SÜLEYMAN UĞURLU İLE RÖPORTAJ

Editör

Köklü Değişim (KD): Raporda bütçe gelirlerinin %97’si vergi iken bu tür vergilerin İslâm’a göre caiz olmadığı için kaldırılması gerektiğini söylüyorsunuz? İnsanlar doğal olarak “alternatif gelir kaynakları neler olacak?” sorusunu soruyor? Giderleri karşılamak için kaynak nerden bulunacak?

Süleyman UĞURLU: Vergi o kadar doğal hâle gelmiş ki insanlarımız maalesef vergisiz bir ekonomi, vergisiz bir hayat düşünemiyorlar. Sabah kalkıp lambanın düğmesine bastığımızda, yüzümüzü yıkamak için suyu açtığımızda, çay demlemek için ocağı yaktığımızda vergi veriyoruz. Dolayısıyla vergisiz bir hayatı tasavvur etmek elbette zordur.

Raporumuzu hazırlarken bu sorunun en çok sorulacak soru olduğunu biliyorduk. Dolayısıyla biz bu soruya hazırlıklıyız. Meseleyi iki boyutta ele almak gerekir: Öncelikle biz bu 10 maddeyi, güncel kriz için hazırladık. Gelir kaynaklarının neler olacağını, mevcut sistemin gelir kaynaklarındaki haramları ve zulümleri dışarıda tutarak açıkladık. Mesela; devletin faizden, şans oyunlarından gelirleri bulunmaktadır ancak biz bu gelirleri hiç hesaba katmadık. İlk etapta kamudaki savurganlıkları, israfı gözler önüne serdik ve buralardan ne kadar tasarruf edilebileceğini üç aşağı, beş yukarı hesapladık. Bizim hesabımıza göre kamuda uygulanacak ciddi tasarruf tedbirleriyle minimum 300 milyar lira tasarruf sağlanacaktır ki Türkiye’nin 2022 yılı için bütçe açığı tahmini 278 milyar liradır. Yani tasarrufla bütçe açığı kapatılacak ve devletin yeni borçlanmaya girmesi engellenecek. Faiz ödemeleri durdurulup sadece anaparalar uygun bir zaman diliminde ödenecek. Bu da 240 milyar lira demek. Dikkat edin; şimdiden bütçe açığı kapandı ve elimizde 250 milyar lira para var. Ancak gider elbette çok fazla.

Buraya geldiğimizde 1 trilyon 210 milyar liraya daha ihtiyaç olduğu görülmekte. Devletin faiz ve vergi harici geliri 116 milyar lira. Yani yaklaşık 1 trilyon liraya ihtiyacımız var. Kamu mülkiyetlerinin işletilmesiyle elde edilecek gelir ilk etapta 235 milyar lira. Kaldı; 765 milyar lira! İşte burada zenginlere dönüyoruz. Yıllarca bu halkın üzerinden para kazanan, kamu malına çöreklenip kesintisiz gelir kaynağı oluşturan, doğru dürüst vergi vermeyen zenginlere dönüyoruz ve diyoruz ki: “Verin bakalım!”

Bunu da şöyle yaptık: TÜİK verilerine göre en zengin %40’dan vergi toplansa ne kadar toplanır diye baktık ve karşımıza 1 trilyon 77 milyar lira gibi bir rakam ortaya çıktı -ki bu bütçe fazlası demektir-. Yani hiç kimseden hiçbir vergi almamış olsak ve sadece zenginlerden toplasak bile devletin ihtiyaçları fazlasıyla karşılanmaktadır.

İslâm iktisat nizamı kâmilen tatbik edildiğinde nasıl olacak? O zaman devletin gelirleri doğal olarak farklı olacak. Devlet vergiye dayanmayacak. Bu devletin 12 ana kalemde geliri olacak. Bu gelirle kendi ihtiyaçlarını karşılayacak. Köklü Değişim’in neşrettiği “Hilâfet Devleti’nde Maliye” adlı kitapta bu konular detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Merak eden kardeşlerimiz bu kitaba müracaat edebilir.

Özetle; halkın temel ihtiyaçlarını karşılama ve vergileri kaldırmak için devletin elinde imkânlar olduğunu biliyoruz. İrade gösterirse bunları yapabileceğine de inanıyoruz.

KD: “Kapitalist ekonomik sistemin, krizlerin kaynağı olduğunu” söylüyorsunuz. Ancak kapitalist Batılı ülkelerde durum böyle değil. Bu bir çelişki değil mi? Bunu nasıl izah edersiniz?

Uğurlu: Bunu sadece ben söylemiyorum, herkes söylüyor. Ayrıca yıllardır birçok Batı ülkesinde şahit olduğumuz krizler, bunun en önemli örnekleridir. Mesela; yanı başımızdaki Yunanistan en büyük dış borç oranına sahip ülkedir. 2009 ve 2017 yılları arasında, Yunan hükûmetinin borcu 300 milyar Euro’dan 318 milyar Euro’ya yükselirken GSYİH borç oranı %127’den %179’a yükselmiştir.

Euro bölgesinin üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya 2008-2009 büyük durgunluk ve sonraki Avrupa borç krizinden en çok etkilenen ülkeler arasındadır. Eurostat’a göre, 2015 yılında İtalya devlet borçları GSYİH’nın %128’i seviyesindedir. Bahsettiğimiz krizlerden en ağır darbe alan ülkelerden biri de İzlanda’dır. İzlanda 2008 yılında iflasın kıyısına gelmiş hatta gazetelerde İzlanda için “satılık ülke” manşetleri atılmıştır. Avrupa Birliği de bu krizlerden ağır bir şekilde etkilenmiş, Avrupa neredeyse bölünme noktasına kadar gelmiştir. Ya “hayaller ülkesi” ABD? Tam bir borç batağı içerisindedir. ABD’nin hane halkı borcu, 15 trilyon doları aşmış durumdadır. ABD Hazine Bakanlığı’nın geçtiğimiz günlerde açıkladığı verilere göre; 31 Ocak itibarıyla toplam kamu borcu 30 trilyon doları aşmış durumdadır. Bu rakam, pandemi öncesi dönem olan Ocak 2020’ye göre 7 trilyon dolar daha yüksektir. Bu “hayaller ülkesinde” insanlar, kalacak yer bulamadıkları için sokaklarda yatmaktadır. Yaklaşık 1 milyon Amerikalı insanca yaşamdan uzaklaştırılmış, aç ve perişan bir şekilde sokaklarda yaşamaktadır. 2021 yılı sonu itibariyle küresel borç sarmalının 300 trilyon dolara, yani küresel GSYH’nın %365’ine ulaşması bekleniyor. Dolayısıyla bilinenin aksine Batılı ülkeler başta olmak üzere tüm dünya ülkeleri borç batağında bulunmaktadır.

“Kriz” dediğimiz şey aslında mal ve hizmetlerin yetersiz olmasından kaynaklanmıyor. Onların iddia ettiği gibi; “mal ve hizmetler sınırlı, insan ihtiyaçları sınırsız” değildir. Bilakis her şey sınırlıdır. Rezzak olan Allah her canlı için bir rızık ayırmıştır. Sorun şu ki; bu kapitalist sistem insanların rızıklarını ellerinden alarak adil bir dağılımın olmasını engellemektedir. Yani krizin sebebi mal ve hizmetlerin sınırlı olması değil, kapitalizmden kaynaklı sınırsız aç gözlülüktür.

Özet olarak anlatmak istiyorum: 1971 yılında ABD, “Bretton Woods anlaşmasını iptal ettiğini” duyurdu. Bu anlaşmaya göre; bastığı dolarların %25’ini altın rezervi olarak bulundurmak zorundaydı. Bu da doğal olarak para üretimini kısıtlıyordu. Tüm dünyayı ele geçirmek içinse sınırsız para basmaları lazımdı. Onlar da kendilerinin dikte ettiği bu anlaşmayı iptal etti ve sınırsız para üretme imkânı sağladı. Bundan sonra bankalar, bilgisayarlar üzerinden “kredi” adı altında para üretmeye başladı. Sanal bir ekonomi oluşturuldu. Dünyanın her tarafına elleri uzandı. Hiçbir karşılığı olmayan ABD doları her şeyi alabilir hâle getirildi. Bu sanal ekonomide malların gerçek fiyatları da şişirildi ve balon ekonomisi oluştu. Borsalardaki hisse senetleri değerinden onlarca hatta binlerce kat fazla fiyata alınıp satılmaya başladı. Ancak şişirilen balonların da bir sınırı vardı ve balon patlayıp gerçek fiyatına yaklaşmaya başlayınca finansal krizler meydana geldi. Çünkü ortada aslında para yoktu. Her şey bilgisayar tuşlarından, telefonların dokunmatik ekranlarından yönetilmekteydi. Bu finansla krizlerde binlerce işletme battı ve milyonlarca insan zarar gördü. En nihayetinde bu işin böyle olmayacağını söylemeye başladılar. Raporumuzda bu kişi ve kuruluşları yazdık. Eski Dünya Bankası Başkanı, İngiltere Merkez Bankası raportörleri, Fransa Cumhurbaşkanı, Rusya Devlet Başkanı ve birçok ekonomist yeniden altın sistemine geçilmesi gerektiğini söyledi.

Yani kapitalizm krizlerin kaynağıdır, bunda hiçbir şüphe yok. Bu krizlerin Batılı ülkelere yansıması ile gelişmekte ya da geri kalmış ülkelere yansıması elbette farklı olmaktadır. Batılı ülkeler kriz anında yüksek miktarda desteklerle krizlerin aşılmasını sağlamakta ve sistemi yenilemektedir. Ellerinde tuttuğu teknoloji, sanayi ile bunu yapabilecek güce sahiptir. Bizim gibi ülkelerde ise krizleri halk iliklerine kadar hissetmektedir.

“Kriz” dediğimiz şey, biliyorsunuz aynı zamanda birilerinin zenginleşmesidir. Yani birileri krizlerden beslenip zenginleşirken birileri fakirleşmektedir. Daha doğrusu; zenginler daha çok zenginleşirken fakirler daha çok fakirleşmektedir. Bu durum kabul edilemez! Hem İslâmi olarak kabul edilemez hem de insani olarak… Ancak maalesef -üzülerek söylüyorum ki- hakikatler tüm çıplaklığıyla ortada iken halkımız suçu yine kendisinde görmekte. Bunu, katıldığım programlarda gördüm. Bizim iktidarın icraatları üzerine yaptığımız eleştirilere karşı bazı STK temsilcileri ya da tanınmış kişiler, “Bizim hiç mi suçumuz yok!” diye söze başlamakta ve “Önce kendimizi düzeltmemiz gerek!” diyerek konuşmasını bitirmekte. Umarın en kısa zamanda toplumsal bir bilince sahip oluruz ve krizlerin kaynağının kapitalist sistem olduğunu görürüz.

KD: Uluslararası anlaşmalar dünyadaki sisteme bir düzen veya standart getirmiyor mu? Bunlara neden karşısınız?

Uğurlu: “Uluslararası anlaşmaları yapanlar kim?”, öncelikle ona bakmamız lazım. Mevcut dünya düzeninde bu anlaşmaları düzenleyen Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Birleşmiş Milletler (BM)’dir. Bu kurumlar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaşın galipleri tarafından oluşturulmuştur. Kapitalizmin metodu, sömürmektir. Dolayısıyla dünya halkları, adalet, çevre vb. onlar için hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu gibi söylemler sadece kendi asıl gayelerini gizlemek için kullandıkları kılıflardır.

Bu anlaşmalardan bir tanesini sizlerle paylaşayım; standart mı, sömürü mü getiriyor, siz karar verin: Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRİPS). Bu anlaşmaya göre; fikrî mülkiyetler koruma altına alınmıştır. Baktığınız zaman gayet insancıl. Peki, teknoloji alt yapısı ve teknolojik araç ve gereçler kimin elinde? Gelişmekte olan ülkelerde mi? Hayır! Hangi ülkelerde? Başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerde! İşte bu anlaşma, teknolojinin Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere geçmesini engellemek için icat edilmiş bir anlaşmadır. Meseleyi, “korsan kitaba” ya da “korsan kasete” indirgememek lazım. Mesele, çok daha derin ve çok daha küresel bir meseledir. Mesela; tüm dünya ülkeleri koronavirüs pandemisi sürecinde birçok can kaybı verdi. Toplumlar ciddi kısıtlamalara maruz kaldı ve hastalığın etkisi neredeyse hayatın tüm alanını etkisi altına aldı. Bu süreçte iki aşı firması, ürettikleri aşıları piyasaya sürdüler. Bu aşı ile virüsün insan sağlığına etkisinin azaltılması hedefliyor ve hastalığın daha hafif atlatılmasına olanak sağlayacağı savunuluyordu. Aşı firmalarına, patent haklarını kaldırma talebinde bulunuldu. Çünkü bu, insani bir sorundu ve ticari beklentilerin ötesinde bir durumdu. Lakin firmalar patent haklarını kaldırmayı reddettiler; bunu ticari bir gelir kapısı ve fırsat olarak gördüler.

Ne demişti Marx: “Kapitalizm, gölgesinden faydalanmadığı ağacı keser! Gerçekten güzel bir tarif. Bu tarifle siz, uluslararası anlaşmalara bakın. Bir de Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın bildirmiş olduğu gerçeklik var ortada:

[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًؕ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ] “Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin, onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler.”[1] Yani Rabbimiz diyor ki: onların yaptığı anlaşmalara güvenmeyin. Onlar ancak sizin sıkıntıya düşmeniz için bir anlaşmanın altına imza atarlar. Mesele bu kadar basit aslında!

KD: Birçok ilde düzenlenen STK söyleşilerine katıldınız. Bu söyleşilerde şahit olduğunuz en ilginç şey ne oldu?

Uğurlu: Elbette birçok güzelliklerle karşılaştık. Benim en çok hoşuma giden, bize hizmet eden bir garson kardeşimizin tavrıydı. En son söyleşimiz Karaman’daydı. Allah’a hamd olsun oraya katılma imkânım oldu. Sünnet olduğu üzere davet ettiğimiz misafirlerimize ikramda bulunmak istedik. Tuttuğumuz salonda sabah kahvaltısı tertip etmiş arkadaşlar. Görevli bir kardeşimiz böyle arı gibi çalışarak misafirlerimize hizmet etti, sağ olsun. Kahvaltıdan sonra program başladı. Ben sunumumu yaptım, yerime oturdum. Moderatör arkadaş soru-cevap ve görüş bölümüne geçtiğimizi ilan ederek “Sorusu olan var mı?” diye sordu. Birinin, heyecanlı bir şekilde; “Benim var!” diye bağırışını duyduk. Hepimiz sesin geldiği tarafa doğru döndük. Baktık ki, bize hizmet eden garson arkadaşımız soru sormak istiyor. Sözü ona verdik ve ilk soruyu o sordu. Güzel de bir soru sordu. Dedi ki: “Bu anlattıklarınızın hepsi çok güzel de, nasıl uygulanacak?” Arkadaşımız, aynı güzellikte soruyu cevaplandırdı. Orada şunu hissettim; bizim insanımız, İslâm’ın hükümlerine teslim olmaya hazır. Onlara İslâm’ın hayatın her alanda bir sözü olduğunu anlattığımızda, ekonomik krizlerin İslâm’ın hükümleriyle çözüleceğini söylediğimizde gerçekten heyecanlanıyorlar. İşte bu heyecanı, o kardeşimizin gözlerinden okudum. Rabbim heyecanını amele dönüştürsün.

Buradan, teşekkürü borç bildiğim bazı kardeşlerime teşekkür etmek istiyorum:

Raporun hazırlanmasında gecesini gündüzüne katan, kafa patlatan, binlerce sayfa doküman okuyan, görüş bildiren, istişarelerimize katılan kardeşlerimize teşekkür ediyorum. Allah kendilerinden razı olsun.

Yaklaşık iki ay boyunca şehir şehir gezen, çok ciddi çaba sarf eden, ailesinden uzakta günlerini geçiren konuşmacı arkadaşlarıma, bu toplantıları ve konferansları bitmek tükenmez bilmeyen bir enerjiyle tertip eden kardeşlerime teşekkür ediyorum. Allah onlardan razı olsun.

Ve elbette teknik ekibimize. Saatler önce alana giderek hazırlıklara başlayan, ilk gelen son çıkan, herkes evine ulaşmışken teknik malzemeleri toplamaya çalışan teknik ekipteki arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum. Allah onlardan da razı olsun.

Hülasa her şey çok güzeldi çok verimliydi. Rabbim sunduğumuz önerilerin tatbik edildiğini görmeyi nasip etsin.



[1] Âl-i İmran Suresi 118


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz