ÂLİMİN YARDIMCISI HALK, HALKIN HAMİSİ ÂLİMDİR!

Hakan Bolat

Yaşamakta olduğumuz kadim coğrafyanın şiarlarından birisi de ilim sahibi kimselere hürmet gösterilmesi, sahiplenmesi ve yardımcı olunmasıdır. İslâm kültürü bu coğrafyada yaşayan insanların kodlarına, ilim sahibi kimseye hürmet edildiği zaman Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hürmet edilmiş ve efendimizi SallAllahu Aleyhi ve Sellem ziyaret edilmiş hissiyatını nakşetmiştir.

Müslümanlar, ilme duydukları hürmeti, ilim sahibi kimseye eğilerek göstermiştir. Âlimin ilmi sayesinde elde ettiği bilgi ile hayatlarındaki problemlere çözümler bulmuş. Onun damıttığı bilgiye [أَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ …‏أَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ] “isabet ederse iki sevap… hata ederse bir sevap kazanır.”[1] nazarı ile bakmıştır. Her daim ilim sahibi kimseler ile beraber olup, dizinin dibine oturmuştur. Çünkü Allahu Teâlâ, yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalpleri de ilim nuru ile diriltir.”[2] sözü, Müslümanların zihninin ve kalbinin derinliklerinde yer edip hayat bulmuştur.

Yine Peygamber efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem Müslümanları da ilim sahibi kimselere emanet etmiştir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den Müslümanların kulağına küpe olacak tavsiye sigasıyla birçok hadis zikredilmiştir. Efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:

“Kıyamette âbide cennete gir, âlime ise halka şefaat için bekle, denir.”[3] Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendisinden sonra ümmetine:

إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ

“Şüphesiz âlimler, peygamberlerin varisleridir.”[4] diyerek; âlimlerin Müslümanların hamisi oldukları görevini bildirmiştir. Değişimin, gelişimin yani kalkınmanın varisi olarak ilim sahibi kimseleri öncü olarak tayin etmiştir.  İslâm ümmetide yüzyıllar boyunca bu şiar ile ilim sahibi kimselere sahip çıkmış ve onların yardımcıları olmuştur.

İslâm, hükümleri ve tatbiki sayesinde âlim ile halkı muttasıl kılmıştır. Arasındaki bağın kuvvetlilik çıtasını toplumsal hayatta en yüksek seviye çıkarmıştır. Âlimlerin fikrî yükselişlerini halkın arısına indirerek halkın duygu ve düşünce dünyasında gezmelerini sağlamıştır. İslâm tarihinde şer’î hükümlere bağlanan âlim ve halkın yan yana yürüdüklerine dair yüzlerce tarihi bilgi mevcuttur. Kısaca İmam Şafii’ye ait bir örnek aktarayım:

İmam Şafii, bir çobanı görünce ayağa kalkar. Yanındakiler: Bu çobana hürmetinizin sebebi nedir? diye sual edince, Bu zat, bana kitaplarda bulamadığım ilimden bir meseleyi öğrettiği için, yani benim hocam olduğu için hürmet ediyorum, buyurur.” Söz konusu seviyenin yaşandığı tarihin içerisinde Batı dünyası âlimlerini alaya almış, çeşitli eziyetleri reva görmüş hatta öldürmüştür. Batılı düşünür ve matematikçi Pisagor, galeyana gelen halk tarafından okulu ateşe verilmiş; Pisagor ve öğrencileri alevler arasında yanarak öldürülmüştür. Batı tarihi, ilim sahibi kimselere yapılan bu vb. hadiselerle doludur. Bunun en önemli sosyolojik sebebi ise peygamberlerini öldüren ve eziyet eden bozuk inanç temellerine sahip olmalarıdır.

Müslümanlar ise Peygamberi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ve varisleri olan ilim sahibi kimselere nusret eden bir uygarlığa sahiptir. İslâm, uygulandığı zaman içerisinde ilim sahibi kimseler ile halkın arasındaki bağı kuvvetlendirmiş, âlimleri, hakkı bâtıldan ayıran bir ayraç görevi ile insanların hizmetine sunmuştur. İslâm’da âlimler, Peygamberlerin vârisleri olarak insanlara taktim edilerek, görüşlerinde isabet etmeseler dahi insanlar nazarında muteberliklerini yitirmemeleri için yine sevaba isabet ettikleri kabul görmüştür. Allahu Teâlâ insanlar nazarında âlimlere gerekli ehemmiyetin verilmesi için emri ilahisinde:

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء

 “Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.”[5] hitabı ile insanların, şer’î hükümlere tâbi olan âlimlere eziyet etmemelerini, âlimleri dikkate almalarının gerekliliğini bildirerek, âlim kimseleri taçlandırmıştır.

Âlimlerin yardımcıları olmakla yükümlü olan Müslümanların, maalesef bugünkü mevcut durumları böyle değildir. Müslümanlar Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra birçok hususta olduğu gibi âlimine sahip çıkma ve onun yardımcısı olma hususunda da nefisleri ve zihinleri tahribata uğratılmıştır. Bu tahribat laik rejim tarafından kasıtlı ve kademeli bir şekilde yapılmıştır.

İngilizler, Hilâfet Devleti’ni parçaladıktan sonra tekrar bir araya gelmesini sağlamakta öncü olarak gördüğü âlimleri hedef almıştır. Hilâfet’i, Müslümanların zihninden ve nefsinden söküp atabilmek için; Müslümanların âlim kimselerini küçük düşürmüş, işkenceler yapmış, sürgünlere göndermiş ve aileleri ile birlikte katledilmelerini sağlamıştır. Hıyanet-i Vataniye Kanunları ile İstiklal Mahkemeleri’nde sadece ilmî ve dinî sohbetler yapan yüzlerce âlim idam edilmiştir.

Hiçbir ilgisi olmadığı hâlde Menemen hadisesi bahane edilerek Nakşibendi şeyhi Esad Erbilî Hoca, İstanbul’da gözaltına alınarak idamla yargılandı. Askerî hastanede vefat ettikten sonra alelacele defnedildi. İstiklal Mahkemeleri tarafından, mezarından çıkarılıp asılan Âlim Mevlevi İbrahim Hakkı Efendi, şapka giymediği için vatan hainliğiyle suçlanarak asılan İskilipli Atıf Hoca, Çapanoğlu, Şeyh Said gibi yüzlerce âlime ve ailelerine yapılan zulümler, tutuklamalar, sürgünler o tarihe şahitlik etmiş Müslümanların anılarında ve tarihî vesikalarda gizlenmektedir.    

Günümüzde ise âlimlere yapılan baskılar hâlen devam etmektedir. “Allah'ım! Bizi hakkı hak bilip ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan uzak duran kullarından eyle!” deyip şer’î hükümlere sarılan, ilim sahibi kimseler halkın nazarında itibarsızlaştırılarak, küçük düşürülmektedir. Demokrasiyi kabul etmeyen, İslâmi hayatın başlaması için çalışan ilim sahibi kimseler tutuklanarak mahkûm edilmektedir. Etrafları ve aileleri tarafından sahiplenmeleri engellenerek toplum nazarında yalnızlaştırılmaya çalışılmaktadır.

Medya sayesinde ilim sahibi kimseler, sahte kisveli hocalar ile karıştırılarak, insanlara “kocakarı” imanına sahip kimseler olarak gösterilip, Müslümanların ölü kalplerini diriltmeleri engellenmektedir. Âlimlerimizin üzerine gidilerek Müslümanların iman ettikleri İslâm ile kalkınma arasındaki bağı kurmalarına mâni olunmaktadır. Âlim kimseleri, toplumun meselelerinden uzaklaştırılarak sofistike bir hayat sürmeleri ve şahsi liderliklere sahip olmaları sağlanmaktadır. Bu sayede Müslümanların İslâm ile kalkınma reçetelerini yazacak ilim sahiplerinden el etek çekmeleri ve onlara karşı güvenlerini yitirmeleri beklenmektedir. 

İnsanları imana, hakka ve salih amellere davet eden, sosyalizm, demokrasi, laiklik, milliyetçilik, menfaatçilik vb. batıl fikir ve bağlardan (kötülüklerden) uzaklaşmalarına yardımcı olan âlimlerimiz, kâfir ve yerli işbirlikçileri tarafından kamuoyu taarruzu altındadır.

“Âlime hürmet eden, bana hürmet etmiş, onu ziyaret eden beni ziyaret etmiş olur.”[6] Sözüyle bizlere nasihat eden Resulümüz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in aksine onlardan yani şer’î hükümlerden uzaklaşmamızı istemektedirler.

Eğer bizler bu duruma sükût edip âlim kimselere sahip çıkmazsak efendimizin buyurduğu gibi İyiler sükût ederse, hepsi helak olur.” Çünkü âlim kimselere işlenen zulüm karşısında susup, imkânlarımız varken önlemezsek, toplumsal bir bela karşısında hepimiz helak oluruz.

Peki âlimlerimize nasıl sahip çıkmalıyız?

- Hakkı hak bilip ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan uzak duran âlimleri tanımalıyız, eserlerini okumalıyız, sohbet ortamlarına iştirak etmeliyiz.

- Âlimlerimizi toplumsal meselelere yönlendirmeliyiz ve görüşlerinin şer’î delillerini öğrenmeliyiz.

- İslâm’dan benimsemeler yapmalarını ve ümmete maslahatlarını göstermelerini talep etmeliyiz.

- Âlimlerin kendi zatlarına değil, ilimlerine ve şer’î hükümlerine teslim olmalıyız.

- İnsanlara, sömürgecilerin planlarını açıkladıklarında onlarla birlikte sömürgecilerin planlarını deşifre etmeliyiz.

- Âlimlerimizle birlikte İslâm topraklarında yaşayan Müslümanları kapitalist, demokratik düşüncelerin ve Batı hadaratının kötülüklerini anlatmalıyız.

- İslâmi hayatı başlatma çalışmalarında onların yardımcıları olmalıyız.

- Âlimlerin özellikle metot hükümleri hakkında görüşlerini ifade etmelerini sağlayacakları ortamlar hazırlamalıyız.

- Âlimler, şer’î hükümler ile yöneticileri muhasebe ettikleri zaman onların arkasında durup desteklemeliyiz.

- Âlimler, yöneticilerin hatalarını gizliyor ve onların isteklerine göre hüküm veriyorsa, âlimlerimize nasihat etmeliyiz.

- Âlimleri karalayan medya organlarına tepkilerimizi belirtmeliyiz. Onların iftira ve yalanlarına inanmamalıyız.

- Maddi ve manevi duacıları ve destekleyicileri olmalıyız.

Âlimlerimiz, bizlere şer’î hükümleri gösteren rehberlerimizdir. Onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır. Eğer şer’î hükümler ile amel eden âlimlerimiz olmazsa, Müslümanlar helak olur. Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bizlere buyurduğu gibi:

اغْدُ عَالِمًا أَوْ مُتَعَلِّمًا أَوْ مُسْتَمِعًا أَوْ مُحِبًّا وَلا تَكُنِ الْخَامِسَ فَتَهْلِكَ

“Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven(sahip çıkan) olun. Yoksa helak olursunuz.”[7] Efendimizin başka bir rivayetinde belirtiği gibi; bir âlimin ölmesi, (yani toplumdan soyutlanması) bir şehir halkının ölümünden daha büyük ziyandır. Sömürgeci kâfirlerin ve onların yerli uzantıları aracılıyla âlimlerimize ve İslâm’ın hükümlerine uzattıkları dillerini ve ellerini, âlimlerimize ve şer’î hükümlere sahip çıkarak engellemeliyiz.

Yaşadığımız şu zaman diliminde Müslümanlar olarak bizlere şer’î hükümleri hatırlatan ve İslâm ile hüküm veren âlimlerimize sahip çıkmalıyız. Bugün sömürgeci kâfirler dünya hayatının zorlukları ile adeta etrafımıza bir çember çizmekte; bizlere de bu çemberin dışına sakın çıkmayın, başka bir yöne yönelmeyin diyerek tehditlerini savurmaktadırlar. Çizdikleri çemberi her gün daraltmakta ve Müslümanlara dünyevi korkular salmaktadırlar. Böylece İslâm’dan ve şiarlarından ödün vermemizi beklemektedirler. Müslümanların bu korku çemberini çiğneyip çıkmalarını sağlayacak tek kurtarıcıları ise İslâm akidesini ve şer’î hükümleri onlara hatırlatan fikrî liderliğe sahip âlimlerdir. Müslümanlara şer’î hükümler ile öncülük yapan âlimlerin arkasından yürüyerek sömürgeci kâfir devletlerin Müslümanların topraklarındaki hegemonyalarını/iradelerini kırmalıyız. Bu hususta bir an olsun tereddüt edip sömürgeci kâfirlerden ve yerli uzantılarından korkmamalıyız. Aksi tahkirde Nasrettin Hoca ve Timur’un hikâyesindeki köylüler gibi oluruz… Âlimlerimizi de kendi ellerimizle saray molalarına çevirmiş oluruz.

Unutmayın! Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurduğu gibi: “Âlim, Allahu Teâlâ’nın güvendiği kimsedir.”[8]



[1] Muslim

[2] Taberânî

[3] Maverdi

[4] İbni Hibban, İbni Mace, Ebu Davud

[5] Fatır Suresi 28

[6] İ. Rafii

[7] Beyheki

[8] Deylemi


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz