Hilâfet’in Yeniden Kurulması Şer’î Bir Zorunluluk mu, Siyasi Bir Realite mi?

Prof. Dr. Muhammed Malkawi

بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ

Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakâtuh

A. Hilâfet’in Dönüşü Beşeri Bir Zarurettir:

Dünya nizamı olarak Hilâfet’in; zorla, zulüm ve aldatma ile kaldırılmasının üzerinden yaklaşık bir asra yakın bir zaman geçtikten sonra, Hilâfet’in tekrar dönmesi beşeri bir talep ve kesin bir insani zaruret haline geldi. Zira tüm dünya zalim sistemlerin zulmü altında inlemekte ve halklar üzerinde egemenlik kurabilmek için göz göre göre hakikatler perdelenmektedir.

BM Güvenlik Konseyi, IMF ve Dünya Bankası şemsiyesi altında beşeriyetin yaşamış olduğu onlarca terör türlerine rağmen, yalan ve sahtekârlıkla İslâm'ın terörle ilişkilendirilmesi bunun en net delilidir.

Hilâfet’in kaldırılmasından bu yana geçen 90 yılda dünya, milyonlarca insana karşı kimyasal silah kullanımına şahit oldu. Yine dünya; Bosna-Hersek’te, Vietnam’da, Kore’de, Latin Amerika’da, Cezayir’de, Filistin’de, Afrika’da, Rohingya Müslümanların’da, Keşmir’de ve Arnavutluk’ta olduğu gibi bir bölge halkının neredeyse tümünün katledildiği olaylara şahit oldu. Bu katliamların tümü, halkların sömürülmesi ve servetlerinin yağmalanması için yapıldı. Bütün bunlara rağmen; Amerika, İngiltere, Fransa ve Rusya borazanları İslâm'ın terörle irtibatlandırılması saçmalığından vazgeçmediler.

Amerika ve Rusya; canlı cansız ayırımı yapmaksızın Suriye’de zalimce bir savaşa liderlik etmekte oldukları halde, halen daha terörle savaştıklarını iddia ediyorlar. Terörle suçlayarak Mısır’da Mursî’yi görevden uzaklaştırdılar ve yerine terörle mücadele ettiğini iddia ettikleri Sisî’ye getirdiler.

Bugün, Dünya Bankası ve IMF kredileri altında bitip tükenmiş bir halde olan dünya şiddetli bir şekilde fakirliği yaşıyor. Milyarlarca insan günlük olarak iki dolardan daha az bir gelirle hayatını sürdürürken, bir takım şirketler fiyatların düşmesini engellemek için binlerce ton gıda maddesini imha ile meşgul oluyor. Dünyanın en zengin 60 kişisi, neredeyse dünya nüfusunun yarısından daha fazlasının servetine sahip! Gıda, sağlık ve can güvenliğinin olmamasının yanında, yarına ait güvenlik endişesinin de bulunduğu bir ortamda, her Müslüman gerçek emniyeti sağlayan İslâmî terörle suçlanmaktadır. Oysa Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

Her kim sağlıklı bir şekilde sabahlar, yatağında güvenli bir şekilde uyur ve yanında da günlük yiyeceği varsa bütün dünya ona verilmiş gibi olur.

Aynı şekilde dünya, her şeyi bilen ve yaratan Allah Azze ve Celle’nin kanunlarının hayattan uzaklaştırılmasının ardından, demokrasi ve laiklik altında zulüm ve fesat kanunlarının üzerlerine tatbik edilmesiyle karşı karşıya kaldı. Allah’ın şeriatının uygulanmasını istemek terör, Allah’ın rubûbiyetine boyun eğmek ise şer olarak görülürken, Dünya Bankası’na, Para Fonuna ve terör konseyine boyun eğmek zorbalıkla mecburiyet haline getirildi.

Hilâfet’in devletlerarası sahneden uzaklaştırılmasının ardından Amerika, Fransa ve İngiltere tarafından dayatılan zalim sistemlerle hükmedilmesinin neticesinde, diğer insanların yaşamakta oldukları; geri kalmışlık, cahillik, fakirlik ve zulüm Müslümanlara da isabet etti. Nitekim Hilâfet kaldırıldığında Lord Curzon şöyle demişti: “Hilâfet Devleti’ni yok etmeyi başardık. Şimdi ise Müslümanların birliğinin sağlanmamasını garanti etmemiz gerekir.” İşte bu nedenle tüm rejimler, Müslümanlar arasındaki herhangi bir fikri hareketi tüm güçleriyle ezdiler. Öyle ki İslâm dünyası; zulüm ve baskı itibariyle dünya beldelerinin en kötüsü haline geldi. Müslümanlara uygulanan baskı %75’lerin üzerine çıktı. Afganistan, Moritanya ve Yemen’de okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %80’lere ulaştı. 700 milyon Müslüman, günlük 2 doların altında bir gelire sahip olur hale geldi.

Allah’ın bu ümmete lütfetmiş olduğu petrol, bizzat bu ümmetin kendisine karşı düşmanları tarafından kullanılan bir silah oldu. Ümmet, sahip olduğu servetlere göre daha fazla gelişmişliğe ve kuvvete sahibi olması gerekirken, daha fazla işgallere ve fakirliğe sahip oldu. Şu anda yaşamış olduğumuz petrol fiyatlarındaki düşüş, Amerika’nın onu dilediği şekilde silah olarak kullandığının en net göstergesidir.

İslâm dünyası halen daha süregelen bölünmüşlüğü yaşıyor. Sudan, güney ve kuzey olarak ikiye ayrıldı. Irak; Kürt bölgesi, Şii ve Sünni bölgesi olmak üzere üç parçaya ayrıldı. Suriye ise; Rusya, İran ve Esed milislerinin elinde bölünmeyi yaşıyor. Suud’un bölünmesi ise uzak değildir. Filistin’in kantonlara bölünmesi ise dünyanın şahit olduğu bölünme hallerinin en şiddetlisidir. Kutsallığına rağmen Filistin’in işgal edilmesi ve Yahudilere teslimi ise ümmetin yaşadığı en büyük yenilgidir. Askeri işgaller döneminin geri dönmesi ile Amerika; Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etti ve şimdi ise Suriye’yi işgal ediyor. Hindistan, Keşmir’i işgal ederken, Nepal de Meyanmar’ı işgal etti. Oysa böylesi bir zamanda Allah Azze ve Celle’nin: 

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا

Size ne oluyor da, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zâlim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver.’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisâ 75] ayetinde emrettiği gibi Müslümanların; kadınları, çocukları ve takatsiz halde bulunan yaşlılarının kurtarmaları gerekirdi. Oysaki Müslümanlar, onların karşılaşmakta oldukları zulme çare olmaktan aciz kaldılar.

İşte bütün bunlar, dünyanın, insanları karanlıklardan, kapitalizmden, demokrasiden ve laiklikten çıkartıp, İslâm'ın adaletine teslim edecek olan yeni bir nizama muhtaç olduğunu göstermektedir. Amerikan dolarına, Güvenlik Konseyine, IMF’ye kulluktan, Allah’a kulluğa, geçim sıkıntısının bulunduğu bir hayattan, İslâm'ın gölgesinde dünya saadetine kavuşturacak yeni bir sisteme muhtaçtır dünya. Günümüzün dünyası adaletle hükmedecek, servetin sadece zenginlere ait olmadığı, ahlaki değerlerin şartlara ve maslahata göre değişmediği, renk, ırk, dil, cins ve zenginlik ayırımının yapılmadığı, herkes için tek ölçünün kullanıldığı bir sistemin özlemi içindedir.

İşte bu sistem; İslâm’ı ve nizamını bilen ya da bilmeyen, İslâm ile hükmetmenin ne anlama geldiğini idrak eden veya etmeyen, Hilâfet’i bilen ya da bilmeyen her kim olursa olsun, her bir insanın ısrarla dile getirdiği Nübüvvet metodu üzere İslâm Hilâfeti’nden başka bir nizam değildir. Zira insanlar, kapitalist hayatın zorluğunu, demokratik laikliğin saçmalığını, var olan sistemlerin zorbalığını ve Amerika’nın liderlik ettiği düzenin canavarlığını biliyorlar.

B. Hilâfet’in Dönüşü Siyaseten Kaçınılmazdır:

Hilâfet’in dönüşü, beşeri bir zaruret olmasının yanı sıra aynı zamanda siyaseten de bir zarurettir. Artık onun fecirden doğması ve yayılmasından başka bir şey kalmamıştır. Hilâfet Devleti’nin mücrim Mustafa Kemal eliyle zorla kaldırılmasından bu yana ümmet, Hilâfet’in yeniden kurulması hususundaki hareketlilikten bir gün dahi geri kalmadı. Hizb-ut Tahrir ise siyasi çalışmasında, esasi bir sorun olarak Hilâfet üzerinde yoğunlaşarak bu hareketliliği taçlandırdı. Öyle ki bu çalışma sadece İslâm dünyası seviyesinde kalmadı, tüm dünya düzeyinde İslâm Hilâfeti’nin tekrar dönüşünün yakın olduğu hususunda kamuoyu yapıldı.

2008 yılında Amerikan Başkan adaylarından Patrick Buchanan tarafından kaleme alınan bir makalede şöyle denilmektedir: “İslâm düşüncesi Müslümanlar arasında kök saldı, artık onun meyve verme zamanı geldi ve büyük güçlerin orduları kesinlikle ona güç yetiremeyecektir.” ABD ulusal güvenlik danışmanı Muhammed Ebyârî ise İslâm Halifeliğinin görünmesinin önlenemez bir gerçeklik haline geldiğini, Amerika’nın ise onu engellemeye çalışmak yerine onu kuşatması ve onunla çalışması gerektiğini vurguladı. 2003 yılında ise Irak işgalinin ardından Rumsfeld, Amerika’nın Irak ve Körfez’deki askerlerinin çekmesi halinde, Hilâfet Devleti’nin ortaya çıkabileceği hususunda uyarıda bulundu.

Müslümanlar nezdinde Hilâfet’in farziyeti hakkında ve zalim dünya düzeninin değişmesinin zarureti hakkında gerekli kamuoyu oluşmuştur. Çalışmalarını İslâm Hilâfeti’nin kurulmasında yoğunlaştıran siyasi bir partinin varlığıyla birlikte, Hilâfet’in kurulmasının önünde yalnızca tek bir engel kalmıştır. Bu engel, Amerika’nın liderlik ettiği dünya düzenidir. Bu düzen ise neredeyse örümcek ağından daha dayanıksız bir hale gelmiştir.

Küresel sistem yirmi yıl öncesinde olduğu gibi sağlam değildir. Bilakis, devletlerarasında var olan rekabet neticesinde kırılgan hale geldi. Rusya’ya baskı uygulamak ve körfez ülkelerini zayıflatmak için Amerika petrol fiyatlarını düşürdü. Mali piyasalarda istikrarsızlığı yaydı. Finans krizi rüzgârları, siyasi yıkımlara ve küresel sistemin yerle bir olmasına yol açabilir. Yığınlar halindeki borç sorunu özellikle Amerika, Yunanistan, İspanya, İtalya ve Pakistan gibi devletlerde var olan banka sistemini çökertebilir ve buna bağlı olarak da çok hızlı bir şekilde mali krizlere neden olabilir.

Diğer taraftan Amerika, İran ile Lübnan’daki partisini Suriye’ye sürüklemekle birçok kartı birbirine karıştırdı. Ardından Rusya’yı getirdi ve onu parayla, pazarlıklarla sakatladı. Türkiye ve Suud ile ittifak oluşturdu. Sığınmacıların geçiş yolunu açması için Avrupa’yı zora soktu. Dar bir Suriye sahasına, birbiriyle zıt olan güçleri topladı. Her gün binlerce Suriyelinin öldürülmesine sebep oldu. Diğer yandan ise bunların tümüne rağmen, Suriye’de İslâm Hilâfeti’nin ortaya çıkmasını engelleyecek bir kuvveti kesinlikle oluşturamadı.

Bunlara ilave olarak Amerika, Avrupa’yı ve para birimini zayıflatmak, Yunanistan gibi birlik içerisindeki zayıf devletlerde sorunlar meydana getirmek suretiyle, Almanya ve Fransa gibi güçlü devletleri telaşlandırarak Avrupa üzerinde şiddetli baskı uyguladı. İngiltere’yi zayıflatmak için Avrupa Birliği’nden çıkmaya teşvik etti. Öldürücü seviyede enflasyonun meydana gelmesi için Avrupa’yı parasal genişlemeden mahrum etmeye çalıştı. Avrupa’da var olan bağları zayıflatmak için, binlerce Suriyeli sığınmacıyı Avrupa’ya sürükledi. İşte böylece Amerika ile Avrupa arasında var olan çatışmalar, küresel sistemin çöküşünü ve Hilâfet karşısındaki engelin izale edileceğini göstermektedir.

İşte tüm küresel sistemin her ne kadar dış görünüşü sağlam gözükse de, içi parçalanmış ve bölünmüş bir haldedir. Bu durum ise, İslâm Devleti’nin kurulma ve ortaya çıkma fırsatını siyasi olarak güçlü ve kuvvetli bir realite haline getirmektedir.

C. Hilâfet’in Kurulması Fikri Hakikattir:

İslâm Hilâfeti’nin kurulmasının zorla gerçekleşecek olan bir eylem olmadığının veya güçlü ve zayıf kimselere rağmen yapılacak bir iş olmadığının kesinlikle bilinmesi gerekir. Bilakis Hilâfet’in kurulmasındaki İslâmî metot, siyasi ve fikri çalışmaya dayanır. Şiddete ve zor kullanmaya dayanmaz! Yani düşüncenin kuvvetine, nizamın sağlıklı olmasına, topraklar ve yöneticiler üzerinde hâkimiyet kurmadan önce, otoritenin nefislerde ve düşüncede gerçekleştirilmesine dayanır.

D. Seçkin Bir Sistem:

Feldman, “Yıkım ve İslâm Devleti’nin Yükselişi” isimli kitabından Hilâfet devletindeki siyasi sistem ve onun niteliğini şöyle anlatmaktadır: “İslâm Devleti, aslında yasal bir sistemi olan vizyon odaklı bir hukuk sistemidir. Devletin anayasası İslâm Devleti’ni hukuk devleti yapar. Yasal gerekçe devletin hukuk çerçevesinde kalmasını sağlar… İnsanlardan birçoğu, İslâm şeriatının; kadınların başını örtmelerinden ve işlenen suçların cezalandırılmasından ibaret olduğunu sanır. Gerçekte ise İslâm şeriatı; bireyin, toplumun ve hayata ait tüm işleri Kur’ân ve Sünnet’ten çıkartılan kanuna göre düzenler.” Yani devlette egemenlik yöneticiye değil, şeriata aittir. Her ne kadar sulta, halifenin veya devlet başkanının şahsında temsil ediliyor olsa da halife, otoritesini, yönetim hususunda biat almış olduğu ümmete dayandırır.

Ayrıca İslâm, iktisadi sistemini; özel, kamu ve devlet mülkiyeti sistemi çerçevesinden sistematik bir şekilde servetin dağıtılması üzerine kurar. Harcamalara ait sistem, fertlerin ihtiyaçlarının garantilenmesine göredir. Servetin belirli bir cihetin elinde kalmasını engelleyen miras sistemi ile bu dağıtımı gerçekleştirir. Faizi haram kılar, üretim olmadan malın artmasını engeller ve hayali ekonomiyi ve paranın stoklanmasını yasaklar. Altın sistemini zorunlu kılmak suretiyle paranın korunmasını sağlar. Batı’nın azınlıklar, etnik gruplar ve milletler dediği hususta eşsiz bir sistem getirir. Halklar arasındaki sınırları kaldırmadan önce, nefislerde var olan sınırları kaldırır. Ayrıcalığı insanlara göre değil, Allah’a göre belirler ve insanların en değerlisinin Allah katında en takvalı kimse olduğunu söyler. İnsanların tek bir potada eritildiği ve ayrıcalığı olan bir medeniyet kurar. Hatta bu ümmet içerisinde muhtelif kavimlere ve ırklara mensup kimselerden âlimler ve liderler yetiştirir. Arap İbnü’l Heysem, Özbek İbn-i Sina, Türk Fârâbî ve Endülüslü İbn-i Rüşd gibi…

E. Üstün Bir Kanun: Allah’tan Daha Güzel Kim Hüküm Verebilir?

Yasama açısından İslâm, adaleti gerçekleştirmek üzere beşeriyetin bildiği en üstün kanunu getirmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler.”[Hadîd 25] İslâm şeriatında adalet dört temel üzere kuruludur:

1- Kanun koyucu tarafından arzulardan tümüyle arındırılmış olmak,

2- İnsanların durumlarını her yönüyle kuşatmak,

3- Yasamanın gerektirdiği soruna ait hususu bilmek,

4- Kanunun otoritesi/Kanun insanın davranışlarına göredir.

İslâm nizamının ve İslâmî teşriin büyüklüğü, bu esasların tümünü bünyesinde barındırmasında gizlidir. Diğer sistemler ise bu esaslardan herhangi birisini gerçekleştirmekten dahi acizdir. Russo ve Volter tarafından müjdelenen şehir devleti; demokrasi ve laiklikle daha farklı şekillerde tezahür etmiştir. Toplu irade ve toplumsal sözleşme nazariyesine göre, yasama hususunda adalet ilkelerinden herhangi birisini gerçekleştirmede tümüyle başarısız olmuştur.

İslâmî teşrîî ise Allah’ın kanun koyucu olması esası üzere kurulur. O, tektir ve ortağı yoktur. Onun çocuğu veya babası da yoktur ve hiçbir kimseye muhtaç değildir. Şöyle buyurmaktadır:

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ

Eğer hak onların arzularına uysaydı gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi.” [Mü'minûn 71] Yine Allah Azze ve Celle geçmiş, gelecek ve şu an itibariyle insanlara ait her hali bilir. Yerde ve göklerde, büyük ve küçük hiçbir şey onun bilgisinden gizli kalamaz.

أَفَمَن يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ

Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar.”  [Ra'd 19]

İslâm'da yasama otoritesinin kaynağı Allahu Teâlâ’dır. O, dünya ve ahret işlerinin sahibi, öldüren ve diriltendir ve hesapsız olarak rızık verendir. Şöyle buyurmaktadır:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”  [Nisâ 65]

İşte böylece İslâmî düşünce ve İslâm akidesi üzerine kurulu olan İslâm Hilâfet Devleti, yönettiği ve işlerini yürüttüğü topluma karşı adaleti gerçekleştirme gücüne sahip tek sistemdir. Bunu ise kişisel arzularla karıştırmadan, sınırlı olan insanın yetersizliğinden uzak bir şekilde yapar. İşte bunlar, adaletle yaşayabilmelerini sağlayacak olan Hilâfet Devleti’ni insanlık için zaruret haline getirmektedir.

İslâm'ın ve Hilâfet’in beşeri zaruret, siyasi kesinlik, fikri ve şer’î olarak hakikat olmasının yanında inanç bakımından da hakikattir. Yani Allah Azze ve Celle yeryüzünün halifeleri olmayı kıyamete kadar vadetmiştir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise şöyle buyurmaktadır:  “Sonra nübüvvet metodu üzere hilâfet olacaktır.” Bir başka hadiste ise şöyle buyurmaktadır: “Allah’a yemin olsun ki bu iş elbette tamamlanacaktır. Öyle ki bineği olan birisi San’â’dan Hadramevt’e kadar Allah’tan başka hiçbir kimseden korkmadan gidecektir. Ancak koyunu olan kimse kurttan korkacaktır. Ancak siz acele ediyorsunuz.”

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz