بِسْمِ اللَّـهِ
الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ
Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi
ve berakâtuh
A. Hilâfet’in Dönüşü Beşeri Bir
Zarurettir:
Dünya nizamı olarak Hilâfet’in;
zorla, zulüm ve aldatma ile kaldırılmasının üzerinden yaklaşık bir asra yakın
bir zaman geçtikten sonra, Hilâfet’in tekrar dönmesi beşeri bir talep ve kesin
bir insani zaruret haline geldi. Zira tüm dünya zalim sistemlerin zulmü altında
inlemekte ve halklar üzerinde egemenlik kurabilmek için göz göre göre
hakikatler perdelenmektedir.
BM Güvenlik Konseyi, IMF ve Dünya
Bankası şemsiyesi altında beşeriyetin yaşamış olduğu onlarca terör türlerine
rağmen, yalan ve sahtekârlıkla İslâm'ın terörle ilişkilendirilmesi bunun en net
delilidir.
Hilâfet’in kaldırılmasından bu yana
geçen 90 yılda dünya, milyonlarca insana karşı kimyasal silah kullanımına şahit
oldu. Yine dünya; Bosna-Hersek’te, Vietnam’da, Kore’de, Latin Amerika’da,
Cezayir’de, Filistin’de, Afrika’da, Rohingya Müslümanların’da, Keşmir’de ve
Arnavutluk’ta olduğu gibi bir bölge halkının neredeyse tümünün katledildiği
olaylara şahit oldu. Bu katliamların tümü, halkların sömürülmesi ve servetlerinin
yağmalanması için yapıldı. Bütün bunlara rağmen; Amerika, İngiltere, Fransa ve
Rusya borazanları İslâm'ın terörle irtibatlandırılması saçmalığından
vazgeçmediler.
Amerika ve Rusya; canlı cansız
ayırımı yapmaksızın Suriye’de zalimce bir savaşa liderlik etmekte oldukları
halde, halen daha terörle savaştıklarını iddia ediyorlar. Terörle suçlayarak
Mısır’da Mursî’yi görevden uzaklaştırdılar ve yerine terörle mücadele ettiğini
iddia ettikleri Sisî’ye getirdiler.
Bugün, Dünya Bankası ve IMF
kredileri altında bitip tükenmiş bir halde olan dünya şiddetli bir şekilde
fakirliği yaşıyor. Milyarlarca insan günlük olarak iki dolardan daha az bir
gelirle hayatını sürdürürken, bir takım şirketler fiyatların düşmesini
engellemek için binlerce ton gıda maddesini imha ile meşgul oluyor. Dünyanın en
zengin 60 kişisi, neredeyse dünya nüfusunun yarısından daha fazlasının
servetine sahip! Gıda, sağlık ve can güvenliğinin olmamasının yanında, yarına
ait güvenlik endişesinin de bulunduğu bir ortamda, her Müslüman gerçek emniyeti
sağlayan İslâmî terörle suçlanmaktadır. Oysa Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Her kim sağlıklı bir şekilde
sabahlar, yatağında güvenli bir şekilde uyur ve yanında da günlük yiyeceği
varsa bütün dünya ona verilmiş gibi olur.”
Aynı şekilde dünya, her şeyi bilen
ve yaratan Allah Azze ve Celle’nin kanunlarının hayattan
uzaklaştırılmasının ardından, demokrasi ve laiklik altında zulüm ve fesat
kanunlarının üzerlerine tatbik edilmesiyle karşı karşıya kaldı. Allah’ın
şeriatının uygulanmasını istemek terör, Allah’ın rubûbiyetine boyun eğmek ise
şer olarak görülürken, Dünya Bankası’na, Para Fonuna ve terör konseyine boyun
eğmek zorbalıkla mecburiyet haline getirildi.
Hilâfet’in devletlerarası sahneden
uzaklaştırılmasının ardından Amerika, Fransa ve İngiltere tarafından dayatılan
zalim sistemlerle hükmedilmesinin neticesinde, diğer insanların yaşamakta
oldukları; geri kalmışlık, cahillik, fakirlik ve zulüm Müslümanlara da isabet
etti. Nitekim Hilâfet kaldırıldığında Lord Curzon şöyle demişti: “Hilâfet
Devleti’ni yok etmeyi başardık. Şimdi ise Müslümanların birliğinin
sağlanmamasını garanti etmemiz gerekir.” İşte bu nedenle tüm rejimler,
Müslümanlar arasındaki herhangi bir fikri hareketi tüm güçleriyle ezdiler. Öyle
ki İslâm dünyası; zulüm ve baskı itibariyle dünya beldelerinin en kötüsü haline
geldi. Müslümanlara uygulanan baskı %75’lerin üzerine çıktı. Afganistan,
Moritanya ve Yemen’de okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %80’lere ulaştı. 700
milyon Müslüman, günlük 2 doların altında bir gelire sahip olur hale geldi.
Allah’ın bu ümmete lütfetmiş olduğu
petrol, bizzat bu ümmetin kendisine karşı düşmanları tarafından kullanılan bir
silah oldu. Ümmet, sahip olduğu servetlere göre daha fazla gelişmişliğe ve
kuvvete sahibi olması gerekirken, daha fazla işgallere ve fakirliğe sahip oldu.
Şu anda yaşamış olduğumuz petrol fiyatlarındaki düşüş, Amerika’nın onu dilediği
şekilde silah olarak kullandığının en net göstergesidir.
İslâm dünyası halen daha süregelen
bölünmüşlüğü yaşıyor. Sudan, güney ve kuzey olarak ikiye ayrıldı. Irak; Kürt
bölgesi, Şii ve Sünni bölgesi olmak üzere üç parçaya ayrıldı. Suriye ise;
Rusya, İran ve Esed milislerinin elinde bölünmeyi yaşıyor. Suud’un bölünmesi
ise uzak değildir. Filistin’in kantonlara bölünmesi ise dünyanın şahit olduğu
bölünme hallerinin en şiddetlisidir. Kutsallığına rağmen Filistin’in işgal
edilmesi ve Yahudilere teslimi ise ümmetin yaşadığı en büyük yenilgidir. Askeri
işgaller döneminin geri dönmesi ile Amerika; Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etti
ve şimdi ise Suriye’yi işgal ediyor. Hindistan, Keşmir’i işgal ederken, Nepal
de Meyanmar’ı işgal etti. Oysa böylesi bir zamanda Allah Azze ve Celle’nin:
وَمَا لَكُمْ لاَ
تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ
وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ
هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا
وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا
“Size ne oluyor da, Allah
yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zâlim olan şu memleketten çıkar,
katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver.’ diye yalvarıp
duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa
çıkmıyorsunuz?” [Nisâ
75] ayetinde emrettiği
gibi Müslümanların; kadınları, çocukları ve takatsiz halde bulunan yaşlılarının
kurtarmaları gerekirdi. Oysaki Müslümanlar, onların karşılaşmakta oldukları
zulme çare olmaktan aciz kaldılar.
İşte bütün bunlar, dünyanın,
insanları karanlıklardan, kapitalizmden, demokrasiden ve laiklikten çıkartıp,
İslâm'ın adaletine teslim edecek olan yeni bir nizama muhtaç olduğunu
göstermektedir. Amerikan dolarına, Güvenlik Konseyine, IMF’ye kulluktan,
Allah’a kulluğa, geçim sıkıntısının bulunduğu bir hayattan, İslâm'ın gölgesinde
dünya saadetine kavuşturacak yeni bir sisteme muhtaçtır dünya. Günümüzün
dünyası adaletle hükmedecek, servetin sadece zenginlere ait olmadığı, ahlaki
değerlerin şartlara ve maslahata göre değişmediği, renk, ırk, dil, cins ve
zenginlik ayırımının yapılmadığı, herkes için tek ölçünün kullanıldığı bir
sistemin özlemi içindedir.
İşte bu sistem; İslâm’ı ve nizamını
bilen ya da bilmeyen, İslâm ile hükmetmenin ne anlama geldiğini idrak eden veya
etmeyen, Hilâfet’i bilen ya da bilmeyen her kim olursa olsun, her bir insanın
ısrarla dile getirdiği Nübüvvet metodu üzere İslâm Hilâfeti’nden başka bir
nizam değildir. Zira insanlar, kapitalist hayatın zorluğunu, demokratik
laikliğin saçmalığını, var olan sistemlerin zorbalığını ve Amerika’nın liderlik
ettiği düzenin canavarlığını biliyorlar.
B. Hilâfet’in Dönüşü Siyaseten Kaçınılmazdır:
Hilâfet’in dönüşü, beşeri bir
zaruret olmasının yanı sıra aynı zamanda siyaseten de bir zarurettir. Artık
onun fecirden doğması ve yayılmasından başka bir şey kalmamıştır. Hilâfet
Devleti’nin mücrim Mustafa Kemal eliyle zorla kaldırılmasından bu yana ümmet,
Hilâfet’in yeniden kurulması hususundaki hareketlilikten bir gün dahi geri
kalmadı. Hizb-ut Tahrir ise siyasi çalışmasında, esasi bir sorun olarak Hilâfet
üzerinde yoğunlaşarak bu hareketliliği taçlandırdı. Öyle ki bu çalışma sadece
İslâm dünyası seviyesinde kalmadı, tüm dünya düzeyinde İslâm Hilâfeti’nin
tekrar dönüşünün yakın olduğu hususunda kamuoyu yapıldı.
2008 yılında Amerikan Başkan
adaylarından Patrick Buchanan tarafından kaleme alınan bir makalede şöyle
denilmektedir: “İslâm düşüncesi
Müslümanlar arasında kök saldı, artık onun meyve verme zamanı geldi ve büyük
güçlerin orduları kesinlikle ona güç yetiremeyecektir.” ABD ulusal güvenlik
danışmanı Muhammed Ebyârî ise İslâm Halifeliğinin görünmesinin önlenemez bir
gerçeklik haline geldiğini, Amerika’nın ise onu engellemeye çalışmak yerine onu
kuşatması ve onunla çalışması gerektiğini vurguladı. 2003 yılında ise Irak
işgalinin ardından Rumsfeld, Amerika’nın Irak ve Körfez’deki askerlerinin
çekmesi halinde, Hilâfet Devleti’nin ortaya çıkabileceği hususunda uyarıda
bulundu.
Müslümanlar nezdinde Hilâfet’in
farziyeti hakkında ve zalim dünya düzeninin değişmesinin zarureti hakkında
gerekli kamuoyu oluşmuştur. Çalışmalarını İslâm Hilâfeti’nin kurulmasında
yoğunlaştıran siyasi bir partinin varlığıyla birlikte, Hilâfet’in kurulmasının
önünde yalnızca tek bir engel kalmıştır. Bu engel, Amerika’nın liderlik ettiği
dünya düzenidir. Bu düzen ise neredeyse örümcek ağından daha dayanıksız bir
hale gelmiştir.
Küresel sistem yirmi yıl öncesinde
olduğu gibi sağlam değildir. Bilakis, devletlerarasında var olan rekabet
neticesinde kırılgan hale geldi. Rusya’ya baskı uygulamak ve körfez ülkelerini
zayıflatmak için Amerika petrol fiyatlarını düşürdü. Mali piyasalarda
istikrarsızlığı yaydı. Finans krizi rüzgârları, siyasi yıkımlara ve küresel
sistemin yerle bir olmasına yol açabilir. Yığınlar halindeki borç sorunu
özellikle Amerika, Yunanistan, İspanya, İtalya ve Pakistan gibi devletlerde var
olan banka sistemini çökertebilir ve buna bağlı olarak da çok hızlı bir şekilde
mali krizlere neden olabilir.
Diğer taraftan Amerika, İran ile
Lübnan’daki partisini Suriye’ye sürüklemekle birçok kartı birbirine karıştırdı.
Ardından Rusya’yı getirdi ve onu parayla, pazarlıklarla sakatladı. Türkiye ve
Suud ile ittifak oluşturdu. Sığınmacıların geçiş yolunu açması için Avrupa’yı
zora soktu. Dar bir Suriye sahasına, birbiriyle zıt olan güçleri topladı. Her
gün binlerce Suriyelinin öldürülmesine sebep oldu. Diğer yandan ise bunların
tümüne rağmen, Suriye’de İslâm Hilâfeti’nin ortaya çıkmasını engelleyecek bir
kuvveti kesinlikle oluşturamadı.
Bunlara ilave olarak Amerika,
Avrupa’yı ve para birimini zayıflatmak, Yunanistan gibi birlik içerisindeki
zayıf devletlerde sorunlar meydana getirmek suretiyle, Almanya ve Fransa gibi
güçlü devletleri telaşlandırarak Avrupa üzerinde şiddetli baskı uyguladı.
İngiltere’yi zayıflatmak için Avrupa Birliği’nden çıkmaya teşvik etti. Öldürücü
seviyede enflasyonun meydana gelmesi için Avrupa’yı parasal genişlemeden mahrum
etmeye çalıştı. Avrupa’da var olan bağları zayıflatmak için, binlerce Suriyeli
sığınmacıyı Avrupa’ya sürükledi. İşte böylece Amerika ile Avrupa arasında var
olan çatışmalar, küresel sistemin çöküşünü ve Hilâfet karşısındaki engelin
izale edileceğini göstermektedir.
İşte tüm küresel sistemin her ne
kadar dış görünüşü sağlam gözükse de, içi parçalanmış ve bölünmüş bir haldedir.
Bu durum ise, İslâm Devleti’nin kurulma ve ortaya çıkma fırsatını siyasi olarak
güçlü ve kuvvetli bir realite haline getirmektedir.
C. Hilâfet’in Kurulması Fikri
Hakikattir:
İslâm Hilâfeti’nin kurulmasının
zorla gerçekleşecek olan bir eylem olmadığının veya güçlü ve zayıf kimselere
rağmen yapılacak bir iş olmadığının kesinlikle bilinmesi gerekir. Bilakis
Hilâfet’in kurulmasındaki İslâmî metot, siyasi ve fikri çalışmaya dayanır.
Şiddete ve zor kullanmaya dayanmaz! Yani düşüncenin kuvvetine, nizamın sağlıklı
olmasına, topraklar ve yöneticiler üzerinde hâkimiyet kurmadan önce, otoritenin
nefislerde ve düşüncede gerçekleştirilmesine dayanır.
D. Seçkin Bir Sistem:
Feldman, “Yıkım ve İslâm Devleti’nin Yükselişi” isimli kitabından Hilâfet
devletindeki siyasi sistem ve onun niteliğini şöyle anlatmaktadır: “İslâm Devleti, aslında yasal bir sistemi
olan vizyon odaklı bir hukuk sistemidir. Devletin anayasası İslâm Devleti’ni
hukuk devleti yapar. Yasal gerekçe devletin hukuk çerçevesinde kalmasını
sağlar… İnsanlardan birçoğu, İslâm şeriatının; kadınların başını örtmelerinden
ve işlenen suçların cezalandırılmasından ibaret olduğunu sanır. Gerçekte ise İslâm
şeriatı; bireyin, toplumun ve hayata ait tüm işleri Kur’ân ve Sünnet’ten
çıkartılan kanuna göre düzenler.” Yani devlette egemenlik yöneticiye değil,
şeriata aittir. Her ne kadar sulta, halifenin veya devlet başkanının şahsında
temsil ediliyor olsa da halife, otoritesini, yönetim hususunda biat almış
olduğu ümmete dayandırır.
Ayrıca İslâm, iktisadi sistemini;
özel, kamu ve devlet mülkiyeti sistemi çerçevesinden sistematik bir şekilde
servetin dağıtılması üzerine kurar. Harcamalara ait sistem, fertlerin
ihtiyaçlarının garantilenmesine göredir. Servetin belirli bir cihetin elinde
kalmasını engelleyen miras sistemi ile bu dağıtımı gerçekleştirir. Faizi haram
kılar, üretim olmadan malın artmasını engeller ve hayali ekonomiyi ve paranın
stoklanmasını yasaklar. Altın sistemini zorunlu kılmak suretiyle paranın
korunmasını sağlar. Batı’nın azınlıklar, etnik gruplar ve milletler dediği
hususta eşsiz bir sistem getirir. Halklar arasındaki sınırları kaldırmadan
önce, nefislerde var olan sınırları kaldırır. Ayrıcalığı insanlara göre değil,
Allah’a göre belirler ve insanların en değerlisinin Allah katında en takvalı
kimse olduğunu söyler. İnsanların tek bir potada eritildiği ve ayrıcalığı olan
bir medeniyet kurar. Hatta bu ümmet içerisinde muhtelif kavimlere ve ırklara
mensup kimselerden âlimler ve liderler yetiştirir. Arap İbnü’l Heysem, Özbek
İbn-i Sina, Türk Fârâbî ve Endülüslü İbn-i Rüşd gibi…
E. Üstün Bir Kanun: Allah’tan Daha
Güzel Kim Hüküm Verebilir?
Yasama açısından İslâm, adaleti
gerçekleştirmek üzere beşeriyetin bildiği en üstün kanunu getirmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
لَقَدْ أَرْسَلْنَا
رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ
لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ
“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve
beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine
getirsinler.”[Hadîd
25] İslâm
şeriatında adalet dört temel üzere kuruludur:
1- Kanun koyucu tarafından
arzulardan tümüyle arındırılmış olmak,
2- İnsanların durumlarını her
yönüyle kuşatmak,
3- Yasamanın gerektirdiği soruna
ait hususu bilmek,
4- Kanunun otoritesi/Kanun insanın
davranışlarına göredir.
İslâm nizamının ve İslâmî teşriin
büyüklüğü, bu esasların tümünü bünyesinde barındırmasında gizlidir. Diğer
sistemler ise bu esaslardan herhangi birisini gerçekleştirmekten dahi acizdir.
Russo ve Volter tarafından müjdelenen şehir devleti; demokrasi ve laiklikle
daha farklı şekillerde tezahür etmiştir. Toplu irade ve toplumsal sözleşme
nazariyesine göre, yasama hususunda adalet ilkelerinden herhangi birisini
gerçekleştirmede tümüyle başarısız olmuştur.
İslâmî teşrîî ise Allah’ın kanun
koyucu olması esası üzere kurulur. O, tektir ve ortağı yoktur. Onun çocuğu veya
babası da yoktur ve hiçbir kimseye muhtaç değildir. Şöyle buyurmaktadır:
وَلَوِ اتَّبَعَ
الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ
“Eğer hak onların arzularına
uysaydı gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi.” [Mü'minûn
71] Yine Allah Azze ve Celle geçmiş, gelecek ve şu an itibariyle
insanlara ait her hali bilir. Yerde ve göklerde, büyük ve küçük hiçbir şey onun
bilgisinden gizli kalamaz.
أَفَمَن يَعْلَمُ
أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا
يَتَذَكَّرُ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
“Rabbinden sana indirilenin
gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak
akıl sahipleri anlar.” [Ra'd
19]
İslâm'da yasama otoritesinin
kaynağı Allahu Teâlâ’dır. O, dünya ve ahret işlerinin sahibi, öldüren ve
diriltendir ve hesapsız olarak rızık verendir. Şöyle buyurmaktadır:
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ
يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ
فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا
“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar,
aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme
içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman
etmiş olmazlar.” [Nisâ 65]
İşte böylece İslâmî düşünce ve
İslâm akidesi üzerine kurulu olan İslâm Hilâfet Devleti, yönettiği ve işlerini
yürüttüğü topluma karşı adaleti gerçekleştirme gücüne sahip tek sistemdir. Bunu
ise kişisel arzularla karıştırmadan, sınırlı olan insanın yetersizliğinden uzak
bir şekilde yapar. İşte bunlar, adaletle yaşayabilmelerini sağlayacak olan Hilâfet
Devleti’ni insanlık için zaruret haline getirmektedir.
İslâm'ın ve Hilâfet’in beşeri
zaruret, siyasi kesinlik, fikri ve şer’î olarak hakikat olmasının yanında inanç
bakımından da hakikattir. Yani Allah Azze ve Celle yeryüzünün halifeleri
olmayı kıyamete kadar vadetmiştir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem
ise şöyle buyurmaktadır: “Sonra
nübüvvet metodu üzere hilâfet olacaktır.” Bir başka hadiste ise şöyle
buyurmaktadır: “Allah’a yemin olsun ki bu iş elbette tamamlanacaktır. Öyle ki bineği
olan birisi San’â’dan Hadramevt’e kadar Allah’tan başka hiçbir kimseden
korkmadan gidecektir. Ancak koyunu olan kimse kurttan korkacaktır. Ancak siz
acele ediyorsunuz.”
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış