“Gençler bizim
geleceğimizdir. Yarınlarımızın umududur. Büyüklerin elinden bayrağı alıp hakkı
insanlara yayacak, sonraki nesillere yol gösterecek ve örnek olacak
kimselerdir.” Bu cümleleri çok defa duymuşsunuzdur. Zira içinde yaşadığımız
toplum dâhil tüm toplumların genç nesillere bakış açısı aynıdır. Fakat ne
acıdır ki günümüzde böyle bir nesil bulmak imkânsız. Fertler bazında ise bu tür
gençlerin sayıları parmak ile sayılacak kadar azdır.
Herkes şikâyetçi…
Gençlerin otobüste yer vermediğinden, saygısız olduklarından, ahlaksız
olduklarından, sosyal medyanın esiri olduklarından şikâyetçi. Onlara hak
vermemek imkânsız. Elbette şikâyet edilecek çok şey var ama gençliğin neden bu
hâlde olduğunu tespit etmeden yapılan şikâyetler yakınmadan öteye
geçmeyecektir. Öyleyse şikâyeti bırakıp gençliğin neden bu hâle düştüğünü doğru
tespit etmek kaçınılmazdır. Zira doğru teşhis doğru tedaviyi beraberinde
getirir. Yanlış teşhis ise hastanızı kaybetmenize yol açar.
Çocuklar ilk eğitimi,
ahlakî değerleri kısacası temel bilgileri ailesinden öğrenir. Okul yaşına
geldiğinde ise eğitim işini devlet üstlenir ve sahip olduğu temel fikirleri,
değer yargılarını, doğruyu ve yanlış, iyiyi ve kötüyü, kahraman ile haini
devlet belirler. Bu hakikate binaen gençliği mevcut kötü duruma düşüren iki
temel etken olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
1.
Çocuklarına kendilerince iyi bir hayat
sunma uğruna, onları harcayan ve kendi elleriyle ateşe atan Anne-Babalar.
2.
Gençlere her fırsatta özgürlüğü,
bencilliği, asi ve merhametsiz olmayı aşılayan devlet, dolayısıyla kapitalist
düzen.
Gençleri Ateşe Atan
Anne-Babalar:
Bu maddede büyük bir
çelişki varmış gibi görünüyor değil mi? Zira hiçbir anne-baba yaratılışı gereği
evladını ateşe atmaz. Öyle ki anne, kendisini ateşe atar ama evladını atmaz.
Öyleyse nasıl oluyor da ahiret, hesap günü, cennet ve cehennemin varlığına
inanan bir anne-baba evlatlarını o can yakan ateşe gönderiyor? Üstelik Rabbimiz
çocuklarımızı korumayı emrettiği hâlde…
Rabbimiz Tahrim Suresi
6. ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
[يَٓا اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ
وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا
اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ] “Ey iman edenler! Hem kendinizi hem de
ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan o müthiş cehennem ateşinden koruyun!
Onun başında, Allah’ın emirlerine asla karşı gelmeyen ve kendilerine verilen
her emri eksiksiz yerine getiren son derece acımasız, güçlü ve sert tabiatlı
melekler vardır.”
Rabbimiz ayet-i
kerimede sadece kendimizi değil kendimiz ile birlikte ehlimizi, çocuklarımızı
da korumamızı emretmekte. Üstelik emir ile birlikte bizleri yakıtı insanlar ve
taşlar olan çok çetin bir azapla uyarmaktadır.
Şimdi tekrar aynı
soruyu soralım: Nasıl oluyor da Allah’a, cennet ve cehennemin varlığına iman
eden bir ebeveyn evlatlarını ateşe atabiliyor? Sanırım bu soru karşısında
hepinizde bir cevap oluşmuştur. Laik Kemalist, ateist kesimi bir kenara
bırakarak Müslüman aileler üzerinden bu soruyu cevapladığımda şer’î hükümlere
tabi olmada yaşanan istikrarsızlık ön plana çıkmaktadır.
Şer’an çocukların
eğitimi anneye verilmiştir. Kuşkusuz bu taksim, babanın sorumluluktan uzak
olduğu anlamına gelmez. Zira ailesinden asıl sorumlu babadır. Allah ailesi
hakkında babayı sorumlu tutacaktır. Anne-Baba, ikisinin birlikte çocuklarını en
güzel şekilde eğitmeleri, yetiştirmeleri gerekmektedir. Ancak anne, görev
dağılımında çocukların terbiyesini ve eğitimini üstlenmiştir. Çocuklarına
eğitim verirken anne ve babanın söyledikleriyle yaptıkları birbirinden farklı
olursa çocuk bu çelişkiyi hemen yakalayacaktır. Çocuklarının İslâm’a bağlı
yetişmesini, haram işlememelerini telkin ve tavsiye eden ebeveyn, ev almak için
kredi çekiyorsa ya da ağır çalışma şartlarını bahane ederek namazlarını
aksatıyorsa çocuk bu çelişkileri not edecek ve bir gün kendi hayatında
kullanacaktır. O da tıpkı anne-babası gibi şer’î hükümlere bağlanma noktasında
istikrarsız bir yaşam sürecektir.
Çocuğunun açık-seçik
giyinmesine şiddetle karşı olan ebeveynleri mutlaka görmüşsünüzdür. Ancak aynı
ebeveynlerin diğer birçok şer’î hükümde taviz verdiklerini de görmüşsünüzdür.
Örneğin; kız çocuklarının açık-seçik bir şekilde sokağa çıkmasına karşı
çıkarken, çocuğunun yalan söylemesine, çalışılması caiz olmayan bir işyerinde
çalışmasına, namaz kılmamasına bu kadar takılmazlar. Çocuklarının başörtüsü
takıp altına pantolon giyerek dışarı çıkmasına rıza gösterirken şer’î tesettüre
uygun giyinmelerini “Araplar gibi mi olacaksın?” diyerek karşı çıkabilirler.
Ya da erkek çocukların kız arkadaş edinmesi övünç kaynağı olurken kız
çocukların erkek arkadaş edinmesi “namus meselesi” olarak görülebilir. Her
nasıl olursa olsun, bu istikrarsız tavırlar çocukların eğitiminde önemli bir
rol oynamaktadır.
Oysa İslâm bize her
şeyi öğrettiği gibi çocuklarımızı nasıl eğiteceğimizi de öğretmiştir. Tahrim
Suresi’nin 6. ayet-i kerimenin tefsiri hakkında Zeyd bin Eslem şunu söyler:
“Bu ayet nazil
olduğunda ashap, ‘Ya RasulAllah! Kendimizi koruyabiliriz, ya ehlimizi nasıl
koruyacağız?’ diye sordu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de ‘Onlara
Allah’a kul olmayı, tâat ve ibadeti emredersiniz. Allah’a isyan etmekten ve
günah işlemekten de nehyedersiniz, işte bu onları korumak demektir.’ buyurdu.”
Rivayette de
anlatıldığı gibi her şeyden önce çocuklarımızı Allah’a kul olmaları için
eğitmeliyiz. Yani “Amcası, dayısı, dedesi ne der?”den ziyade “Allah
ne der?” düşüncesi ile eğitmeliyiz. Ölçü olarak ayıplar, kurallar yerine
haram ve helali ölçü edinmeleri doğrultusunda eğitmeliyiz. Şahsiyetleri oluşana
kadar hata işleyeceklerdir, bu durumda da en güzel üslup ile onlara
nasihatlerde bulunmalıyız. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. İşte ancak bu şekilde
çocuklarımızı korumuş oluruz. Kendi nefsimize, menfaatlerimize göre eğitirsek;
Allah’ın azabından korkmadan insanların görüşlerini önemser ve bu doğrultuda
eğitirsek işte o zaman ateşe atmış oluruz geleceğimizi.
Şimdi gelelim diğer
maddeyi yani konunun can alıcı maddesini açıklamaya…
Gençleri ateşe atan
kapitalist laik düzen:
Büyük İslâm âlimi
İbni Haldun “Mukkaddime” adlı eserinde “mağlupların galipleri taklit
ettiğini” sosyal bir gerçeklik olarak aktarmaktadır. İbni Haldun’u doğrulayan
en önemli delil, laik Cumhuriyetin ilk çeyrek asrıdır. Bu asırda Cumhuriyetin
elit kadrosu halka rağmen halk için katı bir modernleşme siyaseti yürütmüştür.
Onlara göre; “modernleşme” demek “Batılılaşma” demekti. Batı’nın
sanayisini, teknolojisini almanın yeterli olmadığını düşünen bu elit kadro, her
anlamıyla topyekûn Batılılar gibi olmak gerektiğini düşünüyorlardı. Hatta -Kazım
Karabekir’in hatıratında anlattığı üzere- içlerinden bazıları İslâm’ı terk edip
Batılılar gibi Hıristiyan olmayı dahi önermişti. Bu öneri ciddi ciddi
tartışıldı.
Cumhuriyet döneminde
uygulamaya konulan modernleşme projesinin üç ayağı bulunmaktadır: Modernliğin
Batılılaşarak gerçekleştirilmesi, Batılılaşmanın topyekûn olması, halk istemese
bile tepeden inmeci ve aniden gerçekleşmesi gerektiği.
“Modernlik” adı
altına İslâm’a savaş açıldı. Kökü İslâm olan tüm değerler “geleneksel” olarak
adlandırıldı ve aşağılandı. Çeyrek asır boyunca okullarda İslâm adına tek bir
kelime öğretilmedi. Tek parti döneminden sonra başlatılan din eğitimi ise
tahmin edeceğiniz şekilde devlet kontrolündeydi ve sadece ibadet boyutuna
indirgenmişti.
Kuruluşundan bugüne
kadar laik sistem tüm organları ve imkânlarıyla İslâm’ı silmeye çalıştı.
Ahlaksızlık teşvik edilip özendirildi. En nihayetinde Batı hayranı bir nesil
inşasında kısmen de olsa başarıya ulaşıldı. Bugün şahit olduğumuz Batı
hayranlığının temelleri Cumhuriyetin ilk yıllarında atılmış sonra da bu temel
üzerine diğer sütunlar dikilmiştir.
Geldiğimiz noktada
Türkiye’de gün geçtikçe artan bir Batı hayranlığı ve korkunç bir şekilde
ilerleyen bir özenti varsa; Batılıların yaşam tarzını kendilerine örnek alan
gençlerimiz artık onlar gibi giyiniyor, onlar gibi konuşuyor ve birebir onlara
benziyorlarsa; bunun başlıca sebebi laik demokratik sistemdir.
Geçmişte olduğu gibi
bugün de Batılılara benzemek çağdaşlık, modernlik fakat İslâm’a göre yaşamak
gericilik, yobazlık şeklinde bir algı oluşturuldu. Sözüm ona geri kalmamak ve
modern olmak uğruna tüm İslâmî değerler çiğnendi.
Bir yarışmada
kendisine; “1980'lere kadar hangi ülkedeki yetim, gayrimeşru doğmuş,
ebeveyni alkolik, ayrılmış veya fakir olan çocuklar devlet tarafından bazen açık
artırmada satılarak çiftliklerde zorla çalıştırılmıştır?” sorusu
sorulduğunda, şıklarda sadece Avrupa ülkelerinin olması Batı hayranı olan
yarışmacıyı şoke etmiş ve “Ama bunlar Avrupa ülkesi. Bana şöyle Orta
Doğu, Uzak Doğu'dan cevaplar gelmiş olsaydı ‘tamam’ diyecektim.”
tepkisini vermesine neden olmuştu. Doğru cevabın “İsviçre” çıkması üzerine de
yarışmacı daha büyük bir şokla sukutuhayale uğramıştı.
Yarışmacının verdiği
bu tepki aslında modernleşme sürecinde inşa edilen nesillerin zihin dünyasını
yansıtmaktadır. Bu zihin dünyasında her güzel Batı’ya aitken her kötü Doğu’ya
yani Müslümanlara aittir.
Batı’nın rezilliğini,
ahlaksızlığını, merhametsizliğini Ortadoğu’ya yani Müslümanlara yakıştıran bu
bayan aslında yalnız değil. Onun gibi düşünenler de birkaç kişi ile sınırlı
değil ne yazık ki.
Cumhuriyetin
kurulması ile birlikte birçok değerimizi kaybettiğimiz gibi gençlerimizi de o
zamandan bu yana yavaş yavaş kaybettik. Bugün ise bu durum, hızla ilerleyen tüm
toplumu kuşatan ahlaki bir kriz haline geldi. Gençlerimizde hayâ, saygı, edep,
sevgi gibi İslâm’ın çok önem verdiği duygular tamamen yok olmuş durumda.
Gençlerimiz, okulda
aldıkları eğitim, internet ortamında öğrendikleri veya toplumdan etkilendikleri
fikirlerden dolayı Rablerini unutmuş, ateizm bataklığına saplanmış
vaziyetteler. Şer’î hükümlerden uzaklaşmaktan bahsetmiyorum; dinden dönmekten
yani Allah’ı inkâr etmekten bahsediyorum. Eskiden “ateizm” ne demek kimse
bilmezken, ateist bir kişi delirmiş biri olarak görülürken bugün 20 yaş altı ve
“Z Kuşağı” diye adlandırılan gençlerin %28,5’i kendisini “inançsız” olarak
tarif etmektedir.
Gençler üzerine
yapılan bir araştırmada 2006 yılında Müslümanların sayısı %98,3 iken
dinsizlerin sayısı %1,5 idi. 2020’de yani 14 sene sonra Müslümanların nüfusu %71,5’e
düşerken dinsizlerin sayısı %28,5 yükseldi.
Artık %99’u Müslüman
bir ülkemiz yok maalesef. Her üç gençten biri “ateist” yani “dinsiz” yani “Allah
diye bir şey yok!” diyor. “Ahiret, cennet cehennem diye bir şey yok!”
diyor. Bu rakamlar durumun ne kadar vahim olduğunu göstermektedir. Böyle dinsiz,
imansız yetişen gençler için uyuşturucu, kumar, eşcinsellik artık normal
karşılanmakta ve yaygınlaşmaktadır.
Cerrah Paşa Tıp
Fakültesi’ne 5 bin kişinin cinsiyet değiştirmek için başvurduğunu biliyor
muydunuz? Türkiye’de, yani bizim topraklarımızda yılda bin kişi cinsiyet
değiştiriyor. Cinsiyet değiştiren insanlar mesleklerine devam etmekteler.
Öğretmen ise öğretmenliğe, doktorsa doktorluğa devam etmekteler. Bu insanlar
bizim içimizde, bizimle birlikte yaşamaktalar. Kim bilebilir çocuğumuzun
öğretmeni eşcinsel olabilir ya da cinsiyet değiştirmiş olabilir. Ne kadar
korkunç bir durum değil mi? Daha da korkuncu bu ahlaksızlığın normalleşmesi ve
her geçen gün daha da artmasıdır.
Hakeza uyuşturucu da
ayrı bir beladır. Uyuşturucu kullanım yaşının ilkokul sevilerine düştüğü
belirtilmektedir. Uyuşturucu o kadar yaygınlaşmıştır ki artık güvenlik güçleri
bile bununla baş edememektedir. Dini hassasiyeti en yüksek şehirlerimizden
Konya’nın Emniyet Müdürü bunu açık bir şekilde itiraf etmiştir. Düşünün; Konya Emniyet
Müdürü birçok polisi narkotik şubeye aldıkları hâlde Konya’da uyuşturucu ile
mücadele edemeyecek bir konuma geldiklerini söylemekteyken diğer illerimiz kim
bilir nasıldır?
Yine giyim-kuşamda da
aynı sorun mevcut. Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakıldığından bu
yana, istatistiklere göre başını örtenlerin sayısı arttı. Fakat bu örtü sadece “saçlarını”
örtmekten ibaret. Başında başörtüsü, yüzünde tonla makyaj, altında daracık
taytlar, bedenini saran ve tüm hatları sergileyen kıyafetler...
Gençlerin en çok ilgi
alanları şarkılar, diziler, filmler, oyunlardır. Aslında bunlar bir genç için
oldukça masum ilgi alanlarıdır. Bunlara ilgi duymalarında hiçbir sakınca yok
fakat tüm bunlar mevcut sisteme hizmet eden tehlikeli alanlardır. Gençlerin
ilgi duyduğu tüm alanlara kapitalizm zehrini aşılamıştır. Gençleri bozmak için
özellikle gençlerin ilgi duydukları alanlara saldırmıştır, batıl sistem.
Sonuç olarak;
gençliği içinde bulunduğu durumdan kurtaracak olan yegâne güç devlettir.
Bireylerin gayretleri neticesinde bazı aileler evlatlarını ateşten kurtarabilir
elbet ancak bu durum, istisnai bir durumdur. Zira çocukları yetiştiren anne-babayı
da en nihayetinde bu devlet eğitecektir. Mevcut devlet laik kapitalist sistem
üzerine bina edilmiştir. Öyleyse bugün yakinen hissettiğimiz tüm kötülüklerin
kaynağı, bu laik kapitalist sistemdir.
Şikayetlerimizde
samimi isek yapmamız gereken; lokal çözümlerle enerjimizi ve vaktimizi harcamak
olmamalı bilakis köklü çözümler üretmeliyiz. Tarih şahittir ki; İslâm’ın en
kötü tatbik edildiği dönemlerde dahi nesiller, bu kadar kötü yetişmemiştir.
Hiçbir şey bu kadar kötü olmamıştır. Her akıl sahibi bu gerçekliği tasdik
edecektir. Bu gerçeklik ışığında yapılması gereken; İslâm’ın hayata hâkim olması
için çalışmaktır. Bunun da tek yolu; kuşkusuz Râşidî Hilâfet Devleti’nin
kuruluşudur.
[لِمِثْلِ هٰذَا
فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “Çalışanlar işte bunun için çalışsın!”[1]


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış