Hicrî 28 Recep 1342 Milâdî 3 Mart 1924 yılında yani bundan tam 94
yıl önce bu elim hadise meydana geldi. Ümmet adeta yıkıldı. Ancak ümmetin
içerisinde ihsası güçlü, yiğit, cesur adamlar çıktı. Ümmeti tekrar ayağa
kaldırmak Allah’ın Rasulü’nün müjdelediği Râşidî Hilâfet’i kurmak için çalışmalar
başladı. Hilâfet tüm dünya Müslümanlarınca yeniden konuşulur oldu ve ölüm kalım
meselesi haline geldi.
Bu vesileyle İslâmî
Parti Hizbu’t Tahrîr ümmete hayrın ve bereketin, izzet ve şerefin, ümmet olarak
tek kurtuluşumuzun Allah Subhanehû ve
Teâlâ’nın vaadi, Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan Râşidî Hilâfet olduğunu haykırıyor. Tüm
engellemelere rağmen ümmetin gündemine değişik vesilelerle Hilâfet’i getiriyor.
Hizb-ut Tahrir, Hilâfet’in
yıkılışının Hicrî yıldönümü olan 28 Recep 1436 vesilesiyle birçok ülkede
faaliyetler yaparak, kurtuluş reçetesini ümmete gösteriyor. Endonezya’dan Fas’a
kadar yaklaşık elli ülkede ümmete: “Nübüvvet metodu üzere ümmetle beraber Hilâfet’i
kurun” diye haykırıyor.
Ümmetin Kara Günü 28
Recep
Hicrî 28 Recep 1342
yılında Hilâfet Devleti'nin İstanbul'da yıkılması ile sadece Anadolu topraklarında
yaşayan Müslümanlar değil, tüm İslâm coğrafyası ve hatta tüm insanlık şiddetli
bir deprem ile sarsılmıştır. Depremin etkileri öyle büyük oldu ki, 94 yıl
geçmesine rağmen yaralar hala sarılamadı. Ümmet her geçen gün onun yokluğunu
daha çok hissetmeye başladı. Kâfir Batı ve yerli işbirlikçiler onun gelmemesi
için tüm gayretlerini ortaya koyuyorlar. Batı ve işbirlikçi devletler eliyle İslâm
ve Hilâfet birinci tehdit olarak gösteriliyor. Bunu bazen “irtica” bazen
“radikalizm” bazen “terörizm” gibi kelimelerle ifade etseler de esasen
düşmanlık İslâm’a ve onun siyasi çözümü olan Hilâfet’e yöneliktir. Mevcut
yöneticiler de seleflerinin yolunda gidiyorlar. Cumhuriyeti kuranların
esaslarına yönelik değişikliği, teklif dahi edemiyorlar. Yüzler değişse de,
esas ve anlayışlarda hiçbir değişiklik yok.
Maalesef bir devleti kim
yıkmışsa o devletin tarihini de yıkan devlet yazıyor. Türkiye’deki resmî tarih
yalan ve yanlışlarla doludur. Okullarda mecburi olarak öğrettikleri “İnkılâp
Tarihi” ve “Tarih” dersleri yeni rejimi kutsayan eskiyi ise karalayan bir
şekilde yazılmıştır. Yeni kurulan Cumhuriyet kendi sütunlarını dikebilmek için
sürekli geçmişi kötülemiş, kendi tarihine, kendi kültürüne, kendi dinine düşman
bir nesil yetiştirmek için tüm kurumlarını seferber etmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin İslâm’a ve Müslümanlara yönelik politikaları, tamamen
düşmanca olmuştur. Ancak sopa, dipçik, darağaçları ve baskılara rağmen ümmetin
kalbindeki o akideyi sökmeyi başaramamışlardır.
Yeni Cumhuriyet, yaptığı
baskılar neticesinde zaman zaman dolan barajın kapaklarını açarak toplumsal
rahatlama sağlamaya çalışmıştır. Bunu da özgürlük ve hürriyetler altında yaparak
demokratik düşünceyi ince ince işlemeye çalışmıştır. Bugün için hâlâ aynı
uygulamalar devam etmektedir. Yöneticiler bazen laik bazen sol bazen muhafazakâr
olarak karşımıza çıksa da esas itibariyle hepsi aynıdır. Bu nedenle
Cumhuriyetin nasıl kurulduğu, Hilâfetin nasıl yıkıldığı resmî tarihten ziyade
anlamak elzem bir konudur ki tekrar nübüvvet metodu üzere Râşidî Hilâfet için
gayretler ve çalışmalar bilensin. Böylece onun gelmesiyle tekrar tüm
problemlerin çözüleceği ve Allah Subhanehû
ve Teâlâ’nın bizleri yaratmasındaki gerçek gaye için yaşayabilelim.
Hilâfet ile alakalı
kimileri bilinçli bir şekilde kimileri ise bilinçsizce Amerika ve İngiltere’nin
projesi olduğunu iddia ediyorlar. Ortada bir hakikat varsa o da; “Amerika ve
İngiltere’nin Hilâfet’in tekrar gelmemesi için proje yaptığıdır. Geçmişte İngiltere
yerli işbirlikçileri eliyle bizzat onu yıkmak için proje hazırlamıştı.
Yıkanların peşine takılanlar da zorunlu olarak onların işbirlikçileridir.
Dolayısıyla Mustafa Kemal İngilizlerle işbirliği içerisinde koskoca, köklü bir
ümmetin en güçlü bağı olan Hilâfet’i yıkmıştır.
Prof. Dr. İsmail Kara bu
durumla alakalı şu tespiti yapıyor: “(Hilâfet) Hilâfet’i ve Hilâfet merkezi
İstanbul’u kurtarmak için yola koyulan Milli Mücadele’nin kazanılması üzerinden
kaybedildi.”
Tarihçi Mustafa Armağan
ise İngiliz Milli Arşivleri'nden (National Archives) bulduğu belge ile Lozan’ın
Hilâfet’le bağlantısını ortaya koyuyor. 10 Ocak 1924 tarihinde İngiltere Kralı
V. George, Avam Kamarası'na yaptığı açış konuşmasında Lozan'ı ilgilendiren bir
kanun tasarısının derhal görüşülmek üzere parlamentonun gündemine geleceğini
belirttikten sonra şu çarpıcı cümleyi sarf ediyor: "Bu tasarı kabul
edilir edilmez Lozan Antlaşması onaylanmış olacak ve yeni bir çağ açılacaktır.”[1]
Kral V. George Lozan'ın
kabul edilmesiyle İngiltere için "yeni bir çağ veya dönem"
açılacağını söylerken ne demek istiyordu? Bu, sömürgeci devletlerin Hilâfet
Devleti’nden ne denli rahatsız olduklarını ve sömürgenin önünde ne denli engel
olduğunu göstermez mi? Ancak görünen gerçek şu ki; İngilizlerin Lozan'ı
onaylamak için Hilâfet’in kaldırılmasını şart koşup Hilâfet’siz bir dünyanın
kendileri için "yeni bir çağ"ın açılması anlamına geldiğidir.
İngiltere'nin Lozan Antlaşması’nı
imzalaması 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Bu demektir ki Cumhuriyet'in ilk
yılının dolmasına çok az bir süre kalmasına rağmen antlaşma henüz imzalanmamış,
ta ki Hilâfet İngilizlerin direktifiyle Mustafa Kemal eliyle kaldırılana kadar.
Hilâfet engeli ortadan kalkınca antlaşma imzalanıyor, ardından ise devleti
tanımalar da gelmeye başlıyor.
Hilâfet’in Kaldırılma
Süreci
Hicrî 28 Recep 1342 Milâdî
3 Mart 1924 tarihi, tarihin akışını değiştiren, kâfir Batı için “yeni bir
çağın” başlaması olarak algılanan o büyük yıkımı unutmamak ve unutturmamak için
bir kez daha hatırlayalım.
Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı’nın itilmesi aslında Hilâfet’in
yıkılmasının başlangıcıdır. Savaştan zaferle çıkan İtilaf Devletleri Hilâfet Devleti’nin
elinde kalan son toprak parçasını da işgal ediyorlar. Hilâfet yıkılacak ama
yerine bu boşluğu nasıl ve kim tarafından dolduracakları büyük bir soru işareti
olarak duruyor. Bunun için İngiltere Hilâfet’i yıkmak için son manevralarını
yapıyor. İtalya, Fransa ve Yunanların ülkeden çıkmalarını sağlıyor. Böylece
İngiltere ülkede tek başına kalıyor.
1922 Temmuz ayında ateşkes yapıldıktan sonra Fransızlar ve İtalyanların
arkasından Yunanlılar da çekiliyor. Memleket İngiliz garnizonundan başka bütün
yabancı garnizonlardan temizleniyor. General Charles Harington, İngiltere işgal
kuvvetleri olarak ortada rol oynayan tek kişi olarak kalıyor. İstanbul Hükûmeti
elinde hiç bir yetki bulunmayan şeklî bir hükümet olarak kalıyor. Mustafa Kemal
ise İngilizlerin vizesiyle Samsun’a gönderiliyor. Mustafa Kemal'in nüfuzu ve
halkçılığı memleketin her tarafında zirveye ulaştırılıyor. Kanunları yürütme,
orduyu idare etme, bütün devlet kurumlarındaki dâhilî hâkimiyetler, anlaşmalar
yapma ve diğer devletlerle siyasî münasebetlerde bulunmak gibi haricî yetkiler
Ankara Hükûmeti’nin eline geçiyor.
Sonra sıra Saltanat’ın kaldırılmasına geliyor. Saltanat’ın kaldırılmasına
doğrudan yol açan olay ise öngörülen barış konferansına Ankara ve İstanbul hükûmetlerinin
birlikte davet edilmeleridir. İki hükümetin de davet edilmesi mecliste tüm
yetkiyi elinde bulunduran Mustafa Kemal için bir fırsat oluşturuyor.
17 Ekim 1922 tarihli bir telgrafla sadrazam Tevfik Paşa, barış
konferansında ortak bir tavır belirlemek amacıyla Mustafa Kemal'e telgraf
çekiyor. 20 Ekim tarihli, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına hitap eden
ikinci bir telgrafta Tevfik Paşa Babıâli ile Büyük Millet Meclisi arasında amaç
bakımından tam bir birlik olduğunu, Sevr Antlaşması’nı iptal ettirmek ve
işgalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için beraberce mücadele edildiğini
belirterek kişisel hırslardan vazgeçmesi gerektiğini Mustafa Kemal’e
bildiriyor. Böylece 28 Ekim 1922'de İtilaf Devletleri
İsviçre'nin Lozan kentinde toplanacak olan konferansa İstanbul ve
Ankara hükûmetlerini resmen davet ediyor.
Bunun üzerine iki gün sonra toplanan TBMM, İstanbul hükûmetinin
tasfiyesine yönelik 82 imzalı karar tasarısını görüşüyor ancak aynı gün sonuç
alınamıyor. Bunun üzerine 1 Kasım 1922 tarihli toplantıda Mustafa Kemal; “Efendiler!
Osmanlı Sultanı, hâkimiyetini milletten kuvvetle almıştır. Millet de onu ondan
kuvvetle geri almaya azmetmiştir. Saltanat’ın mutlaka Hilâfet’ten ayrılıp
kaldırılması lazımdır. Siz kabul etseniz de, etmeseniz de bu olacaktır. Çaresiz
bazılarının başları bu arada kesilecek” şeklinde tehditler savuruyor.
Ardından Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarının vermiş oldukları teklif Meclis’te kabul
edilerek Saltanat kaldırılıyor. Kararname ilga hükmünü geriye yürüterek “İstanbul'daki
hükümetin 16 Mart 1920'de kaldırıldığı" bildiriliyor. Aynı gün
alınan bir başka meclis kararıyla 1-2 Kasım günleri milli bayram ilan ediliyor.
Oylama sırasında karara itiraz eden, açık oy ve sayım isteyen milletvekillerine
rağmen sayım yapılmayarak kararın “oy birliği” ile alındığı ilan
ediliyor. Böylece Lozan’a gidecek tek yetkili heyetin de önü açılmış oluyordu.
Karardan beş gün sonra Refet Paşa İstanbul'da ansızın askerî inkılaplara başlıyor.
Böylece ordu ve askerî kuvvet vasıtası ile başkentte idarî işlerin
anahtarlarını eline alıyor. Ankara’nın temsilcisi sıfatıyla Saltanat’ın kaldırıldığını
Vahdettin’e bildiren Refet Paşa, bütün bunları İngiliz işgalci General
Harington'un gözü önünde ve onun malumatı dahilinde yapıyor. Ayrıca “Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda”
15 Nisan 1923'te yapılan bir değişiklikle, Saltanat’ın lağvına dair kararnameye
karşı sözle ve basın yoluyla muhalefet etmek “vatan hainliği” kapsamına
alınıyor. Ayrıca Refet Paşa
Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılışının ardından Abdulmecid ile görüşerek Halife
seçilmesi üzerine ona uyması gereken şartları da tebliğ ediyor.
Ancak henüz süreç tamamlanmamıştı. Sembolik de olsa henüz Hilâfet tam
anlamıyla kaldırılmamıştı. İngiltere, Lozan “Barış” Konferansına kirli
planlarını tamamladıktan ve istediği gayeye ulaştıktan sonra ancak müsaade
ediyor, İngiliz
Hükûmeti bunu bizzat devletlerarası manevraları, işgalci generalleri Harington
ve Wilson vasıtasıyla Türkiye'de teşebbüslere geçerek yürütüyordu. Mustafa
Kemal ve küçük bir ekibi onlar hesabına bu oyunu oynayan şahıslardı. Eğer
Mustafa Kemal ve bir grup arkadaşı olmasaydı İngiltere’nin komploları
başarısızlıkla sona erebilirdi.
Osmanlı Saltanatı’nı kaldırtan İngiltere, ardından “TBMM Hükûmeti” adıyla
Lozan’a barış görüşmelerine davet ediyor, ancak ortada tanınmış bir devlet yok.
Yani Cemiyet-i Akvam (Birleşmiş Milletler) bile henüz tanımış değil. Esasen Osmanlı Devletini
yıkanları (TBMM Hükûmeti’ni) yeni bir devlet kurmaları için Lozan Konferansı’na
çağırmışlardı.
20 Kasım 19222’de Lozan Konferansı açılıyor. Ankara Hükûmeti konferansta
hazır bulunuyor. Konferansa Rauf Orbay gitmesi gerekirken Mustafa Kemal, İsmet
İnönü’yü Dış İşleri Bakanlığına getirerek gönderiyor. İngiliz heyetine ise
Hariciye Vekili Curzon başkanlık ediyor. Konferansın yapılması esnasında
İngiliz heyeti başkanı Curzon, Türklere bağımsızlık verilebilmesi için dört
şart ileri sürüyor. Bu şartlar şunlardı:
- Hilâfet tam manasıyla ilga edilecek,
- Halife hudut dışına sürülecek,
- Mallarına el konulacak,
- Devletin laikliğe dayandığı ilan edilecek.
Konferansın neticeye varabilmesi bu dört şarta bağlanıyor. Mustafa Kemal,
Millî Meclis’in çoğunlukla aleyhinde olduğunu anlayınca mevcut Meclis ile bunun
hallolamayacağını anlıyor. Çünkü bu hava içinde bir netice alabilmesi, şart
koşulan dört maddenin uygulaması mümkün değildi. Bu şartların uygulanmasına imkân
verecek bir tedbir alması gerekiyordu. Tüm bunları uygulayabilmesi için
Cumhuriyeti tesis etmek, Cumhurbaşkanı seçtirebilmek ve Hilâfet’in tam olarak
ilgasını sağlamak için Millî Meclis'ten karar alması gerekiyordu. Millî Meclis
ekseriyetle aleyhine olunca projelerini tatbik etmesi ve onları harekete
geçirmesi beklenemezdi. Bunun için Meclisi feshedip yeni seçimler yaparak kendi
adamlarından bir Meclis teşkil etme planını devreye sokuyor. Böylece
maksatlarını elde edecek ve istediği kararları aldıracaktı. Bunun için çoğunluğu
ele alabilmek umuduyla meclisi feshedip yeni seçimlerle ilgili işleri yapmaya
koyuldu. Fakat seçimler sonunda gelen meclis eskisini tasvip eden bir
şekildeydi. Bunun üzerine meclisi çıkmaza sokmak için bir planı devreye
sokuyor. Maksadı meclisi işleri idare edemez bir tarza sokmaktı. Böylece tüm bakanların
istifa etmelerini sağlayarak meclisi kilitliyor.
Bu arada 8 Mart 1923’de, Türkiye Dış İşleri Bakanı ve Türk heyetinin
Başkanı İsmet İnönü sulhun yapılması için mektup gönderiyor. Böylece 23 Nisan
1923 günü Lozan Konferansı tekrar çalışmalarına başlıyor. 24 Temmuz 1923
tarihinde de “Lozan Barışı” imzalanıyor. İngilizler, İstanbul’dan ve Boğazlardan
çekiliyor. İngiliz işgalci General Harington Türkiye'den ayrılıyor.
Cumhuriyet’in İlanı
Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in ilanı için yakınındaki isimleri evinde
toplantıya davet ediyor. Onlara şöyle diyor:
“Bu başıbozukluğa son vermek
zamanı geldi. Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz. Bütün bu sorunlardan kurtuluş
yolu budur. Fethi, yarın mecliste işleri çıkmaza sokup, azaları elinden geldiği
kadar birbirine düşürmek senin vazifen.” Bu sırada
Kemaleddin'e; “Sen de meclisi bu güç durumdan kurtarmak için benim, işi ele
almanı teklif edeceksin." diyor. Plan olduğu gibi hayata geçiriliyor
ve birçok tartışmadan sonra Mustafa Kemal kürsüye gelerek:
"Siz, durumu bu tehlikeli vaziyetten kurtarman için beni istediniz.
Lakin bugün durumu siz meydana getirdiniz. İçinde bulunduğumuz krizin kaynağı
geçici değil, aksine hükûmet nizamımızın esasındaki bir hatadan meydana
geliyor. Meclis hem yasama, hem de yürütme kuvvetini elinde tutuyor. İçinizden
her mebusun hükümete ait bir kararın çıkışına iştiraki gerekiyor. Devletin her
türlü işine ve bir bakanın kararına parmağını sokuyor. Efendiler! Bu gibi
durumlarda hiç bir bakan vazifeyi ve onun mesuliyetini kabul etmez. Anlamanız
gerekir ki böyle esaslar üzerine bir hükûmet değil curcuna olur. Bu düzeni değişmeniz
gerekiyor. Bunun için de Türkiye'nin seçimle iş başına gelen bir cumhurbaşkanının
idaresi altında cumhuriyet olmasına karar veriyorum." diyor.
29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildikten sonra sıra Sultasız
Halife ve Hilâfet’e geliyor. 5-20 Şubat 1924 günleri İzmir’de yapılan harp oyunları
sırasında Mustafa Kemal yine yakınındaki kişilerle bir toplantı yapıyor. 1 Mart
1924’te başlayan bütçe görüşmelerinin 3 Mart’taki son oturumunda Urfa
Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve 53 arkadaşı tarafından meclise
Hilâfet’in ilgasını isteyen bir kanun teklifi sunuluyor.
Mustafa Kemal burada şöyle bir konuşma yapıyor:
"Her ne pahasına olursa olsun cumhuriyeti tehlikeden kurtarıp onu
ilmî ve sağlam temeller üzerine kurmak gerekir. Halife ve diğer Osmanoğulları’nın
gitmeleri de icap eder. Eski dinî mahkemeler kaldırılıp yerlerine asrî
kanunlara dayanan mahkemeler kurulmaları, dînî medreseler kaldırılıp yerlerine
laik ve hükümetin kontrolü altında mektepler kurulmalı."
Oturum esnasında şiddetli tartışmalar oluyor. Hiç bir netice alınamadan meclis
dağılıyor. Ertesi gün meclis, kanun teklifini incelemek için tekrar toplanıyor.
Toplantı sabahın 6,30’na kadar şiddetli tartışmalarla devam ediyor. Hilâfet’in
İlgasına ve Hanedan-ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine
Çıkarılması Hakkındaki (431 Sayılı) Kanun, her zaman olduğu gibi “oy birliği”
ile kabul ediliyor.
Aynı gece Mustafa Kemal, İstanbul Valisine sabaha kadar Abdülmecid'in
Türkiye’yi terk etmesi ile görevlendirdiği emrini gönderiyor. Gece yarısında
yanında muhafız polisler ve askerlerle beraber sarayına gidilip, Halife İsviçre'ye
doğru hududu geçmesi için bir otomobil kiralamaya zorlanıyor. Yanında bir bavul
elbise ve bir miktar para bulunuyor. İki günden sonra ise Mustafa Kemal, bütün
Osmanoğullarını toplayıp memleketin dışına çıkarıyor. Bütün dînî vazifeler ilga
ediliyor.
Böylece Mustafa Kemal, İngiliz Hariciye Vekili Curzon'un istediği dört
şartı yerine getiriyor.
Bu şekilde Hilâfet’in kökünden yıkılması tamamlanıyor. İslâm’ın, devletin
anayasası, ümmetin yasası ve hayatın nizamı olması seyri, İngilizlerin nüfuz
ettiği bir grup eliyle kaldırılıyor. Dolayısıyla İslâm’ın ve Müslümanların
düşmanı İngiltere küfrün başıdır. İslâmî Parti Hizb-ut Tahrir’in kurucusu
Takiyyuddîn En-Nebhânî İngiltere hakkında şöyle demiştir: “Müslüman
kadınlar, çocuklarına emzirdikleri sütlerle beraber İngiliz düşmanlığını ve
onlardan intikam almayı da emzirmelidirler.”
Hiç şüphesiz Hilâfet, İslâm Ümmeti’ni bir arada tutacak olan tek bağdır. Hilâfet sadece geçmiş dönemlerdeki problemleri çözen tarihsel bir kurum değildir. Hilâfet teokratik bir devlet de değildir. Hilâfet yaratılış gayemize uygun tek devlet sistemidir. Çünkü Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın hükümleri ancak Hilâfet Devleti’nde tatbik edilebilir. O halde bize düşen “nübüvvet metodu üzere” ümmetle beraber yeniden Râşidî Hilâfet’i kurmak için çalışmaktır.
[1]
As soon as this Bill has been passed, the Treaty will be ratified, and a new
era will open. CAB/23/46, s. 424


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış