Kavramlar, tanımlar
ve mefhumlar insanların hayatlarını şekillendiren yol haritaları gibidir.
İnsanların zihin dünyaları ve akliyet yapıları, tanımları yapılmış olan bu
kavramlar ve vakıaları idrak edilmiş mefhumlar üzerinden şekillenir. Bunun
üzerinden insan, eşya ve olaylara karşı bir düşünüş biçimine sahip olur.
Ardından bu düşünüş biçimi insanların eğilimlerini etkileyerek davranışlarını
şekillendirir. Yine toplum hayatında insanlar, ilişkilerini de sahip oldukları
fikirler ve duygular üzerinden yürütürler. Bu fikirlerin ve duyguların büyük
bir bölümü de tanımları yapılmış kavramlar ve vakıaları idrak edilmiş mefhumlar
yoluyla oluşur. Kısacası bir kavramı tanımlamak hem insan hem de toplum hayatı
için son derece önemlidir.
Bunun önemini
kavrayan Batılılar, birçok kavram ihdas etmiş, kendi ideolojileri ve hedefleri
çerçevesinde tanımlamalar yapmışlardır. Böylece insanları ve toplumları kendi
ideolojileri ve hayata bakışları ile şekillendirmeye çalışmışlardır. Akla ve
fıtrata aykırı olan ideolojileri sebebiyle de yeryüzünde büyük bir ifsada sebep
olmuşlardır. İşte bu kavramlar ve tanımlardan bazıları da İslâm’ı ve
Müslümanları tasvir ve kategorize eden kavram ve tanımlardır. Bu kavram ve
tanımlar ile insanların zihinlerini doldurmak aynı zamanda Batılıların
Müslümanlara karşı yürüttüğü yok edici savaşın büyük bir parçasıdır. Maalesef
Müslüman düşünür ve kanaat önderleri de Batılıların ürettiği bu kavramları
pervasızca kullanmakta ve zihinleri iğfal eden bu kavramlar ve tanımlar böylece
Müslüman zihinlerde ve kamuoyunda hızla yayılmaktadır. “Siyasal İslâm”, “Ilımlı
İslâm”, “Fundamentalist İslâm (Köktencilik)”, “Muhafazakâr İslâm” vb. gibi
kavram ve söylemler içlerini Batılıların doldurduğu tanımlamalarla İslâm’ı ve
Müslümanları kategorize etmekte, İslâmi hayatın önünde bir engel oluşturmakta
ve Müslümanlar arasında ayrılıkları körüklemektedir.
Örneğin fundamentalizm
(köktencilik) ilk defa, M. 19. asrın sonlarına doğru Hristiyanlığın hayatın
işlerinden uzaklaştırılmasından sonra, bilimsel ve sanayi ilerlemelere tepki
gösterip Protestan inançlarını esas alan Avrupa’da ortaya çıkmış akımları
tanımlamak için kullanılmış bir kavramdı. Bu kavram zamanla Avrupalıların
zihinlerine, bilim ve ilerlemenin düşmanları olarak kazındı. Aynı şekilde
kapitalist ideolojinin muhalifi olan dinî hareketlere karşı kullanılan bir
kavramsal dayanak hâline geldi. Ardından birçok İslâmi hareket ve mensupları,
Batılı düşünürler ve siyasetçiler tarafından, daha sonra da onların yolunu
izleyen bazı Müslümanlar tarafından, fundamentalist olmakla itham edildiler. İslâmi
hareketlerin fundamentalizmle vasıflandırılıp, tarif edilmesinden sonra da İslâmi
hareketlere karşı, evrensel bir kamuoyu oluşturup onlara karşı koymak ve
saldırmak için imkân buldular. Çünkü onlara göre fundamentalizm, gerici ve
tepkisel, bilimsel ve sanayi ilerlemelerine karşı çıkmaktır. Böylece İslâmi
hareketlere karşı sert tedbirlerin alınmasına haklılık kazandırıldı.
Bunun gibi birçok
kavram Batılılar tarafından özellikle üretilip ve titizlikle tanımlanıp,
kamuoyu araçları ile hedef ve planlarına hizmet eder şekilde
yaygınlaştırılmaktadır. İşte bu kavramlardan en önemlisi, en yaygını ve en
spekülatif olanı ise İslâmcılık kavramıdır. Özellikle ülkemizde en sık
kullanılan ve en yaygın kavramlardan birisi olmasına rağmen tam olarak İslâmcılığın
ne olduğu hakkında net bir tanımlamaya sahip değiliz. İslâmcılık nedir? diye
sorulduğunda sınırları çizilmiş ve net bir tasavvur veren bir tanımdan söz
edemiyoruz. Örneğin İslâmcılık ile İslâm, İslâmcı ile Müslüman arasında nasıl
bir fark ve ayrım vardır? diye sorduğumuzda, sorunun muhatapları olan ve bu
kavramı sıklıkla kullanan kesimlerden net bir sonuç almamız mümkün
olmamaktadır. Bu kafa karışıklığının en önemli sebebi bu kavramı ihdas edenin
Müslümanlar değil, Batılılar olmasındandır. Bu sebeple İslâmcılığı tanımlamakta
bir sorunsal ortaya çıkmakta, Batı’nın çizdiği sınırlar ile İslâm’ın çizdiği
sınırların çatışması bu sorunsalı daha da genişletmektedir.
İslâmcılık kavramı Batılı kaynaklarda
geçen İslâmizm kavramının karşılığı olarak kullanılmaktadır. Zira İslâmizm
kavramı Türkçeye tercüme edildiğinde ya İslâm ya da İslâmcılık şeklinde tercüme
edilmesi gerekir. Ancak İslâm olarak çevrildiğinde bu kelimeyi kasıtlı olarak
kullanan Batılıların kastettiği mana, dinleyiciler tarafından anlaşılmamaktadır.
Zira onların kastı İslâm’ı ve Müslümanları kategorize etmektir. Fakat başka
dünya görüşleri için bu formdaki bir kullanım, istenilen anlamı ifade etmek
için gayet elverişli olabilmektedir. Örneğin kapitalizm, sosyalizm, komünizm, nasyonalizm,
sekülerizm ve Budizm gibi. Bu kavramlar kullanıldığında istenilen anlam ifade
edilebilmektedir. Kapitalizm dendiğinde bu ideoloji ve ondan türemiş düşünceler
anlaşılır. Yine sosyalizm denildiğinde bu ideolojinin akidesi ve bu akideden
çıkan tüm fikirler ve nizamlar anlaşılır. Diğer izimler de böyledir. Bu sebeple
bunlara kıyasla İslâmizm kelimesinin de İslâm ve ondan türeyen bütün
düşünceleri ifade etmesi, kullananların da bu manada kullanmaları gerekirdi.
Lakin kelimenin İngilizce kullanımlarında, kastedilen mana bu değildir. Bilakis
spesifik olarak onlar siyasi İslâmi düşünceleri kastetmektedirler. Yani İslâm’ı,
sadece inanç, ibadet ve ahlaki esasları ile değil de tüm hayat nizamları ile
birlikte, bir bütün olarak hayata hâkim olması için çalışanları kastetmektedirler.
Onlar İslâmizm sözcüğü ile siyasal İslâm veya siyaset fıkhını, daha öz bir
ifadeyle Hilâfet ve onunla ilgili düşünceleri kastediyorlar. Bu anlayışı veya İslâm’ın
bu kısmını ya da yönetimle ilgili hükümleri, Müslümanların bu yöndeki çalışmalarını
ve yönelişlerini ifade etmek istiyorlar.
İslâmcılık
kavramının ihtiva ettiği siyasal İslâm kavramına gelince, yine Batılı
kaynaklar ve makalelerde geçen bu terkip, hızla yaygınlık kazanmış, birbirine
zıt ve henüz açıklık kazanmamış bir anlamda kullanılır olmuştur. Siyasal İslâm
terkibi, bir ıstılah olarak kullanılacağında mutlaka dikkatli kullanılması ve
içerdiği anlamın ve mefhumun belirlenmesi gerekmektedir. Oysa ki bu kavrama
atıf yapılan araştırmaların ve makalelerin çoğunda “Devlet ve yönetimde
şeriatın tatbik edilmesi için çalışanların gündeme getirdiği siyasi düşünceler.”
şeklinde çok genel bir tanımlama yapılmaktadır. Bu tanımlama ile
somutlaştırılmış ve titizlikle belirlenmiş bir kullanımının olmadığı
görülmektedir. Zira laikler ve İslâmi her tür meseleye ön yargıyla yaklaşan İslâm’a
garazkâr çevreler bir kenara, bu konuda yazanların çoğu meselenin özünü
kavramaktan aciz bir şekilde bilip bilmeden rastgele yazmakta ve konuşmaktadır.
Bunların yazdıkları ve konuştuklarına bakılacak olursa siyasal İslâm; her türlü
İslâmi siyasi yöneliş ya da İslâmi hareket veya şahsiyetlerin görüşüdür. Bu
tanımlamalar ile zannedersin ki özünde İslâm’ın zaten siyasetle bir ilişkisi ve
kamusal alanla ilgili hiçbir hükmü yoktur. Sanki İslâm bütün bu alanları insana
bırakmış; uygun gördükleri şekilde ya da konjonktürün ve genel maslahatların el
verdiği ölçüde insanlar bu alanları kendileri düzenleyebilir. Böyle bir
yaklaşım tabii ki sahiplerinin cehaletini ve İslâmcılık ile siyasal İslâm
kavramlarını bilinçsizce kullananların kasıtlarını ifşa etmektedir. İşte bu
durum “siyasal İslâm” terkibinin ifade ettiği anlam ve bununla ilgili tutumun
ortaya konulmasını zorunlu kılmaktadır.
Öncelikle gerek İslâmcılık
kavramının gerekse de siyasal İslâm kavramının, Batılıların tanımladığı ve
kastettiği şekilde kullanılması iki büyük tehlikeyi ortaya çıkarmaktadır.
Bunlardan birincisi; siyasi olan ve siyasi olmayan birden çok İslâm olduğu
çağrışımını ve algısını oluşturmasıdır. Oysaki bu algı, büyük bir hata ve büyük
bir tuzaktır. Zira İslâm birdir ve çeşitlilik arz etmez. Bu sebeple İslâm’da
ismi siyasal İslâm olan bir mezhep, bir akım veya ekol bulunmamaktadır.
İnsanların fiilleri ile ilgili hükümler genel anlamıyla fıkıh veya şeriat
çerçevesinde değerlendirilir. Bu fiillerle ilgili hükümler ibadet, muamelat,
hadler veya ceza hükümleri şeklinde tasnif edilmiştir. İnsanların ilişkilerini
düzenleme ve kamunun işlerini idare etme kabilinden yönetimle ilgili hükümler
de genel anlamıyla fıkhın kapsamında düşünülmesi gereken şer’î hükümlerdir.
İşte siyaset bu alana ilişkin düşünce ve uygulamaların şer’î hükümler
çerçevesinde icra edilmesi demektir.
Bundan dolayı
“fıkhu’l-ibâdât” (ibadet fıkhı), “fıkhu’l-muâmelat” (muamelat fıkhı),
“fıkhu’l-hudûd ve’l ukûbât” (hadler ve ukubat fıkhı) dendiği gibi siyasal alan
da fıkhu’l-hüküm ve’s-siyâse” (yönetim ve siyaset fıkhı) veya
“ahkâmu’s-sultâniyye” (yönetim hükümleri) ya da fıkhu’d-düstûrî” (anayasa
fıkhı) ve benzeri tabir ve terminoloji ifade edilmiştir. Bu itibarla “Siyasal İslâm”
tabiri mecazi olarak İslâmi siyasi fıkıh anlamında kullanılacaksa bu anlamıyla
kullanımında bir beis yoktur. Ancak siyasal olan İslâm ve siyasal olmayan İslâm
şeklinde bir mefhumu çağrıştıran tanımıyla kullanılması kesinlikle batıldır.
İslâmcılık ve siyasal
İslâm kavramlarını Batılıların tanımladığı kasıt ile kullanmanın ikinci
tehlikesine gelince, onlar bu kavramları devlet ve yönetimde şeriatın tatbik
edilmesi için çalışanların gündeme getirdiği siyasi düşünceler şeklinde çok
genel bir tanımlama olarak kullanmaktadırlar. Bu genel ve neredeyse kapalı olan
tanımla, İslâm’ın siyasi fikirlerinin Müslümanlar tarafından üretilmiş bir
düşünce ve inanç olduğu vehmine insanları sürüklemektedir. Yani güya “İslâm’ın
yönetimle, ekonomi ile ve toplumsal hayat ile alakalı hükümleri yoktur, ancak
bazı İslâmi hareketler bu alanda fikirler ve hükümler üretmişlerdir.” şeklinde
bir algı oluşturulmaktadır. Oysa ki bu büyük bir tuzak ve saptırıcı bir
yaklaşımdır. Zira İslâm akla ve fıtrata uygun tertemiz bir akide ve hayata
ilişkin tüm fikir, hüküm ve nizamları içeren mükemmel bir dindir. İslâm’ın
sadece inanç, ibadet ve ahlaka ilişkin esaslar içerdiğini, hayata ilişkin
nizamlar içermediğini iddia etmek ya İslâm’a yönelik büyük bir cehalet ya
gözünü kapayıp güneşin varlığını inkâr etmek gibi bir ahmaklık ya İslâm’a
düşman olanların yaktığı ateşe destek olmaya çalışmak gibi bir ihanet ya da İslâm’ın
bir bölümüne iman edip bir bölümünü inkâr etmek gibi bir sapkınlıktır.
İşte İslâmcılık ve siyasal
İslâm kavramlarını kullananların dikkat etmeleri gereken başlıca iki tehlike
bunlardır. Ancak bu konuda konuşanların ve yazanların çoğunun bu tehlikeleri
görüp bu ayrımları yapabilecek basirete sahip olmadıklarına şahit olmaktayız.
Zira onlar cüzi meseleler ve tutumlar hususunda siyasi hükümler ve fikirlerle,
bu fikirlere kaynaklık eden esaslar veya genel eğilimlerin arasını ayırt
edemiyorlar. Bu düşüncelerin sabit bir ideolojiden ve akidevi bir esastan
türemiş olduğu gerçeğinin önemini görmezden geliyorlar. Başka bir ifadeyle
onlar, siyasal İslâm diye isimlendirdikleri şeyin akide ve inançlarının zorunlu
olarak kabul etmeyi gerektirdiği İslâm’ın bir cüzü olduğunu idrak edemiyorlar.
İşte bu gerçek
Müslümanlar içinde İslâmi siyasi yöneliş karşıtlarının içine düştükleri fikrî
düşüklüğün boyutunu göstermektedir. Onları bir yandan İslâm, Kur'an ve
makâsıdü’ş-şerîa (şeriatın genel amaçları) savunuculuğu yaparken görürken aynı
zamanda laiklik, özgürlük ve modern devlet dedikleri Batılı düşüncelerin
safında durduklarını da görüyoruz. Bu durum onlardaki fikrî çöküntü ve
çürümenin ne boyutta olduğunu göstermektedir. İşte kişiyi akidesinin
gerekliliklerini göremez hâle getiren ya da kendilerini “Laik Müslüman”
“Demokratik Müslüman” kimliğiyle tanımlar hâle düşüren şey bu fikrî çöküntü hâlidir.
Bu kimseler ilham aldıkları ve bir serap gibi peşinden sürüklendikleri Batılı
kaynaklarda geçen “İslâmizm” ve “Siyasal İslâm” kavramlarını ayırt edebilecek
bir yeterliliğe sahip de değiller.
İslâmcılığın ne
olduğu hakkındaki bu tanımlama sorunsalını ve Batılıların çizdiği sınırları
aşamayan bu kesimler, İslâmcılığın tarihî köklerini tespit etme noktasında da
hataya düşmektedirler. İslâmcılığın tarihî kökleri dediklerinde ya Osmanlı’nın
son dönemlerindeki Panislâmizm tartışmalarını esas alırlar ya cumhuriyet
dönemindeki bazı şahısları ve dergi çalışmalarını esas alırlar ya da Milli
Nizam Partisi gibi siyasi parti çalışmalarını esas alırlar. Oysaki İslâmcılığın
tarihî köklerini bu şekilde ortaya koymak doğru bir yaklaşım değildir. Zira İslâmcılık,
İslâm’ı akide ve tüm nizamlarıyla hayata hâkim kılma çalışması ise bunun
kökleri tüm Rasullerin, toplumlarını İslâm’a davet etme ve İslâm’ı hâkim kılma
mücadelesi ile özellikle de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
Mekke döneminde başlayan mücadelesi ile irtibatlamak en sağlıklı olanıdır.
İslâmcılığı hatalı
tanımlamanın yol açtığı diğer bir sorun ise yine Batılı yazarların başlattığı İslâmcılığın
iflası ve ölümü tartışmalarının yansımasıdır. Bir kısım Batılı yazarların İslâm
dünyasında İslâmcılığın ve siyasal İslâm’ın iflas ettiğini yazmasından sonra
özellikle ülkemizde İslâmcılık öldü mü? tartışmaları başlamış ve uzun müddet bu
tartışmalar devam etmiştir. Son dönemlerde her vesile ile İslâmcılık öldü
tartışmaları sık sık gündeme taşınmaktadır. Müslüman halkların özgüvenini yıkmayı,
onu mevcut dünya düzenine razı etme ve değişebileceğine dair ümitlerini
tüketerek bir daha dirilmemek üzere yenilgiyi kabullenmelerini hedefleyen bu
argüman, psikolojik ve medyatik harp enstrümanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu minvalde İslâmcılığın ya da siyasal İslâm’ın iflası tabiri, İslâm’ın siyasi
düşüncelerinin ve sisteminin iflas ettiği manasında kullanılmaktadır. Onların
kurguladıkları şekliyle İslâmcılığın iflası, bir hayat nizamı ve yaşayış biçimi
olarak İslâm’ın iflasını iddia etmektir. Bu ise İslâm’a karşı açık bir savaş
ilanıdır.
Bunun ardından
Batılılar “Post-İslâmizm” yani “İslâmcılık Ötesi” denilen bir
kavramı da kullanıma sokmuşlardır. “Post-İslâmcılık” tabiriyle kastettikleri
mana ise şudur: Siyasal İslâm düşüncesi iflas ettiğine ve çağın gerisinde
kaldığına göre, artık bundan sonra gündeme alınması gereken şey bu düşünceden
sıyrılıp ötesine nasıl geçilebileceği, İslâmcılık sonrasında nelerin
olabileceğini tasarlamaktır!
Batı’nın bununla
amaçladığı şey, Müslüman mahallesinde kendi dünya görüşlerinin yani dinin
hayattan ve devletten ayrılması demek olan laikliğin, yasama ve yönetimde
demokrasinin, iktisat ve mülkiyet meselelerinde kapitalizmin, insan hakları
konusunda kadın, eşcinsellik, cinsel sapkınlık ve diğer özgürlükler gibi
fikirlerin, kısacası tümüyle Batılı dünya görüşünden türetilmiş terminolojinin
halklar nezdinde kabul görmesini sağlamaktır. Dolayısıyla Batı’nın post-İslâmcılık
tabirini bütün bunları perdeleyen psikolojik bir savaş argümanı olarak
kullanması tabiidir, hatta aksi düşünülemez. Çünkü onlar İslâm’a karşı ilan
edilmiş psikolojik ve medyatik bir savaş yürütmektedirler. Böylece onlar bu
kavramlarla şunu söylemektedirler. “Ey Müslümanlar, sizin elinizdeki tek
siyasi argüman olan İslâmcılık ve siyasal İslâm argümanlarınız tükendi ve
bitti. Yönetimde, ekonomide ve toplumsal hayatta insanlığa sunabileceğiniz
elinizde hiçbir şey yok. Öyle ise benim ortaya koyduğum fikirlere ve nizamlara
teslim olun!”
İşte Batılıların
ürettiği İslâmcılık, siyasal İslâm ve post İslâmcılık kavramlarının, yine
Batılıların tanımladığı şekilde kullanılması ve bu çerçevede hükümler
verilmesinin açtığı sorunlar ve gerçekleştirdiği ifsatların genel özeti bu
şekildedir. Bu handikaptan ve tanımlama sorunsalından kurtulup İslâmcılığın;
İslâm’ı akide ve nizamlar olarak hayata hâkim kılma mücadelesi ve çalışması
olduğu, bunun kıyamete kadar her bir şuurlu Müslüman tarafından sürdürülecek
bir farziyet olup, İslâm’ın ta kendisi olduğu idrak edilmelidir.
Günümüzde İslâm’a
karşı küresel bir saldırının yürütüldüğü hiçbir Müslüman için artık saklı
değildir ve kanıta ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Ancak ihtiyaç duyulan şey
saldırının biçimini, boyutlarını, araç ve yöntemlerini keşfetmek ve ona karşı
dimdik durmaktır. Saldırının biçim ve boyutlarını, araç ve yöntemlerini, mevzi
ve stratejilerini, adamları ve araçlarını keşfedip, böyle bir saldırıya karşı
koymak için ümmetin güçlerinin olabildiğince seferber edilmesinin gerektiği
artık İslâmi camia tarafından idrak edilmelidir.
Batı’nın bu vb.
plan ve projelerine karşı durmak, argümanlarını çürütmek, demagojilerini açığa
vurmak ve nihayetinde bu komployu başarısız kılmak için, içeriğinin İslâm’a
göre tanımlandığı kavramlar ile yola çıkmanın zamanı çoktan gelmiş ve
geçmektedir. Ayrıca siyasi çalışmaya güvenlerini artırmak için Müslümanlarda
farkındalık oluşturmak ve İslâm esaslı değişimi hedeflemeleri için onları
harekete geçirmeyi amaçlamak her bir Müslüman kitle için de bir
zorunluluktur.
Görüldüğü gibi
Batılıların ve onların takipçilerinin ağızlarından çıkan her bir kavram ve
ıstılah aslında İslâm’a karşı yürüttükleri savaşta, Müslümanlara attıkları bir
ok mesabesindedir. Onların sabah akşam yaptıkları araştırmalarda, ürettikleri
kavramlarda, yazdıkları makale ve kitaplarda ve kullandıkları söylemlerde
gözettikleri en önemli gaye, İslâm’ın nurunu söndürmeye çalışmaktır. Ancak
onların bu çabaları Allah’ın izniyle ve samimi dava adamlarının gayretleri ile
asla başarıya ulaşamayacak ve güneşi üfleyerek söndürmeye çalışan ahmaklar
misali sadece kendi başlarını döndüreceklerdir. Yine onlar ne yaparlarsa
yapsınlar Allah nurunu tamamlayacaktır.
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ
بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ
الْكَافِرُونَ
“Onlar Allah'ın
nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ancak kâfirler istemese de Allah
nurunu mutlaka tamamlayacaktır.”[1]
Yorumlar