İktisat kelimesi
köken olarak Arapça bir kelime olup “Tam hedefe yönelme, doğru yol, amaca
uygun, mutedil.” anlamlarında kullanılmaktadır. Bir hadiste Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
لاَ يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ
“İktisat eden geçim
sıkıntısı çekmez.” [Ahmet b. Hanbel]
İktisat kelimesi
Arapça kökenli olduğu için halk arasında daha çok yukarıdaki hadis-i şerifte
geçtiği gibi “tutumluluk, bir şeyi gayesine en uygun şekilde kullanma”
anlamında kullanılmaktadır. Ancak Batı
kültürünün etkisinden olacak ki günlük yaşamda iktisadın daha çok eş anlamlısı
olan ekonomi kelimesi kullanılmaktadır. Ekonomi kelimesi ise eski Yunanca bir
kelime olup, “oiko” (ev) ve “nomo” (yönetim) yani “ev yönetimi” anlamına
gelmektedir.
Bu yazıda iktisat,
lügat anlamı ile değil, ıstılah anlamı olan “mal ve hizmetlerin dağılımını
düzenleme” anlamında kullanılmaktadır. İktisadın tanımına ilişkin
iktisatçılar arasında farklı görüşler ortaya çıkmış ve üzerinde görüş birliği
sağlanan net bir tanımlama olmamıştır. Lakin her ne kadar farklı tanımlamalar
yapılsa da esas itibariyle bu tanımlamaların mahiyeti aynıdır. Çünkü tüm
iktisadi sistemler, iktisadın ana konusu olan üretim ve tüketim faaliyetlerinin
nasıl daha dengeli ve etkin düzenlenebileceği üzerine kuruludur. Buradan
hareketle genel manada iktisat “mal ve hizmetlerin üretimini, bölüşümünü ve
tüketimini inceleyen; ne üretmeli, nasıl üretmeli ve kimler için üretmeli
sorularına yanıt arayan bir sosyal bilim dalıdır” şeklinde
tanımlanmaktadır.
İktisat en basit ve
doğru şekliyle mal varlığını yönetme sanatı olarak tanımlanabilir. Başka bir
yorumlama ile iktisat; gelir ve gider denkleminin doğru olarak nasıl
yönlendirileceği ile alakalıdır. Bu ister bir fert, ister ailesinin geçiminden
sorumlu bir ebeveyn, ister bir firma sahibi, ister bir kurumun mesulü, isterse
de bir devlet başkanı için olsun, aynıdır. Mesele, insanın kendisinin veya
mesuliyeti altındaki diğer insanların hayatını idame ettirebilmek için
yapılması gereken harcamaları karşılayacak olan geliri elde etme ve bunları en
doğru şekilde yönetebilme meselesidir.
Günümüzde ele
alınan konulara göre iktisat mikro ve makro iktisat olarak ikiye ayrılmaktadır.
Mikro iktisat tüketici ve üreticilerin ekonomik faaliyetlerini ve bunların
oluşturduğu piyasayı, fiyat mekanizmasını, piyasa türlerini, fayda ve kâr gibi
konuları inceler. Ekonomiyi dünya ve ülkeler seviyesinde ele alan bölüm ise
makro iktisattır. Büyüme, enflasyon, işsizlik gibi kavramların tamamı makro
iktisadın alanına girmektedir. Bu durumda mikro iktisat birey ve üretici ile
ilgilenirken, makro iktisat bir ekonomideki tüm bireylerin ve üreticilerin
oluşturduğu toplam ekonomik faaliyetler ile ilgilenmektedir, denilebilir.
İktisadi Düşüncenin
Ana Teorileri
Bugün dünyada
geçerli olup iktisada yön veren iktisadi düşünceler, bir ideolojiden çıkan
düşüncelerdir. Zira uygulanan bu iktisadi düşünceleri ortaya atan iktisatçılar,
kesinlikle bir ideolojinin bakış açısı ile vakaya eğilmişlerdir.
Kapitalizm ve
sosyalizm ideolojileri; iktisadi açıdan bunalmış, temel ihtiyaçların bile
karşılanamadığı, gelir dağılımında büyük adaletsizliklerin yaşandığı ve
fakirliğin kol gezdiği bir zaman diliminde Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Yani
zaten mutlu olmayan, fakirliğin pençesinde ezilen, kilise ve feodalitenin
baskısına maruz kalan ve kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar, huzura ve refaha
ulaşabilmek için düşünmeye başlamışlardır.
Halkın içinden biri
olan ve onlarla aynı sorunları yaşayan iktisatçılar, sahip oldukları ideolojik
bakış açısına göre çeşitli analitik düşünceler üretmişler ve kendilerince
iktisadi sorunlara çözüm önerileri getirmişlerdir. Bu çözümler son iki yüzyıl
içerisinde hem birbirinden etkilenerek, hem de değişen vakıaya göre
şekillenerek çeşitlenmişlerdir. İktisadi düşünce tarihinin içerisinde ortaya
çıkan bu analitik düşünceler klasik, Marksist, neo-klasik, Keynesyen ve monetarist
iktisadi düşüncelerdir.
Tarihi seyirde
kronolojik olarak ortaya çıkan bu analitik düşüncelerin ortak özelliği,
kendilerinden önce ortaya çıkanların açıklarını kapatmak veya farklı teoriler geliştirmek
olmuştur. Birçok iktisatçı bu analitik teorilerden faydalanarak farklı fikirler
üretmişlerdir. Ancak ortaya çıkan her iktisadi düşünce kendisinden önce ortaya
çıkan iktisadi düşünceden etkilenmiştir. Çünkü ya onu savunmuş ya da ona karşı
çıkmıştır.
Bu iktisadi
düşüncelerden, Marksist iktisadi düşünce sosyalist ideolojinin, diğerleri de kapitalist
ideolojinin iktisada dair teori ve nizamını şekillendirmişlerdir. Bunlarla
birlikte bir ideoloji olarak İslâm’ın da kendine has bir iktisadi nizamı bulunmaktadır.
Klasik İktisadi Düşünce
Bu analitik
düşünce, temelini meşhur iktisatçı Adam Smith’in oluşturduğu ve onunla
özdeşleşen bir düşüncedir. Klasik iktisadi düşüncenin Adam Smith’ten sonraki en
meşhur iktisatçıları; ortaya çıkardığı “Nüfus Yasası” ile bilinen Robert
Malthus, değere ilişkin yeni bir formül ortaya koyan David Ricardo ve siyasi
iktisadın ilkelerini izaha çalışan Stuart Mill’dir.
Klasik iktisadi
düşünce; kilise ve feodal toplum ile Avrupa’da ortaya çıkan özgürlükçü
fikirlerin bir arada olup henüz birbirleri ile ayrışmadığı ve Sanayi Devrimi ile
yavaş yavaş makineleşmenin çoğalmaya başladığı bir süreçte doğmuştur. Yani
kapitalizmin ortaya çıktığı bir süreçte şekillenmiş ve ondan etkilenmiştir.
Kapitalizmin ana düşüncelerine sahip olan klasik iktisadi düşünce 1750 ila
1870’li yıllar arasında şekillenmiştir.
Klasik iktisadi
düşünce, bugün bile temel iktisadi meseleler ile alakalı düşünceler ortaya
koymak isteyenler ile kapitalizmi daha iyi anlamak isteyenlerin incelemesi
gereken bir düşüncedir. Çünkü hem kapitalizme yön veren, hem de sosyalizmin
doğmasına sebep olan iktisadi düşünceler bu süreçte belirginleşmiştir.
Klasik iktisadi
düşüncenin meşhur iktisatçıları ile onların düşünceleri özetle şöyledir:
Adam Smith (1723-1790): Kapitalist iktisat
nizamının ilkelerini belirleyen ve sonraki iktisatçılara bir zemin hazırlayan
bir iktisatçıdır. Smith’in fikirlerinni doğal olarak yaşadığı zamanın şartları
ile birlikte ele almak gerekir. Çünkü o günün Avrupasında feodal yapı gereğince
her şey toprağa endekslenmiş ve yaşam toprak ile bağdaştırılmıştır. Lakin daha
sonra meydana gelen fikrî akımların ardından ortaya çıkan sanayileşme ile
birlikte yeni bir sektör doğmuştur ki iktisat için yeni bir artı değer olarak
kabul edilen bu sektör imalat sektörüdür. Yani bu dönemde toprağa dayalı zirai
üretimin yanında, imalata dayalı olan sanayi üretimi kendine yeni yeni yer
bulmaya başlamıştır.
Klasik iktisadi
düşüncenin mimarı olan Smith’in iktisadi görüşlerine bakıldığında şu hususlar
öne çıkmaktadır. Smith’e göre toplumların zenginleşmesi ve iktisadi büyümenin
temelinde üretimi artırmak vardır. Buna göre işgücünün uzmanlaştırılması ve
yararlı işlerde çalışanlar için istihdam artırılması gereklidir. Üretilen şey
mutlak manada elle tutulabilir somut nesne olmalıdır. Ahlaki ve ruhi
kıymetlerin iktisadi bir değeri yoktur. Çalışanlara emeklerinin karşılığını
vermek ile birlikte artı bir değer meydana getirilmelidir. Yine Smith, iktisadi
olarak fertlerin tamamen özgür bırakılması gerektiğini, devletin fakirleri
koruma adına kanunlar çıkarmasının yanlış olduğunu iddia eder. Üretime katkı
sunmayan memurluğu veya geleneksel tarımı gizli işsizlik olarak görür. Çünkü
bunlar artı bir değer meydana getirmemektedir. Smith’e göre emeğin karşılığında
ortaya çıkan değer yani mübadele değeri ise ortak bir mübadele aracı olan fiyat
ile belirlenmiştir. O zaman fiyat, emeği oluşturan faktörler arasındaki
dağılımı belirlemektedir. Smith, değeri emeğe eş tuttuğu için emeğin
oluşmasında etkili olan faktörlerin doğal olarak geliri paylaşacağını
söylemiştir.
Thomas Robert Malthus (1766 - 1834): Malthus, klasik
iktisadi düşüncenin Smith’den sonraki ikinci evresinde oldukça önemli rol alan
iktisatçılardan biridir. Malthus, Adam Smith’den yaklaşık 40 yıl sonraki bir zaman
diliminde yaşamıştır. “Nüfus İlkeleri Üzerine Bir Deneme” adlı kitabı
ile ün yapmış olan Malthus, teorilerini nüfus üzerine endekslemeye çalışmış ve
meşhur “nüfus yasası” teorisini ortaya çıkarmıştır.
Malthus’un nüfus
yasasına göre; insanların üremesi yani nüfus artışı ile yiyecek maddesi üretimi
arasında sürekli bir savaş vardır. Kapitalizmin temelinde var olan “insanın
sınırsız ihtiyaçlarına mukabil mal ve hizmetler sınırlıdır” düşüncesi bu
şekilde ortaya çıkmıştır. Bu düşünceye göre eşyanın tabiatı gereği nüfus,
yiyecek maddeleri miktarının belirlediği sınırları aşmamalıdır. Aksi hâlde
nüfus sayısındaki artışın bir şekilde engellenmesi ve önüne geçilmesi
gerekmektedir. Bugün kapitalist Batılı ülkelerde yok denilebilecek kadar az
olan nüfus artışının altında yatan sebep de işte budur. Yani onlara göre
müreffeh bir yaşam için insan neslinin çoğalması tehlikedir. Bu fasit düşünce
gereği doğan her çocuk milli gelire ortak olarak kabul edilir ve hiçbir
kapitalist de gelirini paylaşmak istemez.
Ayrıca
kapitalistlerin insan tanımı ile bu düşünceyi bağdaştırmak da yerinde
olacaktır. Onlara göre insan sınırsız istek ve ihtiyaçları olan bir varlıktır.
İnsanda sınırsız olan bu ihtiyaçlara karşılık doğada var olan maddeler ise
sınırlıdır. O yüzden ne kadar az insan olursa hayat onlar için o kadar rahat
olacaktır. Kapitalizm insanı o kadar bencil yapar ki insanlar dünyaya gelen bir
çocuğu bile kendi hayatlarının konforu için tehlikeli görür hâle gelir. İşte “yaşamak
için öldüreceksin” ya da “yaşamak için sömüreceksin” zihniyetinin
temeli budur!
David Ricardo (1772 - 1823): Ricardo, Malthus
ile aynı teorileri kullanmış olmasına karşın, ciddi sayılabilecek görüş
ayrılıkları yaşamıştır. Ricardo, siyasi iktisattaki temel sorunun, farklı
sınıflar arasında bölüşümü düzenleyen yasalardan kaynaklandığını ileri sürmüş
ve Malthus’un zirai üretim teorisini desteklemiştir. Ricardo’nun tarıma
yüklediği bu analitik/çözümleyici üstünlük, onun büyümesi ile diğer sektörlerin
büyüyeceği, dolayısıyla ekonominin de büyüyeceği inancından kaynaklanmaktadır. Ricardo,
“Mukayeseli Avantajlar Teorisi” ile tarım ürünleri fiyatlarının ve
dolaylı olarak ücretin artmasını önlemek için, bu ürünlerin daha düşük
fiyatlarla üreten ülkelerden ithal edilmesi gerektiğini savunuyordu. Bir malın
başka bir ülkeden daha düşük fiyatla ithal edilmesi ile iktisadi büyümenin
sağlanacağını düşünüyordu.
John Stuart Mill (1806-1873): Mill, klasik
iktisadi düşüncedeki amacını, yeni bir şey ortaya koymaktan daha ziyade,
Smith’den bu yana gelen düşüncenin sağlam bir temele oturtulması olarak belirlemişti.
Fakat yaptığı çalışmalar ile bu amacın çok daha ötesine geçtiğini
söyleyebiliriz. Mill, işçileri eğitmek için harcanan emek gibi elle
tutulamayan, yani maddi olmayan emeğin de üretken olabileceğini söylemekteydi.
Mill, seleflerinin aksine belli konularda iktisadi hayata devlet müdahalesi
olması gerektiğini düşünerek bu konuda klasik düşünceden ayrılmaktadır. Ayrıca
Mill, sermaye ihracatını savunmakta ve borç veren ülkenin, borç alan ülkeden
düşük maliyetle ham madde ve yiyecek kaynaklarını işletmesi durumunda daha çok
kazanç sağlayacağını düşünmektedir. Aynen günümüz dünyasındaki Batılı
devletlerin yaptıkları gibi… İşte sömürgecilik budur!
Neo-Klasik İktisadi Düşünce
Kapitalist iktisadi
teorilerinden neo-klasik düşünce, 1870’li yıllardan sonra iktisat dünyasına
egemen olmuştur. Bu ekolün esas kurucuları birbirinden bağımsız olarak hareket
eden İngiliz Stanley Jevons, Avusturyalı Karl Menger ve İsviçreli Leon
Walras’tır. Ayrıca düşünceye katkısı olan bir diğer önemli iktisatçı İngiliz
Alfred Marshall’dır.
Neo-klasik
iktisatçıların iktisadi düşünceye verdiği yön, klasik iktisadi düşüncede olduğu
gibi Batı toplumlarının iktisadi koşullarındaki değişiklikleriyle alakalıdır.
Neo-klasik iktisatçılar dikkatlerini piyasaya yöneltmişler, piyasa koşullarında
üretici ve tüketicilerin verdikleri kararları ve onların sonuçlarının
analizlerini detaylı olarak bilimsel bir metot ile incelemişlerdir. Çünkü
iktisadi bir araştırmanın laboratuvarda yapılan incelemeye benzer bir tarzda
gerçekleştirilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Akademik iktisat dünyasında
klasik iktisadi düşüncenin egemenliği 1850’li yıllara kadar sürmüştü. Ancak o
dönemin siyasal ve sosyal koşullarında “emek-değer” teorisine dayalı bir
iktisadi düşünceyi sürdürmek söz konusu olmamıştır. Çünkü “emek-değer”
teorisi Marks’ın elinde “artı değer” kavramına ulaşmış ve böyle bir
teorinin uygulanabilirliğini ortadan kaldırmıştır. Neo-klasik iktisat ise “emek-değer”
teorisini “fayda-değer” teorisi ile değiştirmiştir.
Keynesyen İktisadi Düşünce
Düşüncenin kendi
adıyla anılmasına neden olan iktisatçı, John Maynard Keynes’tir. Keynes,
radikal düşünceleriyle ekonomide çığır açan bir İngiliz iktisatçıdır.
I. ve II. Dünya
savaşları sonrasında sanayi ülkelerinin ekonomik durumları çok ciddi derecede sarsılmış
ve işsizlik rekor derecelere ulaşmıştı. 1921 yılında İngiltere’de başlayan
büyük buhran, 1930’lu yıllarda tüm dünyayı etkisi altına almıştı. Tüm bu sosyo-ekonomik
vakıalar insanları; Marks’ın, kapitalizmin geleceği ile ilgili söylediklerini
bir kez daha düşünmeye itmişti. Bu durumu düzeltmek için dönemin bütün Batılı
hükümetleri, devletlerarası ticareti daraltma yoluna giderek ülkelerini bu
darboğazdan kurtarmaya çalışmışlardı.
İktisat düşüncesini
yaşadığı devrin koşulları ile irdeleyen Keynes, 1930’larda yaşanan büyük
buhranın nedenleri üzerinde çalışmış ve klasik düşüncedeki boşlukları tespit
ederek, kendi teorisini ortaya koymuştur. Keynesyen düşüncenin temel prensibi
hakkında bilgi vermek gerekirse bu düşünce, klasik iktisatçıların insanın rasyonel
davranacağını varsayarak kurguladıkları ekonomik sistemler yerine, devletin
mali politikaları, kamu harcamaları, denge fiyatları, yatırımları, vb.
vasıtasıyla rol oynadığı ve arz-talep üzerindeki esnekliklerin hesaba katıldığı
bir iktisadi düşüncedir. Bu düşünce içerisinde Keynes’in temel iktisadi
siyaseti, talep yönlü makro-ekonomik politikalardır. O, ağırlıklı olarak
işsizlik ve toplam üretim gibi konuları taleple açıklamaya çalışmıştır.
Monetarizm Düşüncesi
Bu iktisadi
düşünce, 1970’li yıllardan başlayarak, dünyayı etkileyen 2008 yılındaki küresel
ekonomik krize kadar ağırlığını hissettirdi. Monetarizm/parasalcılık olarak
bilinen bu düşüncenin fikir babası, 1976 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan
Amerikalı iktisatçı Milton Friedman’dır. Friedman, özgürleşmede sınır tanımayan
kapitalist devletin iktisada müdahalesini reddederek daha liberal bir ekonomi
olması gerektiğini savunmuştur. Monetarizme, klasik iktisadi düşüncenin
tanımladığı miktar teorisinin modernleştirilmiş yorumu da diyebiliriz. Çünkü
getirdiği bu yeni yorumdan dolayı monetarizm, aynı zamanda “Modern Miktar
Teorisi” olarak da adlandırılmaktadır. Friedman’a göre enflasyonun
oluşmasına neden olan husus, yanlış uygulanan para politikalarıdır. Gerek o
dönemin, gerekse günümüzün en büyük iktisadi sorunlarından birisi olan
enflasyonun temel nedeni, para arzının hükümetlerce gereksiz ve aşırı ölçüde
artırılmasıdır.
Monetarizm her ne
kadar Keynesyen iktisada saldırmışsa da, 2008-2011 ekonomik krizinden sonra
başta ABD olmak üzere birçok Batılı ekonomi tekrar Keynesyen iktisada dönüş
yapmak zorunda kalmıştır. Vakıayı kendisine kaynak yapan kapitalistler, vakıada
meydana gelen her değişime ayak uydurma konusunda oldukça maharetlidirler!
Ancak yapılan her değişim, köklü ve kalıcı çözümler sunamamakta ve kısa bir
süre sonra başka bir soruna sebep olmaktadır. İşte insanın hüküm koymadaki
acizliği de budur!
Değer ölçüsünün
menfaat olduğu kapitalist ideolojide devlete yön verenler para sahipleridir.
Burjuvazinin ahlaklı ve adaletli davranmasını beklemek ise abesle iştigaldir.
Çünkü sömürgeciliğin patronu olmak veya emperyalizmin başı olmak, insani ve
ahlaki değerlerden yoksun olmayı gerektirmektedir. Paraya sahip olanlar,
hükümetlerde ve mevcut bütün yasal düzenlemelerde de tek söz sahibi
olmaktadırlar. İşte bu hakikati gizlemek için demokrasi yalanı ile insanlığı
kandırmaktadırlar.
Marksist İktisadi Düşünce
Marksist iktisadi
düşünce yani sosyalizmin iktisadi çözümleri, kendisinden önce uygulanan klasik
iktisadi düşünce yani kapitalizme karşı reaksiyoner bir düşünce olarak
şekillenmiştir.
Karl Marks ve
klasik iktisadi düşünürlerden olan Stuart Mill, sanayiciliğin filizlenmekte
olduğu bir dünyanın iktisadi ortamında yaşamışlardır. Sanayileşme belli
kişileri zenginleştirse de yeni oluşan işçi sınıfının üyeleri için kötü hayat
koşullarının oluşmasına ve onlara layık görülen kenar mahallelere itilmelerine
sebep olmuştur. En temel sağlık sorunlarını bile karşılayamayan işçiler, tifo
ve kolera gibi büyük salgınlar neticesinde çok zor şartlarda yaşam mücadelesi vermişti.
Yani kapitalist uygulamalar toplumsal sınıfların oluşmasına sebep olmuştu.
Çalışma şartlarının
ağırlığı ve ücretlerin düşüklüğünden dolayı işçi sınıfının neredeyse işin
dışında bir hayatı kalmamıştır. Örneğin, 1840’lı yılların fabrikalarında günde
14 saatlik çalışma sık rastlanan bir şeydi. Avrupa’da sanayi ilerleyip
büyüdükçe, ücret karşılığı istihdam edilen işçilerin durumu daha vahim bir
vaziyete bürünmüştü. Bu adaletsizliği gidermek ve ortaya çıkan bu yeni iktisadi
sorunları çözmek için özellikle İngiltere’de bazı iktisatçılar ortaya çıkmıştı.
İşte Karl Marks da bunlardan biridir.
Marks, tarih ve
toplumun doğası hakkında bir takım varsayımlarda bulunmuş ve bu eksende
iktisadi düşünce tarihindeki diğer modellerden farklı bir düşünce ortaya koymuştur. Marks’ın analitik düşüncesi iktisadi konular
çevresinde inşa edilmiş olsa da, sadece iktisadi konularla da sınırlı değildi.
Yani Marks yeni bir ideoloji kapsamında değerlendirmeler yapmaktaydı ki o
ideoloji sosyalizmdi.
Kapitalizm ile
birlikte emek gücü, insanın zanaatçılığından farklılaşarak sistemin
devamlılığını sağlayan ve tamamıyla alınıp satılabilen bir araç hâline
gelmiştir. Sosyalistler emek gücünü satmak zorunda olanlara “proletarya”,
bu emek gücünü satın alan ve genellikle üretim teknolojisine sahip olan azınlık
zümreye de “burjuva” demişlerdir. Yani işçiler ve patronlar düzeni böyle
oluşmuştur.
Marks’a göre her
başarılı endüstrinin birim maliyet girdisi ile birim fiyat çıkışı arasında fark
bulunmaktadır. Bu farklılık “artı değer” olarak adlandırılır ve bu artı
değer kaynağını işçinin ürettiği artı emekten alır. Ortaya çıkan ve bir nevi el
konulan bu artı değer, ona göre kapitalist kazancın esas payını oluşturur. Yani
burjuvanın daha çok kazanabilmesi, işçilerin daha çok çalışmasıyla mümkündür.
Marks’a göre sonunda
proletarya, üretim araçlarına el koyacak ve herkese eşit biçimde dağıtacaktır.
Uzlaşma ihtimali ise mümkün değildir. Çünkü kapitalist sistemde bu uzlaşmanın
sınıf farklılığını ortadan kaldırma şansı yoktur.
Bilindiği üzere
sosyalizm tarihsel ya da diyalektik materyalizmi kabul eden maddecilik fikri
üzerine kuruludur. Marks da kendi iktisadi görüşlerini bu ideolojinin esasları
üzerine kurmuştur. Ona göre her şey, maddenin tekâmülü neticesinde oluşmuş ve
bu tekâmül her zaman olumlu yönde seyretmiştir. Marks’ın “Sosyal Gelişme
Kuramı” diye isimlendirdiği şey, yaşadığı toplumda mutlu olmayan ama sayıca
çok olan proletaryanın, hayatlarından memnun olan ve refah içerisinde yaşayan
burjuvaya karşı üstün gelmesidir.
Sosyalistler halk
arasında fiilî eşitlik kurmak isterken, bunun gerçekleşmesini ferdî mülkiyeti
yasaklamakta bulmuşlardı. Ayrıca üretimin ve dağıtımın toplumsal vasıtalarla
düzenlenmesi gerektiğini de savunmuşlardır. Bu esasi konularda sosyalistler
arasındaki görüş ayrılığından dolayı zirai (toprak), sermaye, komünizm, devlet sosyalizmi
adı altında dört farklı model oluşmuştur.
Komünizmin eşitlik
anlayışı, ortak üretim ve ortak tüketim gibi çok basit bir ifadeyle
anlatılabilir. Yani onların görüşüne göre eşitlik, her ferdin üretim
vasıtalarından diğerleri gibi sahiplenip faydalanması ile mümkündür. Bu
eşitliği sağlayabilmek için ise kişilere ferdî mülkiyet hakkı tanınmaz.
Ferdî mülkiyet
hakkının tamamen yok sayılmasında olduğu gibi, Sermaye ve ziraat sosyalizminin
pratiğinde görülen mülkiyetin tamamının değil de sadece “toprak” ve “sermaye”
olarak nitelendirilen eşyaların ferdî mülkiyetten sayılmaması fikri de hatalıdır.
Bu türden bir anlayış insanın faaliyetlerini sınırlandırıp, çabalarını boşa
çıkartır ve üretimi düşürür. Yani insan elde ettiğinden daha fazlasına
ulaşamayacaksa, o noktada durur ve kendisini sabitler. Bu da onun verimliliğini
düşüreceği gibi, gerilemesine bile sebep olabilecektir.
Devlet sosyalizmi
ise sosyalizmin etkisinde kalmış olan bazı devletlerin iktisadi konularda
sosyalist uygulamaları kabul etmesiyle oluşur. Özellikle 1930’lu yıllardan
sonra dünyadaki birçok devletin izlediği politikalar böyledir.
Sosyalizmin en
büyük yanlışlığı, insanın yaratılışında olan içgüdüleri yok saymasıdır.
Dolayısıyla insan fıtratına aykırı olduğu için de çok fazla bir yaşam süremedi
ve kendi kendine yıkılıp gitti. Bu kadar kısa bir süre yaşam sürmesi ise
uyguladıkları ceberut ve baskıcı politikalardan dolayıdır. Örneğin Sovyetlerde
sadece Lenin ve Stalin dönemlerinde yaklaşık olarak 60 milyon insan sosyalist
düzene aykırı davrandığı ve devrime karşı olduğu gerekçesiyle katledilmiştir.
İslâm’ın İktisat Nizamı
Buraya kadar
incelediğimiz iktisadi düşünceleri ortaya çıkaran tüm iktisatçıların ortak
özelliği, yaşadıkları dönemin fikrî, siyasi, toplumsal ve iktisadi
koşullarından etkilenmeleridir. Yani hepsi de vakıa üzerinde düşünmüşler,
düşüncelerini vakıa ile sınırlandırmışlar ve vakıanın değişmesiyle de
düşüncelerini değiştirmişlerdir. Böyle olunca vakıa değişmemiş sadece çeşitlilik
arz etmiştir. Bu iktisatçıların toplumun refahı ve sağlam bir ekonomi için
ortaya koymuş oldukları iktisadi düşüncelerin ortalama ömrü 20-30 sene
olmuştur. Hiçbiri de iktisada yönelik köklü çözümler üretememişlerdir.
Bu iktisatçıların
köklü ve doğru çözümlere ulaşmaları zaten imkânsızdır. Çünkü düşüncelerini
üzerine bina ettikleri akideleri bozuk olduğu için kendisi bozuk olan her ana
fikrin ürettiği tali fikirler de bozuk olmaya mahkûmdur. Dolayısıyla kapitalist
iktisatçıların akıbetleri tabii bir sonuçtur. Zira onlar da diğer kapitalist
düşünürler gibi rasyonellik gereği aklı nasıl ve nerede kullanacaklarını, yani
aklın rolünü doğru tespit edememişlerdir. Batılılar akıllarını, yaratıcıyı
bulmada ve bulduktan sonra da yaratıcının emir ve yasaklarını idrak etmede
hakem olarak kullanmadılar. Yaratıcıya ve hayatı düzenlemek için gönderdiği
emirlere teslim olmayarak akıllarını, hüküm koymada kullandılar ve böylece
kendilerini ilah edindiler. Oysaki Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ
يُوقِنُونَ
“Yakinen inanan bir
kavim için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?” [Maide Suresi
50]
Şüphesiz en zeki
olan insanın aklından çıkan fikirler ile insanın dünya ve ahirette huzurlu
yaşayabilmesi için yaratıcı tarafından konulan hükümler, kıyas bile kabul
etmez. Dolayısıyla sınırlı, aciz ve muhtaç olan insan aklından çıkan çelişkili,
ihtilaflı, göreceli ve kolayca değişebilen fikirlerin hayata hâkim olması büyük
bir hatadır. Görülmektedir ki bugünkü iktisadi sorunlarla birlikte dünyadaki
tüm sorunların kaynağı kapitalizmdir. Çünkü o hem akla, hem de insan fıtratına
uygun değildir.
İslâm, insanın
müreffeh ve huzurlu bir yaşam sürmesi için hayatın her alanı ile alakalı
düşünceler ihdas ettiği gibi, iktisatla alakalı da düşünceler belirlemiştir. Bu
düşünceler 14 asır boyunca İslâm Devleti tarafından uygulanan ve yaşadıkları
dönemde Müslümanları refah ve huzura ulaştıran İslâm’ın iktisat nizamıdır.
İslâm’ın iktisat
nizamı, küresel ekonomik krizlerin, parayla para kazanan finans sektörünün,
borsa sarsıntılarının, haksız kazancın, enflasyonun ve devalüasyonun
olamayacağı bir nizamdır. O, dünyayı kapitalizmin içine soktuğu bu dar boğazdan
kurtaracak tek unsurdur. Kâğıt para sistemi yerine altın ve gümüşe dayalı para
sistemi ile birlikte paranın yalnızca zenginler arasında dolaşan bir meta
olmasını engelleyen İslâm iktisat nizamı, hâkim olduğunda kurtuluşun tek adresi
olacaktır!
İslâm’ın iktisat
nizamı, muhtaçların gözetildiği, sadece ihtiyaç duyulan hâllerle sınırlı olmak
üzere verginin sadece zenginlerden alındığı, petrol ve maden gibi kıymetlerin
kamuya ait olduğu, aralarında uçurumlar bulunan sosyal sınıfların bulunmadığı,
fakirlerin zekât mekanizmasıyla unutulmadığı, gelirin adil bir şekilde
dağıtıldığı, karaborsacılığın yasaklandığı, tebaanın ve diğer hakların
sömürülmediği tek nizamdır.
Yine, İslâm’ın
fetih anlayışı Allah’ın nurunu yeryüzüne yaymak, adalet ile yönetmek ve İslâm’ın
sağladığı huzur ve refahı tüm dünyaya taşımak üzerine kuruludur. Batılı
kapitalistlerin yaptıkları gibi sömürgecilik üzerine değil!


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış