ÖZGÜRLÜKLER DÜŞÜNCESİ VE LİBERALİZM

Mahmut Kar

Farazi olmayan her fikir yönetme ve düzen kurma amaçlıdır. Yönetme ve düzen kurma işinde merkezde kimin olacağı konusu en belirleyici konudur. İlahi gücü ve yaratılışı sadece vicdani olarak değil pratikte de -dünya hayatında- kabul eden yönetim ve düzenler merkeze yaratıcıyı koyarlar ve onun koyduğu hükümlere göre düzen koyarlar. Burada yönetenler esasen sadece emanetçi konumundadırlar. İlahi nizamı uygulayıcılardır onlar. Tüm işlerini ve görevlerini bağlayıcı kılan o ilahi nizamın doktrinleridir. Yani yönetenler diğer insanlar gibidirler. Nasıl ki diğer insanlar bu nizamın doktrinleri ile kayıtlıdırlar yönetenler de aynı şekilde onlar gibidir. Asla ve asla özgür ve serbest değillerdir. Yönetenlerin kutsiyeti yoktur, kutsiyeti olan sadece ilahi nizamın koyucusu olan yaratıcıdır yani Allah Subhânehû ve Teâlâ’dır. 

İşte ilahi nizamın koyucusu olan Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın yeryüzündeki tüm tasarrufunu yok sayan Laiklik düşüncesi bu tasarrufu başka birine verdi. Bireye yani insana nizam koyma ve doktrinler oluşturma görevini yükledi. Yönetme konusunda ise pratikte gerçekleşmesi mümkün olmayan bir sistemi hayata geçirdi. Bu sistemin adı demokrasi… Bu makalede demokrasiye detayları ile girmeyeceğim ancak onun bir yalan olduğunu söylemeden de geçmeyeceğim…

Demokrasi denilen şey kısaca halkın yönetime katılması düşüncesidir. Bu kısa tarif aslında kulağa çok hoş geliyor. Zira despotizm ve monarşi yönetimleri halkın iradesini tamamen yok sayan yönetimler olunca, halk sadece güdülen koyunlar gibi görülünce, buna karşı halkın yönetime katılma düşüncesi ilk başta çok mantıklı bir gereklilik olarak kabul edilebilir. Ancak halk yönetime nasıl katılacak sorusunun “doğru” cevabı henüz bulunabilmiş değildir. Halkın tümü direk olarak mı yoksa bir kısmı mı ya da bugün uygulamada olduğu gibi halkı temsilen milletvekilleri, hükûmetler, başkan, başbakan ve bakanlar mı yönetecekler?

Tüm halkın ya da bir kısmının yönetimi gerçekleştirmesi düşüncesi vakıada mümkün olmayan teoriler olunca çözüm halkı temsil eden meclisler ve o meclislerden çıkan hükümetlerde bulundu. Nihai noktada felsefe olarak bir karşılığı olsa da pratiği mümkün olmayan demokrasinin nasıl icra edileceği konusunda bir noktaya varılmış oldu. Halkın seçtiği vekillerden oluşan meclisler, bu meclislerde yasalaşan kanunlar ve bu kanunlara göre yürütme ve icra işini yapacak hükûmetler formülü bulunmuş oldu. Esasen demokrasilerde halkın yönetime katılması tamamen bir aldatmaca ve yalandır. Halk yönetime katılamaz, sadece önüne konulan tercihleri seçer. Görünüşte yönetenler siyasetçilerdir ama gerçekte ise o yöneticiler sömürgeci sermayedar bir avuç zümrenin çıkar ve menfaatlerini korumak için vardırlar. Onlar yönetimi başka bir erk için yaparlar. Demokratik yönetimlerde kuvvetler-erk ayrılığı ilkesi esasen yalandır. Tek bir erk vardır o da kapitalist sömürgeci sermayedar gruptur. Halk adına yönettiğini söyleyenler bu çıkar grubunun menfaatlerine göre yasa ve kanun yapıp yönetirler. Yani asıl kutsal olan odur.

Demokrasiye halkın yönetimi diyenler ve onu bireylerin yönetime katıldığı sistem olarak pazarlayanlar esasen bu yalanlarını gizleyebilmek için bireyi kutsallaştıran özellikleri ona verdiler ki gerçek yüzlerini gizleyebilsinler ve bireyi daha da fazla sömürebilsinler. Çünkü Batı, feodal toplumdan sanayi toplumuna geçiş sürecinde olmazsa olmaz bu değişimi gerçekleştirmek zorundaydı. Zira feodaller ve kilise Fransız Devrimi’ne kadar kutsal kabul edilen erklerdi. Halkın bu iki sınıfın kutsallığını tartışmaya açması ve ayaklanmaya başlaması süreci kapitalizmin doğduğu süreçti. Kapitalistler eski dönemde kutsal kabul edilen kral ve kiliseye karşı tepkiyi görünce yeni süreçte yeni kutsalın kendileri değil, halk (bireyler) olduğunu göstermeleri gerekirdi. Çünkü feodal yapıyı yıkan halkın kendilerini gözetlediklerini biliyorlardı. Kapitalistler kutsallık saplantısından vazgeçtiler, bireyi kutsallaştırdılar ama gerçekte kutsal olan para ve kapital sermayeden de vazgeçemediler. Böylece düzen koyma ve doktrin oluşturma işini kral ve kiliseden alıp bireye ve insana verince kutsiyeti de ona vermiş oldular.

Feodal toplum ile sanayi toplumu arasında birey için bir değer mukayesesi yaptığımızda şunu görürüz. Sanayi toplumunda kapitalistler demokrasi düşüncesi ile bireyi hiçbir şey olmama hatta insan olarak bile görülmeme konumundan alıp demokratik zeminde itibar edilen bir mertebeye çıkardılar. Böylece insanı feodalizmin karanlığından çıkardıklarını ve demokrasi sayesinde aydınlığa kavuşturduklarını söylediler. İşte insanı bu sebeple özgürlükler fikri ile donattılar, bu özgürlükler fikri bireye verilmiş bu kutsiyetin bir gereğidir.

Liberal Demokrasi

Öyle ya yasaların kaynağı olan, düzen koyan ve doktrin oluşturan birey ise o zaman o birey kutsal ve özgür olmalıdır yani onu sınırlayan hiçbir şey olmamalıdır. Nasıl ki ilahi nizamı koyan yaratıcıyı sınırlayan bir şey yoksa insan da başkasının hakkına tecavüz etmediği ölçüde sınırsız özgürlükler ile donatılmalıdır. Özgürlükleri benimseyen ve savunanlar, bireyin düşüncesi ne kadar farazi, fantastik ve ütopik olursa olsun istediği gibi düşünebilmesini, fıtrata ya da akla uygun olsun ya da olmasın istediği gibi inanabilmesini, adil ya da haksızca olsun istediği gibi ekonomik kazanç elde edebilmesini, yaratanının ya da başkasının ne düşündüğünün hiçbir öneminin olmadığını onun istediği gibi yaşayabilmesini sağlamışlardır. Bunun adı aslında liberal demokrasidir. Kişiye istediğini yapma hakkını sağlayan demokrasi… Liberal demokrasi kapitalizmin ilk dönemlerinde kullanılan bir slogan ile hatırlanır. Bu slogan “Laissez faire, Lissez passer” “Bırak istediğini yapsın, bırak dilediği yerden geçsin” şeklinde ifade edilir.

Özgürlükler düşüncesinin bireye verilmesini ve liberal demokrasi hakkında verdiğimiz bu bilgilerden sonra şimdi biraz daha detaylandırarak bu özgürlüklerin neler olduğunu izah edelim. Demokrasinin olmazsa olmaz parçaları olan özgürlükler düşüncesi dört ana başlıkta toplanmıştır:

İnanç Hürriyeti/Dini Özgürlük

Fikir Hürriyeti/Düşünce Özgürlüğü

Mülk Edinme Hürriyeti/Ekonomik Özgürlük

Ferdî Hürriyet/Şahsi Özgürlük

1- İnanç Hürriyeti: Bireyin istediği inancı-akideyi kabul etmesi, istediği zaman bundan çıkıp başka bir inanca geçmesini ifade eder. Yani inanç hürriyeti insana bu alanda sınırsız bir özgürlük vermiştir. Bu düşünceye göre bir kişi iman edip mümin ve Müslüman olduktan sonra İslâm’ı terk edebilir ve Hristiyanlığa, Budizm’e ya da başka bir dine geçebilir. İsterse de hiç inanmayabilir. Hiç kimse -devlet ya da bireyler- ona inancı konusunda baskı yapamaz ve karışamaz.

Bu özgürlük düşüncesi dini bireyin vicdanına hapsediyor, oradan dışarı çıkarmıyor ve dini yaşamı bireyin kendisi ile sınırlı hâle getiriyor. Bu yönü ile o kadar çok tehlike arz ediyor ki toplum içinde sapkın inançların yayılmasına vesile oluyor ve dinin temelini-akideyi sarsıyor. Kapitalist Batı dini sadece hayat öncesindeki bir yaratıcının varlığı ile sınırlı tutup hayata müdahalesini engellediği için bireylere inanç hürriyeti verme konusunda ideolojisi için bir tehlike görmüyor. Ancak inanç hürriyeti İslâm akidesi için çok tehlike arz ediyor. İslâm akidesi dine girme yani mümin-Müslüman olma konusunda bireye herhangi bir zorlama yapmıyor. Bunun sebebi ikna yolu ve mutmainlik ile kati bir inancın oluşmasını istemesidir. Zira insan, imanı karşılığında Rabbi tarafından mükâfatlandırılır. Aynı zamanda İslâm kişiyi artık imanından sonra dinin hükümleri ile kayıtlı kılıyor. Dinden dönmeyi yasaklıyor. Kadın olsun erkek olsun eğer bir kişi dininden dönerse ona üç kez tekrar dinine dönmesi için çağrı yapılıyor. Kişi bu çağrıya icabet ederse hem dünyasını hem de ahiretinin korumuş olur. Aynı zamanda ona bu çağrıyı yapan nizam da toplumsal düzen için İslâm akidesini korumayı amaçlar. Ancak İslâm’dan dönen kişi (mürtet) bu çağrıya icabet edip tekrar iman etmezse öldürülür. Bu şekilde dinin muhafazası sağlanmış olur.

وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

“İçinizden kim dinden döner de kâfir olarak ölürse onların yaptığı (iyi) işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar o ateşin arkadaşlarıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.”[1]

2- Fikir Hürriyeti: Bu hürriyet insana her türlü düşünceyi kabul etme, savunma, taşıma ve yayma özgürlüğünü veriyor. Buna göre bireyin görüş ve fikirlerini kayıt altına alma ya da sınırlama düşünülemez. Devlet ya da başka bir erk insanı düşünceleri konusunda baskı altına alamaz. Bu düşünce esasen İslâmi temel sütunlara saldırmak için Batı tarafından bir fırsat olarak insanlara sunuldu. En temel değerler, kutsallar dahi fikir özgürlüğü kapsamında saldırıya uğradı. İslâm peygamberi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Sünneti’ne yönelik çirkin saldırılar fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirildi. Bu yönde kültürel propaganda yapanlar, kitap yazanlar, program yapanlar Batı tarafından desteklendi. Batı bu özgürlüğü İslâm’a saldırı için kullananları sonuna kadar destekledi. Ancak aynı Batı fikir özgürlüğü dediği şeyi kendi ideolojisine saldırı olunca yasakladı. Demokrasi ile yönetilen Batılı ülkelerde Müslümanlar fikirlerini taşımakta serbest hareket edemiyorlar. Yine aynı şekilde Müslüman beldelerin laik demokratik yönetimleri Hilâfet düşüncesinin konuşulmasından ve yayılmasından hemen rahatsızlık duyuyorlar. Yani Batı’nın fikir hürriyeti düşüncesinde bireyler Batılı ideolojiye tehdit oluşturuncaya kadar özgürler ama İslâmi değer ve kutsallara saldırma konusunda sınırsız bir özgürlüğe sahipler.

İslâm fikir özgürlüğüne nasıl bakıyor? Müslüman olan bir kimse söz ve davranışlarında olduğu gibi düşünce ve fikirlerinde de şer’î hükümler ile kayıtlıdır. Asla ve asla İslâm’a muhalif ve zıt olan bir düşünceyi benimseyemez, yayamaz ve propagandasını da yapamaz. İslâm’ın eman ve emniyeti altında olan diğer tüm bireyler için de durum aynıdır. Örneğin İslâm, demokrasi düşüncesinin, ateizmin, deizmin, milliyetçiliğin, liberalizmin vs. tüm bu İslâm ile çelişen düşüncelerin toplum içinde yayılmasını yasaklar. Onların propagandasının yapılmasına asla müsaade etmez. Bozuk ve fasit fikirler olmaları hasebiyle toplumun ifsat olmasından endişe eder. İslâm ancak hak ve doğru olan sözün söylenmesini tavsiye eder.

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَاليَومِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْراً أَوْ لِيَصْمُتْ

“Her kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır konuşsun ya da sussun.”[2]

3- Mülk Edinme Hürriyeti: Bu özgürlük düşüncesi esasen kapitalizmin bizatihi kendisini doğurmuştur. Ekonomik özgürlük olarak daha soft şekilde kullanılan ve propagandası yapılan bu hürriyet, bireyi doymak bilmeyen azgın bir canavara dönüştürür. Çünkü bu özgürlük bireye her şeyden her türlü yöntem ile kazanç elde etmeyi öğretmiş ve kazandıklarında da istediği şekilde tasarruf hakkını vermiştir. Ekonomik özgürlük insana hırsızlık yapmayı, sömürmeyi, haksız kazanç elde etmeyi, faizciliği, kumarı, rüşveti, fuhuş ticaretini, içki imalat ve ticaretini, insanın bedenini kazanç için satmasını ve daha birçok şeyi serbest bırakmıştır. Özellikle feodal toplumdan sanayi toplumuna geçiş sürecinde Batılı kapitalist ideoloji en çok ekonomik özgürlük düşüncesini kullanarak çalışanları ve kadınları istismar etmiştir. Önce köyde çalışma alanı bulamayan erkekleri şehir hayatının içine davet etmiş, kısıtlı iş imkânları sebebiyle onu düşük ücretle çalışmaya mahkûm etmiş, düşük ücreti kabul etmeyip grev başlatınca da erkeklerin köydeki eşlerine davet yaparak “Senin de kendi ekonomik özgürlüğün var, kocana bağımlı değilsin çalışıp kazanabilirsin.” demiştir. Kadınları erkeklerden daha düşük ücretle çalıştırmaya başlayan kapitalist fabrikatörler işte bu özgürlük düşüncesini kullanarak sömürüp, yağmalamıştır. Mülkiyet konusunda komünist ideoloji kapitalizmin tam aksine ferde hiçbir hak vermemiş, sadece karnını doyurmuş ve köle gibi çalıştırmıştır. Bu sebeple ekonomik özgürlük kapitalizmin en bariz özelliği olmuştur.

4- Ferdî Hürriyetler: Şahsi hürriyet olarak da ifade edilen bu özgürlük çeşidi bireye kendisi ve hayatı hakkında sınırsız tasarruf hakkını veriyor. Devlet ya da başka hiçbir güç bireye verilen bu hakları kısıtlayamaz, engelleyemez ve yok sayamaz. Batı ideolojisi bireye bu hakkı vererek ona aslında “Senin üstünde sana hükmeden, senin iradene baskın gelen başka hiçbir irade yok.” demiş oluyor. Ferdî hürriyetler ile insani ve ahlaki bütün değerler altüst oluyor; aileler parçalanıyor, insanların birbirine saygı ve hürmeti kalmıyor. Birey bu hakkı kendinde bularak sapkın her türlü ahlaksızlığa yöneliyor. Ferdî hürriyete sahip birey eşcinsel olmayı tercih meselesi olarak görüyor. Kendi hayatına son vermeyi -intihar ya da ötanazi- kendi kararı olarak görüp müdahale edilmesine müsaade etmiyor. Zinayı, sarhoşluğu, çıplaklığı hatta kendi çocuklarından çocuk sahibi olmayı, bir hayvan ile hayatını birleştirmeyi bile kendinde bir hak olarak görüyor. Batı toplumundan servis edilen haberlere baktığımızda ferdî hürriyetlerin insanları ne hâle getirdiğini görebiliriz. Öyle ki bu düşünce İslâm beldelerinde de hızlıca yayılmaya başladı. Örneğin Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ne imza atarak eşcinsel grupların kurumsallaşmasını ve dernekleşmesini sağladı. Böylece bu dernekler çirkin ahlaksız işlerini topluma yaymak için meşru alanlar bulmaya başladılar ve propaganda yaptılar.

İslâm bu tür davranışları kesinlikle yasaklamış ve çok ağır cezalar koymuştur. İslâm’da bireyin davranışlarında ona Allah sınırsız bir özgürlük asla tanımamıştır. İnsanın tüm davranışları Allah’ın koyduğu şer’î hükümlere uygun olmalıdır. İslâm insanın neyi yiyip neyi içeceğini, kiminle evlenebileceğini, nasıl giyineceğini, bedeni üzerinde ne kadar tasarruf hakkı olduğunu belirlemiştir.

İslâm insan için meşru hakları 8 maddede sınırlandırmıştır. Demokrasi dini hürriyet ile bireyleri her gün din değiştirme konusunda, sapkın inançlara meyletme konusunda özgür kılarken İslâm dinin muhafazası ile ilahi mesajı muhafaza eder. Hiç kimseyi zorla dine girmeye zorlamaz, ancak dini terk etmeyi de yasaklar ki tüm insanlık için en doğru ve sahih akide olan İslâm akidesi korunmuş olsun. Demokrasi ferdî hürriyet ile insana kendi hayatını bile sonlandırma hürriyeti vermişken İslâm nefsin muhafazası ile başka birinin ya da kendisinin hayatına kast etmeyi yasaklar ve bunu kısasa kısas ile cezalandırır. Yine demokrasi ferdî hürriyet ile içkiyi, uyuşturucuyu, zinayı ve eşcinselliği serbest kılarken İslâm aklın muhafazasına çok önem vermiş ve uyuşturucu maddeler ve sarhoşluk veren her şeyi yasaklamıştır. Neslin muhafazası ile zinayı ve eşcinselliği yasaklamıştır ve ağır cezalar koymuştur. Böylece nesebin karışmasını da engellemiştir. Demokrasi mülk edinme hürriyeti ile bireye her türlü kazanç yolunu serbest kılmışken İslâm Müslümanların kazanç yollarını belirlemiş ve malın muhafazası ilkesi ile hırsızlığın, sömürünün, talanın, haksız kazancın önüne geçmiştir. Demokrasi düşünce hürriyeti ile her konuda insanlara konuşma özgürlüğü vermişken İslâm, insanların haysiyetinin ve onurunun zedelenmesini yasaklayıcı olarak şerefin muhafazası hakkını insana vermiştir. Yine aynı şekilde İslâm hem emniyetin muhafazası ile tüm tebaasını koruma altına almış hem de devletin muhafazası ile bu hakları uygulayıcı otoriteyi koruma altına almıştır. Zira İslâm, insanlar içinden bir zümrenin çıkar ve menfaatlerini değil, sadece bireyin istek ve arzularını değil toplumun çıkar ve menfaatlerini korumayı esas almaktadır. Toplumun çıkar ve menfaatlerini ise bizatihi şeriat belirlemektedir.



[1] Bakara Suresi 217

[2] Buhari, Muslim


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz