ümmete geri verecek, sömürgeci
kâfirlerin can damarlarını kesecek İslâm Devleti olduğunda ittifakla, topyekûn
İslâm ve Müslümanlarla savaşa girişmekteler.
Dolayısıyla
dünya siyasetinde enerji kaynaklarının önemi; ümmet içerisinden Hilâfet
Devleti’nin yeniden ayağa kaldırılması ve Râşidî Hilâfet Devleti’nin tekrar
hayat sahnesine döndürülmesini engelleme çalışmasından hemen sonra gelmektedir.
Küfür otoritelerinin ve yerli ajanların gizli ajandalarındaki birinci derecede
önemli husus budur. Fakat nafile…
[وَاللّٰهُ
مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ] “Kâfirler istemese de Allah nurunu
tamamlayacaktır.” [Saffat Suresi 8]
[ثُمَّ
تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ] “Sonra nübüvvet metodu üzere
Hilâfet olacaktır.” [Ahmed b. Hanbel]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış