Tarihte birçok ünlü
söz vardır. Yüzlerce yıl hatta binlerce yıl hafızalarda kalır ve konuya mutabık
düştüğünde söylenir. İslâm kültüründe de benzer şekilde yer etmiş ayetler,
hadisler, sözler vardır. En meşhurlarından biri de Yusuf Aleyhi’s
Selam’ın şu sözüdür:
“Zindan beni
çağırdıkları şeyden benim için daha hayırlıdır.”
Batılın karşısında
Hakkın yanında dimdik durmanın, zalimler karşısında eğilmemenin, zafiyet
göstermemenin, en zor anlarda dahi inancından ödün vermemenin; meydan okumanın,
fedakârlığın, imanın kelimelere dökülmesidir, bu söz. Tehditle, baskıyla,
parayla imanın satın alınabileceğini zannedenlere atılmış bir tokattır, bu söz!
Karşılaştığımız her zorlukta aklımıza gelmesi gereken bir söz!
Üç öğün yemek yok!
Telefon hakkı yok! Açık-kapalı görüş yok! Kantin yok! Manav yok! Terzi yok!
Berber yok! Ölmeyecek kadar yemek ve yaz-kış giydikleri elbise, bitmeyen bir
zulüm ve işkence… işte bu şartlar altında söylenmiş bir söz ve tercih!
Bu söz, aslında Yusuf
Aleyhi’s Selam’ın hayatının özetidir. İnsanlığa verdiği mesajdır.
Müslümanlara bıraktığı mirastır. Maalesef ki bu mirasa da göz dikenler, Yusuf Aleyhi’s
Selam’ın ibretlik kıssasını kendi emelleri ve fikirleri için kullananlar
olmuştur ve hâlen olmaktadır. Yüzyıllar sonra Yusuf Aleyhi’s Selam’ın bu
takvası göz ardı edilerek onun üzerinden bilerek ya da bilmeyerek haramlar
helalleştirilmeye çalışılmaktadır.
Çizilen senaryo
şöyle: “Yusuf Aleyhi’s Selam Allah’ın yardımıyla kuyudan çıktıktan, köle
olarak satıldıktan, iftiraya uğrayıp zindana atıldıktan sonra Mısır Kralı’nın
rüyasını yorumlamış ve kendisini zindandan kurtarmıştı. Mısır Kralı’na maliye
bakanı olmayı teklif etmişti. Ayette bu konu şöyle geçmektedir: [قَالَ
اجْعَلْنِي عَلَى خَزَآئِنِ الأَرْضِ إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ] “Beni ülkenin hazinelerinin başına
getir. Şüphesiz ben iyi koruyucu ve iyi bilen biriyim’ dedi.”[1] Bu
teklif kabul edilmiş ve Yusuf Aleyhi’s Selam maliyeden sorumlu bakan olmuştur.
Mısır devleti küfür ile hükmeden bir devlettir. Bu devlette yönetici olmak da
küfürdür. Ancak Yusuf Aleyhi’s Selam bu devletin içine sızarak gerçek amacını
gizleyerek yönetime gelmiş ve yaptığı uygulamalarla Allah’ın dininin
yayılmasını sağlamıştır. Nitekim çok sürmeden Mısır’da putperestlik
kalmamıştır. Bu bizim için şer’î bir delildir. Biz de bugün küfür sistemi
içerisine girip yönetici olup İslâm’ı yaymalıyız. Dolayısıyla bu amaç için
parlamentoya giren, cumhurbaşkanlığına aday olan kişilerin desteklenmesi
bırakın caiz olmayı İslâmi bir sorumluluktur.”
Evet, onların
iddiaları bu yönde. Bu iddia birkaç açıdan hatalıdır ve değersizdir.
1- Kur’an-ı Kerim’de
anlatılan bu kıssanın öznesi Yusuf Aleyhi’s Selam’dır yani bir nebidir.
Nebilerin ve rasullerin “ismet” sıfatı sahibi olduğunu sanırım bilmeyen yoktur.
Bir nebi ya da rasulün günah işlemesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Şayet biz
“Onlar da insan, onlar da günah işleyebilir.” dersek kendilerine
gönderilen risalette şüphe meydana gelir ki bu mümkün değildir. Böyle bir
durumda hak ile batıl birbirine karışır; nebinin fiillerinden hangisi şeriattan,
hangisi değil bilinemez. En büyük günahlar bile şeriattan bir parça olarak
kabul edilebilir. Küfür ile hükmetmek sanırım en büyük günahlardandır.
Dolayısıyla “Yusuf Alehi’s Selam Allah’ın kendisine emrettiği hükümleri terk
ederek Mısır Kralı’nın hükümleriyle hükmetti.” demek, çok büyük bir
yanılgıdan ibarettir. Şayet durum böyle olmuş olsaydı Rabbimiz kendisini niçin
övsün? Niçin örnek olarak göstersin? Kur’an-ı Kerim, Yusuf Aleyhi’s Selam’dan
şöyle bahseder:
[وَلَمَّا
بَلَغَ اَشُدَّهُٓ اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي
الْمُحْسِن۪ينَ] “(Yusuf) erginlik çağına erince ona hükmetme ve ilim
verdik. İşte muhsinleri Biz böyle mükâfatlandırırız.”[2]
[كَذٰلِكَ
لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا
الْمُخْلَص۪ينَ] “İşte böylece Biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak
için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz ki o, ihlaslı kullarımızdandı.”[3]
Rabbimizin “ihlaslı
kullarımızdandı” dediği Yusuf Aleyhi’s Selam’ın “Rabbine rağmen
hareket ettiğini” söylemek nasıl bir akıl tutulmasının ürünüdür.
2- “Yusuf Aleyhi’s
Selam’ın ihlası tartışılmaz. Biz de zaten Allah’ın emirlerini çiğneyerek bu işi
yaptı demiyoruz. Bilakis Allah’ın ona izin vermesiyle böyle bir yola girdi.” diyenlere cevaben
deriz ki: Allah Subhanehu ve Teâlâ, bazı konularda nebi ve rasullere
özel izin vermiştir. Özel izin ise sadece nebi ve rasuller için geçerlidir.
Başkaları için geçerli değildir. Şayet Yusuf Aleyhi’s Selam döneminde
Allah’ın indirdikleri harici kanun ve nizamlarla hükmetmek için genel bir izin
gelmiş ise o zaman “bizden önceki şeriatlar” konusuna bakmamız gerekmektedir.
Geçmiş şeriatlar
bizim için şer’î bir delil olabilir mi? Bu konu hakkında iki görüş
bulunmaktadır. Birinci görüşe göre; geçmiş şeriatların şer’î açıdan bir değeri
yoktur. Allah’ın Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e
gönderilen şeriat, geçmiş şeriatları ilga etmiştir. Bu şeriatlar örnek
gösterilerek hükümler vermek caiz değildir. Bu görüşe göre Yusuf Aleyhi’s
Selam’ın yaptığı fiillerin bağlayıcılığı yoktur ve bizim için şer’î delil
olamaz. İkinci bir görüşe göre; yeni şeriat geldiğinde eski şeriatın bazı
hükümlerini onaylar bazı hükümlerini nesheder yani yürürlükten kaldırır.
Neshedilmeyen hükümler yeni şeriat için de geçerlidir. Bu görüşe göre Yusuf Aleyhi’s
Selam’ın fiilleri Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e gönderilen
şeriat tarafından neshedilmemiş ise geçerlidir ve şer’î delil olarak
alınabilir. Bu görüşü doğru kabul ettiğimizi farz edelim. Peki, Kur’an ve
Sünnet geçici de olsa küfür hükümleriyle hükmetmeyi serbest bırakmış mıdır? Bu
konu hakkında bir izin var mıdır? Bakalım…
En çok bilinen hadis
ile başlayalım: Kureyş’in ileri gelenleri Ebu Talib’i ziyaret ederek bazı
tekliflerde bulunmuşlardır. “Ey Ebu Talib! Kardeşinin oğlu zengin olmak
istiyorsa onu zengin yapalım. Başımıza yetkili olmak istiyorsa onu başımıza
başkan yapalım. Arzu ediyorsa onu Mekke’nin en güzel kızı ile evlendirelim. Ne
olur Muhammed ilahlarımızı kötülemekten vazgeçsin. Eğer bu söylemlerinden
vazgeçmezse ikinci bir teklifimiz daha var onu kabul etsin…” dediler. Ebu
Talib sordu: “İkinci teklifiniz nedir?” Mekke’nin ileri gelen müşrikleri
dediler ki “Muhammed bizim ilahlarımıza bir sene tapsın, inansın. Biz de
onun ilahına bir sene tapalım. Böylece biz ve o bütün işlerimizde anlaşmış
oluruz. Eğer bizim ilâhlarımız doğru ise Muhammed onlardan nasibini almış
olsun. Yok, Muhammed’in dini doğru ise biz de ondan nasibimizi almış oluruz.” dediler.
Ebu Talib teklifi ilettiğinde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şu
meşhur sözü söyledi: “Güneşi indirip sağ elime, ayı indirip sol elime
verseler yine de ben hak yol olan davamdan vazgeçmem. Allah’a başkasını ortak
koşmaktan yine Allah’a sığınırım…”
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem, bu sözünde ne kadar ciddi olduğunu fiilleriyle de ortaya
koydu. Hiçbir zaman onların tekliflerine meyletmedi. Hiçbir zaman kolaya
kaçmadı. Hiçbir zaman onlardanmış gibi görünmeye yeltenmedi. Bilakis kendisine
gönderilen şeriatı tüm zorluklara rağmen açık bir şekilde tebliğ etti.
Kur’an-ı Kerim’de
hükmetmeyle alakalı birçok ayet mevcuttur. Buraya iki tanesini almamız kâfidir.
[فَلاَ
وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ
لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ
تَسْلِيمًا] “Hayır, öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında
çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde
hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş
olmazlar.”[4]
[وَأَنِ احْكُم
بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن
يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ
أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا
مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ] “Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların
hevalarına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni
şaşırtmamaları için onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir
kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz,
insanların çoğu fasıklardır.”[5]
Daha birçok ayet ve
hadiste hangi şart ve koşulda olursa olsun Allah’ın indirdikleri haricinde
hükmetme yasaklanmaktadır. Dolayısıyla “bizden öncekilerin şeriatları bizim
için geçerli midir, geçerli değil midir” tartışmasına girmeden bile Yusuf Aleyhi’s
Selam’ı delil getirerek küfür ile hükmetmeye cevaz verilmesinin batıl
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Burada “Peki
geçmiş nebi ve rasullerin kıssaları neden var?” diye sorulabilir. Elbette
nebi ve rasullerin kıssaları nebi ve rasulleri örnek almak içindir. Ancak bu
örneklik şeriatlarıyla ilgili bir örneklik olmayıp zalimler, kâfirler,
müstekbirler karşısında takındıkları tavır ve sergiledikleri duruş ile alakalı
bir örnekliktir. Mesela; Kur’an’da, İbrahim Aleyhi’s Selam’ın İsmail Aleyhi’s
Selam’ı kurban etme kıssası anlatılırken çocukların kurban edilmesini değil
de onların fedakârlıklarını ve teslimiyetlerini alır kendimize örnek ediniriz.
Hakeza diğer kıssalar da aynıdır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
[لِكُلٍّ جَعَلْنَا
مِنْكُمْ شِرْعَةً] “Sizden her biriniz (nebiler, rasuller ve ümmeti) için bir
şeriat ve bir metot belirledik.”[6]
İlk bakışta Yusuf Aleyhi’s
Selam kıssasının böylesine farklı bir şekilde yorumlanması iyi niyetli bir
yorum farkı olarak algılanabilir ama karineler bundan daha vahim bir durumu
işaret etmektedir. Yusuf Aleyhi’s Selam kısasına böylesine bir yorum
katanlar, başka ayetleri de kendi nefislerine hatta hizmet ettikleri kesimlerin
arzularına göre tefsir etmişler, yorumlamışlar ve İslâm ümmetinde İslâmi
anlayışı fesada uğratmaya çalışmışlardır. Örneğin; Muhammed Abduh, [وَمَن لَّمْ
يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ] “Allah’ın
indirdikleri ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.”[7]
ayetini tefsir ederken şu cümleleri kullanmıştır:
"Dâru’l-Harp,
İslâm hükümlerinin uygulanacağı bir yer değildir. Bu nedenle, dinde
Müslümanları fitneye düşmekten emin kılacak bir maslahat veya bir özrün
bulunması durumu müstesna, oradan hicret etmek vaciptir. Hükümet işlerinin
üstlenilmesi gibi bir yolla Müslümanların çıkarlarını koruyacak, İslâm’ın
nüfuzunu kuvvetlendirecek bir vesilenin olmadığı bir durumda ve özellikle de
İngiliz hükümeti gibi milletler ve halklar arasında adalete daha yakın ve
kolaylaştırıcı, toleranslı bir hükümetin hâkim olduğu bir bölgede, gücü
yettiğince İslâm hükümlerini kuvvetlendirebilecek ve Müslümanlara hizmet
edebilecek bir kimsenin ikamet etmesi gerekir. Birçok konuda işleri hâkimlerin
içtihadına bıraktığı için bu devletin (İngiltere’nin) kanunları İslâm şeriatına,
diğer devletlerin kanunlarından daha fazla yakındır. İslâm’da kadılık/hâkimlik
yapmaya ehil olan bir kimse iyi bir niyet ve sağlam bir kasıtla Hindistan’da
hâkimlik görevinde bulunsa Müslümanlara büyük hizmetlerde bulunabilir. İlim ve
basiret sahibi kimseler, yargı ve yargı dışındaki hükümet işlerini, küfür
kanunları ile hükmetmenin günah olacağı düşüncesiyle terk ederlerse
Müslümanların dinî ve dünyevi işlerinin önemli bir kısmının yok olup gideceği
açıkça ortadadır.” ve
devamla "Hindistan’daki Müslümanların, İngiliz hükümetinde böylesi bir
görev almaları ve İngiliz kanunları ile hükmetmeyi kabullenmeleri de yukarıda
anlatılanlardandır. Böylesi bir amel, bir ruhsattır ve Müslümanların
çıkarlarını korumayı, İslâm’ı desteklemeyi kasteden bir azimet durumu yoksa ‘iki
zarardan/günahtan daha hafif olan bir günah işlenir’ kaidesi kapsamına girer.”
Abduh’un, “El-Menar”
adlı tefsirinde kullandığı lafızlara bile zehir bulaşmıştır. Hilâfet’i yıkan,
İslâm ümmetini parçalayan, sömürgeleştiren İngiltere açık bir şekilde övülmüş
ve şeytanın kanunları, “İslâm’a en yakın kanunlar” olarak
bahsedilmiştir. İngiliz sevgisiyle yazılmış bu tefsirin alınması, delil olarak
gösterilmesi felaketten başka bir şey değildir. Ne hazindir ki İngilizleri
yücelten bu adam, bazı İslâmi kesimler tarafından el üstünde tutulurken; “Müslüman
anneler, çocuklarına süt emzirdikleri gibi, İngiliz düşmanlığını ve onlardan
intikam almayı da emzirmelidirler." diyen Hizb-ut Tahrir’in kurucusu
Şeyh Takiyyuddîn en Nebhânî’yi bu kesimler, “İngilizlerden para alan bir adam”
olarak göstermekten, böylesine bir kara propagandayı yaymaktan utanmamışlardır.
Toparlayacak olursak…
Yusuf Aleyhi’s Selam kıssası, küfür hükümleriyle hükmetmenin caiz
olduğuna dair bir delil olarak kabul edilemez. Yusuf Aleyhi’s Selam’a
böyle bir şeyi isnat etmekten Allah’a sığınırız. Zira O, “ismet” sıfatına sahip
bir nebidir. Bize göre; önceki şeriatlar bizim için bağlayıcı değildir. Her
ümmet için ayrı bir şeriat gelmiştir. Son şeriat ise Allah’ın Rasulü Muhammed SallAllahu
Aleyhi ve Sellem tarafından bize tebliğ edilen İslâm’dır. İslâm ise Allah’ın
indirdikleri haricinde herhangi bir şeyle hükmetmeyi haram kılmıştır. Bu işi
yapanları zalim, fasık ilan etmiş. İslâm’dan başka bir nizamı benimseyerek
tatbik edenlere ise “kâfir” olarak hitap etmiştir. Geçmiş nebi ve rasullerin
kıssalarından alınacak olan şeriatları değil, zalimlere karşı takındıkları
örnek tavırlardır.
Dünya hayatı kısacık
bir hayattır. Bu hayatta her şeyin bir bedeli vardır. “Teslim oldum
âlemlerin Rabbine!” demenin de bir bedeli vardır. Şartsız, kayıtsız,
gerekçesiz, “ama”sız, “fakat”sız teslim olanlar İslâm’dan başka kendisine bir
yol arayamaz. Nefsi ile dini arasında gelgitler yaşayanlar ise ne kadar delil
getirseniz de kendi isteğine uygun bir çıkış yolu illaki bulacaktır. Ancak
onlar, kazananlardan değil kaybedenlerden olacaktır. Belki aklen bu dünyada
kazanır gibi gözükseler de hem bu dünyada hem de ahirette kaybedeceklerdir.
İbrahim Aleyhi’s
Selam gibi teslim olanlar ise hem bu dünyada hem de ahirette kazananlardan
olacaktır. Bu, sünnetullahtır, haktır, inançtır ve gerçekleşecektir!
[اَلَّذٖينَ
اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ] “O iman
edip salih amel işleyenler var ya; işte dünyada huzurlu bir hayat, ahirette de
varılacak yerlerin en güzeli olan cennet onları beklemektedir.”[8]
[1]
Yusuf Suresi 55
[2]
Yusuf Suresi 22
[3]
Yusuf Suresi 24
[4]
Nisa Suresi 65
[5]
Nisa Suresi 49
[6]
Maide Suresi 48
[7]
Maide Suresi 47
[8]
Rad Suresi 29
Yorumlar