Yaşamakta olduğumuz
kadim coğrafyanın şiarlarından birisi de ilim sahibi kimselere hürmet
gösterilmesi, sahiplenmesi ve yardımcı olunmasıdır. İslâm kültürü bu coğrafyada
yaşayan insanların kodlarına, ilim sahibi kimseye hürmet edildiği zaman
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hürmet edilmiş ve efendimizi SallAllahu Aleyhi ve Sellem ziyaret
edilmiş hissiyatını nakşetmiştir.
Müslümanlar, ilme
duydukları hürmeti, ilim sahibi kimseye eğilerek göstermiştir. Âlimin ilmi
sayesinde elde ettiği bilgi ile hayatlarındaki problemlere çözümler bulmuş.
Onun damıttığı bilgiye [أَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ …أَخْطَأَ فَلَهُ
أَجْرٌ]
“isabet ederse iki sevap… hata ederse
bir sevap kazanır.”[1]
nazarı ile bakmıştır. Her daim ilim sahibi kimseler ile beraber olup, dizinin
dibine oturmuştur. Çünkü “Allahu
Teâlâ, yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalpleri de ilim nuru ile
diriltir.”[2]
sözü, Müslümanların zihninin ve kalbinin derinliklerinde yer edip hayat
bulmuştur.
Yine Peygamber efendimiz
SallAllahu Aleyhi ve Sellem Müslümanları
da ilim sahibi kimselere emanet etmiştir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den Müslümanların kulağına küpe olacak
tavsiye sigasıyla birçok hadis zikredilmiştir. Efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurur:
“Kıyamette âbide cennete gir, âlime ise
halka şefaat için bekle, denir.”[3] Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendisinden
sonra ümmetine:
إِنَّ الْعُلَمَاءَ
وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ
“Şüphesiz âlimler, peygamberlerin
varisleridir.”[4] diyerek; âlimlerin
Müslümanların hamisi oldukları görevini bildirmiştir. Değişimin, gelişimin yani
kalkınmanın varisi olarak ilim sahibi kimseleri öncü olarak tayin
etmiştir. İslâm ümmetide yüzyıllar
boyunca bu şiar ile ilim sahibi kimselere sahip çıkmış ve onların yardımcıları
olmuştur.
İslâm, hükümleri ve
tatbiki sayesinde âlim ile halkı muttasıl kılmıştır. Arasındaki bağın
kuvvetlilik çıtasını toplumsal hayatta en yüksek seviye çıkarmıştır. Âlimlerin fikrî yükselişlerini halkın arısına
indirerek halkın duygu ve düşünce dünyasında gezmelerini sağlamıştır. İslâm
tarihinde şer’î hükümlere bağlanan âlim ve halkın yan yana yürüdüklerine dair
yüzlerce tarihi bilgi mevcuttur. Kısaca İmam Şafii’ye ait bir örnek aktarayım:
“İmam Şafii, bir çobanı görünce ayağa kalkar.
Yanındakiler: Bu çobana hürmetinizin sebebi nedir? diye sual edince, Bu zat,
bana kitaplarda bulamadığım ilimden bir meseleyi öğrettiği için, yani benim
hocam olduğu için hürmet ediyorum, buyurur.” Söz konusu seviyenin yaşandığı
tarihin içerisinde Batı dünyası âlimlerini alaya almış, çeşitli eziyetleri reva
görmüş hatta öldürmüştür. Batılı düşünür ve matematikçi Pisagor, galeyana gelen
halk tarafından okulu ateşe verilmiş; Pisagor ve öğrencileri alevler arasında
yanarak öldürülmüştür. Batı tarihi, ilim sahibi kimselere yapılan bu vb.
hadiselerle doludur. Bunun en önemli
sosyolojik sebebi ise peygamberlerini öldüren ve eziyet eden bozuk inanç
temellerine sahip olmalarıdır.
Müslümanlar ise Peygamberi SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e ve varisleri olan ilim sahibi kimselere nusret eden bir
uygarlığa sahiptir.
İslâm, uygulandığı zaman içerisinde ilim sahibi kimseler ile halkın arasındaki
bağı kuvvetlendirmiş, âlimleri, hakkı bâtıldan ayıran bir ayraç görevi ile
insanların hizmetine sunmuştur. İslâm’da âlimler, Peygamberlerin vârisleri
olarak insanlara taktim edilerek, görüşlerinde isabet etmeseler dahi insanlar
nazarında muteberliklerini yitirmemeleri için yine sevaba isabet ettikleri
kabul görmüştür. Allahu Teâlâ insanlar nazarında âlimlere gerekli ehemmiyetin
verilmesi için emri ilahisinde:
إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ
الْعُلَمَاء
“Allah’tan
en çok korkan ancak âlimlerdir.”[5]
hitabı ile insanların, şer’î hükümlere tâbi olan âlimlere eziyet etmemelerini, âlimleri
dikkate almalarının gerekliliğini bildirerek, âlim kimseleri taçlandırmıştır.
Âlimlerin
yardımcıları olmakla yükümlü olan Müslümanların, maalesef bugünkü mevcut
durumları böyle değildir. Müslümanlar Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra birçok
hususta olduğu gibi âlimine sahip çıkma ve onun yardımcısı olma hususunda da
nefisleri ve zihinleri tahribata uğratılmıştır. Bu tahribat laik rejim
tarafından kasıtlı ve kademeli bir şekilde yapılmıştır.
İngilizler, Hilâfet Devleti’ni parçaladıktan sonra tekrar bir araya
gelmesini sağlamakta öncü olarak gördüğü âlimleri hedef almıştır. Hilâfet’i, Müslümanların
zihninden ve nefsinden söküp atabilmek için; Müslümanların âlim kimselerini
küçük düşürmüş, işkenceler yapmış, sürgünlere göndermiş ve aileleri ile
birlikte katledilmelerini sağlamıştır. Hıyanet-i Vataniye Kanunları ile
İstiklal Mahkemeleri’nde sadece ilmî ve dinî sohbetler yapan yüzlerce âlim idam
edilmiştir.
Hiçbir ilgisi
olmadığı hâlde Menemen hadisesi bahane edilerek Nakşibendi şeyhi Esad Erbilî
Hoca, İstanbul’da gözaltına alınarak idamla yargılandı. Askerî hastanede vefat
ettikten sonra alelacele defnedildi. İstiklal Mahkemeleri tarafından,
mezarından çıkarılıp asılan Âlim Mevlevi İbrahim Hakkı Efendi, şapka
giymediği için vatan hainliğiyle suçlanarak asılan İskilipli Atıf Hoca,
Çapanoğlu, Şeyh Said gibi yüzlerce âlime ve ailelerine yapılan zulümler,
tutuklamalar, sürgünler o tarihe şahitlik etmiş Müslümanların anılarında ve
tarihî vesikalarda gizlenmektedir.
Günümüzde ise âlimlere
yapılan baskılar hâlen devam etmektedir. “Allah'ım! Bizi hakkı hak bilip ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan
uzak duran kullarından eyle!”
deyip şer’î hükümlere sarılan, ilim
sahibi kimseler halkın nazarında itibarsızlaştırılarak, küçük düşürülmektedir. Demokrasiyi
kabul etmeyen, İslâmi hayatın başlaması için çalışan ilim sahibi kimseler
tutuklanarak mahkûm edilmektedir. Etrafları ve aileleri tarafından
sahiplenmeleri engellenerek toplum nazarında yalnızlaştırılmaya
çalışılmaktadır.
Medya sayesinde
ilim sahibi kimseler, sahte kisveli hocalar ile karıştırılarak, insanlara “kocakarı”
imanına sahip kimseler olarak gösterilip, Müslümanların ölü kalplerini
diriltmeleri engellenmektedir. Âlimlerimizin üzerine gidilerek Müslümanların
iman ettikleri İslâm ile kalkınma arasındaki bağı kurmalarına mâni olunmaktadır. Âlim kimseleri, toplumun meselelerinden uzaklaştırılarak sofistike bir
hayat sürmeleri ve şahsi liderliklere sahip olmaları sağlanmaktadır. Bu
sayede Müslümanların İslâm ile kalkınma reçetelerini yazacak ilim sahiplerinden
el etek çekmeleri ve onlara karşı güvenlerini yitirmeleri beklenmektedir.
İnsanları imana, hakka ve salih amellere davet eden, sosyalizm,
demokrasi, laiklik, milliyetçilik, menfaatçilik vb. batıl fikir ve bağlardan
(kötülüklerden) uzaklaşmalarına yardımcı olan âlimlerimiz, kâfir ve yerli
işbirlikçileri tarafından kamuoyu taarruzu altındadır.
“Âlime hürmet eden, bana hürmet etmiş, onu
ziyaret eden beni ziyaret etmiş olur.”[6]
Sözüyle bizlere nasihat eden Resulümüz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in aksine
onlardan yani şer’î hükümlerden uzaklaşmamızı istemektedirler.
Eğer bizler bu duruma
sükût edip âlim kimselere sahip çıkmazsak efendimizin buyurduğu gibi “İyiler
sükût ederse, hepsi helak olur.” Çünkü âlim kimselere işlenen zulüm
karşısında susup, imkânlarımız varken önlemezsek, toplumsal bir bela karşısında
hepimiz helak oluruz.
Peki âlimlerimize nasıl sahip çıkmalıyız?
- Hakkı hak bilip
ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan uzak duran âlimleri tanımalıyız,
eserlerini okumalıyız, sohbet ortamlarına iştirak etmeliyiz.
- Âlimlerimizi
toplumsal meselelere yönlendirmeliyiz ve görüşlerinin şer’î delillerini
öğrenmeliyiz.
- İslâm’dan
benimsemeler yapmalarını ve ümmete maslahatlarını göstermelerini talep
etmeliyiz.
- Âlimlerin kendi
zatlarına değil, ilimlerine ve şer’î hükümlerine teslim olmalıyız.
- İnsanlara,
sömürgecilerin planlarını açıkladıklarında onlarla birlikte sömürgecilerin
planlarını deşifre etmeliyiz.
- Âlimlerimizle
birlikte İslâm topraklarında yaşayan Müslümanları kapitalist, demokratik
düşüncelerin ve Batı hadaratının kötülüklerini anlatmalıyız.
- İslâmi hayatı
başlatma çalışmalarında onların yardımcıları olmalıyız.
- Âlimlerin
özellikle metot hükümleri hakkında görüşlerini ifade etmelerini sağlayacakları
ortamlar hazırlamalıyız.
- Âlimler, şer’î
hükümler ile yöneticileri muhasebe ettikleri zaman onların arkasında durup
desteklemeliyiz.
- Âlimler,
yöneticilerin hatalarını gizliyor ve onların isteklerine göre hüküm veriyorsa, âlimlerimize
nasihat etmeliyiz.
- Âlimleri
karalayan medya organlarına tepkilerimizi belirtmeliyiz. Onların iftira ve
yalanlarına inanmamalıyız.
- Maddi ve manevi
duacıları ve destekleyicileri olmalıyız.
Âlimlerimiz,
bizlere şer’î hükümleri gösteren rehberlerimizdir. Onlar, dünya ve ahiretin
ışıklarıdır. Eğer şer’î hükümler ile amel eden âlimlerimiz olmazsa, Müslümanlar
helak olur. Peygamber Efendimiz SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in bizlere buyurduğu gibi:
اغْدُ عَالِمًا أَوْ مُتَعَلِّمًا أَوْ
مُسْتَمِعًا أَوْ مُحِبًّا وَلا تَكُنِ الْخَامِسَ فَتَهْلِكَ
“Ya âlim, ya
öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven(sahip çıkan) olun. Yoksa helak
olursunuz.”[7] Efendimizin başka
bir rivayetinde belirtiği gibi; bir âlimin ölmesi, (yani toplumdan
soyutlanması) bir şehir halkının ölümünden daha büyük ziyandır. Sömürgeci kâfirlerin ve onların
yerli uzantıları aracılıyla âlimlerimize ve İslâm’ın hükümlerine uzattıkları
dillerini ve ellerini, âlimlerimize ve şer’î hükümlere sahip çıkarak
engellemeliyiz.
Yaşadığımız şu
zaman diliminde Müslümanlar olarak bizlere şer’î hükümleri hatırlatan ve İslâm
ile hüküm veren âlimlerimize sahip çıkmalıyız. Bugün sömürgeci kâfirler dünya
hayatının zorlukları ile adeta etrafımıza bir çember çizmekte; bizlere de bu
çemberin dışına sakın çıkmayın, başka bir yöne yönelmeyin diyerek tehditlerini
savurmaktadırlar. Çizdikleri çemberi her gün daraltmakta ve Müslümanlara
dünyevi korkular salmaktadırlar. Böylece İslâm’dan ve şiarlarından ödün
vermemizi beklemektedirler. Müslümanların bu korku çemberini çiğneyip
çıkmalarını sağlayacak tek kurtarıcıları ise İslâm akidesini ve şer’î hükümleri
onlara hatırlatan fikrî liderliğe sahip âlimlerdir. Müslümanlara şer’î hükümler
ile öncülük yapan âlimlerin arkasından yürüyerek sömürgeci kâfir devletlerin
Müslümanların topraklarındaki hegemonyalarını/iradelerini kırmalıyız. Bu
hususta bir an olsun tereddüt edip sömürgeci kâfirlerden ve yerli
uzantılarından korkmamalıyız. Aksi tahkirde Nasrettin Hoca ve Timur’un hikâyesindeki
köylüler gibi oluruz… Âlimlerimizi de kendi ellerimizle saray molalarına
çevirmiş oluruz.
Unutmayın! Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurduğu
gibi: “Âlim, Allahu Teâlâ’nın güvendiği kimsedir.”[8]
[1]
Muslim
[2]
Taberânî
[3]
Maverdi
[4]
İbni Hibban, İbni Mace, Ebu Davud
[5]
Fatır Suresi 28
[6]
İ. Rafii
[7]
Beyheki
[8]
Deylemi
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış