Allah Subhânehû
ve Teâlâ yüce kitabında şöyle buyurmuştur:
وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى
اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ
“Ve şüphesiz şeytanlar, sizinle mücadele
etsinler diye dostlarına ilham ederler.”[1]
İnsanlık tarihi boyunca yeryüzünde fesada sebep olan tüm inanç, fikir, proje ve
hükümler ancak şeytanların kendi dostlarına fısıldamasından başka bir şey
değildir. Nisa Suresi’nde bildirildiği gibi [وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ
خَلْقَ اللّهِ] “Muhakkak ki onlara
emredeceğim ve Allah’ın yarattığını değiştirecekler.”[2]
Yani kadınlar erkekleşecek, erkekler kadınlaşacak… İnsan tabiatına ve fıtrat
dini olan İslâm’a uymayan her türlü düşünce, inanç ve hükümler hayatın her
alanını kapsayacaktır.
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
لَتَتَّبِعُنَّ سُنَنَ مَنْ قَبْلَكُمْ
شِبْرًا بِشِبْرٍ وَذِرَاعًا بِذِرَاعٍ حَتّٰى لَوْ سَلَكُوا جُحْرَ ضَبٍّ
لَسَلَكْتُمُوهُ قُلْنَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ اَلْيَهُودُ وَالنَّصَارٰى قَالَ
النَّبِيُّ صَلّٰى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَمَنْ
“Sizden önceki
milletleri adım adım, karış karış, takip edeceksiniz. Öyle ki onlar keler
deliğine girseler, siz de girmeye kalkışacaksınız. Sahabe: Onlar Hristiyan ve
Yahudiler mi Ya Rasulullah? diye sordular. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem: Başka kim olabilir ki? diye buyurdu.”[3]
Tarihin hiçbir
döneminde insanlık şu an günümüzde olduğu kadar fıtratı bozulmamış ve ifsat
edilmemiştir. Cahiliye toplumu olarak isimlendirilen Mekke Dönemi’nde dahi
toplum bu kadar aşağılık bir duruma düşmemişti. Hâlbuki yaratılmışların en
şereflisi ve en üstünü olan insan, kendisini yaratan Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın
nizamından yüz çevirmiş ve böylece aşağıların aşağısı konuma düşerek en dip
noktayı görmüştür. Bugün bu bozuk vakıayı günümüzde hayatımızın her alanında
çok net bir şekilde hissetmekteyiz. İslâm şeriatının münker olarak
isimlendirdiği her ne varsa şu an toplum içerisinde çok yaygın bir şekilde
görülmektedir. Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın haramları helal, helalleri
ise haram kılınmıştır.
Tabii ki bu durum
toplum üzerine tatbik edilen fasit demokratik sistemden ve onun kutsadığı
özgürlükler fikrinden kaynaklanmaktadır. Demokrasideki özgürlükler düşüncesi
Allah Subhânehû ve Teâlâ’ya isyan etme ve O’nun yasakladığı ve haram
kıldığı her ne varsa kişiye tüm bunları kayıtsız bir şekilde yapma özgürlüğü
vermektedir. Bunun neticesinde ise şu an toplumlarda görülen rezillikler ve
ahlaksızlıklar yaşanmaktadır.
Sömürgeci kâfir
Batı fasit demokratik nizamla kendi toplumunu ifsat edip helake sürüklediği
gibi, aynı şekilde kendi hadarat ve kültürünün yayılmasının önündeki en büyük
engel olarak gördüğü Müslüman toplumları da kendi projeleri ile ifsat edip,
helake sürüklemek istemektedir. İşte biz bu makalede bunlardan biri olan ve
toplumları uçurumun kenarına iten “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” isimli şeytani
projenin hedeflediği şey üzerinde durmaya çalışacağız.
İzahında şöyle
geçer: “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi
(ETCEP), temel olarak, kamuoyunda toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının
yaygınlaştırılmasına katkı sağlamayı amaçlar. Proje faaliyetleri özelinde ise
eğitim sisteminin tüm bileşenlerine toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısını
yerleştirmeyi hedefler.”
Sömürgeci Batı’nın
şeytani ürünü olan bu proje “Yeniden yazmaya var mısın?” sloganıyla
gündem edildi. Kadın erkek rollerinin yeniden yazılmasını hedefleyen proje 2
yıl boyunca pilot uygulama olarak 10 ilde, 40 okulda yürütülmüş, 57.000
öğrenciye ulaşmış, British Council ve AB tarafından finanse edilmiştir.
Projenin asıl amacı ise nesli bozma, kadını kadınlıktan, erkeği de erkeklikten
çıkararak fıtrata müdahale etme projesidir. Böylelikle Batı’nın hayat ve yaşam
tarzı topluma ve genç nesle benimsetilerek, yeni yetişecek nesillerin seküler
ve demokratik bir zihniyete sahip olması, yanı sıra kendi kültür ve değerlerine
yabancılaşmış ve hatta bu değerlerden utanan ve nefret eden bir neslin
yetiştirilmesi amaç edinilmiştir.
Peki, nedir bu
toplumsal cinsiyet eşitliği? Toplumdaki farklı cinsiyetlerin hak olarak eşit
olması gerektiğini savunur gibi kamuoyunda bir algı oluşturularak, kadın erkek
eşitliğinden dem vuran bir görüntünün arkasında, cinsel eğilimin
serbestliğinden bahseden ve cinsel eğilimi farklı olan insanların normal
karşılanması ile onlara da kanunda yer verilmesine kadar giden bir toplumsal
felaketin habercisidir. Bu proje cinsel eğilim, herkesin yaratılıştan gelen
cinsiyeti kabul etme zorunluluğunun olmadığı, din, âdet, gelenek ve
göreneklerin bunu belirleyemeyeceği ve kişinin cinsel tercihini kendisinin
yapabileceğini bireysel özgürlük adı altında sunan bir yaklaşımdır. Yani bir
nevi, Avrupa’daki LGBTİ’nin: Lezbiyen (kadın kadına ilgi
duyma) - Gay (erkek erkeğe ilgi duyma)-Bioseksüel (her
iki cinse de ilgi duyma) - Transeksüel (kendini karşı cinsten
hissetme ve cinsiyet değiştirme) - İnterseksüel (her iki cinsin de
cinselliğine veya hislerine sahip olma, çift cinsiyetli) vb. daha birçok çeşidi
olan cinsel sapıklıkların alt yapı çalışmasıdır. Aslında bu projenin sahipleri
ve savunanları kadına şiddeti bahane edip, erkeği ve erkekliği aşağılayarak,
kadına hak ve eşitlik verme çabası adı altında bir yandan kadına yücelik tanzim
ederken, bir yandan da asıl gayeleri olan LGBT’li insanların toplumda
yayılmasının önünü açmaya çalışmaktır.
Hâlbuki Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem kadının erkeğe ve erkeğin de kadına benzemesine lanet
etmişken bu şeytani proje, toplumda cinsiyet eşitliği adı altında özellikle de
okullarda yaygınlaştırılmaya çalışılan LGBT, gay ve lezbiyenlik gibi her türlü
ahlaksızlığın ve fuhşiyatın temelini oluşturmaktadır. Başka bir deyişle Allah Subhânehû
ve Teâlâ’nın lanetlediği Lut kavmine benzer sapkın ve ahlaksız bir toplumun
ve neslin inşası hedeflenmektedir.
Bu proje, sömürgeci
kâfir Batı’nın en sinsi ve en şeytani mühendislik projelerinden birisidir.
Çünkü şu ana kadar Müslüman toplumu birtakım bozuk fikir ve kültürlerle
yozlaştırmada başarısız olan Batı, bu sefer şeytanın dahi aklına gelmeyecek bir
proje ile Müslüman toplumu ve nesli ifsat etmek istemiştir. Maalesef bunda da
azımsanmayacak kadar başarı elde etmiştir. Bunun için bu proje Batılı devlet ve
Batılı uluslararası kurumlar tarafından desteklenmektedir. Bunlar arasında
Almanya Büyükelçiliği, ABD Büyükelçiliği, Avrupa Birliği, Ford Vakfı,
Rockefeller Vakfı, Fransa Büyükelçiliği, İsviçre Büyükelçiliği, Soros Vakfı, Norveç
Büyükelçiliği, Danimarka Büyükelçiliği gibi kurumlar bulunmaktadır.
Bununla birlikte
Ulusal ve küresel sermaye de bu projeye büyük önem vermektedir. Türkiye'de ise
TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinin en güçlü destekçileri
arasındadır. TÜSİAD bu projeyi yaygınlaştırmak için bünyesinde bir çalışma
grubu da oluşturmuştur. Ayrıca ismini de (Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği)
"adam" kelimesinin "ayrımcı" olduğu gerekçesiyle geçtiğimiz
yıl değiştirmiştir.
Aslında ulusal ve
küresel sermayenin toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklemesinin arkasında
kadının istihdamının artırılıp "ucuz iş gücü" oluşturulması
yatmaktadır. Bundan dolayı toplumsal cinsiyet eşitliği savunucuları namus
kavramını ataerkil bir kavram olarak ele almaktadır. Buna göre namus kavramı
kadının erkek tarafından kontrol edilmesini sağlayan; ayrımcılık ve şiddet
üreten bir kavram olarak ifade edilmektedir. Bu yüzden kadın hareketlerinin
talepleriyle Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinden edep, ırz, namus hayâ gibi
kavramlar çıkarılmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları, kadının “annelik
rolüne” yapılan vurguyu tehlikeli olarak değerlendirmektedir.
Son yıllarda
özellikle üreme teknolojilerindeki ilerlemeler kadının annelik rolünü en aza
indirmeyi amaçlamaktadır. Evlenmeden (sperm bankaları) doğurmadan (yapay rahim)
ve emzirmeden (süt bankaları) mümkün olabilecek bir "anneliğin"
imkânları var edilmeye çalışılmaktadır. Hatta bugün yumurta bankalarının da
devreye girmesiyle "erkek" ve "kadına" ihtiyaç duyulmadan
çocuk üretiminin mümkün olduğu kamuoyu edilmiştir.
Bununla birlikte bu
yıkım projesi genelde toplumu ve özelde ise toplumu oluşturan aileyi hedef
almaktadır. Bu projenin savunucularına göre aile demek şiddet demektir. Çünkü
toplumsal cinsiyet eşitliği savunucuları aileyi, kadına ve çocuğa şiddetin
üretildiği tehlikeli bir mekân olarak gösterip, özellikle aile ve şiddet
kavramlarının birlikte kullanıldığı reklamlar, görseller, paneller ve
tanıtımlarla evliliği ve yuva kurmayı gençlere büyük bir risk ve tehlike olarak
sunmaktadırlar. Bu algı ve manipülasyon ile yapılmak istenen ya aile
kurulmasının önüne geçmek ya da zihinsel alt yapıyı oluşturarak var olan
ailelerin en kısa sürede yıkılmasını sağlamaktır.
Bu projenin en iyi
uygulandığı Batı toplumlarında ailenin neredeyse yok olduğunu söylememiz
mümkündür. Ekonomik açıdan yüksek bir gelire sahip olan İzlanda, Finlandiya,
İsveç, Norveç ve diğer Avrupa devletlerinde kadın ve aileye yönelik problemler
önlenebilmiş değildir. Aksine kadına yönelik cinayet, şiddet, boşanma, oranları
oldukça yüksektir. Maalesef bu durum içinde yaşadığımız coğrafyaya da yansımıştır.
Mesela Türkiye’de 2019’un ilk 11 ayında en az 430 kadın cinayeti işlenmiştir. Sadece
geçen aralık ayında ise cinayete kurban giden kadın sayısı 39 oldu. Ekimde 36
kadın öldürülürken, eylül ayında 53 kadın cinayete kurban gitti. Bu sayı her
geçen gün artmaktadır. Aynı şekilde 2001 yılından bu yana Türkiye'deki boşanma
istatistikleri ele alındığında en fazla boşanma olayının 2018 yılında yaşandığı
görüldü. TÜİK verilerine göre 2018 yılında 142 bin 448 çiftin geçinemeyip
boşandıkları belirlendi. Yapılan araştırmalara göre; 2001 yılındaki boşanma
sayısı 91 bin 994 olarak kayıtlara geçerken bu rakam 2017 yılında da 128 bin
411 oldu. 2016 yılında boşanan çift sayısı 126 bin 164, 2015 yılında ise 131
bin 830 olarak kayıtlara geçti. Ayrıca evlenme oranlarında da her geçen gün
oranın düştüğü görülmektedir. Yani bir yandan evlilik oranları düşerken diğer
yandan da boşanmalar artmaktadır. Özellikle de bu tür gayri İslâmi projelerin
uygulanmasından sonra bu rakamların daha da arttığını görüyoruz. Bu rakamlar
Türkiye’deki aile yapısının her geçen gün zayıfladığının, bu zayıflama ve
dağılmanın önüne geçilemediğinin, yine aynı şekilde bu tür şeytani projelerin
toplumun en küçük birimi olan aileyi nasıl parçaladığının göstergesidir. Başka
bir deyişle toplumun ve ailenin yok olduğunun resmidir.
İşte Batı bu sinsi
ve habis projeyle kendi toplum ve neslini ifsat ettiği gibi, şimdi de aynısını
hatta daha fazlasını Müslüman toplumda gerçekleştirmek istiyor. Yani kendi
neslini helak ettiği ve sapkın bir toplum hâline dönüştürdüğü gibi, Müslüman
nesli de helak etmek ve sapkınlığa düşürmek istiyor.
İşin vahim tarafı
ise bu tablo karşısında iktidarın ve muhalefetin vurdumduymaz tavrıdır.
Muhalefet partileri her fırsatta iktidarın politikalarını eleştirirken bu
konuda üç maymunu oynamaktadır. Çünkü muhalefet açısından toplumun seküler
demokratik değerleri benimsemesi ve İslâm’dan uzak kalması amaçlanmaktadır. Bununla
birlikte Milli Eğitim Bakanlığı her ne kadar bu projenin kaldırıldığını
söylemiş olsa da ailenin ve neslin yok olduğunu ve felakete sürüklendiğini
gören birtakım çevrelerin tepkisine rağmen hâlen bu sözleşmeyi uygulamada
ısrarlı görünüyor. Bir taraftan dindar bir nesil yetiştireceğini söyleyen
iktidar aynı zamanda nesli ve fıtratı bozan, toplumun medeniyet değerleri ve
kodları ile uyuşmayan sözleşmelerin altına imza atıyor. Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği’nin ana dayanağı olan İstanbul Sözleşmesi’nin hâlen iptal edilmemesi
bunun en somut örneğidir. Kaldı ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 5
yıllık TCE Ulusal Eylem Planı (2008-2013) hazırlamış ve uygulamış ve TCE
politikasına dayalı uluslararası belgeleri esas alan kanun ve yönetmelikler
çıkarmış ve hâlen yürürlüktedir. Yani bu projenin yürürlükten kaldırıldığını
iddia eden hükümet yetkilileri bu söylemlerinde kesinlikle samimi değildirler.
Teorik olarak kaldırılsa dahi pratikte bunun yansımalarını görüyoruz.
Burada önemle
durulması gereken bir diğer konu ise bu konuya duyarlı olan birtakım çevrelerin
bu proje karşısında ortaya koymuş olduğu tavırdır. Bir taraftan toplumları
yıkıma götüren projenin kaldırılmasını savunurlarken diğer taraftan ise çözümü,
Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı hayata karıştırmayan bozuk laik kapitalist
sistemden alıyorlar. Yani köklü alternatif bir proje ortaya koyamıyorlar.
Hâlbuki yapılması gereken bu projeyi İslâmi bir bakış açısı ile ele alıp, bu
konuya ilişkin İslâm’ın yaklaşımını araştırıp, İslâm’ın kadın ve erkek
ilişkilerini düzenleyen aile yapısını yani İslâmi içtimai nizamın gündem
yapılması ve daha da ötesi uygulanması için bir uğraş verilmesiydi. Bu konu ile
ilgili olarak Köklü Değişim Yayıncılık tarafından yayımlanmış olan “İslâm’da
İçtimai Nizam” isimli kitapta çözümler geniş ve köklü bir şekilde ele
alınmıştır.
Dolayısıyla hayatı
ilgilendiren tüm sorunların köklü bir şekilde ele alınıp, İslâm’ın bakış açısı
ile vuzuha kavuşturulması elzemdir. Bu da ancak hayatın her alanında İslâmi
hükümleri tatbik edecek olan İslâmi bir otorite ile mümkündür.
Velhasıl toplumsal
cinsiyet eşitliği insanların fıtrat ve yaratılışlarını ifsat etmek için
şeytanın kendi dostlarına ilhamından başka bir şey değildir. Her kim bu tarz
fesat projelerini tatbik eden şeytanları dost edinir ve sessiz kalırsa ancak
kendilerini ve toplumlarını helake sürüklerler.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış