Müslüman
genç bir kızın en büyük hayali evlenip mutlu bir yuvaya sahip olmaktır. Huzur
bulduğu yuvasında hayırlı evlatlar yetiştirmek suretiyle İslam’ın kendisine
yüklemiş olduğu asli görevi yani anneliği yerine getirmek onun en büyük
arzusudur. Bunun yanı sıra eşini razı etmek, gönlünü hoş tutmak, itaatte kusur
etmemek de hayallerinin arasındadır. Zira bunun sonucunda Allahu Teâlâ’nın
rızasına nail olacağı bilincindedir. İşte bu, zihniyeti demokrasi tarafından
kirletilmemiş, İslami açıdan hayata bakan tertemiz bir genç kızın hayalidir.
Nitekim
Allahu Teâlâ kadına bu sorumluluğu yüklerken fıtratını da ona uygun bir şekilde
yaratmıştır. Kadının özel hayatta sorumlulukları olduğu gibi genel hayatta da
sorumlulukları vardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın düzeninin yeryüzüne hâkim
kılınması için çalışmak gibi. Ancak kadın için asıl olan annelik ve evinin
hanımı olmasıdır. Bu sayede ancak huzur bulur ve gerçek saadete kavuşur. Bu
yaşadığı huzurun, mutluluğun kaynağının İslam’ın hükümlerine bağlanmakta olduğu
bilincinde olduğundan dolayı, Allah’ın ipine sımsıkı sarılır.
Allahu
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا
زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَفِيفًا
فَمَرَّتْ بِهِ فَلَمَّا أَثْقَلَت دَّعَوَا اللّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا
صَالِحاً لَّنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ
“O’dur sizi tek bir nefisten
yaratan ve ondan da gönlünün ısınacağı eşini var eden. Eşini örtüp bürüyünce;
o, hafif bir yük (hamilelik) yüklendi ve onunla bir müddet gider gelirdi (bir
müddet taşırdı). Nitekim ağırlaşınca; karı koca Rableri olan Allah’a: Eğer bize
salih bir çocuk verirsen andolsun ki, şükür edenlerden oluruz,iye dua ettiler” (Araf
189)
İslam Devleti
bu hassasiyete azami özen göstererek kadınları asırlar boyu korumuş, haklarını
ve sorumluluklarını gözetmiştir. Ancak bu şanlı devletin yıkılıp yerine geçen
demokratik sistemin kadını asli görevinden kopartarak aile hayatını talan
etmiş, özgürlük yalanını zihinlere enjekte ederek kadını sermaye olarak
kullanmayı maalesef başarmıştır.
Demokrasi
ne ki insanlar buna rağbet ettiler? Demokrasi halkın hâkimiyetine dayalı olarak
yetkiyi Allah’tan alıp, kula vermek anlamına gelir. Bu bağlamda kişilere sınır
tanımaz bir şekilde özgürlükler vaat ederek akletmeyen insanları büyülemiş
peşinde sürüklemiştir. Demokrasi hayatının her alanında toplumu bozmasıyla
varlığını hissettiren en büyük zehirdir. Öyle bir zehir ki, bu zehirle sadece
zihniyetler değil, hayaller dahi kirletildi.
Demokrasi
zehrinin zihinlere enjekte edilmesi sonucunda o genç kızın da hayalleri
kirlenmiş oldu. Artık o genç kızın hayalleri kariyer, kocasına bağlı olmadan
ayakları üzerinde durmak, para kazanmak, evlilik hayatında demokrasi zilletinin
empoze ettiği eşitliği yaşamak, kocasının emri altına girmemek, itaati çağ dışı
görmek, evlendiğinde 5 hatta 10 sene gibi uzun bir dönem çocuk sahibi olmamayı
planlamak, çocuklarını demokratik özgür yetiştirmek vs. O kadar kirletildi ki
zihniyetler, bunun acı meyvelerini sonradan yemeğe başladıklarında üzerlerine
musallat olan mutsuzluğun ve sıkıntının nedenlerini dahi bulmakta aciz kalır
oldular.
Zihinlerin
kirletilmesi sonucunda, kadınlar asli olan görevlerinin dışına çıktılar. Helal
harama bakmaksızın iş hayatına atıldılar. Bu iş hayatları onları öyle bir
duruma getirdi ki eşlerinin rızası göz ardı edilip “Bu benim hayatım, senin
karışmaya hakkın yok.” diyebilecek bir cesarete sahip olundu. Evlatlarını
sırf kariyer uğruna ihmal edip onların eğitimiyle ilgilenmemeye başlanıldı. Çocukların
aldıkları eğitime bakmaksızın günün 8-10 saati kreşlere ya da bakıcılara teslim
edildi. İşten eve yorgun argın geldiklerinde, hem bedensel hem de zihinsel
yıpranma sonucunda çocuklarıyla ve eşiyle ilgilenmez hale geldiler. Böylece
demokrasinin aileye vurmuş olduğu darbelerle büyümek zorunda kaldı çocuklar.
Çok
kutsal olan annelik vasfı dahi çiğnetildi. Kadınlar ya vücutlarının
bozulmasından korktukları için ya da işinin gereği iş yerinden ayrı kalmamak
için taşıyıcı anne bulma küstahlığına girdiler. Adeta modern bir köle haline
geldiler. Çocuklara gerçek anne olmak maksadından ziyade kendi enaniyetlerini
düşünerek çocuk sevip bu duyguyu tatmak adına yapılır oldu tüm bunlar. Bu şekilde meydana gelen anne çocuk ilişkisi ne derece
doğal ve samimi olabilir, aralarındaki bağ ne derece güçlü olabilir?
Demokrasi
sunduğu sahte vaatlerle kadınları bir özgürlük masalıyla kandırdı. Bırakın
anneliği kadın olarak dahi fıtratına uygun bir yaşam tarzını değiştirerek
reklam aracı olarak kadının çekiciliğini tüm çıplaklığıyla ortaya sererek mal
gibi kullanır oldu. Toplum içerisinde kadın kullanılan, işi bitince de paçavra
gibi atılan bir meta konumunda olunca toplum nezdinde kadına bakışlar da
değişir oldu. Sadece Amerika’da, her iki dakikada bir cinsel taciz yaşanıyor.
Hiç tanımadıkları erkekler tarafından hamile bırakılıyorlar. Bu ağır yükün
altında ezilen kadınlar ya depresyona girip ölü bir insan konumunda yaşamaya
devam ediyorlar ya da bu yaşantıya dayanamayıp intihar ediyorlar. Kâfir Batı
içerisinde yaşadığı bu pisliği demokrasi adına İslam memleketlerine taşıdı.
Kadınları İslam’dan kopartarak demokrasi zilletini süslü, cazibeli göstererek
tek çözüm(!) olarak gösterdi. Bir çıkmazın içinde boğulan kadınlar, çözüm
olarak gösterilen bu düzene bir umutla sarıldı. Zehirli bir yılana sarıldıklarının
bilincinde olmadan…
Demokrasinin
yapı taşlarından olan özgürlükler meselesi bir ailenin hatta toplumun yıkımında
kullanılan en önemli dinamitlerdir. Demokrasinin ortaya attığı bu özgürlüklerle
fertler kendilerinde sınır tanımaz bir serbesti görerek aklının ve nefsinin her
isteğine boyun bükerek yoldan çıkmışlardır. Herkes her istediğini yapar
mantığıyla hareket eden insanlar çokça şahit olmuş olduğumuz mutlu olmayan,
sürekli kavga edip itişen, çocuk yapmaktan korkan, boşanmaya hemen hazır olan,
hanımını hiç kıskanmayan, hatta onu çıplak bir şekilde havuzda, denizde
sergilemekten çekinmeyen ve bundan ar duymayan, İslam’da “Aile, Allah ve Rasulü’nün
koruma altına aldığı bir kaledir.” anlayışından çok uzak bir aile yaşantısı
içerisinde kalmışlardır.
Bu
şekilde aileler parçalandı. Babalar, anneler ve çocukları arasında saygı,
sevgi, merhamet kayboldu. Hatta yaşları ilerlemiş, yüzlerce anne ve baba bakım
evlerine terk edilmek suretiyle yalnızlığa terk edilmişlerdir. Aynı bu mantıkla
binlerce çocuk kürtajla alınıp öldürülmesi, doğanların cami önüne terk edilmesi
ya da yetimhane önüne bırakılması vicdansızlığını gösteren canilerin hangi
psikolojik bunalımda olduğu, hayatın gayesinden uzak bir yaşantı içerisinde
bulunduklarını açıkça göstermektedir. Aile kurumunun teşekkül edişi
menfaat ve buna benzer dünyevi maslahatları elde etmek için meydana
gelmektedir. Böylesi yarını olmayan veya hüsran olan bir aile ve toplum
içerisinde anne olmak içler acısı bir olgudur. Hâlbuki evlilik sonucu oluşan
ailenin, insan açısından ne kadar gerekli olduğu, Kur'an'da şu anlamlı ifadelerle
ortaya koyulmaktadır:
هُنَّ لِبَاسٌ لَّكُمْ وَأَنتُمْ لِبَاسٌ لَّهُنَّ
“...Onlar
(erkekler) kadınlar için giysidir, siz kadınlar da onlar için giysisiniz.” (Bakara 187) Bu ayet, kadın ve erkeği birbirlerinin
giysileri olarak tanımlamaktadır.
Bilinen şudur ki elbise vücudu kapatır ve korur.
Elbisesiz insan, kendini eksik ve güvensiz hisseder. Kadın ve erkeğin
birbirlerinin giysileri olmaları, evlilik yoluyla gerçekleşir. Çünkü evlilik, eşleri
zina ve benzeri pek çok günahlardan korur, maneviyatı kuvvetlendirir ve ahlakı
güzelleştirir.
İslam’da aile
olmanın en önemli rolü ise, “Neslin devamını ve korunmasını sağlamaktır.” Ancak
ailenin bu amelini gerçekleştirebilmesi, onun düzenli ve uyumlu olmasına
bağlıdır. Böyle bir aile, İslami şartları yani kadın ve erkeğin üzerlerine
düşen sorumlulukları yerine getirerek kurulabilir. Şuurlu bir iman, sadakat,
sevgi, itaat ve güzel ahlak gibi yüksek değerler üzerine bina edilmiş aileler,
İslâm toplumunun en büyük güvencesidir.
Bu değerleri kendilerine şiar edinen salih bir
ailenin nasıl olduğunu Allah’ın Rasulü’nden ve ashabından öğrenelim. Sahabe
kadınlarından Sümeyra annemizin örnek tavrı buna en güzel misal olsa
gerek. Zira Sümeyra ciddi bir mücahide kadın idi. Uhud Savaşı’na ikisi
oğlu, birisi kocası diğeri de babası olmak üzere dört erkek göndermişti. Onları
göndermeden önce oğullarına ve babasına şöyle demişti. “Gidin savaşın!
Rasulullah'ın yanından ayrılmayın! Eğer onun başına bir şey gelirse ve
siz sağ olarak Medine'ye dönerseniz, vAllahi evime almam yüzünüze bakmam.” Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in öldüğü
haberi Medine'ye kadar yayılmıştı. Haberi duyan Sümeyra, hızla Uhud'a doğru
giderken iki gözü iki çeşme ağlıyor ve kendi kendine şunları mırıldanıyordu:
“Benim o babama ne oldu ki, Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem öldü de o
onlara bir şey yapmadı. Ben demiştim ki: baba git Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e müdafi ol, eğer O’nun
başına bir iş gelirse ve sen sağ olarak dönersen vAllahi ben yüzüne bakmam
demiştim. Ya benim oğullarıma ne diye ağlıyorum.” Bu şekilde sözler sarf ederken Uhud'un eteğine
kadar ulaşmıştı. Uhud'a geldiği gibi atından indi ve cesetleri tek tek gezerek
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in cesedini arıyordu. Orada biri dedi ki, “Nereye
ey Sümeyra” “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem nerede? Onu Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’i bana gösterin.” diyordu. Sümeyra'yı aldılar ve ona “Bak
şurada iki tane çocuğun var.” dediler. O şu cevabı verdi: “Bakışım bile
israf olur, nerede Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem.” dedi ve bir
Sahabe “Sümeyra, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem hayatta, işte burada.” dedi. Sümeyra ise “Bana gösteriniz.” dedi. Sürüne sürüne O’nun
yanına ulaştı. Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem'in cübbesini aldı, öptü
ve şu tarihi sözleri söyledi.
“Bundan sonra bütün musibetler beni kaplamış olsa
da, seni hayatta görmüş olduktan sonra bunlar ehemmiyetsizdir ya Rasulullah.” dedi. Sümeyra gözyaşları içerisinde kalktı ve
oğullarının şehit olduğu yere geldi. Kendi elleriyle parçalanmış cesetlerini
topladı. Medine'den getirdiği heybenin içine koydu. Atına binip Medine'ye
yöneldi. Bu seferde şöyle haykırıyordu; “Ben kadınlık aleminin en üstün, en
şerefli kadınıyım. Ben oğullarını, kocasını, babasını O SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in yolunda şehit etme
bahtiyarlığına ermiş bir kadınım.” dedi.
Nerede bu Sahabi kadın nerede bugünün kadınları...
Arada ne kadar büyük bir fark var değil mi? Sümeyra RadiyAllahu Anh İslam’ı hakkıyla yaşayarak, 14 asır geçmesine
rağmen bugün halen kendisinden büyük bir örnekle bahsedilen bir konuma ulaştı.
Oysa bugün, demokrasiyi savunan ve onu yaşamaya çalışan kadınlara sadece bir
meta olarak bakılıyor... Ne kadar acı değil mi?
Sümeyra RadiyAllahu Anh hayatını okudunuz. İşte gerçek ailenin tavrı ve
yüzü böyle olmalıdır. Günümüzde demokrasi pisliğiyle yoğrulmuş bir ailenin
yarını için beklentisi ne olabilir ki. Anne
olmanın verdiği mutluluğu ta doğumdan önce ve sonra kursağında kalan bir
annenin duyguları... Yarından ümidi olmadan çocuğunun geleceğinden ümitsiz
çaresiz kalan anne olmak...
Müslümanlar huzurlu bir şekilde İslam toplumu
içerisinde İslam’ın emir ve nehiyleri doğrultusunda bir yaşantı sürerse ancak
yarını için ümidi ve heycanı olur. Bizler samimi aile fertleri olarak bu
içerisinde bulunduğumuz halin değişmesi gerektiğini bilmekteyiz. Allah Subhânehu
ve Teâlâ en kısa zamanda bizlere o
İslami hayata kavuşmayı nasib eylesin. Demokrasi bataklığına saplanarak
şahsiyetini, kimliğini yitirmiş, Batıyı taklit etmeye çalışan ve yaşadığı zelil
durumun farkında olmayan bugünün Müslüman ailelerine de gerçeği görme
basiretini Rabbim nasip etsin.
Yorumlar