2011 yılı Şubat ayında Suriye güvenlik birimleri, Tunus ve Mısır’daki
devrimlerden etkilenerek duvarlara Suriye rejiminin yıkılmasını talep eden
sloganlar yazdıkları suçlamasıyla Deraa’da 16 öğrenciyi tutukladı ve
çocuklardan haber alınamaz oldu. Evlatlarının akıbetlerinden endişe duyan
ailelerin taleplerine önem verilmedi. Daha sonra şehrin bazı yerlerinde
gösteriler yapıldı. 18.03.2011 Cuma günü ise şehirde büyük protestolar patlak
verdi. Esed rejimi de her zaman olduğu gibi bu protestolara vahşi bir şekilde
karşılık verdi. Bu ilk protesto gösterisi dört kişinin ölümü, onlarca kişinin
yaralanması ve birçoğunun tutuklanması ile sonuçlandı.
Bu olayın aleyhine gelişmesinden korkan ve Deraa’nın yanı sıra ülkenin
genelinde insanların tepkisini çeken Suriye rejimi, tutuklu çocukların serbest
bırakılacağı sözünü vermekle birlikte, olaya karışan herkes hakkında soruşturma
açıldığını açıkladı. Ancak 19.03.2011 Cumartesi günkü güvenlik güçlerinin
davranışları, rejimin soruşturma açılacağı ve tutukluların serbest bırakılacağı
sözünü yalanladı. Zira aynı güvenlik güçleri, önceki gün öldürülenler için
yürüyüşe geçen, rejime karşı ayaklanmaya çağıran ve sayıları on binleri bulan
kalabalıkla karşılaştıklarında, göz yaşartıcı bombalar ve coplarla karşılık
verdiler. Bir kişiyi öldürdüler, çoğunu yaraladılar, birçok göstericiyi
tutukladılar. Hatta Deraa Hastanesini basıp bazı yaralıları helikoptere
bindirerek, bilinmeyen bir yere götürdüler.
Tüm bunlara mukabil Deraa’yı temsil eden aşiretler, güvenlik güçleri
Deraa’dan çekilmediği, hava uçuşları durdurulmadığı ve tutuklanan çocuklar
serbest bırakılmadığı takdirde, rejime karşı duracaklarını beyan ettiler. Fakat
kendisinden başkasını görmeyen ve insanların onuruyla oynamayı alışkanlık
edinen zalim rejim, verdiği sözleri yerine getireceğine, protestolar
durdurulmazsa çok sert bir şekilde cevap vermekle halkı tehdit etti. Durum
iyice gerildi ve gösteriler günlük olarak devam etti. Hükümet ve Baas Partisi
merkezlerine saldırıldı. Baba Hafız Esed’in heykelinin bir kısmı yıkıldı ve bu
arada devlet despotik uygulamalarını sürdürdü.
Deraa’daki insanların rejim karşıtı protestoları, yukarıda belirttiğimiz
sebeplerden ötürü diğer bölgelerdeki gösterilerden daha çok ivme kazandı. Ancak
diğer bölgelerde de başlangıcına nazaran önemli görülecek protestolar ve
gösteriler meydana geldi. Genelde bu gösteriler, Şam, Humus, Halep, Banyas,
Kamışlı, Dyerizor, Süveyde, el-Muarra, Misyaf, Casım, el-Mı’damiye, Duma ve
Madaya olmak üzere ülkenin kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna birçok
şehri sardı. Nihayetinde 2011 Mart ayı, Suriye için devrimin başlangıcı kabul
edilen ay oldu.
Suriye’deki bu
kıyam, bu devrim hareketi ABD’yi korkuttu. Devrimin önüne geçmek ve ajanı
Esed’i muhafaza edebilmek için bir dizi plan sergilendi. Ancak Amerika bu
planlarla şu ana kadar Esed’i korumayı başarsa da istediğini tam olarak elde
etmekte başarılı olamadı.
Amerika Robert Ford
planı, Kofi Annan planı ve ardından Ahdar İbrahimi planı da başarısız olunca
sahneye bu defa da Birleşmiş Miller Suriye Temsilcisi De Mistura planını sürdü.
De Mistura planı ile birlikte Amerika artık karnından konuşmuyor, açık açık kasap
Beşşar Esed’i çözümün bir parçası olarak görüyordu. Bölge devletleri de artık
bu duruma göre şekil alabilir hatta “Esedli çözüm” açıklamalarını
yapabilirlerdi. Bu, sadece onların Amerikan çözümünü kabul ettiklerini
göstermiyordu aynı zamanda onların Amerikan sanayi malı olduğunu da
gösteriyordu. Eğer öyle olmasa Allah Subhanehû
ve Teâlâ’nın şu kavline rağmen Amerika’nın çözüm dediği, İslâm ve
Müslümanlarla savaş planına hiç destek verirler miydi?
إِنَّ
الَّذِينَ كَفَرُوا يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ “İnkâr edenler,
mallarını Allah’ın yolundan saptırmak için harcıyorlar.”
Birleşmiş Milletler
kisvesi altında sürülen De Mistura planı, Amerikan Think Thank kuruluşlarında
hazırlanan bir plandı. Bu plan, en nihayetinde siyasi bir çözüme ulaşmak için
muhalefet ile mücrim Beşşar rejimi arasında görüşme sürecini başlatmayı
amaçlamaktaydı. Planın amacı, yavaş yavaş devrimcilere rejimi sindirtmek ve
Cenevre 1-2’de olduğu gibi rejime tamamen meşruiyet kazandırmaktı.
Laik Koalisyonun
konumu ise her zaman olduğu gibi yanıltmacı bir konumdu. Koalisyon, plana yönelik halkın desteğini
almak, Koalisyonun muhalefetini perçinlemek ve Amerikan çözümünde halka
önderlik etmek için planın sadece Halep’i değil, diğer bölgeleri de kapsaması
gerektiğini iddia ediyordu. Bu konumu ile Koalisyon, hem Cenevre 1’i, hem de De
Mistura planını kabul etmiş oluyordu. Böylelikle De Mistura planını kabul etmek
konusunda propagandadan ziyade gerçekçi şartların arkasına gizleniyordu.
De Mistura planı
silahlı muhalefeti parçalamak ve birbirlerini yesinler diye muhalefetten
bazıları ile ateşkes yapmak istemesi bu planın tehlikeli yönlerinden sadece bir
tanesiydi. Çünkü hem Suriye rejimi hem de onunla birlikte savaşan milislerin
ağır kayıplar vermeleri sonrasında rejim savaşçı sıkıntısı çekiyordu. Rejimin
zorla ve kaçırarak yedek askerleri göreve çağırması, adama ihtiyacı olduğunun
en net kanıtıydı. İşte De Mistura, rejimi bu çıkmazdan kurtarmak istiyor.
Ayrıca mücrim Beşşar da silahaltına çağırdığı yedek askerler ile başkente
ekstra güvenlik takviyesi yaparak devrilmekten kendisini korumaya çalışıyordu.
Yalnızca gerekli olduğunda onları savaşa sürecek. Hatta onları kendisini savunmak
için saklıyor, onları elindeki son koz olarak tutuyordu. Durum bu noktaya
geldiğinde Beşşar'ın bölgeden kaçma planları bile hazırdı. İşte De Mistura
planı, onu bu akıbetten kurtaracaktı. Yine bu planın bir diğer tehlikesi de
Cenevre Konferansı [ABD yapımı] kararlarını temel alıyor ve bu kararların
uygulanmasının yolunu açıyordu. Bu planın iyice pişmesi için zamana ihtiyaç vardı.
Bir nevi CIA'nın Türkiye ya da Suudi Arabistan'da savaşçılara verdiği eğitimin
bitmesi ile ilişkiliydi. Bu yüzden Amerika, bu süre zarfı içinde grupları
birbirine düşürmek için çalışıyor. Amaç, Beşşar sonrasında oluşacak boşluğu
dolduracak bir alternatif oluşturana kadar birbirini boğazlayan iki grup ya da
gruplar oluşturmak. Savaşsınlar ki, öncelikleri Beşşar'ı devirmek yerine birbirlerine
karşı zafer kazanmak olsun. İşte bu plan, bu bağlamda Amerikan projesine hizmet
etmek için çalışıyordu. Grupların saflarını bölmek, insanların devrim
pusulasının yönünü şaşırtmak, devrimi, Beşşar ve rejimi devirmek sürecinden kendi
aralarında savaş sürecine döndürtmek olarak özetlenebilir.
Ebu Musa el- Eş'ari
RadiyAllahu Anh, Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etti:
إِنَّ
مَثَلِي وَمَثَلَ مَا بَعَثَنِيَ اللَّهُ بِهِ كَمَثَلِ رَجُلٍ أَتَى قَوْمَهُ،
فَقَالَ: يَا قَوْمِ إِنِّي رَأَيْتُ الْجَيْشَ بِعَيْنَيَّ، وَإِنِّي أَنَا
النَّذِيرُ الْعُرْيَانُ، فَالنَّجَاءَ، فَأَطَاعَهُ طَائِفَةٌ مِنْ قَوْمِهِ،
فَأَدْلَجُوا فَانْطَلَقُوا عَلَى مُهْلَتِهِمْ، وَكَذَّبَتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ
فَأَصْبَحُوا مَكَانَهُمْ، فَصَبَّحَهُمُ الْجَيْشُ فَأَهْلَكَهُمْ
وَاجْتَاحَهُمْ، فَذَلِكَ مَثَلُ مَنْ أَطَاعَنِي وَاتَّبَعَ مَا جِئْتُ بِهِ،
وَمَثَلُ مَنْ عَصَانِي وَكَذَّبَ مَا جِئْتُ بِهِ مِنَ الْحَقِّ “Benim ve Allah’ın benimle gönderdiği şeyin misali, şöyle bir adamın misali
gibidir: O adam kavmine gelir: Ey kavmim! Ben orduyu [düşman ordusunu]
gözlerimle gördüm. Ben çıplak bir uyarıcıyım. Hemen kurtulmaya bakın! der.
Kavminden bazıları ona itaat eder, geceleyin yola düşüp yavaş yavaş giderler ve
kurtulurlar. Bazıları da onu yalanlar, kaldıkları yerde sabahı ederler.
Sabahleyin ordu onlara baskın yapar, onları helak eder ve köklerini kurutur,
işte bana itaat edip getirdiğime tabi olanlarla bana isyan edip getirdiğim
hakkı yalanlayanların misali budur.”[1]
İslâmi Parti
Hizb-ut Tahrir, önceki Amerikan planlarında olduğu gibi De Mistura planını da “Devrimi
Zayi Etmek, Pusulasını Şaşırtmak ve Beşşar'ı Devirmek Yerine Gruplar Arası
Savaşa Dönüştürmek İçin De Mistura'nın Planı, Amerikan Planıdır, Koalisyon da
Atbaşı De Mistura İle Yarışıyor” başlıklı
bir basın açıklaması yaparak adeta hadiste geçen Nezir-i üryan (çıplak
uyarıcı) gibi ifşa ederek devrimcileri uyardı.
Hizb-ut Tahrir’in De Mistura planı hakkındaki açıklaması; “Bu,
uluslararası özel temsilcilerin her daim izledikleri bir yoldur. Onlar, şüpheli
misyon sahipleridir. Fas Sahrasından Yemen, Libya, Irak, Afganistan ve
Suriye'de Amerikan hizmetkârı BM misyonerlerinin başıdırlar. Onlara düşman
olmak kaçınılmazdır. Çünkü onlar, maskeli ve kınalı düşmanlardır. Onların
misyonları da reddedilmeli ve onlar ile işbirliği yapanlar ajan kabul
edilmelidir. Aynı zamanda da İslâm düşmanı ve ümmetine ihanet edenlerden
sayılmalıdır. Misyonlarını tamamlamak üzere onlara izin verilmemelidir. Aksine
onlar, şiddetle reddedilmeli ve açıkça Amerika'nın İslâm düşmanı olduğu ilan
edilmelidir. Dolayısıyla Amerika düşman kabul edilmeli, hem Amerika hem de
ajanları kamuoyu önünde deşifre edilmelidir. Sakın Amerikan projesi için atlama
tahtası olmayın. Daha önce özellikle de Halep'teki devrimciler tarafından
reddedilen bu koalisyona izin vermeyin. Hani 18 Kasım 2012 tarihinde yaklaşık
24 grup, koalisyonu reddetmek ve onu komplocu proje olarak nitelemek amacıyla
bir araya gelmiştiler. Sizin üzerinizden komplocu Amerikan projesini kabul
ettirmesine, devriminizi boşa çıkarmasına, fedakârlıklarınızın yok olup
gitmesine, Halep ve diğer bölgelerde bu planı reddeden devrimcilerin çığlık ve
haykırışları ile alay etmesine izin vermeyin. Bu plana ortak olan herkes,
Allah'a, Rasûlü'ne ve müminlere ihanet etmiş olarak kabul edilmelidir. Uğruna
kıyama kalktığınız kutsal amaç üzerinde sebat edin. O amaç, tüm sembol ve
rükünleri ile rejimi devirmek ve enkazı üzerine İslâmi yönetimi kurmaktır. Siz,
Allah'ın izniyle koalisyonu, elem ve acılarınızı görmezden gelerek onu size
pazarlamaya çalışanları başarısızlığa uğratabilirsiniz. Bu da sebat edip
Allah'a tevekkül etmekle, O'nu razı eden şeyler üzerinde birleşmekle, gruplar
arası savaş ve politik kirli para gibi devriminize zarar veren her şeyi çöp
kutusuna atmakla olur. Allah'ın ordusu olmak üzere azim ve kararlılığınızı
bileyin ve O'nun rızası için çalışın. Sadece Allah'tan ve yalnızca Allah için
izzeti aramak üzere Râşidî Hilâfet’i kurarak dini ikame edin. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle
buyurdu:
شَرَعَ
لَكُمْ مِنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ
وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ
وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ
اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ يُنِيبُ "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye Nuh'a tavsiye ettiğini,
sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size
de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın şey Allah'a ortak koşanlara ağır
geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola
iletir."[2]
Ancak “nezir-i
üryanın” uyarıları kimi devrimcilere etki etmedi. Onlar, sorunların çözümünün,
düşmanlarımız olan Batılı devletlerin ve BM’nin elinde olduğu vehmine kapıldı.
Bazı büyük grupların liderleri kararlarını heder ederken, destekçilerin, bölge
devletlerinin ve Batılı devletlerin kararları amellerine yön verir oldu.
Rejimin bölgeleri güvenli bölgeler ve kırmızı çizgiler hâline dönüştü. Kimi
grup liderleri, laikliği pohpohlayan, küfür hükümleriyle hükmeden, Amerikancı
siyasal çözümü benimseyen rejimlerin peşine takıldı. Böylece Allah Subhânehu
ve Teâlâ’nın şu kavlini unutuverdiler!
وَلَا
تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ
دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ “Zulmedenlere
sakın meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka
dostlarınız yoktur. Sonra size zafer de verilmez.”[3]
Müslümanların
başında bulunduğu bölge devletleri, Batı’nın “terörizm” adıyla ürettiği
heyulaya karşı savaşmak, arkalarındaki Batılı kâfirin rızasını kazanmak uğrunda
mücrim rejimi devirmekten daha öncelikli hâle geldi. Batı’nın çıkarlarını gerçekleştiren
çatışmalara dalarken, devrimin gücünü dağıtma, saflarını parçalama,
kardeşlerine uygulanan ambargoyu kırmaktan ve rejimi devirme hedefinden
uzaklaştırma planlarına hizmet eder oldular.
Otel köşelerinde ve
elçilik kulislerinde, devrimin sözde siyasi temsilcileri ve Şam topraklarındaki
mücahitlerin sözcüleri sıfatıyla fink atan laiklere âlimlerin bir çift kelam
etmemesi de “nezir-i üryanın” çağrısını duyurmadı.
Hedefi belli,
metodu net apaçık bir proje bulunmasının ehemmiyetini idrak edemiyorken,
rejimlerin nasıl yıkılıp devletlerin nasıl kurulduğunu düşünmüyorken,
düşmanlarımızın bizim için çizdiği sınırlarda hareket ederken, aslında
helakimiz olduğu hâlde kurtuluşumuz sandığımız yolda ilerlerken, kendimizi
başkalarının amaçlarını ve çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışan kuklalara
çevirirken öyle ya “nezir-i üryanı” nasıl duyacaklardı? Hâlbuki Allah Subhânehu
ve Teâlâ’nın şu kavli yeterli değil miydi?
وَأَنَّ
هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ
فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Şüphesiz bu benim
dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi
Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”[4]
Hayra davet “fitneye”,
entrika ve komploları deşifre etmek “teori üretmeye”, açık bir siyasi İslâmi
proje önermek “laf ebeliğine”, tavizlere karşı uyarı, kardeşkanı dökmekten
sakındırma “meşakkate” dönüşürken, basiret üzere Allah’a davet edip nasihatte
bulunanlar tıkanmış kulaklarla karşılaşırken, batıla susmak, süslü gösterip
yutturmaya çalışmak ve batılı alkışlamak “bilgelik” ve “olgunluk” hâline
gelirken “nezir-i üryanı” nasıl duyacaklardı? Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle
buyuruyor:
وَاتَّقُواْ
فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ
أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Bir de öyle
bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz
(umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah'ın azabı
şiddetlidir.”[5]
Son Duruma:
IŞİD: Rejim, doğuda IŞİD’in kontrolündeki
bölgeleri sırasıyla tek tek ele geçiriyor. IŞİD de bölgeyi terk ederek
buharlaşıyor.
Suriye Demokratik Güçleri: Amerika’nın desteği
hız kesmeden devam ediyor. Medya’da yer alan haberlerden ziyade Amerika’nın
gönderdiği silahların en az iki katından daha fazla olduğu söyleniyor. Amerikan
uşağı bu güçler, kontrolleri altındaki bu bölgeleri ileride rejime teslim
edeceklerdir. Zira vaat edilen “Kürt Devleti”nin serap ve aldatmadan ibaret
olduğunu çok iyi biliyorlar. İşte onlar bilerek bu aldatmanın peşinden
gidiyorlar.
Fırat Kalkanı bölgelerine gelince: Türkiye, Amerika ve Rusya’nın
uçaklarının gölgesi altında İran ve rejimin onayını alarak bu bölgelere girdi.
Sonra bu bölgelerdeki “devrimcileri” uysallaştırdı ve devrimi katletti. Batı
Halep kırsalı ve İdlib’te de devrimi katletmek için Rusya ve İran ile
anlaşmalar yapıyor. Amerika ise bu durumdan çok memnun. Bilindiği gibi İdlib,
devrimcilerin sığınağı ve son kalesiydi. Türkiye, Astana Konferansı’nda Rusya
ve İran ile anlaşarak bölgeye “gözlemci” heyet gönderdi. Böylece; Suriye’de
devrimcilerin bir araya gelmesini engelleyen, haçlı koalisyonuna katılan, üslerini
koalisyon güçlerine açan, Rusya ve İran ile anlaşan, Halep’i rejime teslim eden
Türkiye’nin eliyle son kaleyi ön kapıdan aldılar. Böylece kale içeriden
fethedildi. Bunu ancak Türkiye yapabilirdi. Bu durumdan hem Amerika, hem Rusya,
hem de İran ve rejim çok memnun. Kim diyebilirdi ki Türkiye bir gün rejimin
koruyucusu konumuna düşecek, diye! Böylece İdlib’teki devrimcilerin, eğilimleri
ve niyetleri de meçhullükten açığa çıkmış oldu.
HTŞ’ye gelince: Adım adım Ahraru’ş Şam ile çatışmaya
çekilen Heyet Tahriri’ş Şam, bubi tuzağına düştü ve Türkiye ile de anlaşarak
teslim bayrağını çekti. Suriye’nin kuzeybatısındaki kurtarılmış bölgelerin çoğu
Heyet Tahriri’ş Şam’ın kontrolündedir. HTŞ, iki yanlış seçenek arasında
bocalayıp durdu. Üçüncü bir seçeneğin olmadığını sandı. Benden sonrası tufan
mantığı ile hareket etti. Diğer gruplar gibi talimatlara uyarak hakkındaki
bütün sır perdelerini kaldırdı. Musul ve Rakka’nın akıbeti ortadadır. İdlib’in
de aynı akıbete maruz kalmaması iddiasıyla sahayı önce laikler ve Batı’nın
paralı askerlerine sonra da rejime bırakacaktır.
Son zamanlarda
Heyet Tahriri’ş Şam tarafından ortaya atılan “Sivil Yönetim” önerisi, Batıya,
terörist unsur değil, emanetçi oldukları algısını verme çabasıdır. Aslında bu
girişim, devrimcileri tekrar rejimin zindanlarına doldurmanın yeni bir
adımıdır. Sonra Heyet Tahriri’ş Şam’ın “Sivil Yönetim” düşüncesi ile
oyalanması, devrimin ilk iki yılında billurlaşan ve netleşen rejimi devirme ve İslâmi
yönetimi kurma temel hedefinden saptırmak değil midir? Çünkü yaygın hâle gelen “Sivil
Yönetim” düşüncesinin amacı değişkendir. Hizmetleri tek bir kurum altında
toplamanın idari bir üslubu olabileceği gibi kiralık koalisyonun politikasını
güden laik mini hükümet şeklinde de görev yapabilir.
Suriye İslâm
Meclisi, geçtiğimiz ayda Suriyeli muhaliflerin politik açıdan Geçici Hükümete
bağlı Savunma Bakanlığı altında toplanması için bir teklif sunmuştu. Geçici
Hükümet, laik Devrim Koalisyonu bünyesinde faaliyet yürütmektedir. Devrim
Koalisyonu ise Moskova ve Kahire’dekilerin sözünü dinleyen devrim düşmanları
ile aynı çatı altında birlik oluşturmak için hazırlık yapıyor. Bu yapıda zorba
rejim de yer alacak ve yapı devrimin ölüm fermanını imzalayacaktır. Art arda
etkin grup liderlerinin çoğu bu teklifi olumlu karşıladıklarını duyurdular. Hâlbuki
bu durum; içerideki mağlupların, Batı sırtlanlarının ve başlarına bir felaketin
gelmesinden korkanların sunduğu yeni bir sarmalama girişimidir. Girişim ile İslâmi
projenin ikamesi önlenecek ve devrimin hâlâ bel kemiği olan İslâm
bitirilecektir. Girişim, kamplaştırma fitnesinin ve gruplar arasında yeni bir
iç çatışmanın uyarıcısıdır. Bu girişim; “Müslümanlar ve mücahit gruplar
olarak biz, laik ulusal proje temelinde ancak birleşip bütünleşebiliriz.
Uluslararası düzenin boyunduruğundan kurtuluş imkânsızdır ve Batı’nın emri,
yazılmış bir kaderdir!” algısı verilerek Suriyeli samimi devrimcilerin
ayaklarına yeniden uluslararası zorba düzenin prangaları vurulacak.
Gelinen aşamada sorulacak soru şudur?
Suriye ayaklanması
bunun için miydi? Yüzbinlerce şehit, yüz binlerce yaralı, on milyondan fazla
göç bunun için mi verildi? Bunun için mi onca insan tutuklanıp, sakat kaldı?
Bunun için mi on binlerce bina, okul, hastane yıkıldı? Pazarlar bombalandı...
Tüm bu fedakârlıklar sonrasında aşağılanmış ve zül olarak cani rejimin
kanatları altına geri mi dönülecek? O zaman rejim yeniden özgür olanların sırtını
kırbaçlayacak, hür olanları tekrar zindanlara tıkacaktır. İpini kuvvetle
büktükten sonra çözüp açan kadın gibi mi olacaktınız?
Son olarak hastalık ve marazın sebebine gelince:
Herkes bu sebebin
ne olduğunu biliyor. Öldürücü hata ve sorunların baş müsebbibi, devrim düşmanı
Batılı ülkeler ya da Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün gibi devrim dostu
olduklarını iddia eden uydu rejimlerle olan bağlantılardır. Bağlantı da
onlardan alınan zehirli politik paradır. Devrimin başından beri bu ülkelerin
istihbarat teşkilatları, devrimin sembollerini, kahramanlarını, grup
liderlerini ve rejimden ayrılan subayları kirli politik para ile satın almak
için uğraşmışlardır. Bu maddi destek, boşuna değildir, Allah rızası için hiç
değildir. Aksine devrimi ekseninden saptırmak, ABD ajanı rejimi devirip yerine
Hilâfet sistemini kurma amacına erişmekten alıkoymak içindi. Çünkü Hilâfet
kurulur kurulmaz bu ülke ve rejimlerin tamamı birer birer yıkılıp çökecekti.
Küresel
entrikacılar, kirli para üzerinden bu amaçlarına eriştiler. İslâmi Parti
Hizb-ut Tahrir daha devrimin ilk yıllarından itibaren bu tuzaktan tüm
devrimcileri sakındırmasına rağmen maalesef bu tuzağa düşüldü. Başlangıçta
kirli para, grupları Şam’daki rejimi devirme hedefinden alıkoydu, orada burada
tali çatışmalar ile oyaladı. Sonra onların inisiyatifini söküp aldı, doğru
proje üzerinde birlik olmalarını engelledi. Dahası onları aralarında savaşa
itti, ajan ve laikleri devrimin politik temsilcileri yaptı. Devrimi rejim ile
ateşkes girdabına, Astana ve Cenevre’de ölümcül müzakere labirentine soktu.
Bütün şehirleri rejime teslim etti, devrimcilerin kontrolündeki bölgeleri
ailelerinden boşalttırdı. Zayıf ruhluların rejim ile mutabakat söylemine olanak
sağladı... Devrim ve devrimcileri kâfir düşman Batı’nın kararlarına esir yapan
bu günahkâr bağlantı olmasaydı, bütün bu saydıklarımız elbette olmazdı.
Bir adım daha öte
gittiğimizde, devrimi kargaşa ve dejenereye sevk eden gerçek nedenin fikirler
olduğunu görürüz. Devrimciler bu fikirler yüzünden haram parayı mubah görüp aldılar.
Bu kapitalist
fikirlerden:
Birincisi: “Gaye vasıtayı meşru kılar” düşüncesiydi. Oysa
şunu unutuyorlar ya da unutmuş gibi yapıyorlar: Allah Subhânehu,
abdestsiz namazı kabul etmez, haramdan da sadaka kabul etmez!
İkincisi: Büyük güçler
ile çıkarlar kesişmesi yanılsamasıdır. Bu yanılsama pek çok İslâmcının zihnini
işgal edip iğfal etmiştir. Beyinleri iğfal olanlar, şu gerçeğe gereken önemi
vermediler: Bir grup olarak sen, devletlerin dengi olamazsın, olamayacaksın da.
Onun için devletlerden destek alman demek, onların hegemonyasını, tahakkümünü,
kullanımını ve suiistimalini kabul etmen demektir!
Üçüncüsü: Rejimden
kurtulmak için şeytan ile ittifak yapmak düşüncesidir. Hâlbuki şeytan ile
ittifakın, rejimin hegemonyasını perçinleyeceğini ve bizi helake sürükleyeceğini
unutuyorlar. Çünkü rejim, şeytanın kiralık ajanıdır ve şeytanlar, hayır
kurumları değildir. Tersine pençeli ve azı dişli vahşi hayvanlardır. Vahşi
hayvanlar ile oyun oynamanın sonu hüsran ve nedamettir.
يَعِدُهُمْ
وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلَّا غُرُورًا “Şeytan onlara
(birçok) vaatte bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak
aldatmak için onlara vaatte bulunuyor.”[6]
Dördüncüsü: Maslahatın
celbi veya mefsedetin defi gerekçesiyle şer’î sabitelerden ödün verilmesini
caiz gören düşüncedir. Hatta bazı sözde bilim adamları nazarında maslahat,
Allah’tan gayri ibadet edilen bir ilah hâline gelmiştir!
Beşincisi: Şer’î siyasete
ilişkin sakat anlayıştır. Öyle ki siyasetçilere göre siyasetin anlamı, Allah’ın
dininde kâfirler lehine ödün vermektir. Dahası Allah’ın dininden ve onun
ikamesinden büsbütün vazgeçmek şer’î siyaset hâline dönüşmüştür!
Her şeye rağmen
bugünkü vakıayı yeniden tersine döndürmek mümkündür. Yeter ki, niyeti Allah’a
halis kılarak, hüsnü tevekkülde bulunalım. Sonra eminiz ki eğer biz Allah’a
yardım edersek, O da bize düşmanlık edenlere karşı bize mutlaka yardım
edecektir. Tüm Batılı ve bölge devletleri, hatta tüm ins ve cinler bize karşı
bir araya gelseler bile.
يَا
أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ
أَقْدَامَكُمْ “Ey
iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder,
ayaklarınızı sabit kılar.”[7]
[1]
Buhari
[2]
Şura Suresi 13
[3]
Hud Suresi 113
[4]
Enam Suresi 153
[5]
Enfal Suresi 25
[6]
Nisa Suresi 120
[7]
Muhammed Suresi 7


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış