Yaklaşık bir
asırdır, Batı kültürünün etkisinde bırakılan bazı Müslümanların da
ballandırarak, dillerine pelesenk ettikleri “cumhuriyet fazilettir” cümlesi M. Kemal’e ait bir ifadedir. Bu
ifadenin tamamı şöyledir: “Cumhuriyet
fazilettir, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık ise korkuya
tehdide dayandığı için korkak, zelil, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki
fark bunlardan ibarettir.”[1]
M. Kemal bunu,
Fransız siyasi düşünür Montesquieu’dan etkilenerek söylemiştir. Montesquieu’ya
göre “Her yönetim, varlığını sağlayan bir
ilkeye dayanır. Demokrasinin ilkesi de siyasal erdemdir.” Buna göre erdemli
olmak, yurt sevgisini, yurt çıkarlarını kişisel çıkarlardan üstün tutmayı,
bencillikten, tutkulardan, hırs ve isteklerden, aç gözlülükten uzaklaşmayı,
yasalara saygı duymayı gerektirir.
Sahip olduğu bütün
fikirlerini Batı’dan edinen M. Kemal, bu meselede de Montesquieu’nun bu
görüşünü alıp içselleştirip kendi durumuna göre uyarlayarak, “Cumhuriyet ahlak faziletine dayanan bir
yönetimdir.” demektedir. Bununla kalmayıp “sultanlık” üzerinden Osmanlıyı da karalamaktadır. Aslında bu durum,
bütün cumhuriyetçilerin taktiğidir. Tıpkı Süleyman Demirel’in “Cumhuriyeti sevdirmek için Osmanlıyı
kötüledik.” sözünde açık bir
şekilde ifade ettiği gibi… Batı’nın fikirlerine olan sevgi ve bağlılık ile İslâm’a
olan nefretten dolayı geçmişini kötüleyen başka bir devlet örneğine rastlamak
mümkün değildir.
En son yazacağım
hususu en başta ifade edeyim: İslâm’a inanan hiçbir Müslüman, İslâm dışı, bir küfür
yönetim nizamı olan cumhuriyet için “fazilettir” ifadesini kullanamaz. Çünkü
kökeni, mahiyeti ve uygulaması İslâm ile hiçbir şekilde örtüşmemektedir. Hatta cumhuriyet,
İslâm’a zıt ve İslâm’ı hayat sahnesinden kaldırarak onun yerine ikame edilen bir
küfür yönetim modelidir.
Batı dillerinde
karşılığı “republic” olan cumhuriyet kelimesi, Arapça “cumhur”
kökünden gelmektedir. “Cem” ve “cuma” kelimelerinin de aynı
kökten geldiği “cumhur” kelimesi; “birikme, bir araya gelme, yığın,
birikinti, çoğunluk, topluluk, halk, kalabalık" anlamlarına
gelmektedir. “Cumhur” kelimesinin sonuna Türkçe ek olan “-iyet”
getirilerek, Fransız Devrimi sonunda somutlaşan ve ilk olarak 1792 yılında
Fransa’da uygulanan yeni rejim “republic” anlamında kullanılmıştır.
Kavram olarak cumhuriyet, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğü’nde “Ulusun,
egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği mebuslar
aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi.” olarak tanımlanmıştır. Cumhuriyet “Seçilmiş
liderin idaresi altında bulunan devlet, millet hâkimiyetine yaslanan devlet
şekli.” olarak da tarif edilmektedir.
Nasıl ki demokrasi,
eski Yunanca’da “halk” manasına gelen “demos” ve “yönetmek”
manasına gelen “kratein” kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş ve “halkın
yönetimi” anlamında kullanılmışsa cumhuriyet de Latince‘de “konu, şey”
anlamındaki “res” ile “halk, halka dair” anlamına gelen “public”
kelimelerin birleşmesinden “respublica“, “halk için olan devlet”
gibi bir anlama gelmektedir. Dolayısı ile köken ve uygulamada cumhuriyet ile
demokrasi iç içe girmiş ve yer yer aynı anlamda kullanılmaktadır.
Cumhuriyet ve
demokraside, teorik olarak halkın kendisi ile yönetileceği kanun ve yasaları,
halkın seçtiği kişilerin oluşturduğu meclisler yapar. Ancak fiilî anlamda bunun
realitesi bulunmamaktadır. Her zaman için
-özellikle kapital sahipleri gibi- çok küçük bir azınlığın istediği ve
belirlediği şahıslar vekil adayı olur, halk da kendileri için belirlenen
adaylardan birine oy verir. Meclise gelen vekiller de halkın istediği hususları
değil, iktidar partisinin yöneticileri tarafından önlerine konulan yasa
tasarıları için el kaldırıp indirirler. Kısacası cumhuriyet nizamında kanunlar,
aciz ve sınırlı olan beşerin ürünü olup, insanların sorunlarını çözmekten ve
tatmin etmekten uzak olduğundan sürekli değiştirilirler.
Demokrasi ve
cumhuriyet gibi milliyetçilik, vatancılık, ulus devlet anlayışı vb. birçok
kavram, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Batı’nın yardımı ile devşirdikleri
hayranlarınca İslâm dünyasına taşınmıştır. Jön Türkler ile başlayan, İttihat ve
Terakki Cemiyeti ile belli bir kesime benimsetilen bu kavramlar, I. Dünya Savaşı’ndan
sonra aynı kadrolar tarafından resmî ve fiilî olarak Müslümanlar üzerinde
uygulanmaya başlandı. Cumhuriyet, resmen 29 Ekim 1923’te ilan edildiğinde M.
Kemal, cumhuriyeti “demokrasi sistemi” ile yönetilen bir devlet şekli
olarak tanımlamıştır.
Cumhuriyet, bir
devlet yönetim biçimi olarak Batı’dan ithal edilmiş ve İslâm’a zıt bir yönetim
modelidir. Teoride halkın, kendisi adına kanunlar çıkartmak ve uygulamak için
yöneticileri seçmenin halk tarafından yapıldığı iddia edilse de yukarıda da
ifade ettiğim gibi pratikte bu pek mümkün olmamıştır. Gerek teoride ve gerekse
pratikteki cumhuriyet, her şekli ile İslâm’a aykırıdır. Çünkü cumhuriyette
yasama yani kanun koyma yetkisi insanda iken, İslâm’da yasaların kaynağı Allah Subhânehû ve Teâlâ’dır. Cumhuriyetin
birçok şekli varken, İslâm’da bir tek yönetim şekli vardır ki o da Nübüvvet
yolu üzere olan Râşidî Hilâfet’tir. Cumhuriyette hem hâkimiyet/yasama kaynağı
hem de otorite insana/beşere dayanıyorken Râşidî Hilâfet’te hâkimiyet İslâm’a,
otorite insana dayanmaktadır.
Birçok Müslümanı
yanıltan ve cumhuriyeti İslâm ile bağdaştırmalarına sebep olan husus, İslâmi
yönetim nizamı olan Hilâfet’te de otoritenin halka dayanması, yani yöneticilerin
seçimle belirlenmesidir. Oysa seçim vakası bir yönetim biçimi değildir. Birçok
farklı yönetim modellerinde de seçim vardır ama birbirine benzemezler. Örneğin,
her yönü ile birbirinden farklı olan İslâm, kapitalizm ve sosyalizmde de
yönetici seçimi vardır. Ancak bu üç
ideoloji (yaşam tarzı), hem fikir hem de nizam açısından birbirlerinden tamamen
farklıdır. Cumhuriyetin değişmez esası laikliktir. Diğer bütün yasalar, laiklik
ilkesine aykırı olmadığı müddetçe istenildiği zaman değiştirilebilir. İslâmi
yönetim nizamı olan Râşidî Hilâfet’te ise İslâm’ın belirlediği yasalar asla
değişmez.
Cumhuriyetin İslâm’dan
olmadığını yazdıktan sonra, fazilet olup olmadığına bakalım. Ne demişti M.
Kemal? “Cumhuriyet, faziletli ve namuslu
insanlar yetiştirir. Sultanlık ise korkuya tehdide dayandığı için korkak,
zelil, sefil, rezil insanlar yetiştirir.” 97 yıllık cumhuriyet tarihi bize
uzak ve kapalı değildir. Aslında cumhuriyetin cürümlerini ve yetiştirdiği
insanların durumunu yazmaya takat yetmez ama cüzü ifade edip külü anlamak
mümkündür. Zaten cumhuriyetin nasıl bir insan yetiştirdiğini, hâlihazırda
toplumu getirdiği noktayı herkes görmektedir.
Öncelikle,
cumhuriyetin ilanı halkın talebi doğrultusunda değil bir avuç Batı hayranı
tarafından dayatma ile olmuştur. Bununla birlikte şu sorulara cevap vermek
gerekir: Fazilet olarak vasıflandırılan cumhuriyetin ilanından sonra çıkartılan
kanunlar ile sırf cumhuriyeti istemedikleri için on binlerce Müslüman
katledilmedi mi? On binlerce insan, sürgün veya hapis edilmedi mi? “Halka
rağmen halk için” mantığı ile hareket edilip ülkenin tamamı adeta bir
hapishaneye çevrilip ağızlara gem vurulmadı mı? Cumhuriyet, dayattığı Türk
milliyetçiliği ile on binlerce insanın ölmesine ve onlarca olumsuz bilançolarla
devam eden Kürt meselesini doğuran rejim değil midir? Halkın yönetimi denilen
cumhuriyette, neden kurulan ikinci bir parti hemen kapatıldı ve tekrar ikinci
bir partinin kurulmasına ancak 23 sene sonra izin verildi? Sonra, cumhuriyeti
kuran parti dışındaki partilerin, seçimle iktidar olmalarına rağmen kendilerine
neden defalarca askerî darbeler yapıldı? İslâm’ı ve İslâmi yönetimi sürekli
aşağılayarak, çağdışı olarak gören cumhuriyetçilere sormak lazım, Türkçe’nin
bütün dillerin esası olduğu konusunda ve kafatası ölçümleri dışında, hangi “bilimsel
buluş(!)” gerçekleştirildi? Şapka takma, ant içme zorunluluğu, askerî bir
disiplin ile eğitim dışında nasıl bir “teknoloji” geliştirildi?
Kötülenen Osmanlı Dönemi’nde kaç tane kumarhane, kaç tane sığınma evi, kaç tane
huzur evi, kaç tane fuhuş evi ya da kaç tane LGBT’li vardı? vs. vs.
Kısacası, tarihin
hiçbir döneminde cumhuriyetin bu 97 senelik ömründe olduğu kadar, halkın
değerleri ile alay etme, halkı hor görme, fuhuş, hırsızlık, yolsuzluk,
sapıklık, ırkçılık, rüşvet, kumar, torpil, hukuksuzluk, emek sömürüsü ve daha
bin bir türlü kötülük ve zulüm görülmemiştir. Resmî kurumlarca verilen suç
istatistikleri ortadadır. Cumhuriyetin yetiştirdiği, ucube giyimli, ellerinden alkol
düşmeyen, bencil, putperest ve dünyaya tapan neslin neresi erdemlidir?
Aslında işin
gerçeği, bütün bu olumsuzluklar, özgürlük söylemi ile demokrasi ve cumhuriyetin
özünde vardır. Zira cumhuriyeti kuran M. Kemal şöyle demektedir: “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir
kalmaya mahkûmdurlar. Böyle şahıslarla memleketi zenginleştirmek mümkün
değildir. Onun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız.”[2] Dolayısı ile
bu toplumda meydana gelen ve sapıklıkta zirve olan LGBT, aile içi cinsellik
veya çocuk istismarlarının bu denli artması, cumhuriyetin kendi ahlak ve namus
anlayışını yansıtmaktadır. Sonuç olarak şunu görmekteyiz ki cumhuriyet, fazilet
olmadığı gibi erdemli ve namuslu insanlar değil, düşük ve rezil insanlar
yetiştirmiştir.
Kaldı ki demokrasi
fikri ve cumhuriyet rejimi emperyalist Batı devletleri için birer sömürme
araçlarıdır. Emperyalist devletler, ajan ve uşak yöneticileri aracılığıyla İslâm
beldelerine ihraç ettikleri bu fikir ve rejimlerle Müslümanları kültürel olarak
yozlaştırdıkları gibi Müslümanların zenginliklerini de çalmaktadırlar. Bireyi,
aileyi ve toplumu ifsat eden, her türlü ahlaksızlığı yaygınlaştırmak adına
projeler sunmakta ve bu projelere maddi destekler ve fonlar oluşturmaktadırlar.
Bu konuda hem medyayı hem sivil toplum örgütlerini çok etkili bir şekilde
kullanmaktadırlar. Aynı şeklide emperyalist devletler, İslâm beldelerini maddi
anlamda ciddi bir şekilde sömürmektedirler. Yatırım ve istihdam adına yüzlerce
şirket aracılığı ile yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı kendi ülkelerine
aktarmaktadırlar. Ham maddeyi çok ucuza alıp işledikten sonra çok pahalı bir
şeklide yine bize satarlar. Ayrıca zeki ve yetenekli bireyleri kendi ülkelerine
göç ettirerek kendi halkları ve devletlerine hizmet ettirirler.
Bireyi,
tutkularının esiri ve menfaatperest kılan, aileyi huzur ve sükûnet ortamı
olmaktan çıkarıp dağıtan, ekini ve nesli bozan, toplumu dayanışma ve
merhametten uzaklaştıran, emperyalistlerin sömürme aracı olan cumhuriyet, nasıl
fazilet olabilir? Bu, olsa olsa rezalettir. Çünkü fazilet, ancak fıtratı
bozulamamış insani bir özellik ve İslâmi ilkeler ile elde edilebilen bir
meziyettir.
Türkçeye “erdem”
olarak tercüme edilen fazilet kelimesi “fazl” kelimesinin mastarı olarak
“artmak, fazlalaşmak, üstün olmak”, isim olarak ise “eksikliğin
zıddı, fazlalık, ihsan” gibi manalara gelir. Klasik sözlüklerde “fazl”ın
ileri derecesine “fazilet” dendiği belirtilmiştir. Ünlü dil bilgini
Râgıb el-İsfahânî, felsefe kültürünün geliştirdiği anlayışın etkisiyle fazilet
terimini “insanın başkalarından üstün ve imtiyazlı olmasını sağlayan durum,
kişiyi mutluluğa götüren şey” diye tarif etmiş ve bunun zıddına “rezilet”
denildiğini belirtmiştir.[3]
Fazilet kavramının,
bir terim olarak ahlâk literatüründe sonradan kazandığı kapsamlı manalar ile
birçok ayet ve hadiste geçen hususları ifade ettiği görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’in
genelinde adalet, itidal, hoşgörü, doğruluk ve dürüstlük, azim ve sebat, ülfet,
kardeşlik ve dostluk, sevgi ve dayanışma, barışçılık, cömertlik, tövbe,
tevekkül, kanaatkârlık, itaat ve teslimiyet, hikmet, hayırda yarışma, güler
yüzlülük, ölçü ve tartıda dürüst davranma, selamlaşma, ağırbaşlılık, cesaret ve
kahramanlık gibi birçok faziletli tutum ve davranış üzerinde durulmuştur.
Ayrıca bazı ayetlerde özellikle faziletlerin işlendiği görülür. Örneğin, Âl-i İmran
Suresi 134-135. ayetlerinde, Kur’an’ın temel fazilet olarak ısrarla vurguladığı
takvaya sahip olanlardan bahsedilirken, bunların başlıca nitelikleri şöyle
sıralanır: “Bollukta da darlıkta da mallarını Allah için harcarlar,
öfkelerine hâkim olurlar, insanları bağışlarlar, kötülükte ısrar etmezler.”
Bu ayetlerde cömertlik, hilm, affetme ve tövbe erdemlerinin yer aldığı görülür.
Bakara Suresi’nin 177. ayetinde Kur’an’ın diğer bir temel ahlâk kavramı olan “birr”in
kapsamı içinde iman, ibadet ve hayırseverlik konuları yanında ahde vefa, sabır,
metanet, doğruluk ve takva faziletlerine işaret edilir.
Yine benzer şekilde
hadis kitaplarında çeşitli faziletlere dair pek çok hadis bulunmaktadır.
Özellikle “Kitabü’l-Edeb” ve “Kitabü’l-Birr” başlıklı bölümlerin
ağırlıklı konuları arasında ana babaya itaat, hısım akrabayı ziyaret (sıla-i
rahim), kardeşlik, dostluk, sevgi, dayanışma ve yardımlaşma, insanlarla iyi
geçinme, doğru sözlülük, adalet ve ihsan, misafirperverlik, hayâ, takva, tövbe,
tevekkül, tevazu, hilm, sabır, şükür gibi ahlaki faziletler yer alır. Ayrıca
geçmiş nebi ve rasuller, efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Ebu
Bekir, Ömer, Osman ve Ali ile diğer Sahabelerin (Allah hepsinden razı olsun)
ahlak ve şahsiyetlerinin tanıtıldığı “fezâil” veya “menâkıb”
başlığını taşıyan bölümlerde İslâm ahlakında fazilet sayılan niteliklere dair
önemli bilgiler bulunmaktadır.
Dolayısı ile
fazilet, İslâm’dan nasiplenen insanlarda vardır. Âlemlerin Rabbi olan Allah Subhânehû ve Teâlâ’ya teslim olan, O’nun
Rasulü’nü örnek edinen bireyler erdem sahibi olurlar. Rabbimizin tabiri ile “şeref
ve izzet” bulurlar. İslâm’dan yüz çeviren, tutku ve arzularını kendisine
ilah edinen insanlar ise Rabbimizin tabiri ile “aşağıların en aşağısına” dönüşürler.
İslâm, Rabbimizin
biz insanlar için indirdiği pak, duru ve tastamam kılınmış bir dindir. İslâm’ın
bireye yönelik hükümleri vardır ki birey bunları her zaman ve mekânda icra
edebilir. Ancak bununla birlikte İslâm’ın bireye ve topluma yönelik ve ancak
bir erk/devlet eli ile uygulanacak hükümleri vardır ki bunların kendisi ile
uygulandığı devlet Râşidî Hilâfet’tir.
Gerek cehaletinden
ve gerekse ihanetinden dolayı sözüm ona bazı âlim, yazar veya düşünürler, İslâm’daki
şûra kavramını demokrasi ile; Hilâfet’teki yöneticiyi seçme vakasını cumhuriyet
ile bağdaştırmaktadırlar. Böylece milyonlarca Müslüman’ın küfür olan demokrasi
ve cumhuriyeti sevmelerine ve sahiplenmelerine sebep olmaktadırlar. Bu büyük
bir günah ve ihanettir. Apaçık bir şekilde hak ile batılı birbirine
karıştırmaktır. İslâm bir vadide diğer bütün fikir ve nizamlar başka bir
vadidedir.
Ey Müslümanlar!
Rabbimize gerçek anlamda kul olmanın, O’nun rızasını kazanmanın tek yolu,
cumhuriyet, demokrasi, milliyetçilik vb. İslâm dışı bütün fikir, nizam ve
duygulardan sıyrılıp sadece O’na teslim olmaktan, O’na itaat etmekten geçer.
İzzet ve şeref sadece O’nun yanındadır. Fazilet sadece O’nun nizamındadır.
[مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعاًۜ اِلَيْهِ
يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِـحُ يَرْفَعُهُۜ وَالَّذ۪ينَ
يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ
يَبُورُ] “Kim
izzet ve şeref istiyor idiyse bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır.
O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih
ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap
vardır ve onların tuzağı bozulur.”[4]
[يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَآ إِلَى ٱلْمَدِينَةِ
لَيُخْرِجَنَّ ٱلْأَعَزُّ مِنْهَا ٱلْأَذَلَّ ۚ وَلِلَّهِ ٱلْعِزَّةُ
وَلِرَسُولِهِۦ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلٰكِنَّ ٱلْمُنَٰفِقِينَ
لَا يَعْلَمُونَ] “Onlar:
Andolsun eğer Medine'ye dönersek üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka
çıkaracaktır, diyorlardı. Hâlbuki izzet (asıl üstünlük), ancak Allah'ın, Rasulü’nün
ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.”[5]
[1]
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 231
[2]
Uğur Mumcu, K. Karabekir anlatıyor, Tekin yayınevi 1993
[3]
Ez-Zeriʿa, s. 132
[4]
Fatır Suresi 10
[5]
Münafikun Suresi 8


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış