[سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَىٰ بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِّنَ ٱلْمَسْجِدِ
ٱلْحَرَامِ إِلَى ٱلْمَسْجِدِ ٱلْأَقْصَى ٱلَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ
مِنْ ءَايَاتِنَآ ۚ إِنَّهُ هُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْبَصِيرُ] “Kendi kulunu
(Muhammed’i) bir gecede Mescid-i Haram’dan (Kâbe’den) yola çıkararak kendisine
bazı mucizelerimizi gösterelim diye, çevresini kutsal kıldığımız Mescid-i
Aksa’ya (Kudüs’e) ulaştıran Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir. O her
şeyi işiten ve her şeyi görendir.”[1]
Kudüs, H. 15. asırda İslâm toprağı olmuş, İslâm’ın hükümlerinin hâkim
olduğu bir şehir hâline gelmişti. Güvenliği Müslümanlar tarafından sağlanan,
halkı İslâm tabiiyetinde olan ve tarih boyunca ümmetin canı pahasına savunduğu
bu belde, kıyamet saatine kadar herhangi bir işgal durumunda tüm Müslümanların
korumak ve savunmakla yükümlü olduğu mübarek bir emanettir.
Zira bu kutsal toprakları diğer İslâm beldelerinden ayıran husus, İslâm’ın
ilk kıblesi olmasıdır. Filistin meselesi yalnızca insani bir mesele değildir;
bilakis bu, imanın özüne dokunan, İslâmî kimliğin ve ahirete imanımızın bir
gereği olan bir meseledir! Bu, bir cihat meselesidir; bir hesap günü
meselesidir; Allah’ın emrine bağlılık meselesidir.
Son yüzyılda Müslümanların yaşadığı en büyük felaket, ümmetin çelik iradesi
ve kalkanı olan Hilâfet’in 1924’te yıkılmasıdır. Bu yıkımın en ağır
sonuçlarından biri ise hiç şüphesiz, işgalci ve soykırımcı Yahudi varlığı “İsrail”in
Filistin topraklarındaki işgali, katliamları ve zulmüdür. Bu azgın varlık,
yalnızca toprak işgal etmekle yetinmemiş; bilakis tarihin gördüğü en aşağılık,
en gayri insani ve gayri ahlaki suçların tamamını işlemiştir.
Filistin, asırlar boyunca Müslümanların huzurla yaşadığı bir diyar iken,
Sultan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinden sonra iktidarı ele geçiren hain
zümrenin ihaneti sonucu kaybedilen topraklardan biri hâline gelmiştir. “İsrail”
adı verilen bu sömürge projesini devlet olarak tanıyan ilk halkı Müslüman ülke
maalesef Türkiye olmuştur. Böylece, İngilizlerin çizdiği haritalar ve onların ajanlarının
yönettiği Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan gibi rejimler, bu Yahudi varlığının
bekçiliğini üstlenmişlerdir. Günümüzde de bu ihanet zinciri devam etmektedir.
Sadece bu rejim bekçileri değil; bugün 57 İslâm beldesinin başındaki Batı
ile kol kola yürüyen işbirlikçi yöneticiler sayesinde işgalci Yahudi varlığı
işgal ve katliamlarını sürdürmektedir. Fakat kesin olan bir şey var ki; “İsrail”
bu işgalleri ve saldırıları ne ilk defa yapmaktadır ne de durma niyetindedir.
1948’den bugüne, her defasında anlaşmaları ve sözde barış süreçlerini ayaklar
altına alarak binlerce Müslümanı katletmiş, işgalini genişletmiş, şehirleri
yerle bir etmiş, adeta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamıştır.
Öyle ise geriye cevaplandırılması gereken tek bir soru kalıyor: “İsrail” bu
cürümleri işlerken buna kim dur diyecek? İşgali durduracak olan gerçek güç
nedir? Bu işgale ve katliama kim engel olacak? Utanç verici bir sessizlik
içinde, işgalci Yahudi varlığına adeta demir kubbe görevi yapan devletler mi?
Etkisiz, içi boş kınama mesajları yayınlayan liderler mi? Tükenmiş diplomatik
girişimler mi? Birleşmiş Milletler mi? Uluslararası toplum mu? Yoksa gücünü
Allah’a olan bağlılığından alan ve ümmeti tek çatı altında toplayacak bir
Hilâfet mi?
Aksa Tufanı: Kahramanca Direnişin, İmanın Zirveye Çıktığı ve “İsrail” ile
Liderlerin Maskesinin Düştüğü Gün
Aksa Tufanı, hem “İsrail”in hem de ümmetin başındaki korkak yöneticilerin
maskesini düşürmüş, Filistin’in direnişi ise yeniden tarih yazmıştır.
7 Ekim 2023 sabahı, dünya yeni bir gerçeğe uyandı. Filistinli mücahitler
öncülüğünde başlatılan “Aksa Tufanı” operasyonu yalnızca bir saldırı değil; on
yıllardır süren işgale karşı bir dirilişin, küresel bir meydan okumanın ve
imanın gücünün ilanıydı. Bu harekât, mazlumun imanla kuşanmış gücünü, inancın
en modern silahları bile dize getirdiğini ve “yenilmez” sanılan orduların nasıl
aciz kalabildiğini tüm dünyaya gösterdi. Aynı zamanda “İsrail”in “yenilmezlik”
efsanesini paramparça etti.
“İsrail” uzun zamandır “yenilmez ordu” yalanıyla hem kendi halkını hem de
ümmeti uyuşturuyordu. Ancak Aksa Tufanı, bu korku perdesini yırttı ve bu
işgalci varlığın aslında kâğıttan bir kaplan olduğunu ortaya koydu. Demir Kubbe
sistemi, saldırının daha ilk saatlerinde işlevsiz kaldı. Dünyanın “en güçlü”
denilen istihbarat kurumları Mossad ve Shin Bet’in şişirilmiş bir balon olduğu
ifşa oldu.
Ölümü gördüğünde paniğe kapılan ve en küçük tehditte bile korkuya yenilen “İsrail”
halkı, evlerini terk ederek sığınaklara kaçtı. 7 Ekim, ümmet için yeni bir
milat oldu. Aksa Tufanı, zulme karşı susmanın değil; direnişin, fedakârlığın ve
şehadete koşmanın bir kıyamı olduğunu ispatladı.
Filistin’in çocukları, gençleri, yiğitleri ve mücahitleri dünyaya şu dersi
vermiştir: Teknolojik silahlar, iman karşısında aciz ve çaresizdir. 7 Ekim Aksa
Tufanı, bütün dünyaya savaşın yalnızca silahla, yalnızca kurşunla değil; imanla,
sabırla ve adanmışlıkla da kazanılabileceğini göstermiştir. Ve bunda da şanlı
bir şekilde başarılı olmuştur.
Aksa Tufanı’nın en büyük mesajlarından biri de ümmete yöneliktir: Bu
direniş asla yalnız bırakılmamalıdır. Siyasi birlik, askeri güç ve özellikle
Hilâfet bilinci olmadan zafer kalıcı olmayacaktır. Aksa Tufanı bir kıvılcımdır;
fakat bu kıvılcımı alevlendirecek olan ümmetin topyekûn ayağa kalkışıdır.
Filistinli Müslümanlar, yıkılmaz ve sarsılmaz akideleriyle “İsrail” kâfirlerine
karşı yeryüzünü dar etmişlerdir.
Yaklaşık iki sene geçmesine, soykırıma, aç ve susuz bırakılmalarına,
katliamlara ve sayısız şehide rağmen, bu işgalci güç karşısında mücahitler ve
kahraman Gazze halkı tek bir adım geri atmamış, boyun eğmemiştir. Çünkü Gazzeli
Müslümanlar, “iman varsa imkân da vardır” hakikatini tüm dünyaya ispatlamıştır.
Ne yazık ki, bugünün reel politiğine teslim olmuş, ulus devlet sınırları
içine hapsolmuş ve uluslararası sisteme entegre olmuş İslâm ümmetinin başındaki
korkak ve aciz yöneticiler, bu meselenin iman değil imkân meselesi olduğu
vehmine kapılarak, gücün sayıda ve teknolojide olduğu yalanını ümmete empoze
etmişlerdir. Hâlbuki biraz olsun şanlı İslâm tarihine baksalardı, zaferin sayıda
değil, imanda ve iradede olduğunu göreceklerdi.
Eğer üstünlük gerçekten sayıda, güçte ve teknolojik silahlarda olsaydı,
Bedir’i, Uhud’u, Hendek’i, Mute’yi, Mekke’nin ve Hayber’in fethini, Huneyn ve
Tebük seferlerini nasıl anlamlandıracaktık? O savaşlarda Müslümanlar, sayı ve
teçhizat bakımından düşmanlarından az olmalarına rağmen, çelik gibi irade ve
sarsılmaz imanları sayesinde zafer kazanmışlardır.
Hiçbir reel politik hesap yapmadan, olaylara İslâmi bir pencereden bakan,
güçlü siyasi irade ortaya koyan Hilâfet Devleti’nin halifeleri, nerede bir
mazlum varsa ordularını onun imdadına göndermiş; nerede bir işgal ve sömürü
varsa, mesafe gözetmeden Allah’ı razı etmek için hemen harekete geçmiştir.
Burada yanlış anlaşılmasın; “sayı, güç, gelişmiş silahlar önemsiz”
demiyoruz. Ancak bunlar, güçlü bir imana sahip olunmadıkça, tek başına zafer
getirmez. Bu konuda Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
[وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ
الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهٖ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ...] “Allah’ın
ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama
Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği
kadar güç ve savaş atları hazırlayın.”[2]
“İsrail” Neden Durmuyor – Durdurulamıyor?
Allah’ın ipini koparmış ve kıyamet gününe kadar alınlarına zillet damgası
vurulmuş bir kavim nasıl olur da durdurulamaz?
[ضُرِبَتْ
عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّٰهِ
وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ...] “Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça,
nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara zillet damgası vurulmuş; Allah’ın
gazabına uğramışlar ve aşağılanmaya mahkûm olmuşlardır.”[3]
Birinci ve en büyük faktör; bu gasıp ve işgalci varlığa çelik zırh ve can
simidi görevi gören, ona her şartta destek veren, Gazzeli Müslümanları açlığa
ve ölüme terk eden, güçlü ve modern ordulara sahip olmalarına rağmen bu işgal
ve katliama son verecek ordularını harekete geçirmeyen, izzet ve şerefi
kâfirlerin yanında arayan hain ve işbirlikçi yöneticilerdir.
İkinci faktör; Amerika ve Avrupa devletlerinin koşulsuz ve kesintisiz
desteğidir. 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan hemen sonra, her zaman olduğu gibi,
bölgedeki ön karakolu ve güvenlik kalkanı olarak gördükleri “İsrail”e tam destek
vererek, bu varlığın daha da cüretkârlaşmasını sağlamışlardır. Eğer sömürgeci
devletlerin desteği ve bölge rejimlerinin koruması olmasaydı, bu aşağılık
varlık çoktan haritadan silinmiş olurdu.
Dolayısıyla “İsrail”, kendisini durduracak gerçek bir güç görmediği için
durmuyor; işgal ve katliamlarını sürdürüyor. İslâm beldelerinin parçalanmışlığı,
en modern silahlara sahip orduların pasifliği, yöneticilerin korkaklığı ve
zilleti, bu işgalin en büyük dayanaklarıdır. Yahudi varlığı şunu çok iyi
biliyor: Müslümanlar birleşmedikçe, tek bir siyasi otorite altında
toplanmadıkça, dilediğini yapabilir; öldürebilir, katledebilir, sömürebilir.
İşte bu yüzden bu kanlı varlık durmuyor.
“İsrail’i” Durduracak Yegâne Güç: Hilâfet
Nitekim işgalci varlığın Başbakanı Netanyahu, geçtiğimiz günlerde yaptığı
açıklamada, “Akdeniz kıyısında herhangi bir halifeliğin kurulmasını kabul
etmeyeceğiz” diyerek asıl korkusunu, en büyük endişesini ve gerçek hedefini
açıkça beyan etmiştir.
Bugün ümmetin dağınıklığının, mazlum coğrafyaların acısının ve işgalin en
büyük sebebi; kâfirler karşısında çelik iradeye sahip, tek merkezden komuta
eden bir Hilâfet’in yokluğudur. Her ümmet parçası ayrı bir başın peşinde
koşarken, düşman tek bir plan etrafında birleşmiş şekilde hareket etmektedir.
“İsrail” saldırıyor, katlediyor, öldürüyor, soykırıma tabi tutuyor; fakat
ümmetin başında tek bir lider yok! Amerika ve sömürgeci Batı, ümmetin
beldelerini işgal ediyor, servetini ve zenginliklerini yağmalıyor; fakat ümmetin
ordusu yok! Zalimler kan döküyor; ama bunun hesabını soracak güçlü, siyasi bir
otorite yok!
Fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen, Gazze savaşı bir kez daha gösterdi ki; ümmette
hâlâ irade var, sarsılmaz bir iman var, cesaret var, şehadet arzusu var. Ancak
tüm bunları bir araya getirecek siyasi ve askerî birlik yok, ümmeti koruyacak Hilâfet
yok.
Şayet ümmeti koruyacak bir Hilâfet olsaydı; tüm İslâm orduları tek
merkezden harekete geçerdi. Tüm ümmet, seferberlik ruhuyla ayağa kalkardı.
Düşman korkutulamaz değil; Müslümanlar korkutulamaz hâle gelirdi.
Tarihin hiçbir döneminde Müslümanların en güçlü silahı tanklar ya da
füzeler olmamıştır. Mümin bir kalbin taşıdığı iman, en gelişmiş silahlardan
bile daha etkilidir. “İsrail”i gerçekten korkutan; Kudüs için canını feda
etmeye hazır, tek yumruk olmuş bir ümmettir. Ve bu ümmet, sahipsiz kaldığında
dağılır. Onu bir araya getirecek olan ise; ırklara, ulusal sınırlara ve devlet
milliyetçiliğine değil, İslâm’a dayanan bir birliktir. İşte bu birlik,
Hilâfet’tir.
Hilâfet sadece bir yönetim modeli değildir; o, ümmetin iradesini, kudretini
ve izzetini temsil eden bir kalkandır. Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi
ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[إِنَّمَا
الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ] “Şüphesiz
imam (halife) bir kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”[4]
Yine şöyle buyurmuştur:
[إِنَّ السُّلْطَانَ
ظِلُّ اللَّهِ فِي الأَرْضِ يَأْوِي إِلَيْهِ كُلُّ مَظْلُومٍ]
“Sultan/Halife Allah’ın yeryüzündeki ve gök kubbe altındaki gölgesidir.
Her zayıf ve mazlum, o gölge altına sığınır.”[5]
Hilâfet, yalnızca bir sembol değildir; ümmetin siyasi iradesi, askerî gücü
ve şer’î yönetim biçimidir. Hilâfet demek; orduların Allah için yürüdüğü,
düşmana korku salan bir sistem demektir. İşte “İsrail”i ve tüm sömürgeci kâfir
devletleri gerçekten titretecek olan tam da budur: Yalnızca silah taşıyan
değil, iman taşıyan bir ordu!
Hilâfet Varsa Ümmet Vardır!
Bugün Gazze’de akan kan, işgal ve soykırım yalnızca
bombaların ve kurşunların eseri değildir; bu, Hilâfetsizliğin acı sonucudur.
Eğer bir Hilâfet Devleti olsaydı; Kudüs asla yalnız kalmaz, Mescid-i Aksa’nın
duvarları gözyaşı dökmez, “İsrail” bu kadar pervasız ve cüretkâr olamazdı.
Hilâfet, ümmetin ortak refleksidir. Hilâfet demek; Somali ve Yemen’in
açlığına, Arakan’ın sessizliğine, Doğu Türkistan’ın çığlığına, Keşmir’in
feryadına karşı tek bir yürek, tek bir ses olmaktır. Bu ses, Hilâfet çığlığına
dönüşmediği sürece mazlumlar yalnız kalmaya, zalimler ise zulmüne devam etmeye
devam edecektir.
Bugün çözüm; ümmetin tek bir çatı altında birleşmesi, inançla dirilmesi ve
bu imanı kuvvete dönüştürmesidir. Ancak kuvvet, şer’î bir sistemin emrinde
olduğunda anlam kazanır. Ve o sistem, Hilâfet’tir.
Hilâfet; ümmetin yeniden toparlanması, “İsrail”in ise gerçek bir güç
karşısında ilk defa geri adım atması, ardından bu topraklardan arkalarına bile
bakmadan kaçması demektir.
Müslümanlar artık şunu açıkça görmelidir: Siyonist rejimi ne Batı durdurur
ne de onların siyasi çizgisinde yürüyen yöneticiler. Onu ancak imanla
yoğrulmuş, cihatla beslenmiş bir kuvvet durdurur. Bu kuvvetin adı da, şekli de
bellidir: Râşidî Hilâfet.
Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[لَا تَقُومُ
السَّاعَةُ حَتَّى يُقَاتِلَ الْمُسْلِمُونَ الْيَهُودَ فَيَقْتُلُهُمُ
الْمُسْلِمُونَ حَتَّى يَخْتَبِئَ الْيَهُودِيُّ مِنْ وَرَاءِ الْحَجَرِ
وَالشَّجَرِ فَيَقُولُ الْحَجَرُ أَوِ الشَّجَرُ يَا مُسْلِمُ يَا عَبْدَ اللَّهِ
هَذَا يَهُودِيٌّ خَلْفِي فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ إِلَّا الْغَرْقَدَ فَإِنَّهُ
مِنْ شَجَرِ الْيَهُودِ] “Müslümanlarla Yahudiler
savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Müslümanlar (galip gelerek) Yahudileri
öldürecekler. Öyle ki, Yahudi taşın veya ağacın arkasına saklanacak, taş veya
ağaç ‘Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! Şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu
öldür!’ diyecektir. Sadece garkad ağacı müstesna; çünkü o Yahudilerin
ağaçlarındandır.”[6]
Bu ümmet, ne zaman ki yeniden Allah’ın hükmüyle hükmeden bir halifeye biat
eder; işte o gün ümmet özgür olur, Kudüs özgür olur, zalimler zelil olur.
Dolayısıyla bu işgalci varlığı mübarek Filistin topraklarından kıyamete
kadar söküp atacak yegâne ve nihai çözüm, Müslümanların gücünü birleştirecek,
orduları harekete geçirip oradaki işgalci gücü tamamen yok edecek ve bu
toprakları aslı olan İslâm beldelerine ilhak edecek Hilâfet Devleti’nden
başkası değildir.
Yaşanan son olaylar, başka bir çözümün mümkün olmadığını bir kez daha
ortaya koymuştur. Bugün Filistin’in, Suriye’nin, Keşmir’in, Doğu Türkistan’ın
ve tüm İslâm beldelerinin de Hilâfet Devleti’nden başka bir kurtuluş yolu
yoktur. Bu hem şer’an hem aklen tartışmasız bir hakikattir.
[لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “Çalışanlar,
işte böyle bir şeyi elde etmek için çalışsınlar.”[7]
[1]
İsra Suresi 1
[2]
Enfal Suresi 60
[3]
Âli İmrân Suresi 112
[4]
Müslim, İmâre 34
[5]
Beyhaki
[6]
Müslim, Fiten 82
[7]
Saffat Suresi 61
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış