Müslümanlar
yüzyıllar boyunca hükmettikleri devletlerde eğitimin külli kaidesini “La ilahe
illallah Muhammeden Rasulullah” olarak belirledi. Müslümanlar, dünya
hayatındaki tüm fikirlerini bu fikrî kaidenin üzerine bina ettiler. Nitekim
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ashabına; bilgi ve kültürün,
İslâm akidesi üzerine tedris edilmesi hususunda tembih ediyor; “İlk söz
olarak çocuklarınıza güzel bir şekilde “Lâ ilâhe illâllah” demeyi öğretiniz!”[1]
tavsiyesiyle kalmayıp emir siygası ile Müslümanlara ve yöneticilerine (devlete)
farz-ı ayn hükmünde uygulamaların gerektiğini bildiriyordu. Müslümanlar bu
sayede yüzyıllar boyunca insanın düşük davranışlarının ancak İslâm’ın verimli
akidesi öğretildiği takdirde yüksek davranışa dönüşebileceğini, tüm dünyaya İslâm
akidesi ve ondan neşet eden nizamların uygulanması ile bunun mümkün
olabileceğini ispat ettiler. İslâm Devleti’nin ürettiği eğitim materyalleri
dünyaya ışık tutmuş. Yaşadıkları çağda tarihî şartların tüm olumsuzluklarına
rağmen seçkin bir medeniyet inşa etmişlerdir. Örnek vermek gerekirse; Halife
II. Hakem’in, Kurtuba’da kurduğu birçok öğretim kurumu, gayrimüslim âlimleri
bile cezbeden bir ilim merkezi olarak nam saldı. Kurtuba’daki el-Hakem
kütüphanesi 400.000 cilt kitabı ihtiva etmektedir. İslâm Devleti, “Allah’ın
adıyla oku ki dünya karanlıklardan aydınlığa çıksın.” şiarıyla yüzlerce
şehirde camiler, medreseler, külliyeler, kütüphaneler, ciltler dolusu eserler
ve âlimleriyle dünyada şöhret yapmıştır.
Hilâfet Devleti’nin
kaldırılması ile kurulan Cumhuriyetin eğitim sistemi; “Tevhid-i Tedrisat”
kanunlarıyla pozitivizm ve ulus-devlet üzerine bina edilmeye çalışılmıştır.
Fransız devrimiyle ortaya çıkan batıl nizamları ve fikirleri esas edinen bir
maarif hareketi başlatılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, Batı’dan taklit edilen
dünya görüşünü “Kemalizm” adı altında Müslümanlara eğitim-öğretim politikası
olarak uygulamaya başlamıştır. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı ile değişen
eğitim nizamı, o günden günümüze yetiştirdiği nesillere ve topluma değer olarak
laiklik ve Kemalizm’den başka hiçbir şey verememiştir. Nesillere verilmeye
çalışılan bozuk ideolojik saplantıların haricinde Milli Eğitim sisteminin temel
amaçlarından birisi de; “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından
dengeli ve sağlıklı kişiliğe sahip, insan haklarına saygılı, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler yetiştirmek”tir.[2]
Bu sebeple makalede,
Cumhuriyetin bozuk ideolojisini sizlere anlatmayacağız; Cumhuriyetin, mili
eğitim politikalarıyla eğitimin temel amaçlarından birisi olan değerlerine
bağlı, aklı ve üretkenliği ile ön plana çıkmış akıllı bir nesil hedefine ulaşıp
ulaşmadığını tenkit edeceğiz.
İstatistiklere
baktığımızda Türkiye’nin İslâm sonrası uyguladığı laik eğitim modelinin
başarısızlığı dürüst düşünen her akıl sahibinin idrak edebileceği netliktedir.
İsterseniz istatistikleri yorumlamaya, kanayan yaramız yükseköğretimden
başlayalım.
İstatistiklere göre
Türkiye’de 206 üniversitenin olduğu belirtiliyor. Bunlardan 130’u devlet
üniversitesi, 76’sı vakıf üniversitesidir. YÖK tarafından açıklanan
istatistiklere göre, Türkiye’deki üniversitelerde 7 milyon 740 bin 502
üniversite öğrencisi var. Yani 7 milyon gencimiz eğitimin son safhasına gelmiş
ve dünyayı aydınlatmaya namzet, toplum tarafından itibar edilmesi gereken
kimseler olarak görülmesi gerekiyor.
Fakat bu verilerin
keyfiyetini analiz ettiğimizde, kemiyetteki sayısal başarıyı gölgede bıraktığını
görüyoruz maalesef. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme
Merkezi’nin, Türkiye İstatistik Kurumu’ndan alınan adreslerde 42 bin 754 kişi
ile görüşülerek yapılan ankette uyuşturucu kullananların yüzde %20’si
üniversite öğrencisi veyahut yükseköğretim mezunu kimseler. Yine alkol
kullanımına bakıldığında Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan bir araştırmaya göre
Türkiye’nin genç nüfustaki alkol kullanım sıklığı % 42,6 olarak saptanmıştır. TÜİK
verilerine göre, Türkiye’de ceza infaz kurumlarında yaşayan hükümlü ve
tutukluların toplamı 2014’ten 2017 sonuna kadar yaklaşık 88 bin kişilik bir
artış göstererek 232.340 olarak belirtilmektedir. Ayrıca aynı rapora göre, 2017
yılında yükseköğretim mezunu hüküm giyen 9.857 kişi olduğu görülüyor. Tabii bu
veriler üniversitelerimiz mezun verdikçe atış göstermektedir. Yine 1 Ocak-31
Aralık 2018 tarihleri arasında cezaevine giren hükümlülerin eğitim durumu ve
işlenen suç sırası itibariyle değerlendirildiğinde; yükseköğretim mezunlarının
%10,5’i, yaralama suçu ilk sırada yer almakta.
Türkiye İstatistik
Kurumu (TÜİK) resmî verilerine göre 3 milyon 775 bin işsiz mevcut. Aslında bu
rakam birçok hile ile geri çekilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan birisi de
yükseköğretim kurumlarından açık öğretim fakültelerinin (AÖF) kurulma amacıyla
alakalıdır. 2017-2018 yılı itibariyle Anadolu Üniversitesi, Atatürk
Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi Açık Öğretim fakültelerinde eğitim gören
öğrenci sayısı 3.586.216 olarak açıklandı. Açıklanan 3.5 milyonun %80’i
işsizdir. Fakat eğitim siyasetimiz pragmatik esaslar üzerine kurulu olduğu için
AÖF istatistiklerde okuyan kişileri işsiz statüsünden çıkarıp öğrenci
statüsünde göstererek ülkedeki işsizlik oranını geriye çekmektedir. İşte cumhuriyetin
maarif politikasının yükseköğretime yaklaşımı bu kadar sığ ve basiretsizdir.
Yukardaki suç ve
haram fiillerin oluşmasının müsebbibi arkadaş ortamı, ekonomik problemler, aile
vb. sosyal sebepler değildir. Bilakis cumhuriyetin kurumlarının tümünün İslâm
mefhumlarıyla çelişmesidir. Cumhuriyetin maarif siyasetindeki esaslar
değişmezse ve sapık mefhumları düzeltilmezse yükseköğretim seviyesine
getirdiğimiz birçok gencimiz heba olacaktır. Onlar için harcanan maddi kayıptan
ziyade toplumun gelecek nesillerinin kaybolmasına ve kâfirlerin Türkiye’deki
hegemonyalarının artmasına sebep olacaktır.
Oysaki Hilâfet
Devleti’nin yükseköğretime dair düzenlemesine baktığımızda, devletin eğitim
sistemiyle toplumun ihtiyaçlarını karşılamak arasında sıkı bir bağ kurduğunu
görürüz. Dr. Nazreen Nawaz, “Altın Bir Nesli ve Medeniyeti İhya Etmek” adlı
makalesinde Hilâfet Devleti’nin yükseköğretim hedeflerini ve düzenlemesini şöyle
özetlemektedir: “…hedeflerden birisi, yükseköğretim talebelerinin İslâmi
şahsiyetlerini güçlendirmek ve derinleştirmektir ki böylece onlar ümmetin
hayati meselelerini gözeten ve koruyan liderlere dönüşsünler; yönetimi muhasebe
eden, daveti taşıyan ve ümmetin birliğinin, dinin veya Hilâfet’in karşısındaki
tehditlere karşı dursunlar. Yani İslâmi kültür yükseköğretim talebelerine
uzmanlık alanlarına bakmaksızın sürekli olarak öğretilir. Bunun sonuncunda,
ümmet içerisinde iyi eğitimli insanlar yetiştirilecektir ki bunlar sadece kendi
şahsi eğitimsel ve iktisadi heveslerinin peşinde koşturan değil, İslâm’ın
korunmasında ve yayılmasında öncü olacak kişiler olacaktır. Ayrıca Hilâfet,
geleceğin âlimlerini, yöneticilerini, müçtehit ve fukahasını yetiştirmek için
öğrencilerini teşvik edecek ve her türlü imkânları sağlayacaktır.” Tarihte
Hilâfet’in yükseköğretimde sunduğu pratikle, yarın kurulmasının ardından
sunacağı pratiklik arasında fark olmayacaktır. Altın bir nesil ve medeniyeti
nasıl oluşturacağını tüm dünyaya gösterecektir, biiznillah!
Fakat Türkiye’nin
eğitim siyasetinde sadece yükseköğretim sorunlu değildir. İlk-orta ve lise
düzeyindeki öğrencilerin yetiştirilmesinde bilgi, beceri, ahlak da istenilen
seviyede değildir. Aşağıdaki tablo TÜİK’in 2014 yılında güvenlik birimlerine
gelen ergen suçluların eğitim seviyelerini göstermektedir:
İçişleri Bakanlığı
2019-2020 eğitim-öğretim döneminde ergen çocukların suç ile temas etmemeleri
için; okullarda bin 413 okul kolluk görevlisi, 22 bin 799 güvenli eğitim
koordinasyon görevlisi, okul giriş ve çıkış saatlerinde güvenliği sağlamak
üzere 5 bin 404 polis ekibi ile 3 bin 624 jandarma devriye personeli ve 20 bin özel
güvenlik görevlisi görevlendirdi.
Cumhuriyetin
verdiği eğitimin; “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli
ve sağlıklı kişiliğe sahip” olma hedeflerine ulaşılamadığını, ergen yaştaki
çocuklarımıza verilen eğitimin yetersiz olması nedeniyle suça ya da haram
fiillere ulaşma potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu veriler göstermektedir.
Bu seviyedeki
öğrencilerimizi ahlaki ve değerler yönünden yetiştiremediğimiz gibi bilgi ve
beceri alanlarında da yeterli eğitim seviyesine ulaşamamaktayız. Bu alandaki
zafiyeti görmek için Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından
düzenlenen, 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini değerlendiren
PISA testinin sonuçlarına bakmak yeterli olacaktır.
Test sonuçlarına
bakıldığında; Türkiye’nin, okuduğunu anlamada, matematikte ve bilimde OECD
ülkeleri ortalamasının altında kaldığı tespit edilmektedir. Türkiye’nin okuma
puanı ortalaması 466 olup bu puan ile Türkiye, 37 OECD ülkesi içinde 31. sırada
iken 78 OECD ülkesi ve partneri arasında 41. sırada yer aldı. Matematik puan
ortalaması ise; 454 puan olarak gerçekleşti. 37 OECD ülkesi arasında 33. oldu.
OECD partnerleri arasında 42. sırada yer aldı. Fen Bilimleri puan ortalaması
489 iken OECD ortalamasının altında seyrederek 468 oldu. OECD ülkeleri arasında
30. sırada yer alırken OECD ülkeleri ve partnerleri arasında 39. sırada yer
aldı.
Daha önceki PISA
verilerine bakıldığında ise Türkiye’deki ergen öğrencilerin okuma, matematik ve
fen bilimleri alanlarında yine OECD ortalamasının altında kaldığı yukarıdaki tabloda görülmektedir. Uzmanlar geçmiş yıllara nazaran Türkiye’nin puanının ciddi bir
şekilde düştüğünü belirtiyorlar.
Türkiye’deki eğitim
sistemi, İslâm’dan sonra değişen yüzüyle değerlerine bağlı, aklı ve üretkenliği
ile ön plana çıkmış, akıllı bir nesil yerine; maddi, ruhi, insani, ahlaki
değerlerden yoksun nesiller üretmiştir. Okullara konulan akıllı tahtalar kadar
aklı olamayan bir nesil var edilmektedir.
Sonuç:
Cumhuriyetin
eğitim-öğretimi, pozitivizm ve ulus-devlet üzerine bina etmeye çalışması, mezun
ve okuyan gençlerin çoğunun İslâm ile çelişen bir yöne gitmelerine sebep oldu.
Burada bahsettiğimiz; Kemalist karanlık kafaların manipüle ettiği bilim ve
sanayi ile ilgili programlar değildir. Çünkü bilim ve sanayi evrenseldir. Hiç
bir ideolojiye has olmadığı gibi bütün insanlar için geneldir. Kastettiğimiz
eğitim-öğretim programları, kültür programlarıdır. Kültür, tarih, edebiyat,
felsefe ve kanunla ilgili alanları kapsar. Bu alanlar insanın hayata bakış
açısını etkiler. Çünkü tarih, hayatın vakıalarını açıklayan bilgidir. Edebiyat
ise, hayatın duygusunu tasvir eden konuları kapsar. Felsefe, hayat hakkında
bakış açısını teşkil edecek temel fikirdir. Kanun ise, hayatın müşküllerini
pratik şekilde tedavi edip fert ve topluluklar arasındaki ilişkiyi düzenler; idare
edecek çözümler sunar. Bu alanları sömürgeci kâfirler İslâm’dan kopararak,
Müslüman çocukların zihniyetlerini istediği minvalde özel bir şekilde doldurdu.
Çocukların bazılarını kendi hayatlarında ve ümmetin hayatında İslâm’ın
varlığının zaruriyetini hissedemez hâle getirdi. Evlatlarımızın bir kısmını da;
İslâm’ın, hayat sorunlarını çözebilme elverişliliğini inkâr ettirerek onları
İslâm’a düşman olarak yetiştirdi. Bu sebeple deizm, ateizm gibi birçok sapık
düşüncenin nesillerimize teneffüs etmesini sağladı.
Zaten Cumhuriyetin
maarif siyaseti ve öğretim programları, İslâmi hayatı yeniden başlatma
çalışmaları karşısında bir engel oluşturmak amacına matuf hazırlanmıştır.
Cumhuriyetin eğitim anlayışındaki karanlık ve çirkin yüzü yukarıdaki verilerin
tümünün müsebbibidir. Yüzyıllık bir cumhuriyet ve 66 hükümet, eğitim sistemiyle
değerlerine bağlı, akıllı ve üretken nesiller hiçbir zaman yetiştiremedi. Bunun
için İslâmi hayatı yeniden başlatmak isteyen Müslümanların, Cumhuriyetin
eğitim-öğretim siyasetinin çirkin yüzü karşısında yapması gerekenleri şu
şekilde sıralamak mümkündür:
·
Gayri
İslâmî fikirlerin var olmasını ve İslâm dünyasına hâkimiyetini engellemelidirler.
·
Eğitim ve
öğretim programlarının sömürgecilerin koyduğu esas üzerinde var olmasına ve
okullarda, üniversitelerde bu programların uygulama metoduna itiraz
etmelidirler.
·
Bazı
kültürel konulara “evrensel bilim” olarak itibar edilmemesi ve genel olarak
insanlar nezdinde bunlara hürmet gösterilip onların yüceltilmemesi gerektiği
hakkında kamuoyu oluşturmalıdırlar.
·
İslâm
dünyasındaki Müslümanların İslâm’la çelişen gayri İslâmî bir hayatı
yaşadıklarını idrak etmelerini sağlamalıdırlar.
·
Müslümanlar
ile İslâm yönetimi arasındaki tarihî mesafeyi ortadan kaldıracak tebliğ
çalışmaları yapmalıdırlar.
·
İslâm
beldelerinde demokrasi esası üzerine kurulu olup halk üzerine kapitalist
sistemi uygulayan ve Batılı devletlere siyasî şekilde bağlı bulunan
yöneticileri muhasebe etmelidirler.
·
Vatancılık,
milliyetçilik ve demokrasi gibi batıl kavram ve nizamlara davet eden, bunları
savunan siyasi hareketlere destek vermemelidirler.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış