Gazze’de doktorluk
yapan Esma bacımızın şehit olmadan önce çektiği ses kaydı ile başlamak
istiyorum makaleye… Esma bacı, Türkiye başta olmak üzere Müslümanların
başındaki yöneticilere seslenerek şunları söyledi:
“Durumumuzu soruyorsunuz, sormanıza gerek yok,
TV ekranlarını açın oradan izlersiniz, yayınlar canlı ve anlık bilgiler
veriyor. Her şey ortada; Gazze yok ediliyor, herkes Gazze halkının yok
edilişini izliyor. Bazı aileler topyekûn kütükten silindi; hepsi şu an toprağın
altında. Televizyonları açın ve izleyin, sadece bizi izlemekle yetinin,
herhangi bir şey yapmadan sadece bize bakın. Bir şey yapmadan sadece kınayın.
Desteklediğiniz ve kendisinden yardım istediğiniz Türkiye lideri! Sizden
yürüyüşler istemiyoruz. Ürdün diyor ki: ‘Cuma günü yürüyüş yapacağız!’ Siz
gidin ruhlarımız için yürüyüş yapın; bizim için yürüyüş yapmayın. Mısır, bize
yardım gönderebilmek için ateşkesin olmasını bekliyor. Kime yardım gönderecek?
Taşlara mı, enkazlara mı, ölen insanlara mı, toplu mezarlara mı yardım gönderecek?
Rabbim! Bizi satanlardan, bize ihanet edenlerden, ‘İsrail’ ile ortaklık
kuranlardan, onlarla dostluk kuranlardan intikam al! Ya Rabbi intikam al, ya
Rabbi intikam al, ya Rabbi intikam al… Onları affetmiyoruz! Ey ‘İsrail!’ Seni
destekleyen, seninle normalleşen, senden nemalanan ve yaralarımız üzerinde dans
edenleri affetmiyoruz! Allah bize yeter; O ne güzel vekildir!”
75 yıldır gasıp
Yahudi varlığının işgali altında olan Mescid-i Aksa ve Filistin topraklarının bu
işgal ve zulümden kurtulmasının, orduların yardım etmesi ve askerî harekât başlatması
dışında bir şey ile biteceğini kim söyleyebilir? Sadece 7 Ekim tarihinden
bugüne kadar yapılan katliamlar değil, 75 yıldır bu topraklarda yaşanan zulüm,
soykırım, cinayet ve katliamların başka herhangi bir şey ile biteceğini kim
söyleyebilir? Gazze’de yaşanan katliamlarda, kadınların, çocukların, yaşlıların
feryatlarının ve yardım çağrılarının muhatabı kim? Yerle bir olmuş binaların,
okulların ve hastanelerin enkazlarından çocukların cansız bedenlerini çıkaran
insanlar acı içinde seslenirken Müslümanlardan nasıl bir yardım bekliyorlar?
Ekmek mi, su mu, yatak mı, çadır mı, kefen mi istiyorlar bizden? Yoksa İşgalci
“İsrail”in tepesine inecek bir bomba mı? Doktor Esma bacının dediği gibi;
yardım kuruluşlarının, insan hakları örgütlerinin, Kızılay vb. kuruluşların
göndereceği yardımlar, taşlara mı, enkazlara mı, toplu mezarlara mı ulaşacak?
Bütün bu çağrıların muhatabı, 75 yıllık işgali, zulmü, soykırımı bitirme gücüne
sahip otoriteler değil mi? Hangi akıl sahibi insan buna farklı bir cevap verir;
kalbi Kudüs ile atan hangi Müslüman buna “hayır” diyebilir?
Neden “Ordular Aksa’ya” dedik?
Çünkü işgalin,
zulmün, soykırımın, acının ve ıstırabın son bulmasının başka herhangi bir yolu
yok! Bu sebeple Hizb-ut Tahrir, Aksa Tufanı harekâtının başladığı günün hemen
ertesinde meydanlardan yöneticilere ve komutanlara açıkça çağrı yaptı. “Şimdi
değilse ne zaman?”, “Orduları Aksa için harekete geçirin!” dedi. Kudüs, Gazze
ve Mescid-i Aksa’nın kınama mesajları ile İslâm Konferansı Örgütü’nün yemekli
toplantıları ile kurtulamayacağını, meseleyi Birleşmiş Milletler’e havale
etmekle bu zulmün sona ermeyeceğini haykırdı. İşgal altındaki Filistin’in ancak
orduların harekete geçmesi ile işgalci Yahudi varlığından temizlenebileceğini
söyledi. Geçen bu iki aylık sürede onlarca basın açıklaması, yürüyüş, konferans,
panel ve toplantı gerçekleştirdi. Meydanlarda,
camilerde, “İsrail” ve ABD büyükelçilikleri ve konsoloslukları önünde, farklı
platform ve meclislerde Filistin meselesi ile ilgili Müslümanların, âlimlerin
ve yöneticilerin sorumluluklarını hatırlattı. İşgalci varlığın katliamlarının
durdurulması için yöneticilere çağrı yaptı. Gazze’nin kurtarılması için
“Ordular Aksa’ya!” dedi.
Elhamdulillah, Hizb-ut Tahrir’in bu çağrısı, Türkiye halkında kabul gördü;
protesto eylemlerinde, miting meydanlarında, statlarda ve her yerde Müslümanlar
“Ordular Aksa’ya!”, “Mehmetçik Gazze’ye!” çağrısını güçlendirdiler. Öyle ki Müslümanlarda
ABD ve “İsrail”e yönelik büyüyen öfkeyi yumuşatmak için İstanbul’da yapılan “Büyük
Filistin Mitingi”nde bile “Mehmetçik Gazze’ye!” sloganları atıldı. Hem de
bizatihi kürsüde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben bu çağrı yapıldı. Ama maalesef
bu çağrıya karşılık verilmedi. Bırakın Mehmetçiği Gazze’ye göndermek,
“İsrail” ile diplomatik ilişkiler bile askıya alınmadı. Yahudiler ile yapılan
yakıt ve çelik ticareti sonlandırılmadı. Türkiye limanlarından “İsrail”e giden
malların sevkiyatları durdurulmadı. “İsrail”e destek veren Amerikan üsleri
kapatılmadı. İncirlik ve Kürecik üssü, terör yuvası olma görevini devam
ettiriyor. Buralardan kalkan uçaklar, “İsrail” uçaklarına yakıt ikmali yapıyor.
Devlet kurumlarında Yahudi şirketlerin ürünlerine boykot uygulanmadı. İşgalci
“İsrail”in Büyükelçisi kovulmadı; Tel Aviv’deki Türkiye Büyükelçisi geri çekilmedi,
istişare için Ankara’ya çağrıldı.
Dolayısıyla esasen
Hizb-ut Tahrir, hem Filistin meselesinin köklü çözümünü ortaya koymak hem cihat
ateşini yeniden alevlendirmek hem de Müslümanların başlarındaki yöneticilerin
ve ordulara komuta eden askerlerin gerçek yüzünü ve ihanetlerini göstermek için
meydanlarda esasi çözüme dikkat çekerek “Ordular Aksa’ya!” çağrısı yaptı. Bunu her
eylemde tekrarlayarak, çağrının daha çok kitlelere ulaşmasını sağladı. Böylece
bu çağrı bu şekilde daha da güçlendi.
“Ordular Aksa’ya!” Çağrısı, Kimi Rahatsız Etti?
Hizb-ut Tahrir’in
“Ordular Aksa’ya!” çağrısı, İslâm’a ve Müslümanlara düşman kesimlerin öfke ve
kinlerini artırırken Türkiye’deki Yahudi sevicileri de ortaya çıkardı. Ankara
ve İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin birçok şehrinde yapılan eylem ve
gösteriler, uluslararası ve ulusal Televizyonlarda, medya ve basın
kuruluşlarında yer buldu. Meydanlarda dalgalandırılan kelime-i Tevhit
bayrakları, “Ordular Aksa’ya!” çağrıları ve “Hilâfet” sloganları, bu kesimlerin
nevrini döndürdü. Bunların bu tepkileri, İslâm ve Müslümanlara olan
düşmanlıkları sebebiyle normal karşılanabilir.
Ancak Hizb-ut
Tahrir’in bu çağrısının kastını ve hedefini anlayamayan bazı İslâmi kesim ve bir
kısım Müslüman kardeşimiz, şöyle bir yaklaşımla tenkitte bulundular: “‘Ordular
Aksa’ya!’ diyerek, ‘Filistin’e yol açın!’ diyerek, hangi ordulara
sesleniyorsunuz? Laik Türkiye ordusu mu, Gazze’ye yardıma gidecek, Mısır ordusu
mu, Ürdün ordusu mu, Filistin’i işgalden kurtaracak?” Bu eleştirilere cevap olması
açısından bu makalede Hizb-ut Tahrir’in “Ordular Aksa’ya!” çağrısının şer’i,
akli ve siyasi gerekçelerini ortaya koyacağız.
İşgalleri Ancak Ordular Sonlandırabilir
İslâmi bir belde
kâfirler tarafından işgal edilirse ve bu beldenin halkı işgali defetme gücüne
sahip değilse o beldenin etrafındaki topraklarda yaşayan Müslümanlar üzerine
işgalin defedilmesi için yardım etmek vacip olur. Eğer onlar da buna güç
yetiremezlerse bu sefer onların etrafındaki Müslümanlara bu amel farz olur.
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
[وَاِنِ
اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ] “Eğer
din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.”[1]
Burada şu soru ile
karşı karşıya kalıyoruz: “İşgal edilen beldenin halkı işgali defetmeye güç
yetiremiyorsa çevre beldelerin hakları onlara nasıl yardım edecekler?” Çevre
beldelerdeki Müslümanlar, kendi ülkelerinin ordularını hareket ettirebilecek,
ordu içinde kudretli, cesur ve güçlü kişilerin bir araya gelmesini sağlayıp
işgali def etmeleri için onlara çağrı yapmaları gerekir. Yöneticilere de aynı
şekilde, orduları harekete geçirmek ve işgali def etmeleri için çağrılar
yapılır. Hatta yöneticiler, orduların harekete geçmesine engel olurlarsa o
yöneticilerin değiştirilip İslâm ile hükmeden ve Allah yolunca cihat eden
Müslüman bir yönetici var etmek için çalışmak da tüm Müslümanlar üzerine bir
farziyet olur. İşte Hizb-ut Tahrir, orduları göreve çağırdığı gibi İslâm ile
hükmedecek yöneticilerin var edilmesi için de çalışmaya davette bulunuyor. Bunu
da şer’i hükmün gereği olarak yapıyor.
Dolayısıyla hem
yöneticilere hem de ordu içindeki güç sahibi komutanlara bu çağrıları yapmak, o
beldede yaşayan Müslümanlar üzerine farzdır. Burada izah edilmesi gereken başka
bir şey ise şudur: Bir İslâm beldesindeki küfür işgalinin defedilmesi ancak asker
ve silah gücü olan ordular eliyle mümkündür. Müslüman bireyler, fert olarak bu
işgali kaldıramazlar. Bu sebeple fertlerin işgali def etmek için münferiden cihada
gitmeleri vacip değildir. Ancak orduların işgali defetmek için hareket etmeleri
vaciptir. Çünkü işgali ancak ordular defedebilirler. Bu vacibi ifa etmeleri
için ordulara çağrıların yapılması, orduların harekete geçirilmesi için
çalışılması da Müslümanlar üzerine vaciptir.
İşte Hizb-ut
Tahrir’in orduları seferberliğe daveti, bu farziyeti yerine getirmeyen Müslüman
ordulara “emri bil maruf ve neyhi anil münker” vecibesinin bir gereğidir.
Hizb-ut Tahrir bu sebeple bir kitle olarak, üzerine vacip olan işi yapıyor ve
“Ordular Aksa’ya!” diyor.
Hangi Ordular?
“Ordular Aksa’ya!” çağrısına
yönelik bir de şöyle bir eleştiri yapıldı: Orduları “Aksa’yı kurtarmaya,
Filistin’e yardım etmeye çağırıyorsunuz da hangi ordular bunu yapacak;
Türkiye’nin laik ordusu mu, Mısır diktatörünün ordusu mu, Ürdün kralının ordusu
mu?” Öncelikle şunu ifade edelim: Türkiye ordusu; ABD, İngiltere, Rusya, Fransa
gibi değildir. Türkiye’nin ordusu -her ne olursa olsun-, Müslümanlardan kurulu
bir ordudur. Ordu içinde cephede ön safta savaşan askerler de, onlara komuta
eden rütbeliler de Müslümanlardan oluşuyor. Durum böyle olunca Müslüman
ordulara görevlerini hatırlatmak, Müslümanların ve İslâmi kitlelerin üzerine
vaciptir. Ayrıca Hizb-ut Tahrir sadece Türkiye ordusuna değil Pakistan
ordusuna, Ürdün ordusuna, Mısır ordusuna ve başka Müslüman ordulara da bu çağrıyı
yaptı. Hizb-ut Tahrir Müslüman ordulara vazifelerini hatırlattı, onlar bu
sorumluluğu yerine getirir, getirmez… Bundan mesul olacak olanlar yöneticiler
ve askerlerdir. Hizb-ut Tahrir, “Biz, orduları çağırdık gitmediler; ne
yapalım!” gibi sığ bir mazeretin arkasına da saklanmıyor. Başta Filistin meselesi
olmak üzere işgal altında olan tüm beldelerdeki sorunların nihai çözümünün Hilâfet’in
yeniden kurulması ile mümkün olacağını açıkça söylüyor ve bunun için çalışıyor.
Türkiye Ordusu “İsrail” İşgalini Bitirebilir mi?
“Arkasında ABD, Batı
ve tüm küfür devletlerinin olduğu işgalci “İsrail”e karşı Müslüman beldelerin
yönetimlerinin ve ordularının savaş kararı almaları, ne tür sonuçlara sebebiyet
verir?”, “Müslümanların, başta Yahudi varlığı olmak üzere işgalci kâfirleri
beldelerimizden söküp atmak için yeterli ordu gücü var mı?”, “Böyle bir kararın
ekonomik, siyasi vb. etkileri neler olur?” gibi endişeler var.
İslâm ümmetinin hem
donanımlı orduları hem yeterli silahları var. Bütün bunların yanında şahadet ve
cihat arzusu ile yanıp tutuşan milyonlarca asker ve Müslüman genç var. Müslüman
orduların askerî güç ve donanım olarak hiçbir eksiği bulunmamaktadır. Tek
sorun, bu ordulara harekete geçme emri verecek liderliğin olmamasıdır. Sorun; sömürgeci
kâfirlere, Müslümanların kanlarını akıtma, topraklarını işgal etme,
zenginliklerini yağmalama ve ortalıkta cirit atma fırsatı veren yöneticilerin
varlığıdır. Küfür ordularına limanları, boğazları, körfezleri, kara ve hava
geçitlerini açanlar bunlardır.
Öyle ki zamanında ve
hâlâ; Sırplar, Bosna ve Kosova’ya; Amerika, Irak ve Afganistan’a; Yahudi
varlığı, Filistin’e ve Lübnan’a; Rusya, Kafkaslara ve Suriye’ye; Hindular,
Keşmir’e; Çin, Doğu Türkistan’a saldırırken bu yöneticiler, kıllarını bile
kıpırdatmadılar. Orduları hareket ettirmedikleri gibi çoğu zaman işgalcilerin
ve saldırganların yanında yer aldılar. ABD ve Batı’nın düzenlediği konferanslara,
toplantılara, görüşmelere koşa koşa gittiler; onları savunan, destekleyen, koruyan
ve “aklayan” anlaşmalara imza attılar. Hatta daha da ileri giderek işgal edilen
topraklara ABD ve Batılı ülkelerin askerlerinin komuta ettiği “barış gücü”
ordularına destek verdiler. Biz çok iyi biliyoruz ki; bir yere “barış gücü”
askerleri girerse oradaki işgale meşruiyet oluşturmak, işgale karşı direnen
Müslümanlara karşı savaşmak için giriyordur. Zira biz, bugün Filistin için
gündeme getirilen “barış gücü”nün de bu amaca yönelik bir işlev göreceğini
söylüyoruz. Bu sebepten özellikle altını çiziyoruz: Hizb-ut Tahrir’in “Ordular
Aksa’ya!” çağrısı, işgali bitirmek için orduların harekete geçmesini içeriyor
yoksa Filistin topraklarına girecek, içinde küfür askerlerinin de olacağı bir “barış
gücüne” Türkiye ordusunun katılmasını değil!
Şu gerçeği de ortaya
koymak gerekir: Filistin topraklarını işgal eden gasıp Yahudi varlığı, bütün
teknolojik, silah ve arkasındaki siyasi gücüne rağmen Gazze’deki mücahitler
grubu karşısında zilleti yaşadı. ABD ve Batı, sanki üçüncü dünya savaşı varmış
gibi uçak gemilerini, donanmalarını “İsrail”e yardım için Akdeniz’e gönderdi.
İşgalci varlığa her türlü silah ve mühimmat desteği sağladı. Buna rağmen geçen
süre içinde işgalci güçler hiçbir başarı elde edemediler. İzzettin Kassam
Tugayları’nın başlattığı karşı saldırı sonrasında Yahudilerin ne kadar korkak
insanlar olduğunu bir kez daha gördük. Kıt imkânlarla yapılan saldırılarda o “yenilmez”
denilen “İsrail” ordusunun, “kâğıttan kale” olduğunu da gördük. Ve bu durum,
bize geçmişi hatırlattı. Bir avuç mücahidin kök söktürdüğü “İsrail” nasıl oldu
da 1967 yılında Mısır-Suriye-Ürdün ordusunu yenebildi? Üstelik Irak, Suudi
Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir’den asker ve silah yardımına rağmen! Evet,
geçmişte böyle bir ihanetle karşı karşıya kaldık. Ancak bu ihanet, Filistin’in
kurtuluş gerçeğini örtemez. Zira Filistin’i ancak ve ancak harekete geçmiş bir
ordu kurtarabilir.
Eğer ki Müslüman
beldeler, ABD ve Batı’yı karşılarına alarak Filistin’i işgalden kurtarmak için ordularını
harekete geçirirlerse “İsrail”i o topraklardan söküp atmaları çok kolay olur. Ancak
şu ana kadar Arap rejimleri ve Türkiye yönetiminin ortaya koyduğu tavır göstermektedir
ki orduları harekete geçirecek İslâmi siyasi irade bu mevcut işbirlikçi
yöneticilerde yoktur. Onlar daha hâlâ ABD ve Batılı dostları ile iş birliğini
ve koltuklarını korumanın derdindeler. Bu sebeple de vakıa açısından yapılması
gereken; bu yöneticileri değiştirmek, Müslüman ordunun başında Yahudi
varlığının kökünü kazımak için harekete geçecek raşit bir halifeyi naspetmek
hem elzem hem de Müslümanlar üzerine vaciptir. İşte o zaman raşit halife, Allah
Subhanehu ve Teâlâ’nın şu uyarısını
dikkate alarak İslâm Ordusu’nu Aksa’yı kurtarmak için seferber etmekten asla
geri durmayacaktır:
[وَمَا لَكُمْ
لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ
وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ
هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ
وَلِيًّاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ] “Size
ne oluyor ki, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu
beldeden kurtar, katından bize bir dost ve yardımcı gönder’ diye yalvarıp duran
zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa
çıkmıyorsunuz?”[2]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış