NEDEN “ORDULAR AKSA’YA!” DEDİK?

Mahmut Kar

Gazze’de doktorluk yapan Esma bacımızın şehit olmadan önce çektiği ses kaydı ile başlamak istiyorum makaleye… Esma bacı, Türkiye başta olmak üzere Müslümanların başındaki yöneticilere seslenerek şunları söyledi:

“Durumumuzu soruyorsunuz, sormanıza gerek yok, TV ekranlarını açın oradan izlersiniz, yayınlar canlı ve anlık bilgiler veriyor. Her şey ortada; Gazze yok ediliyor, herkes Gazze halkının yok edilişini izliyor. Bazı aileler topyekûn kütükten silindi; hepsi şu an toprağın altında. Televizyonları açın ve izleyin, sadece bizi izlemekle yetinin, herhangi bir şey yapmadan sadece bize bakın. Bir şey yapmadan sadece kınayın. Desteklediğiniz ve kendisinden yardım istediğiniz Türkiye lideri! Sizden yürüyüşler istemiyoruz. Ürdün diyor ki: ‘Cuma günü yürüyüş yapacağız!’ Siz gidin ruhlarımız için yürüyüş yapın; bizim için yürüyüş yapmayın. Mısır, bize yardım gönderebilmek için ateşkesin olmasını bekliyor. Kime yardım gönderecek? Taşlara mı, enkazlara mı, ölen insanlara mı, toplu mezarlara mı yardım gönderecek? Rabbim! Bizi satanlardan, bize ihanet edenlerden, ‘İsrail’ ile ortaklık kuranlardan, onlarla dostluk kuranlardan intikam al! Ya Rabbi intikam al, ya Rabbi intikam al, ya Rabbi intikam al… Onları affetmiyoruz! Ey ‘İsrail!’ Seni destekleyen, seninle normalleşen, senden nemalanan ve yaralarımız üzerinde dans edenleri affetmiyoruz! Allah bize yeter; O ne güzel vekildir!”

75 yıldır gasıp Yahudi varlığının işgali altında olan Mescid-i Aksa ve Filistin topraklarının bu işgal ve zulümden kurtulmasının, orduların yardım etmesi ve askerî harekât başlatması dışında bir şey ile biteceğini kim söyleyebilir? Sadece 7 Ekim tarihinden bugüne kadar yapılan katliamlar değil, 75 yıldır bu topraklarda yaşanan zulüm, soykırım, cinayet ve katliamların başka herhangi bir şey ile biteceğini kim söyleyebilir? Gazze’de yaşanan katliamlarda, kadınların, çocukların, yaşlıların feryatlarının ve yardım çağrılarının muhatabı kim? Yerle bir olmuş binaların, okulların ve hastanelerin enkazlarından çocukların cansız bedenlerini çıkaran insanlar acı içinde seslenirken Müslümanlardan nasıl bir yardım bekliyorlar? Ekmek mi, su mu, yatak mı, çadır mı, kefen mi istiyorlar bizden? Yoksa İşgalci “İsrail”in tepesine inecek bir bomba mı? Doktor Esma bacının dediği gibi; yardım kuruluşlarının, insan hakları örgütlerinin, Kızılay vb. kuruluşların göndereceği yardımlar, taşlara mı, enkazlara mı, toplu mezarlara mı ulaşacak? Bütün bu çağrıların muhatabı, 75 yıllık işgali, zulmü, soykırımı bitirme gücüne sahip otoriteler değil mi? Hangi akıl sahibi insan buna farklı bir cevap verir; kalbi Kudüs ile atan hangi Müslüman buna “hayır” diyebilir?

Neden “Ordular Aksa’ya” dedik?   

Çünkü işgalin, zulmün, soykırımın, acının ve ıstırabın son bulmasının başka herhangi bir yolu yok! Bu sebeple Hizb-ut Tahrir, Aksa Tufanı harekâtının başladığı günün hemen ertesinde meydanlardan yöneticilere ve komutanlara açıkça çağrı yaptı. “Şimdi değilse ne zaman?”, “Orduları Aksa için harekete geçirin!” dedi. Kudüs, Gazze ve Mescid-i Aksa’nın kınama mesajları ile İslâm Konferansı Örgütü’nün yemekli toplantıları ile kurtulamayacağını, meseleyi Birleşmiş Milletler’e havale etmekle bu zulmün sona ermeyeceğini haykırdı. İşgal altındaki Filistin’in ancak orduların harekete geçmesi ile işgalci Yahudi varlığından temizlenebileceğini söyledi. Geçen bu iki aylık sürede onlarca basın açıklaması, yürüyüş, konferans, panel ve toplantı gerçekleştirdi. Meydanlarda, camilerde, “İsrail” ve ABD büyükelçilikleri ve konsoloslukları önünde, farklı platform ve meclislerde Filistin meselesi ile ilgili Müslümanların, âlimlerin ve yöneticilerin sorumluluklarını hatırlattı. İşgalci varlığın katliamlarının durdurulması için yöneticilere çağrı yaptı. Gazze’nin kurtarılması için “Ordular Aksa’ya!” dedi.

Elhamdulillah, Hizb-ut Tahrir’in bu çağrısı, Türkiye halkında kabul gördü; protesto eylemlerinde, miting meydanlarında, statlarda ve her yerde Müslümanlar “Ordular Aksa’ya!”, “Mehmetçik Gazze’ye!” çağrısını güçlendirdiler. Öyle ki Müslümanlarda ABD ve “İsrail”e yönelik büyüyen öfkeyi yumuşatmak için İstanbul’da yapılan “Büyük Filistin Mitingi”nde bile “Mehmetçik Gazze’ye!” sloganları atıldı. Hem de bizatihi kürsüde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben bu çağrı yapıldı. Ama maalesef bu çağrıya karşılık verilmedi. Bırakın Mehmetçiği Gazze’ye göndermek, “İsrail” ile diplomatik ilişkiler bile askıya alınmadı. Yahudiler ile yapılan yakıt ve çelik ticareti sonlandırılmadı. Türkiye limanlarından “İsrail”e giden malların sevkiyatları durdurulmadı. “İsrail”e destek veren Amerikan üsleri kapatılmadı. İncirlik ve Kürecik üssü, terör yuvası olma görevini devam ettiriyor. Buralardan kalkan uçaklar, “İsrail” uçaklarına yakıt ikmali yapıyor. Devlet kurumlarında Yahudi şirketlerin ürünlerine boykot uygulanmadı. İşgalci “İsrail”in Büyükelçisi kovulmadı; Tel Aviv’deki Türkiye Büyükelçisi geri çekilmedi, istişare için Ankara’ya çağrıldı.

Dolayısıyla esasen Hizb-ut Tahrir, hem Filistin meselesinin köklü çözümünü ortaya koymak hem cihat ateşini yeniden alevlendirmek hem de Müslümanların başlarındaki yöneticilerin ve ordulara komuta eden askerlerin gerçek yüzünü ve ihanetlerini göstermek için meydanlarda esasi çözüme dikkat çekerek “Ordular Aksa’ya!” çağrısı yaptı. Bunu her eylemde tekrarlayarak, çağrının daha çok kitlelere ulaşmasını sağladı. Böylece bu çağrı bu şekilde daha da güçlendi.

“Ordular Aksa’ya!” Çağrısı, Kimi Rahatsız Etti?

Hizb-ut Tahrir’in “Ordular Aksa’ya!” çağrısı, İslâm’a ve Müslümanlara düşman kesimlerin öfke ve kinlerini artırırken Türkiye’deki Yahudi sevicileri de ortaya çıkardı. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin birçok şehrinde yapılan eylem ve gösteriler, uluslararası ve ulusal Televizyonlarda, medya ve basın kuruluşlarında yer buldu. Meydanlarda dalgalandırılan kelime-i Tevhit bayrakları, “Ordular Aksa’ya!” çağrıları ve “Hilâfet” sloganları, bu kesimlerin nevrini döndürdü. Bunların bu tepkileri, İslâm ve Müslümanlara olan düşmanlıkları sebebiyle normal karşılanabilir.

Ancak Hizb-ut Tahrir’in bu çağrısının kastını ve hedefini anlayamayan bazı İslâmi kesim ve bir kısım Müslüman kardeşimiz, şöyle bir yaklaşımla tenkitte bulundular: “‘Ordular Aksa’ya!’ diyerek, ‘Filistin’e yol açın!’ diyerek, hangi ordulara sesleniyorsunuz? Laik Türkiye ordusu mu, Gazze’ye yardıma gidecek, Mısır ordusu mu, Ürdün ordusu mu, Filistin’i işgalden kurtaracak?” Bu eleştirilere cevap olması açısından bu makalede Hizb-ut Tahrir’in “Ordular Aksa’ya!” çağrısının şer’i, akli ve siyasi gerekçelerini ortaya koyacağız.

İşgalleri Ancak Ordular Sonlandırabilir

İslâmi bir belde kâfirler tarafından işgal edilirse ve bu beldenin halkı işgali defetme gücüne sahip değilse o beldenin etrafındaki topraklarda yaşayan Müslümanlar üzerine işgalin defedilmesi için yardım etmek vacip olur. Eğer onlar da buna güç yetiremezlerse bu sefer onların etrafındaki Müslümanlara bu amel farz olur. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

[وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ] “Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.”[1]

Burada şu soru ile karşı karşıya kalıyoruz: “İşgal edilen beldenin halkı işgali defetmeye güç yetiremiyorsa çevre beldelerin hakları onlara nasıl yardım edecekler?” Çevre beldelerdeki Müslümanlar, kendi ülkelerinin ordularını hareket ettirebilecek, ordu içinde kudretli, cesur ve güçlü kişilerin bir araya gelmesini sağlayıp işgali def etmeleri için onlara çağrı yapmaları gerekir. Yöneticilere de aynı şekilde, orduları harekete geçirmek ve işgali def etmeleri için çağrılar yapılır. Hatta yöneticiler, orduların harekete geçmesine engel olurlarsa o yöneticilerin değiştirilip İslâm ile hükmeden ve Allah yolunca cihat eden Müslüman bir yönetici var etmek için çalışmak da tüm Müslümanlar üzerine bir farziyet olur. İşte Hizb-ut Tahrir, orduları göreve çağırdığı gibi İslâm ile hükmedecek yöneticilerin var edilmesi için de çalışmaya davette bulunuyor. Bunu da şer’i hükmün gereği olarak yapıyor.

Dolayısıyla hem yöneticilere hem de ordu içindeki güç sahibi komutanlara bu çağrıları yapmak, o beldede yaşayan Müslümanlar üzerine farzdır. Burada izah edilmesi gereken başka bir şey ise şudur: Bir İslâm beldesindeki küfür işgalinin defedilmesi ancak asker ve silah gücü olan ordular eliyle mümkündür. Müslüman bireyler, fert olarak bu işgali kaldıramazlar. Bu sebeple fertlerin işgali def etmek için münferiden cihada gitmeleri vacip değildir. Ancak orduların işgali defetmek için hareket etmeleri vaciptir. Çünkü işgali ancak ordular defedebilirler. Bu vacibi ifa etmeleri için ordulara çağrıların yapılması, orduların harekete geçirilmesi için çalışılması da Müslümanlar üzerine vaciptir.

İşte Hizb-ut Tahrir’in orduları seferberliğe daveti, bu farziyeti yerine getirmeyen Müslüman ordulara “emri bil maruf ve neyhi anil münker” vecibesinin bir gereğidir. Hizb-ut Tahrir bu sebeple bir kitle olarak, üzerine vacip olan işi yapıyor ve “Ordular Aksa’ya!” diyor.

Hangi Ordular?

“Ordular Aksa’ya!” çağrısına yönelik bir de şöyle bir eleştiri yapıldı: Orduları “Aksa’yı kurtarmaya, Filistin’e yardım etmeye çağırıyorsunuz da hangi ordular bunu yapacak; Türkiye’nin laik ordusu mu, Mısır diktatörünün ordusu mu, Ürdün kralının ordusu mu?” Öncelikle şunu ifade edelim: Türkiye ordusu; ABD, İngiltere, Rusya, Fransa gibi değildir. Türkiye’nin ordusu -her ne olursa olsun-, Müslümanlardan kurulu bir ordudur. Ordu içinde cephede ön safta savaşan askerler de, onlara komuta eden rütbeliler de Müslümanlardan oluşuyor. Durum böyle olunca Müslüman ordulara görevlerini hatırlatmak, Müslümanların ve İslâmi kitlelerin üzerine vaciptir. Ayrıca Hizb-ut Tahrir sadece Türkiye ordusuna değil Pakistan ordusuna, Ürdün ordusuna, Mısır ordusuna ve başka Müslüman ordulara da bu çağrıyı yaptı. Hizb-ut Tahrir Müslüman ordulara vazifelerini hatırlattı, onlar bu sorumluluğu yerine getirir, getirmez… Bundan mesul olacak olanlar yöneticiler ve askerlerdir. Hizb-ut Tahrir, “Biz, orduları çağırdık gitmediler; ne yapalım!” gibi sığ bir mazeretin arkasına da saklanmıyor. Başta Filistin meselesi olmak üzere işgal altında olan tüm beldelerdeki sorunların nihai çözümünün Hilâfet’in yeniden kurulması ile mümkün olacağını açıkça söylüyor ve bunun için çalışıyor.

Türkiye Ordusu “İsrail” İşgalini Bitirebilir mi?

“Arkasında ABD, Batı ve tüm küfür devletlerinin olduğu işgalci “İsrail”e karşı Müslüman beldelerin yönetimlerinin ve ordularının savaş kararı almaları, ne tür sonuçlara sebebiyet verir?”, “Müslümanların, başta Yahudi varlığı olmak üzere işgalci kâfirleri beldelerimizden söküp atmak için yeterli ordu gücü var mı?”, “Böyle bir kararın ekonomik, siyasi vb. etkileri neler olur?” gibi endişeler var.

İslâm ümmetinin hem donanımlı orduları hem yeterli silahları var. Bütün bunların yanında şahadet ve cihat arzusu ile yanıp tutuşan milyonlarca asker ve Müslüman genç var. Müslüman orduların askerî güç ve donanım olarak hiçbir eksiği bulunmamaktadır. Tek sorun, bu ordulara harekete geçme emri verecek liderliğin olmamasıdır. Sorun; sömürgeci kâfirlere, Müslümanların kanlarını akıtma, topraklarını işgal etme, zenginliklerini yağmalama ve ortalıkta cirit atma fırsatı veren yöneticilerin varlığıdır. Küfür ordularına limanları, boğazları, körfezleri, kara ve hava geçitlerini açanlar bunlardır.

Öyle ki zamanında ve hâlâ; Sırplar, Bosna ve Kosova’ya; Amerika, Irak ve Afganistan’a; Yahudi varlığı, Filistin’e ve Lübnan’a; Rusya, Kafkaslara ve Suriye’ye; Hindular, Keşmir’e; Çin, Doğu Türkistan’a saldırırken bu yöneticiler, kıllarını bile kıpırdatmadılar. Orduları hareket ettirmedikleri gibi çoğu zaman işgalcilerin ve saldırganların yanında yer aldılar. ABD ve Batı’nın düzenlediği konferanslara, toplantılara, görüşmelere koşa koşa gittiler; onları savunan, destekleyen, koruyan ve “aklayan” anlaşmalara imza attılar. Hatta daha da ileri giderek işgal edilen topraklara ABD ve Batılı ülkelerin askerlerinin komuta ettiği “barış gücü” ordularına destek verdiler. Biz çok iyi biliyoruz ki; bir yere “barış gücü” askerleri girerse oradaki işgale meşruiyet oluşturmak, işgale karşı direnen Müslümanlara karşı savaşmak için giriyordur. Zira biz, bugün Filistin için gündeme getirilen “barış gücü”nün de bu amaca yönelik bir işlev göreceğini söylüyoruz. Bu sebepten özellikle altını çiziyoruz: Hizb-ut Tahrir’in “Ordular Aksa’ya!” çağrısı, işgali bitirmek için orduların harekete geçmesini içeriyor yoksa Filistin topraklarına girecek, içinde küfür askerlerinin de olacağı bir “barış gücüne” Türkiye ordusunun katılmasını değil!

Şu gerçeği de ortaya koymak gerekir: Filistin topraklarını işgal eden gasıp Yahudi varlığı, bütün teknolojik, silah ve arkasındaki siyasi gücüne rağmen Gazze’deki mücahitler grubu karşısında zilleti yaşadı. ABD ve Batı, sanki üçüncü dünya savaşı varmış gibi uçak gemilerini, donanmalarını “İsrail”e yardım için Akdeniz’e gönderdi. İşgalci varlığa her türlü silah ve mühimmat desteği sağladı. Buna rağmen geçen süre içinde işgalci güçler hiçbir başarı elde edemediler. İzzettin Kassam Tugayları’nın başlattığı karşı saldırı sonrasında Yahudilerin ne kadar korkak insanlar olduğunu bir kez daha gördük. Kıt imkânlarla yapılan saldırılarda o “yenilmez” denilen “İsrail” ordusunun, “kâğıttan kale” olduğunu da gördük. Ve bu durum, bize geçmişi hatırlattı. Bir avuç mücahidin kök söktürdüğü “İsrail” nasıl oldu da 1967 yılında Mısır-Suriye-Ürdün ordusunu yenebildi? Üstelik Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir’den asker ve silah yardımına rağmen! Evet, geçmişte böyle bir ihanetle karşı karşıya kaldık. Ancak bu ihanet, Filistin’in kurtuluş gerçeğini örtemez. Zira Filistin’i ancak ve ancak harekete geçmiş bir ordu kurtarabilir.

Eğer ki Müslüman beldeler, ABD ve Batı’yı karşılarına alarak Filistin’i işgalden kurtarmak için ordularını harekete geçirirlerse “İsrail”i o topraklardan söküp atmaları çok kolay olur. Ancak şu ana kadar Arap rejimleri ve Türkiye yönetiminin ortaya koyduğu tavır göstermektedir ki orduları harekete geçirecek İslâmi siyasi irade bu mevcut işbirlikçi yöneticilerde yoktur. Onlar daha hâlâ ABD ve Batılı dostları ile iş birliğini ve koltuklarını korumanın derdindeler. Bu sebeple de vakıa açısından yapılması gereken; bu yöneticileri değiştirmek, Müslüman ordunun başında Yahudi varlığının kökünü kazımak için harekete geçecek raşit bir halifeyi naspetmek hem elzem hem de Müslümanlar üzerine vaciptir. İşte o zaman raşit halife, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın şu uyarısını dikkate alarak İslâm Ordusu’nu Aksa’yı kurtarmak için seferber etmekten asla geri durmayacaktır:

[وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ] “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu beldeden kurtar, katından bize bir dost ve yardımcı gönder’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”[2]



[1] Enfal Suresi 72

[2] Nisa Suresi 75


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz