Âdem Aleyhi’s Selam’dan bugüne tüm
insanoğlu aynı özelliklere sahiptir. İnsan da diğer varlıklar gibi saf ve temiz
bir şekilde doğar. Eylem, fonksiyon ve bunların sonuçları açısından o nötr bir
noktadadır. İnsanın doğal yapısı ile kâinata hâkim olan ve “tabiat kanunları”
şeklinde nitelenen yerleşik düzenle ilişkisi vardır. Bu yasalar, yeryüzünde
veya uzayda konulduğu şekilde işliyor, her bir yasa kendi hükmünü icra ediyor,
her bir varlık bu yasalar çerçevesinde bulunduğu konumunu koruyor. Bir filin yapısı,
bir karıncanın yaşama biçimi, bir balığın suda yaşaması, bir ipek böceğinin
koza yapması, bir kuşun uçması, bir serçenin yumurtadan dünyaya gelmesi, bir aslanın
yırtıcı olması, bir kedinin evlerde yaşaması, bir akrebin zehirli olması, bir
maymunun becerikli olması, vb. hepsi fıtrattır. Hiç bir canlı kendisine tayin
edilen fıtratın, yani doğal yapının dışına çıkamaz.
Bunun gibi insan da kendisi için konulan
yasalar ile dünyaya gelir. Bu, aslında insan ile çevresindeki varlıklara hâkim
olan yasalar arasındaki uyumdur. Çünkü o varlığını sürdürebilmek için, içinde
yaşadığı doğal çevre ile uyumlu olmak zorundadır. Doğal yasalar aynı zamanda kâinatın
dengesidir. Dışarıdan bir müdahale olmadığı sürece bu denge uyumlu bir şekilde
devam eder. İnsan bir taraftan mükemmel bir şekilde var olan bu düzenle iç içedir,
bir taraftan da kendi içine yerleştirilmiş olan tabii, saf ve beşer özelliğine
uygun yasalarla baş başadır.
Hakikatte insan fıtratında suç işleme isteği (suça meyil-lilik) zorunlu olmadığı gibi insanın suç işleme isteği (suça meyil-lilik) tümüyle sonradan kazandığı bir özellik veya hastalık da değildir. Suç, insanın kendisi, Rabbi ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenleyen nizama karşı hareket etmesidir. İnsanı, insandaki içgüdüleri ve uzvî ihtiyaçları Allah yaratmıştır. İnsanda var olan bu özellikler insandaki canlılığın gereği olarak var olup insanı doyurulmaya iterler. Bu sebeple insan, kendisinde var olan bu ihtiyaçları gidermek için harekete geçer. İşte insanda var olan bu açlıkların doyurulması düzensizliğe ve başıboşluğa terk edilirse insan, hatalı ve anormal doyum yollarına başvurur. Bu sebepledir ki insanın amellerini düzenleyen Allah, bu içgüdü ve uzvî ihtiyaçların doyurulma keyfiyetini de düzenlemiştir. Eğer insan, içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarını Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın istediği şekilde düzenlerse, o toplumda suç olması mümkün değildir. Ama insanın bu meyilleri başıboş bırakılırsa, o toplumda suçların olması hiç şüphesiz kaçınılmazdır.
Yukarıda
verilen iki haritada Türkiye’nin suç bilançosunu görüyorsunuz. Bu makalemizde
“Türkiye’nin suç bilançosunu” ortaya koyacağız. Her yıl Adalet Bakanlığı’na
bağlı olan Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye’de
işlenen suçlarla alakalı veriler sunulmaktadır. Elimizdeki bu veriler 2017
yılına ait olan verilerdir. 2017 verilerine göre Türkiye genelinde toplam 7
milyon 857 bin kişiye ‘şüpheli’ sıfatı ile işlem yapıldı. Türkiye’de görev
yapan savcı başına bin 963 dosya düşerken bu rakam hâkimlerde 929’a düştü. 2017
yılında açılan bir davanın dosyası ise yaklaşık 417 günde tamamlandı. Suç bilançosuna
bakıldığında Türkiye genelinde mal varlığına karşı işlenen suçlar yani
hırsızlık, dolandırıcılık ve mala zarar vermenin en yaygın suç olduğu
görülüyor. Bu suçun en fazla işlendiği bölgeler Marmara,
İç Anadolu, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı oldu.
Kasten adam öldürme ve yaralama gibi vücut dokunulmazlığına karşı işlenen
suçların ise Karadeniz, Doğu Anadolu ve Ege bölgesinde daha yaygın
olduğu görülüyor. Irak sınırında ise Anayasal düzene karşı işlenen
suçların ön planda olduğu görülüyor. Haritada en dikkat çeken il ise Afyon
oldu. 2017 yılında banka kartı ve call center operasyonlarının yoğunlaştığı
Afyon, bilişim suçlarının en fazla işlendiği il olarak dikkat çekti.
Yukarıda verilen tablodan da görüleceği
üzere Cumhuriyet Başsavcılıklarınca şüpheliler hakkında verilen kararlardan, 1.775.344
karar sayısını “mal varlığına karşı
işlenen suçlar” kapsamına giren hırsızlık, yağma, mala zarar verme,
dolandırıcılık ve diğer suçların oluşturduğu görülüyor.
1.056.450 karar sayısını ise “vücut dokunulmazlığına karşı suçlar”
kapsamına giren kasten yaralama, taksirle yaralama ve diğer suçlar oluşturuyor.
959.424 karar sayısını ise “hürriyete karşı suçlar” kapsamına
giren tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, konut dokunulmazlığını ihlal,
kişilerin huzur ve sükûnunu bozma ve diğer suçlar oluşturuyor.
684.580 karar sayısını ise “şerefe karşı işlenen suçlar” kapsamına
giren kamu görevlilerine hakaret –ki bu rakamın 682.743’ü sadece bu maddeden
yargılanmış– karşılıklı hakaret ve kişinin hatırasına hakaret (Atatürk’ü Koruma
Kanunu da bu kapsamda değerlendiriliyor) oluşturuyor.
293.300 karar sayısını ise “kamu güvenine karşı suçlar” kapsamına
giren resmî belgede sahtecilik, özel belgede sahtecilik, mühür bozma, parada
sahtecilik ve diğer suçlar oluşturuyor.
180.002 karar sayısını ise “kamunun sağlığına karşı suçlar”
kapsamına giren uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, sağlık için
tehlikeli madde temin etmek, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın
almak, kabul etmek veya bulundurmak ve diğer suçlar oluşturmaktadır.
89.725 karar sayısını ise “cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen
suçlar” kapsamına giren cinsel saldırı (15.526), çocuğun cinsel istismarı
(33.441), reşit olmayanla cinsel ilişki (17.483), cinsel taciz (23.269) ve
diğer suçlar oluşturmaktadır.
72.701 karar sayısını ise “hayata karşı işlenen suçlar” kapsamına
giren kasten adam öldürme, taksirle adam öldürme ve diğer suçlar
oluşturmaktadır.
Çocuğa cinsel istismarda 16 bin suç
2017 yılında Türkiye’de ceza mahkemelerinde çocukların cinsel istismarı ile ilgili açılan davalardaki suç sayısının 16 bin 348 olduğu açıklandı. Bu rakamlar mahkemeye intikal etmiş olan rakamalar. Diğer taraftan mahkemeye intikal etmemiş yüzlerce vakıanın olduğu da yine bilinen bir gerçek.
Yukarıdaki istatistiklerle birlikte Türkiye’de toplam; 250.000 mahkûm,
750.000 kolluk kuvvetlerinin aradığı kişi, 800.000 hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasından (HAGB) yararlanan kişi, 800.000 şartlı tahliye (3 yılda), 7.5
milyondan fazla ceza dosyası, 15 milyon sanık, 15 milyon tanık ve 15 milyon da
müşteki bulunmaktadır.
Suç, tarihin ilk
dönemlerinden beri toplumun kurumsal düzenini bozan, toplumda negatif etkileşim
oluşturan bir sorun olarak var olmuştur. Yapılan çalışmalar insanları suç işlemeye
itecek birçok neden olduğunu ortaya koymuştur. Ama en büyük neden hâlihazırda
neredeyse tüm dünyada tatbik edilen “laiklik” düşüncesidir. Özellikle halkı
Müslüman olan bir ülkede Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın haram kıldığı bu
suçların bu oranlarda işlenmiş olması başkaca nasıl izah edilebilir?
Dinin hayattan
ayrılması anlamına gelen laiklikle birlikte dinin, devlet, toplum ve hayata
karışmasının bizzat devlet eliyle engellenmesi, insanların heva ve hevesleri
doğrultusunda bir yaşam sürmesi, Batı toplumlarında olduğu gibi insanları zamanla
suç işlemeye itmektedir. Örneğin, hırsızlık oranlarının bu denli yüksek olması
ekonomik bir takım sebeplere bağlanabilir. Ama unutulmamalı ki en büyük
hırsızlık ve yolsuzluğu bu ülkenin zengin zümresi yapmaktadır. “Fakir niçin
fakirdir? Hırsızlık yapmasını bilmediği için” açıklaması hâlâ
hafızalardadır. Geçmiş İslâm toplumunda da fakirlik vardı. Ama hırsızlık
oranları günümüzle kıyas bile edilemez. Çünkü İslâm akidesine sahip olan halkın
akidesinden çıkan, Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın koymuş olduğu kanun
tatbik ediliyordu.
İnsan, kendisini
yaratan rabbinin kanunlarına gönül huzuru ile itaat ediyor, diğer taraftan ise
Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın kanunlarının caydırıcılığı insanları bu
suçu işleme noktasında engelliyordu. Türkiye’de ise ceza oranları ne kadar
fazla olursa olsun, insanlar yine de suç işleyebilmektedir. Diğer taraftan
Cumhuriyet tarihi boyunca ortalama 6 yılda bir ya af ya da af hükmünde yapılan birçok
kanun değişikliği -bugün MHP’nin de gündeme getirdiği gibi- daha ziyade adli sanıklara
yönelik olduğu için de bu suçlar artarak devam etmektedir. Bunun yanında suç,
topluma telafisi çok zor olan bir zarar verme gücüne sahip duruma gelmiştir,
yani çok büyük sosyal maliyetiyle topluma önemli zararlar vermektedir. Bu
sorunu çözmek öncelikle, suç olgusunun tanımlanması ve suçu ortaya çıkaran
faktörlerin belirlenmesiyle olacaktır.
İslâm Şeriatı,
insandan kaynaklanan her hadisenin hükmünü açıklamış, helaller ve haramlar
koymuştur. Bu sebepledir ki İslâm Şeriatı’nda “emirler” ve “yasaklar”
vardır. Bu emirler ve yasaklar sebebiyle o, insanı, emrettiklerini
yapmakla, yasakladıklarından da sakınmakla sorumlu tutmuştur. Tersine hareket
ettiğinde ise kötü bir iş yapmış yani suç işlemiş olur. Dolayısıyla insanların,
Allah’ın emirlerini yapmalarını, yasakladıklarından da kaçınmalarını sağlayacak
bir sistem gerekmektedir. Ancak bu şekilde hem Allah Subhanehû ve Teâlâ’ya
kulluk gerektiği gibi yerine getirilebilir, hem de işlenen suçların önüne
geçilebilir. Emir ve yasaklara aykırı hareket edenleri cezalandırmadıktan sonra
bu emir ve yasakların hiçbir manası olmaz. Üstelik İslâm Şeriatı bu suçlar için
hem bu dünyada hem de Ahirette cezaların var olduğunu açıklamıştır. Ahirette
verilecek cezalar Allah’a ait olup Kıyamet günü Allah, günahkârları
cezalandıracaklardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ
فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ
“Suçlular,
simalarından tanınırlar da alınlarından ve ayaklarından tutulurlar.”[1]
وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ
“Kâfirler için
cehennem ateşi vardır.”[2]
هَذَا وَإِنَّ لِلطَّاغِينَ لَشَرَّ مَآبٍ
جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمِهَادُ
“Azgınlar için
kesinlikle kötü bir dönüş elbette vardır. Onlar Cehenneme gireceklerdir. Ne
kötü bir konaktır.”[3]
Yüce Allah
günahkârlara azap edeceğini vaad etmekle birlikte onların işi Allah’a aittir.
Dilerse onlara azap eder, dilerse onları bağışlar. Şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ
وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء
“Allah, Kendisine
şirk koşanı kesinlikle bağışlamaz. Bundan başka dilediğini bağışlar.”[4] Delillerin
genelliğinden dolayı onların tövbeleri makbuldür.
Dünya hayatındaki cezaları
uygulama görevi imama (halifeye) veya naibine aittir. Yani Allah’ın hadlerini,
cinayetlerle ilgili hükümleri, taziri ve muhalefet cezalarını uygulamak devlet
başkanının vazifesidir. Suç işleyenlerin dünya hayatında cezalandırılmaları ile
onların ahiretteki cezaları kalkar. Cezaların engelleyici ve zorlayıcı boyutu
vardır. Engelleyici yönü ile insanları günahlardan ve suç işlemekten alıkoyar.
Zorlayıcı yönüyle de ahiret azabını zorunlu hale getirir. Dünyada, devletin
cezalandırmasıyla Müslüman ahiretteki azaptan kurtulur. Bu nedenle İslâm
tarihinde suç işleyip daha sonra bundan pişmanlık duyarak itiraf eden, Allah Subhanehû
ve Teâlâ’dan af olmayı uman insanları anlatan yüzlerce hadise vardır.
Sonuç olarak
Türkiye’deki suç sorunu köklü bir sorundur. Dünyanın en iyi kanunlarını da ithal
etseler sonuçlar değişmez. Çünkü sorun sadece kanunlarla da alakalı değildir.
Sorun, esaslarla ilgilidir. Sorun, kokuşmuş demokratik sistemlerdedir. Bu sorun
devam ettiği sürece istatistiklerin de ortaya koyduğu gibi suç ve suçlular her
geçen gün artacaktır. Bu düzen bir taraftan suçun artmasına neden olurken,
diğer taraftan verilen cezalar caydırıcı olmaktan ziyade teşvik edici oluyor.
Sorun bu sistem ise çözüm de; bu sistemi değiştirip yerine bizi yaratan
rabbimizin bize göndermiş olduğu son din İslâm’ı devlet, toplum ve hayatta
tatbik etmektir.
Dolayısıyla bu
köklü sorun, ancak köklü bir çözüm ile çözülür.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış