İnsanlık
tarihinin suiistimale açık duygularından birsi de kan bağından oluşan asabiyet
duygusudur. Bu duygu insanda gözlenebilir, akli bir vakıadır. İnsanın lider, hâkim
olma, yakınlarına duyduğu koruma, yardımlaşma ve dayanışma duygusu ile hayat
sahasında varlık göstermeye başlar. Tarihî süreçte bu bağın gelişmesi ile
kavramın kapsamı da gelişmiştir. İnsanın otoriter yapısı genişledikçe söz
konusu duygu ailesinde, aşiretinde, kavminde, milletinde, vatanında hâkimiyet
sağlamaya çalışır. Bu anlayış, kavramsal olarak kabaca milliyetçilik fikrinin
esasını oluşturur.
Kapitalizm,
varlığını sürdürmek için insanın duygularını tahrik etmeyi ve kullanmayı araç
edinmiş bir ideolojidir. Bu bağlamda insanın beka içgüdüsünden doğan hissî bağı
amaçlarına ulaşmak için kullanmıştır. İnsandaki bu bağın dinamik enerjisini
keşfetmiş ve siyasi bir fikir olarak doğmasına katkı sağlamıştır.
Kapitalizmin
siyasal yaşama tahakkümünü sağlayan milliyetçilik fikri, sanıldığı gibi yerli
bir fikir değildir. Avrupa devletlerinin tarihî sürecine bakıldığında
Kapitalizmin, sömürmek istediği topraklara inşa ettiği ilk kalelerinden biri
olduğu açıkça görülmektedir.
Peki,
Avrupalı Devletlerden ithal edilen milliyetçilik fikri, siyasal hayatta nasıl
varlık kazandı?
Milliyetçik
fikrinin siyasal hayata tezahürlerinin ilk olarak görüldüğü yer, Batı
Avrupa’dır. 17. yüzyıl sonlarında, ulus-devlet anlayışı ile merkezî devletlerin
kurulmasında etkili olan milliyetçilik, kapitalist güçlerin bir ürünüdür. Batı
Avrupa’daki din ve krallıkların egemenliğinin sonlandırılması ile “otoritenin
millete teslim edilmesi” doktrininden yola çıkılarak oluşturulmuş siyasal
bir fikirdir. Milliyetçiliğin kökeni her
ne kadar milletin egemenliği fikri etrafında oluşsa da siyasal rejimlerde
farklılık arz edebilir. Bu sebeple 19 yüzyılla birlikte ulus-devlet çerçevesinde
İngiltere, Belçika, İspanya, İran, Suudi Arabistan vb. devletler, milli temele
dayalı devletler olarak siyasal örgütlenmelerini teşekkül ettirmişlerdir.
18.
yüzyılda “millet/ulus” kavramını işleyen aydınlar, dinî otorite karşında
millet kavramının gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır. Horkheimer bu süreci
söyle ifade etmektedir: “İnsan hayatında en yüksek bireyüstü güdü olarak,
dinin yerine aday olmuştur. Ulus, otoritesini vahiyden değil, akıldan alır.”
Egemenlik anlayışının Batı’da milliyetçilik kavramına evrilmesi ile milli
devlet anlayışı kuvvetlendirmiştir. Bu bağlamda Fransız İhtilali ile milliyetçilik,
siyasal hayata hızlı bir şekilde nüfuz etmeye başlamıştır.
Fransız
İhtilali ile Avrupa'da milliyetçilik fikri, milli bağımsızlık düşüncesinden güç
kazanarak halkların monarşi ve aristokrat otoriteleri yıkmasına sebep olmuştur.
Böylece bireyin kendi kaderini kendisinin tayin etmesi düşüncesi, milli/ulus
devletlerin hızlıca Avrupa’da oluşmasına sebebiyet vermiştir. Fakat bu
egemenlik anlayışı temsil sorunu çektiği için dünyaya egemen olan kapitalist
güçler tarafından yönlendirilmiştir.
Milliyetçilik
düşüncesi, otoriter güç kazanımı ile birlikte İtalya’da ırkçı milliyetçilik
yani faşizm, Almanya'da ise Nasyonalizm olarak bir ırkın diğer bir ırka
üstünlük kurmasını meşrulaştıran devlet anlayışını ortaya çıkarmıştır.
Avrupa topraklarında doğan millileşme süreci 19. yüzyılda dünyayı kaosa
sürükleyerek Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının çıkmasının temel nedenlerinden
biri olmuştur.
Avrupa’da
millilik esasına dayanan kapitalist devletlerin güç savaşı, Birinci Dünya
Savaşı sonrası İngiltere’nin egemenliği ile sonuçlandı. Savaş sonrası
İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, kapitalizmin millilik kalesi sayesinde kültürel,
siyasi, askerî olarak hızla Osmanlı İslâm Devleti’nin topraklarına, Hindistan
ve Çin’e yayılmaya ve yerleşmeye başladı. En belirgin özelliği ise yayıldığı
toprakların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürürken aldatıcı düşüncelerini “milli
ekonomi” ve “milli kaynak”
aldatmacaları ile süslemesidir. Bu süslü ifadelerle bölge halklarını
kandırdılar.
Kapitalist
sömürgeci devletler, millilik aldatmacası ile sömürdükleri bölge ve servetlerin
paylaşımında kavgaya girdi. Böylece İkinci Dünya Savaşı da yine milliyetçilik
fikrinin fitilini ateşlediği bir büyük yıkım savaşı olarak tarihe geçti. İkinci
Dünya Savaşı sonrası Kapitalizmin ektiği milliyetçilik tohumları, artık her
iklimde ve kıtada sürgün vermeye başladı.
Dünya
toplumları üzerindeki etkisi günden güne artarak bugünlere gelen milliyetçilik
fikri, kimi Batılı düşünürler tarafından da kabul görmemiş ve eleştiriye tâbi
tutulmuştur. Bu düşünürlerden biri olan Ernest Gellner, milliyetçiliği şu
maddelerde özetlemektedir:
“1)
Milliyetçilik doğal, kendi içinde açık ve kendini yeniden üretebilen bir
şeydir. Eğer yoksa bu zorlu bir baskı nedeniyledir.
2)
Hiçbir zaman formüle edilmeye ihtiyaç duyulmayan ve pişmanlık uyandıran bir
kaza gibi görünen fikirlerin yapay bir sonucudur. Siyasal hayat, sanayi
toplumlarında dahi onsuz olabilir.
3)
Marksizm tarafından benimsenen Yanlış Adres Teorisi, Marksistlerin de tarihin
ruhunun ya da insanoğlunun bilincinin feci bir bönlük yaptığına inanmak
istemeleridir. Uyarıcı mesaj sınıflara yollanmak isteniyordu fakat korkunç bir
posta hatasıyla uluslara yollandı. Şimdi devrimci eylemciler mesajı yanlışlıkla
almış olanları bu mesajı ve içerdiği şevki, doğru ve yollanması gereken adrese
geri vermeleri konusunda ikna etmek durumundadırlar. Hem kendini haklı gören
hem de bu mesajı gasp etmiş bulunan alıcının bu gerekliliği yerine getirmeyi
pek istememesi eylemciyi büyük ölçüde sinirlendirmektedir.
4)
Karanlık Tanrılar: Milliyetçilik, kan ve toprağın ceddani güçlerinin yeniden
ortaya çıkışıdır. Bu görüş hem milliyetçiliğe âşık olanlar hem de ondan nefret
edenler tarafından kullanılmaktadır. Birincileri bu güçlerin hayat verdiğini
ikincileri ise barbarlık olduğunu düşünmektedirler...”
Ernest
Renan ise milliyetçilik düşüncesi hakkında şunları söylemektedir: “İnsanlık
tarihinde ırk, kemirici veya kedi cinsinden hayvanlarda olduğu gibi her şey
değildir; dünyayı dolaşıp herkesin kafatasını muayene etmeye, sonra insanların
yakasına yapışarak onlara; ‘Sen bizim kanımızdansın; sen bize aitsin!’ demeye
kimsenin hakkı yoktur. Etnografik karakterlerden başka, herkes için bir olan
hak, adalet, hakikat, güzellik vardır. Üstelik bu ırk siyaseti, emin bir
siyaset de değildir. Bugün onu başkalarına karşı kullanırsınız; sonra yarın,
onun sizin aleyhinize döndüğünü görürsünüz.”
Kapitalizmin
halkları aldatmak için inşa ettiği milliyetçilik fikri, siyasal hayatta varlık
göstermesine rağmen milliyetçiliği genel bir fikir olmaktan kurtaramamıştır. Öyle
ki Batılı aydınlar dahi milliyetçilik fikrini sınırlandıramamış, belirli bir
manaya has kılamamıştır. Bu sebeple milli kavramı göreceli olmuş ve birçok
anlama hasredilmiştir. “Yurttaşlık, yurtseverlik, popülizm, etnizm, yabancı
düşmanlığı, şovenizm, emperyalizm...” gibi kavramlar ile kullanıldığı gibi;
“millet, milliyet, etnisite, kültür, ırk, ırkçılık, halk, yurtseverlik”
vb. diğer kavramlar ile de ilişkilendirmek mümkündür. Milliyetçilik, Batılı
düşünürlerin zihinlerinde iç içe geçmiş, müphem bir düşüncedir.
Dolayısıyla
milliyetçilik düşüncesinin birçok tanımı yapılmaktadır. Bunun en önemli sebebi,
kavramın belirli bir sabitesinin olmaması ve -ham hali duygulardan beslendiğinden-
vakıadan etkilenerek şekil değiştiren bir düşünce olmasıdır. Batılı düşünürler
milliyetçilik kavramına farklı anlamlar yükleyerek onu genel bir fikir olmaktan
kurtarmaya çalışsalar da fikrin yapısal özelliği buna izin vermemiştir.
Misal;
Anthony Smith, milliyetçiliğin dört gruba (Modernist kuram, Daimicilik,
İlkçilik, Etnik-Simgeciler) ayrılabileceğini söylemekte iken, başka düşünürler ise
üç grup (İlkçiler, Modernistler ve Etno-Sembolcüler) şeklinde
sınıflandırıldığını ifade etmektedir. Hans Kohn, ise toprağa bağlı
milliyetçilik ile etnik milliyetçilikten söz etmektedir:
“1.
Toprağa bağlı milliyetçilikler, bağımsızlıktan önce; bu tür akımlar önce
yabancı yönetimden kurtulmaya çalışacak, sonrada eskiden sömürge olan bu
topraklar üzerinde yeni bir devlet ulus kurmayı denerler. Bunlar sömürge
karşıtı milliyetçiliklerdir. 2. Etnik milliyetçilikler ise bağımsızlıktan önce;
bu tür akımlar daha büyük bir siyasi birimden ayrılmayı ve yeni bir etnisiteye
dayalı milletler kurmayı amaçlayacaklardır. Bunlar ayrılıkçı milliyetçilikler
ya da diaspora milliyetçilikleridir.”
Görüldüğü
gibi milliyetçilik düşüncesi yerli değil, aksine Batılı düşünürlerin uydurduğu
ithal bir düşüncedir. “Millilik” ve “yerlilik” düşüncesi
Kapitalist devletlerin, halkları aldatarak sömürmede araç olarak kullandıkları
kaleleridir. Kapitalist devletler, milliyetçilik yaygarası kopararak Osmanlı Hilâfet
Devleti’nin de bu yöntem ile yıkılmasını sağlamıştır. Etnik, dil, mezhep, ırk,
bölge, dar bölge gibi unsurları kullanmak suretiyle sömürmek istedikleri
toprakları insanlara, “milli değer” olarak sunmakta, bu değerlere sahip
çıkılmasını salık vermekte ve böylece “böl, parçala, yönet” taktiği ile buraların
kaynaklarını kendi gücüne katmaktadır.
Kapitalizm;
özellikle İslâm topraklarında izlediği bu siyasetle zamanında Müslümanların bütüncül
yapısını parçalamış, bugün de İslâm Ümmeti’nin tek bir güç olarak karşısına
çıkmasını engellemektedir. İnsanlık tarihinde tahrik edilmeye en müsait bağ olan
asabiyet bağını, milliyetçilik düşüncesi ile tahrik ederek İslâm Ümmeti’nin
tekrar bir araya gelmesine mani olmaktadır. İslâm topraklarındaki beldelerde
milliyetçilik düşüncesini geliştirerek Müslümanları farklı kimliklere ve
aidiyetlere bağlayarak dağınık bir halde kalmalarını sağlamaktadır.
Hal
böyleyken Müslümanlar bugün, milliyetçilik fikrinin Batı menşeli bir fikir
olmasını bilmelerine rağmen tahrik edilen duygularına yenik düşerek
milliyetçilik düşüncesine hizmet etmektedir. Kapitalizm, İslâm beldelerindeki
devletleri yönetimde ve ekonomide millilik esasına göre hizada tutarak,
yutulması kolay birer lokma haline getirmektedir.
Hâlbuki
Müslümanların, Batı’nın sömürü araçlarından biri olan milliyetçilik kalelerini
hızlıca yıkıp tekrar tek toprak, tek bayrak ve tek devlet olmalarını sağlayacak
İslâm akidesinin emrettiği yönetim şekli Râşidî Hilâfet Devleti için ümmetçilik
kalesini yeniden inşa etmeleri gerekmektedir. Ancak bu sayede topraklarının var
olmasını sağlayan tarihe, asla ve asıl kimliğe dönülebilir. Aksi halde yerli ve
millilik aldatmacası ile Allah’ın Müslümanlara emanet ettiği değerlerinin
sömürülmesine göz yumulacaktır.
Yorumlar