TANIMLAMA SORUNSALI BAĞLAMINDA İSLÂMCILIK VE SİYASAL İSLÂM NEDİR?

Serdar Yılmaz

Kavramlar, tanımlar ve mefhumlar insanların hayatlarını şekillendiren yol haritaları gibidir. İnsanların zihin dünyaları ve akliyet yapıları, tanımları yapılmış olan bu kavramlar ve vakıaları idrak edilmiş mefhumlar üzerinden şekillenir. Bunun üzerinden insan, eşya ve olaylara karşı bir düşünüş biçimine sahip olur. Ardından bu düşünüş biçimi insanların eğilimlerini etkileyerek davranışlarını şekillendirir. Yine toplum hayatında insanlar, ilişkilerini de sahip oldukları fikirler ve duygular üzerinden yürütürler. Bu fikirlerin ve duyguların büyük bir bölümü de tanımları yapılmış kavramlar ve vakıaları idrak edilmiş mefhumlar yoluyla oluşur. Kısacası bir kavramı tanımlamak hem insan hem de toplum hayatı için son derece önemlidir.

Bunun önemini kavrayan Batılılar, birçok kavram ihdas etmiş, kendi ideolojileri ve hedefleri çerçevesinde tanımlamalar yapmışlardır. Böylece insanları ve toplumları kendi ideolojileri ve hayata bakışları ile şekillendirmeye çalışmışlardır. Akla ve fıtrata aykırı olan ideolojileri sebebiyle de yeryüzünde büyük bir ifsada sebep olmuşlardır. İşte bu kavramlar ve tanımlardan bazıları da İslâm’ı ve Müslümanları tasvir ve kategorize eden kavram ve tanımlardır. Bu kavram ve tanımlar ile insanların zihinlerini doldurmak aynı zamanda Batılıların Müslümanlara karşı yürüttüğü yok edici savaşın büyük bir parçasıdır. Maalesef Müslüman düşünür ve kanaat önderleri de Batılıların ürettiği bu kavramları pervasızca kullanmakta ve zihinleri iğfal eden bu kavramlar ve tanımlar böylece Müslüman zihinlerde ve kamuoyunda hızla yayılmaktadır. “Siyasal İslâm”, “Ilımlı İslâm”, “Fundamentalist İslâm (Köktencilik)”, “Muhafazakâr İslâm” vb. gibi kavram ve söylemler içlerini Batılıların doldurduğu tanımlamalarla İslâm’ı ve Müslümanları kategorize etmekte, İslâmi hayatın önünde bir engel oluşturmakta ve Müslümanlar arasında ayrılıkları körüklemektedir.

Örneğin fundamentalizm (köktencilik) ilk defa, M. 19. asrın sonlarına doğru Hristiyanlığın hayatın işlerinden uzaklaştırılmasından sonra, bilimsel ve sanayi ilerlemelere tepki gösterip Protestan inançlarını esas alan Avrupa’da ortaya çıkmış akımları tanımlamak için kullanılmış bir kavramdı. Bu kavram zamanla Avrupalıların zihinlerine, bilim ve ilerlemenin düşmanları olarak kazındı. Aynı şekilde kapitalist ideolojinin muhalifi olan dinî hareketlere karşı kullanılan bir kavramsal dayanak hâline geldi. Ardından birçok İslâmi hareket ve mensupları, Batılı düşünürler ve siyasetçiler tarafından, daha sonra da onların yolunu izleyen bazı Müslümanlar tarafından, fundamentalist olmakla itham edildiler. İslâmi hareketlerin fundamentalizmle vasıflandırılıp, tarif edilmesinden sonra da İslâmi hareketlere karşı, evrensel bir kamuoyu oluşturup onlara karşı koymak ve saldırmak için imkân buldular. Çünkü onlara göre fundamentalizm, gerici ve tepkisel, bilimsel ve sanayi ilerlemelerine karşı çıkmaktır. Böylece İslâmi hareketlere karşı sert tedbirlerin alınmasına haklılık kazandırıldı.

Bunun gibi birçok kavram Batılılar tarafından özellikle üretilip ve titizlikle tanımlanıp, kamuoyu araçları ile hedef ve planlarına hizmet eder şekilde yaygınlaştırılmaktadır. İşte bu kavramlardan en önemlisi, en yaygını ve en spekülatif olanı ise İslâmcılık kavramıdır. Özellikle ülkemizde en sık kullanılan ve en yaygın kavramlardan birisi olmasına rağmen tam olarak İslâmcılığın ne olduğu hakkında net bir tanımlamaya sahip değiliz. İslâmcılık nedir? diye sorulduğunda sınırları çizilmiş ve net bir tasavvur veren bir tanımdan söz edemiyoruz. Örneğin İslâmcılık ile İslâm, İslâmcı ile Müslüman arasında nasıl bir fark ve ayrım vardır? diye sorduğumuzda, sorunun muhatapları olan ve bu kavramı sıklıkla kullanan kesimlerden net bir sonuç almamız mümkün olmamaktadır. Bu kafa karışıklığının en önemli sebebi bu kavramı ihdas edenin Müslümanlar değil, Batılılar olmasındandır. Bu sebeple İslâmcılığı tanımlamakta bir sorunsal ortaya çıkmakta, Batı’nın çizdiği sınırlar ile İslâm’ın çizdiği sınırların çatışması bu sorunsalı daha da genişletmektedir.

İslâmcılık kavramı Batılı kaynaklarda geçen İslâmizm kavramının karşılığı olarak kullanılmaktadır. Zira İslâmizm kavramı Türkçeye tercüme edildiğinde ya İslâm ya da İslâmcılık şeklinde tercüme edilmesi gerekir. Ancak İslâm olarak çevrildiğinde bu kelimeyi kasıtlı olarak kullanan Batılıların kastettiği mana, dinleyiciler tarafından anlaşılmamaktadır. Zira onların kastı İslâm’ı ve Müslümanları kategorize etmektir. Fakat başka dünya görüşleri için bu formdaki bir kullanım, istenilen anlamı ifade etmek için gayet elverişli olabilmektedir. Örneğin kapitalizm, sosyalizm, komünizm, nasyonalizm, sekülerizm ve Budizm gibi. Bu kavramlar kullanıldığında istenilen anlam ifade edilebilmektedir. Kapitalizm dendiğinde bu ideoloji ve ondan türemiş düşünceler anlaşılır. Yine sosyalizm denildiğinde bu ideolojinin akidesi ve bu akideden çıkan tüm fikirler ve nizamlar anlaşılır. Diğer izimler de böyledir. Bu sebeple bunlara kıyasla İslâmizm kelimesinin de İslâm ve ondan türeyen bütün düşünceleri ifade etmesi, kullananların da bu manada kullanmaları gerekirdi. Lakin kelimenin İngilizce kullanımlarında, kastedilen mana bu değildir. Bilakis spesifik olarak onlar siyasi İslâmi düşünceleri kastetmektedirler. Yani İslâm’ı, sadece inanç, ibadet ve ahlaki esasları ile değil de tüm hayat nizamları ile birlikte, bir bütün olarak hayata hâkim olması için çalışanları kastetmektedirler. Onlar İslâmizm sözcüğü ile siyasal İslâm veya siyaset fıkhını, daha öz bir ifadeyle Hilâfet ve onunla ilgili düşünceleri kastediyorlar. Bu anlayışı veya İslâm’ın bu kısmını ya da yönetimle ilgili hükümleri, Müslümanların bu yöndeki çalışmalarını ve yönelişlerini ifade etmek istiyorlar. 

İslâmcılık kavramının ihtiva ettiği siyasal İslâm kavramına gelince, yine Batılı kaynaklar ve makalelerde geçen bu terkip, hızla yaygınlık kazanmış, birbirine zıt ve henüz açıklık kazanmamış bir anlamda kullanılır olmuştur. Siyasal İslâm terkibi, bir ıstılah olarak kullanılacağında mutlaka dikkatli kullanılması ve içerdiği anlamın ve mefhumun belirlenmesi gerekmektedir. Oysa ki bu kavrama atıf yapılan araştırmaların ve makalelerin çoğunda “Devlet ve yönetimde şeriatın tatbik edilmesi için çalışanların gündeme getirdiği siyasi düşünceler.” şeklinde çok genel bir tanımlama yapılmaktadır. Bu tanımlama ile somutlaştırılmış ve titizlikle belirlenmiş bir kullanımının olmadığı görülmektedir. Zira laikler ve İslâmi her tür meseleye ön yargıyla yaklaşan İslâm’a garazkâr çevreler bir kenara, bu konuda yazanların çoğu meselenin özünü kavramaktan aciz bir şekilde bilip bilmeden rastgele yazmakta ve konuşmaktadır. Bunların yazdıkları ve konuştuklarına bakılacak olursa siyasal İslâm; her türlü İslâmi siyasi yöneliş ya da İslâmi hareket veya şahsiyetlerin görüşüdür. Bu tanımlamalar ile zannedersin ki özünde İslâm’ın zaten siyasetle bir ilişkisi ve kamusal alanla ilgili hiçbir hükmü yoktur. Sanki İslâm bütün bu alanları insana bırakmış; uygun gördükleri şekilde ya da konjonktürün ve genel maslahatların el verdiği ölçüde insanlar bu alanları kendileri düzenleyebilir. Böyle bir yaklaşım tabii ki sahiplerinin cehaletini ve İslâmcılık ile siyasal İslâm kavramlarını bilinçsizce kullananların kasıtlarını ifşa etmektedir. İşte bu durum “siyasal İslâm” terkibinin ifade ettiği anlam ve bununla ilgili tutumun ortaya konulmasını zorunlu kılmaktadır.

Öncelikle gerek İslâmcılık kavramının gerekse de siyasal İslâm kavramının, Batılıların tanımladığı ve kastettiği şekilde kullanılması iki büyük tehlikeyi ortaya çıkarmaktadır. Bunlardan birincisi; siyasi olan ve siyasi olmayan birden çok İslâm olduğu çağrışımını ve algısını oluşturmasıdır. Oysaki bu algı, büyük bir hata ve büyük bir tuzaktır. Zira İslâm birdir ve çeşitlilik arz etmez. Bu sebeple İslâm’da ismi siyasal İslâm olan bir mezhep, bir akım veya ekol bulunmamaktadır. İnsanların fiilleri ile ilgili hükümler genel anlamıyla fıkıh veya şeriat çerçevesinde değerlendirilir. Bu fiillerle ilgili hükümler ibadet, muamelat, hadler veya ceza hükümleri şeklinde tasnif edilmiştir. İnsanların ilişkilerini düzenleme ve kamunun işlerini idare etme kabilinden yönetimle ilgili hükümler de genel anlamıyla fıkhın kapsamında düşünülmesi gereken şer’î hükümlerdir. İşte siyaset bu alana ilişkin düşünce ve uygulamaların şer’î hükümler çerçevesinde icra edilmesi demektir.

Bundan dolayı “fıkhu’l-ibâdât” (ibadet fıkhı), “fıkhu’l-muâmelat” (muamelat fıkhı), “fıkhu’l-hudûd ve’l ukûbât” (hadler ve ukubat fıkhı) dendiği gibi siyasal alan da fıkhu’l-hüküm ve’s-siyâse” (yönetim ve siyaset fıkhı) veya “ahkâmu’s-sultâniyye” (yönetim hükümleri) ya da fıkhu’d-düstûrî” (anayasa fıkhı) ve benzeri tabir ve terminoloji ifade edilmiştir. Bu itibarla “Siyasal İslâm” tabiri mecazi olarak İslâmi siyasi fıkıh anlamında kullanılacaksa bu anlamıyla kullanımında bir beis yoktur. Ancak siyasal olan İslâm ve siyasal olmayan İslâm şeklinde bir mefhumu çağrıştıran tanımıyla kullanılması kesinlikle batıldır.

İslâmcılık ve siyasal İslâm kavramlarını Batılıların tanımladığı kasıt ile kullanmanın ikinci tehlikesine gelince, onlar bu kavramları devlet ve yönetimde şeriatın tatbik edilmesi için çalışanların gündeme getirdiği siyasi düşünceler şeklinde çok genel bir tanımlama olarak kullanmaktadırlar. Bu genel ve neredeyse kapalı olan tanımla, İslâm’ın siyasi fikirlerinin Müslümanlar tarafından üretilmiş bir düşünce ve inanç olduğu vehmine insanları sürüklemektedir. Yani güya “İslâm’ın yönetimle, ekonomi ile ve toplumsal hayat ile alakalı hükümleri yoktur, ancak bazı İslâmi hareketler bu alanda fikirler ve hükümler üretmişlerdir.” şeklinde bir algı oluşturulmaktadır. Oysa ki bu büyük bir tuzak ve saptırıcı bir yaklaşımdır. Zira İslâm akla ve fıtrata uygun tertemiz bir akide ve hayata ilişkin tüm fikir, hüküm ve nizamları içeren mükemmel bir dindir. İslâm’ın sadece inanç, ibadet ve ahlaka ilişkin esaslar içerdiğini, hayata ilişkin nizamlar içermediğini iddia etmek ya İslâm’a yönelik büyük bir cehalet ya gözünü kapayıp güneşin varlığını inkâr etmek gibi bir ahmaklık ya İslâm’a düşman olanların yaktığı ateşe destek olmaya çalışmak gibi bir ihanet ya da İslâm’ın bir bölümüne iman edip bir bölümünü inkâr etmek gibi bir sapkınlıktır. 

İşte İslâmcılık ve siyasal İslâm kavramlarını kullananların dikkat etmeleri gereken başlıca iki tehlike bunlardır. Ancak bu konuda konuşanların ve yazanların çoğunun bu tehlikeleri görüp bu ayrımları yapabilecek basirete sahip olmadıklarına şahit olmaktayız. Zira onlar cüzi meseleler ve tutumlar hususunda siyasi hükümler ve fikirlerle, bu fikirlere kaynaklık eden esaslar veya genel eğilimlerin arasını ayırt edemiyorlar. Bu düşüncelerin sabit bir ideolojiden ve akidevi bir esastan türemiş olduğu gerçeğinin önemini görmezden geliyorlar. Başka bir ifadeyle onlar, siyasal İslâm diye isimlendirdikleri şeyin akide ve inançlarının zorunlu olarak kabul etmeyi gerektirdiği İslâm’ın bir cüzü olduğunu idrak edemiyorlar.

İşte bu gerçek Müslümanlar içinde İslâmi siyasi yöneliş karşıtlarının içine düştükleri fikrî düşüklüğün boyutunu göstermektedir. Onları bir yandan İslâm, Kur'an ve makâsıdü’ş-şerîa (şeriatın genel amaçları) savunuculuğu yaparken görürken aynı zamanda laiklik, özgürlük ve modern devlet dedikleri Batılı düşüncelerin safında durduklarını da görüyoruz. Bu durum onlardaki fikrî çöküntü ve çürümenin ne boyutta olduğunu göstermektedir. İşte kişiyi akidesinin gerekliliklerini göremez hâle getiren ya da kendilerini “Laik Müslüman” “Demokratik Müslüman” kimliğiyle tanımlar hâle düşüren şey bu fikrî çöküntü hâlidir. Bu kimseler ilham aldıkları ve bir serap gibi peşinden sürüklendikleri Batılı kaynaklarda geçen “İslâmizm” ve “Siyasal İslâm” kavramlarını ayırt edebilecek bir yeterliliğe sahip de değiller.

İslâmcılığın ne olduğu hakkındaki bu tanımlama sorunsalını ve Batılıların çizdiği sınırları aşamayan bu kesimler, İslâmcılığın tarihî köklerini tespit etme noktasında da hataya düşmektedirler. İslâmcılığın tarihî kökleri dediklerinde ya Osmanlı’nın son dönemlerindeki Panislâmizm tartışmalarını esas alırlar ya cumhuriyet dönemindeki bazı şahısları ve dergi çalışmalarını esas alırlar ya da Milli Nizam Partisi gibi siyasi parti çalışmalarını esas alırlar. Oysaki İslâmcılığın tarihî köklerini bu şekilde ortaya koymak doğru bir yaklaşım değildir. Zira İslâmcılık, İslâm’ı akide ve tüm nizamlarıyla hayata hâkim kılma çalışması ise bunun kökleri tüm Rasullerin, toplumlarını İslâm’a davet etme ve İslâm’ı hâkim kılma mücadelesi ile özellikle de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke döneminde başlayan mücadelesi ile irtibatlamak en sağlıklı olanıdır. 

İslâmcılığı hatalı tanımlamanın yol açtığı diğer bir sorun ise yine Batılı yazarların başlattığı İslâmcılığın iflası ve ölümü tartışmalarının yansımasıdır. Bir kısım Batılı yazarların İslâm dünyasında İslâmcılığın ve siyasal İslâm’ın iflas ettiğini yazmasından sonra özellikle ülkemizde İslâmcılık öldü mü? tartışmaları başlamış ve uzun müddet bu tartışmalar devam etmiştir. Son dönemlerde her vesile ile İslâmcılık öldü tartışmaları sık sık gündeme taşınmaktadır. Müslüman halkların özgüvenini yıkmayı, onu mevcut dünya düzenine razı etme ve değişebileceğine dair ümitlerini tüketerek bir daha dirilmemek üzere yenilgiyi kabullenmelerini hedefleyen bu argüman, psikolojik ve medyatik harp enstrümanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu minvalde İslâmcılığın ya da siyasal İslâm’ın iflası tabiri, İslâm’ın siyasi düşüncelerinin ve sisteminin iflas ettiği manasında kullanılmaktadır. Onların kurguladıkları şekliyle İslâmcılığın iflası, bir hayat nizamı ve yaşayış biçimi olarak İslâm’ın iflasını iddia etmektir. Bu ise İslâm’a karşı açık bir savaş ilanıdır.

Bunun ardından Batılılar “Post-İslâmizm” yani “İslâmcılık Ötesi” denilen bir kavramı da kullanıma sokmuşlardır. “Post-İslâmcılık” tabiriyle kastettikleri mana ise şudur: Siyasal İslâm düşüncesi iflas ettiğine ve çağın gerisinde kaldığına göre, artık bundan sonra gündeme alınması gereken şey bu düşünceden sıyrılıp ötesine nasıl geçilebileceği, İslâmcılık sonrasında nelerin olabileceğini tasarlamaktır! 

Batı’nın bununla amaçladığı şey, Müslüman mahallesinde kendi dünya görüşlerinin yani dinin hayattan ve devletten ayrılması demek olan laikliğin, yasama ve yönetimde demokrasinin, iktisat ve mülkiyet meselelerinde kapitalizmin, insan hakları konusunda kadın, eşcinsellik, cinsel sapkınlık ve diğer özgürlükler gibi fikirlerin, kısacası tümüyle Batılı dünya görüşünden türetilmiş terminolojinin halklar nezdinde kabul görmesini sağlamaktır. Dolayısıyla Batı’nın post-İslâmcılık tabirini bütün bunları perdeleyen psikolojik bir savaş argümanı olarak kullanması tabiidir, hatta aksi düşünülemez. Çünkü onlar İslâm’a karşı ilan edilmiş psikolojik ve medyatik bir savaş yürütmektedirler. Böylece onlar bu kavramlarla şunu söylemektedirler. “Ey Müslümanlar, sizin elinizdeki tek siyasi argüman olan İslâmcılık ve siyasal İslâm argümanlarınız tükendi ve bitti. Yönetimde, ekonomide ve toplumsal hayatta insanlığa sunabileceğiniz elinizde hiçbir şey yok. Öyle ise benim ortaya koyduğum fikirlere ve nizamlara teslim olun!”

İşte Batılıların ürettiği İslâmcılık, siyasal İslâm ve post İslâmcılık kavramlarının, yine Batılıların tanımladığı şekilde kullanılması ve bu çerçevede hükümler verilmesinin açtığı sorunlar ve gerçekleştirdiği ifsatların genel özeti bu şekildedir. Bu handikaptan ve tanımlama sorunsalından kurtulup İslâmcılığın; İslâm’ı akide ve nizamlar olarak hayata hâkim kılma mücadelesi ve çalışması olduğu, bunun kıyamete kadar her bir şuurlu Müslüman tarafından sürdürülecek bir farziyet olup, İslâm’ın ta kendisi olduğu idrak edilmelidir.   

Günümüzde İslâm’a karşı küresel bir saldırının yürütüldüğü hiçbir Müslüman için artık saklı değildir ve kanıta ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Ancak ihtiyaç duyulan şey saldırının biçimini, boyutlarını, araç ve yöntemlerini keşfetmek ve ona karşı dimdik durmaktır. Saldırının biçim ve boyutlarını, araç ve yöntemlerini, mevzi ve stratejilerini, adamları ve araçlarını keşfedip, böyle bir saldırıya karşı koymak için ümmetin güçlerinin olabildiğince seferber edilmesinin gerektiği artık İslâmi camia tarafından idrak edilmelidir.

Batı’nın bu vb. plan ve projelerine karşı durmak, argümanlarını çürütmek, demagojilerini açığa vurmak ve nihayetinde bu komployu başarısız kılmak için, içeriğinin İslâm’a göre tanımlandığı kavramlar ile yola çıkmanın zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. Ayrıca siyasi çalışmaya güvenlerini artırmak için Müslümanlarda farkındalık oluşturmak ve İslâm esaslı değişimi hedeflemeleri için onları harekete geçirmeyi amaçlamak her bir Müslüman kitle için de bir zorunluluktur.     

Görüldüğü gibi Batılıların ve onların takipçilerinin ağızlarından çıkan her bir kavram ve ıstılah aslında İslâm’a karşı yürüttükleri savaşta, Müslümanlara attıkları bir ok mesabesindedir. Onların sabah akşam yaptıkları araştırmalarda, ürettikleri kavramlarda, yazdıkları makale ve kitaplarda ve kullandıkları söylemlerde gözettikleri en önemli gaye, İslâm’ın nurunu söndürmeye çalışmaktır. Ancak onların bu çabaları Allah’ın izniyle ve samimi dava adamlarının gayretleri ile asla başarıya ulaşamayacak ve güneşi üfleyerek söndürmeye çalışan ahmaklar misali sadece kendi başlarını döndüreceklerdir. Yine onlar ne yaparlarsa yapsınlar Allah nurunu tamamlayacaktır.

يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

“Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ancak kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.”[1]



[1] Tevbe Suresi 32


Yorumlar

  1. Ahmet Tekin

    Eğitici, öğretici, bilinçlendirici ve uyanıklık kazandıran mükemmel bir yazı. Allah razı olsun.

Yorum Yaz