Suriye devrimini diğer
ayaklanmalardan ayıran en önemli konu; mücrim Beşşar rejimine alternatif olarak
halkın, Hilafet talep etmesiydi. Uluslararası toplum Beşşar’ın yedeğini
oluşturabilmek için ona zaman üstüne zaman verirken, Birleşmiş Milletler’in gönderdiği
gözlemci heyetinin kulakları, Hilafet sloganlarıyla çınlıyordu. Oluşacak en
ufak bir boşlukta Müslümanların bu boşluğu doldurma endişesi Batı’yı çok
korkuttu. Bunun üzerine Amerika önderliğindeki kâfir Batı, farklı isimler adı
altında aynı amaç için konferans üstüne konferans düzenlemeye başladı. Cenevre
1-2 Konferansı, Moskova 1-2 Konferansı, Kahire Konferansı ve Riyad Konferansı
gibi. Hâlâ aynı amaç için konferanslar serisi devam ediyor. Şimdi de Cenevre 3
Konferansı düzenleniyor. Amaç; Suriyeli Müslümanların Hilafet’in kuruluşuna
doğru emin adımlarla yürüyüşlerine engel olmak ve yeni ajanları iktidarda
tutarak Amerika’nın dini hayattan ayıran laik bir devlet kurma projesini
dayatmaktı.
Tüm bu konferanslar, çözüm için
Cenevre 1 Konferansı’nın temel alınmasında hemfikirdi. Çünkü Cenevre 1
Konferansı’na göre güvenlik ve askeri kurumlar korunarak sözde muhalefet ile
rejim arasında ortak geçici hükümet kurmak hedefleniyordu. Böylece Batı,
devrimi kontrol altına alabilecek. Nübüvvet metodu üzere Hilafet’i ilan ederek,
Müslümanlar tarafından doldurulacak siyasi bir boşluğun oluşmasına izin
verilmeyecekti. Bu çözüme direnenlerİ ise “terörizm” ve “radikal” yaftasıyla
yaftalayarak, onları rahat bir şekilde vuracak, öldürecek ve böylece Hilafet’in
kurulması projesi ve İslam’la savaşmanın bir aracı olarak kullanacaktı.
Batı’nın ve bölge devletlerinin propagandasını yaptığı sivil ve çoğulcu devlet
kavramı ise sadece gözleri boyamak, hak ile bâtılı birbirine karıştırmak
içindi.
Yarım milyon Suriyeli Müslüman
katledildikten, on milyondan fazla Müslüman mülteci konumuna düştükten sonra,
yine İran, Lübnan’daki partisi ve Rusya, fiili olarak Amerika adına vekâlet
savaşı yürütmek üzere Suriye sahasına sürüldükten sonra Cenevre masası İsviçre
kentinde üçüncü kez tekrar kuruldu.
Cenevre 3 Konferansını anlamak için
Cenevre 1 ve 2 Konferanslarına bakmak gerekir. Böylece Batı’nın adım adım
“Ortadoğu’da laikliğin son kalesiyim.” diyen Esed’in, tekrar bir seçenek olarak
“Esed’li geçiş” noktasına nasıl getirdiğini anlayabiliriz. İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Amerika’nın, kendisine göre formatladığı Birleşmiş Milletler, Suriye’de
yaşanan soykırıma, masum sivillerin katledilmesine ve açlıktan öldürülmelerine
bile sessizliğini korudu. Hatta bu durumu Amerikan mutfağında hazırlanan plana
boyun bükmeleri için istismar etti. İşte aynı Birleşmiş Milletler sözde
Suriye’deki bu kanı durdurmak için yine kendi belirlediği muhalefet ile rejimi
bir masada uzlaştıracak. Yüzler farklı olsa da her birisi kendisini ispatlamış
Amerika’nın sadık kulu olan Kofi Annan (Cenevre 1), İbrahimi (Cenevre 2) ve De
Mistura (Cenevre 3) tüm bu Konferanslar yoluyla uluslararası sistemin razı
olacağı, Suriye halkının da eğer razı olmazsa cebren razı edileceği bir çözümü,
çapsız muhalefet eliyle imzalatmak istemektedir. Şimdi sırasıyla bu
Konferanslara bakalım:
Cenevre 1Konferansı:
Cenevre 1 Konferansı, 30 Mart
2012’de BM Güvenlik Konseyi’nin daimi temsilcilerinin yanı sıra Suudi
Arabistan, Katar ve Türkiye’nin katılımıyla toplanmış ve “Siyasal çözüm
önerileri.” adıyla yayınlanan sonuç bildirisi, başta Esed rejimi ve koalisyon
tarafından olumlu karşılanırken, İslami talepleri olan gruplar tarafından
reddedilmişti.
Gerek Arap Birliği gerekse BM
düzeyinde sürdürülen, bir dizi girişimin başarısız olmasının ardından, BM ve
Arap Birliği’nin eski Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın davetiyle bir araya
gelen Eylem Grubu 30 Haziran 2012 tarihinde Cenevre’de toplandı. Cenevre II
Konferansının zeminini oluşturan Cenevre I Konferansı, 6 Maddelik Annan
Planı’na ve 2042, 2043 Nolu BMGK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi)
kararlarına dayanmaktaydı. Bildirge kararları aşağıdaki gibidir:
• Geçişi mümkün kılacak tarafsız
bir ortam yaratılabilmesi için bir geçiş hükümetinin kurulması gerektiği,
• Söz konusu geçiş hükümetinin
mevcut yönetimin, muhaliflerin ve diğer grupların üyelerini içerebileceği,
ortak rıza temelinde oluşturulabileceği; ülkenin geleceğine Suriye halkının
karar vereceği; Suriye’de toplumun tüm kesimlerinin, ulusal diyalog sürecine
dâhil edilmesi gerektiği,
• Bu temelde anayasal düzenin ve
adalet sisteminin gözden geçirilebileceği; sonucun halkın onayına sunulacağı;
anayasal düzen kurulduğunda, özgür ve çok partili seçimler için hazırlanılması
gerektiği,
• Kadınların geçiş sürecinin tüm
safhalarında tam anlamıyla temsil edilmeleri gerektiği,
• Geçiş sürecinde güvenlik,
istikrar ve sükûnetin büyük önem taşıdığı; tüm tarafların şiddetin kalıcı
biçimde durmasının temini için geçiş hükümetiyle işbirliği yapmak zorunda
olduğu,
• Suriye’nin toprak bütünlüğü,
bağımsızlığı ve birliğine saygı gösterilmesi gerektiği; Eylem Grubu’nun üyeleri
dâhil olmak üzere uluslararası toplumun, bu ülkedeki tarafların varacağı
anlaşmanın uygulanmasına önemli destek vermeye hazır olduğu,
• Eylem Grubu’nun, Suriye’de
süregelen ve artan ölümler ile yıkım ve insan hakları ihlallerini kınadığı, bu
durumun sona erdirilmesi ve Suriyelilerin liderliğinde geçiş hükümetine yönelik
sürecin başlatılması için ivedilikle ve yoğun biçimde çalışmaya kararlı olduğu
dile getirilmiştir.
Eylem Grubu; BM ve Arap Birliği
Genel Sekreterleri Ban ve El Arabi, BM Güvenlik Konseyi beş daimi üyesinin
(ABD, Çin, Fransa, İngiltere, Rusya) Dışişleri Bakanları, Türkiye Dışişleri
Bakanı, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi, Arap Birliği
Zirvesinin Başkanı sıfatıyla Irak Dışişleri Bakanı, Arap Birliği Dışişleri
Bakanları Konseyi Başkanı sıfatıyla Kuveyt Dışişleri Bakanı ve Arap Birliği
Suriye İzleme Komitesi Başkanı sıfatıyla Katar Dışişleri Bakanı tarafından
oluşmaktadır.
Cenevre 1’de alınan en somut karar
bir geçiş hükümetinin kurulmasıydı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi
devletler ve bölge devletlerinin katılımıyla yapılan konferansta bu karar
alınmış ama bunun nasıl ve ne zaman olacağı muğlâk bırakılmıştı. Bu zaman
diliminde Esed’in geçiş sürecine liderlik edip etmeyeceği Cenevre 1
Konferansına dayandırılarak taraflar arasında savunulmuştu. Ama hemfikir
oldukları bir nokta vardı ki o da, rejimi koruyarak bir geçiş sürecinin
yaşanmasıydı. Amerika’nın bu husustaki tek endişesi ise Irak’ta yaptığı hatayı
burada tekrarlamamaktı. Bu yüzden Amerika için ister Esed olsun, isterse başka
bir Esed olsun fark etmiyor. Onun için önemli olan sistemin, muhaberatın ve
ordunun parçalanmadan korunması ve Baas rejiminden ve Suriye Koalisyonundan
olan kimselerin olacağı bir geçiş hükümeti kurulması ve uluslararası baskı ile
birlikte bunu Suriye devrimcilerine ve halkına kabul ettirilmesiydi.
İşte Cenevre 1 Konferansının asıl
amacı, alınan kararlar doğrultusunda Suriye’yi gözetleyip yardımları kontrol
etmek, aynı zamanda İslami devlet isteyen grupları zayıflatıp, devşirdikleri
gruplarla üstünlük sağlamak ve Baas rejiminden de temsilcilerin olduğu sözde “Eli
kana bulaşmamış.” ya da eli kana “Çok fazla bulaşmamış.” kişilerin de olacağı
bir geçiş hükümetinin kurulmasını sağlamaktı.
Cenevre 2 Konferansı:
Cenevre 1 konferansı, tam idari
yetkisi olan geçiş yönetimi hükümeti kurulmasını talep etmekteydi. Bu yönetim
modeli, mezhep ve etnik dağılım açısından Irak Yönetim Konseyi gibi olacaktı.
Bunun işaretleri olarak Kürtler askeri olarak harekete geçtiler. Hristiyan
tarafının Müslümanlar ile sanal kriz çıkarmaya yönelik demeçleri yoğunlaştı ki
siyasi istekleri ve konseydeki temsil talebi için haklı bir gerekçe olsun. Bu
yüzden geçiş yönetimine meşruiyet kazandırmak için Cenevre 2 Konferansı
düzenlenmek zorunlu olmaktaydı.
Amerika, Cenevre 2 Konferansı için
gerekli şartları oluşturmak için aylarca uğraşmış, belirlediği tarihleri
ertelemiş ve son olarak 22 Ocak tarihinde karar kılmıştı. Amerika, Cenevre 2
konferansına katılmak için Ulusal Koalisyon muhalefetine ciddi baskı yaptı.
Amerika’nın yönlendirmesi ile Suriye özel temsilcisi Lahdar İbrahimi, Amerikan
misyonunu eda etmek üzere harekete geçti. Bu yüzden bölgedeki bazı ülkelere
mekik ziyaretlerine başladı. Daha sonra da 30.10.2013 Çarşamba günü mücrim
Beşşar ile bir araya geldi. Bölge turunu 02.11.2013 Cumartesi günü Tahran ile
sona erdirdi. Amerika, Rusya, İran ve mücrim Beşşar Esed rejimi konferans
konusunda anlaşmıştı. Daha önce Müslümanlara karşı kimyasal silah kullanan Esed
rejimine uluslararası soruşturma başlatılmasına engel olunmuştu. Yine Amerika,
askeri olarak Beşşar'ın konumunu güçlendirmek için İran liderliğindeki ajanları
yoluyla para, adam ve silah ile yardım elini uzattı. Hatta uluslararası
konumunu güçlendirmek için Yahudi varlığının çıkarına bu silahtan vazgeçmesi
nedeniyle Esed'e övgüler yağdırdı. Böylece Beşşar konferansa eli güçlü gidecek
diğer taraf ise zayıf olacaktı. Şüphesiz Cenevre 2 Konferansı, ABD Dışişleri
Bakanlığı mutfağında pişirilmiş, bir yan kuruluşu olan BM koridorlarında
yürürlüğe konmuş ve Ban Ki-Moon'un siyasi danışmanı olarak çalışan eski ABD
Dışişleri Bakan yardımcısı Jeffrey Feltman liderliğinde yürütülen ihanet
projesiydi. İşte Amerika, bunun için müzakerelerde Müslümanları temsil etmek için
"Suriye Ulusal Koalisyonu" olarak bilinen yapıya laik şahsiyetlerden
en düşük seviyede olanları seçti.
25.11.2013 tarihinde Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Cenevre 2 konferansının 22.01.2014'te
yapılacağını bildirdi ve "Amacımız açıktır. 30.06.2012 yılında
yayınlanan Cenevre bildirisini tümüyle uygulamaktır. Cenevre bildirisi, askeri
ve güvenlik kurumları da dâhil çatışan taraflar arasında karşılıklı anlaşmaya
dayalı tam yürütme yetkilerine sahip geçici yönetim hükümeti kurulmasını içeriyor."
dedi. Aylardır gizli açık Cenevre ve eşdeğer konferansları yürüten ABD
dışişleri bakanı John Kerry ise "Suriye'ye barış getirmek için konferans
düzenleme çabasını" memnuniyetle karşıladı. Çünkü Amerika, bu konferans
aracılığıyla güvenli bir şekilde otoritenin kendi eline geçişini garanti altına
almayı amaçlıyordu. Askeri ve güvenlik kurumları dâhil tam yürütme yetkilerine
sahip geçiş yönetimi hükümetini de bunun için biçilmiş bir kaftan olarak görüyordu.
İşte bu, Cenevre 1 ve Cenevre 2 Konferanslarının temel öğesiydi.
Cenevre 3 Konferansı:
14 Kasım 2015 tarihinde Amerika
öncülüğündeki uluslararası aktörler, Viyana’da geçiş süreci için bir yol
haritası belirledi. BM “destekli” yol haritası 1 Ocak’ta Suriye yönetimi ile
muhaliflerin müzakere masasına oturmasını, 6 ayda geçiş hükümetinin kurulmasını
ve 18 ayda seçimlere gidilmesini öngörüyordu. Bunun için Müslümanların akan
bunca kanını ve onurunu satacak, midesi Esed rejimi ile müzakereyi kaldıracak
heyetin belirlenmesi için Riyad Konferansı düzenlendi. Bu konferansta da
tartışmanın yönünü mücrim Beşşar rejimi ile aynı masaya oturmaktan saptırıp,
müzakere sürecinde hangi gruplar olacak, hangi gruplar olmayacak yönünde
kamuoyunda bir tartışma başlattılar. Böylece gözler heyette kimlerin yer
alacağı konusu üzerine odaklaştığı için kasapla müzakere çirkefliği örtbas
edilmiş oldu.
Cenevre 1-2-3 ve benzeri
konferanslar kutsal Suriye devrimini kuşatmak için yapılan Amerikan yapımı
tuzaklardır. Amerika, devrim başlar başlamaz onu çepeçevre kuşatmak için hemen
uluslararası özel temsilcilerini harekete geçirdi. Bu bağlamda devreye giren
el-Dabi, Kofi Annan ve İbrahimi, Amerika'nın çizdiği planı gerçekleştirmekte
başarısız olurken, daha çok katliam ve azgınlık yapsın diye Suriye tiranına
zaman tanıdılar. Başarısız olanları çöpe atan Amerika, bu sefer de özel
temsilci olarak De Mistura’yı gönderdi. De Mistura, “insani” söylemlerle uzun
zaman Suriye’ye ilişkin gizli gündemini gizlemeyi başardı. Ancak çok geçmeden De
Mistura’nın planı da ortaya çıktı. Bu plana göre maktül ile katil, kasap ile
kurban eşitti. De Mistura yaptığı açıklamada; Kasap Beşşar’ın çözümün parçası
olduğunu söyledi. Amerika, kimi zaman özel temsilcileri yoluyla kimi zaman da
uşağı Koalisyon ve geçici hükümet aracılığıyla her vesileyi kullanarak devrimci
Suriye halkına bu çözümü dayatmaya çalıştı. İşte bu bağlamda Koalisyon,
Amerikan projesini uygulamanın maşası ve Amerika’nın elinde bir tüfek olmak
için Cenevre 3 görüşmelerine katılmayı kabul etti.
Steffan De Mistura Planı:
De Mistura planı, Amerikan
araştırma merkezleri tarafından hazırlanmıştır. Amerika, planın kendi çıkarını
gerçekleştirdiğini gördüğü için bu planı benimsedi. Ardından da BM planı
kisvesi altında pazarlamak üzere De Mistura'yı görevlendirdi. Böylece Birleşmiş
Milletler Suriye’deki durumla alakalı iki yıl içerisinde ilk defa bir planla
geldi. İşte o planda tekrar “Esed’li geçiş” önerildi.
Kofi Annan ve İbrahimi’den sonra De
Mistura da Amerika’nın misyon adamıdır. Onu bu göreve BM Genel Sekreteri Ban
Ki-moon'un Siyasi İşler Yardımcısı Jeffrey Feltman getirdi. Bu misyon, Amerikan
çıkarlarına hizmet etmek için De Mistura'ya tevdi edilen ilk misyon da değildir.
2010 ile 2011 yılları arasında BM'nin Afganistan ve 2007 ile 2009 yılları
arasında da BM'nin Irak misyonu heyetine başkanlık etmiş, 2001-2004 yılları
arasında da BM Genel Sekreteri'nin Güney Lübnan Özel Temsilcisi olarak görev
yapmıştı.
Peki, “De Mistura planı” adı
altında dayatılan, Amerika’nın Suriye planı nedir?
İşte o plan:
PYD Tartışmaları:
Ak Parti hükümeti; “PYD’nin
Cenevre’ye katılması durumunda boykot edeceğini” açıklaması, tartışmayı “kasap
ile müzakereden” daha çok PYD’nin katılıp, katılmayacağı noktasına çekti.
Gerekçe ise PYD’nin de “terör” örgütü olduğu ve rejim ile işbirliği yapması
gösterildi. Hâlbuki daha bir yıl öncesine kadar hükümetin kendisi PKK ve
uzantılarıyla müzakere yürütüyordu. PYD’nin başkanı Salih Müslim’i, Türkiye’de
ağırlıyorlardı. Kobani düşmesin diye Peşmerge güçlerine sınırları açarak, PYD’yi
dolaylı olarak destekliyordu. Şimdi ise Türkiye’deki fiili durumdan dolayı PYD
Cenevre’ye gitmesin deniyor. Daha önceki siyasetini Esed’in, başka bir Esed ile
değişmesi üzerine kuran Ak Parti hükümeti, bu çıkışıyla hem “Esed ile müzakere”
edilmesinin, hem de PYD’nin de içerisinde bir bileşen olarak temsil edildiği
“Suriye Demokratik Meclisi”nin katılmasını örtbas etmiş oluyordu. Böylece PKK
ile içeride mücadele ederken, Suriye kolu PYD’ye Amerika’nın hatırına göz
yumulmuş oldu. Kaldı ki; konu hakkında açıklama yapan Salih Müslim, ilerleyen
zamanlarda PYD’nin de müzakerelere katılacağına dair güvence aldıklarını ifade
etti.
Sözde Suriye Muhalefeti SMDK
(Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu):
Sözde Suriye muhalefeti SMDK,
Cenevre 2 öncesi yaptığı taktiğin aynısını Cenevre 3 öncesi de tekrarladı.
Sivillere yönelik bombardımanın sonlandırılması, kuşatmaların kaldırılması ve
insani yardımın ulaştırılması gibi konuların BM Güvenlik Konseyi’nin 2254
sayılı kararının 12 ve 13. Maddeleri olduğunu ve müzakere edilmeden yerine
getirilmesini istedi. Bunlar yerine gelmediğinde sanki Cenevre’ye gitmeyecekmiş
gibi yaptı. Verdiği hiçbir sözü yerine getirmeyen rejim ve Birleşmiş Milletler
sanki bu defa getirecekti. Cenevre 2 öncesinde de Cenevre’ye katılma kasıtlarını
cezaevindeki kadın ve çocukları kurtarmak ve Suriye’deki kanı durdurmak olarak
ifade etmişlerdi. Ancak o günden bugüne bahsi geçen konular artarak devam etti.
Hiçbirisi yerine getirilmedi. Açlıktan ölen Fua ve Madaya halkına gıda yardımı
yapılması için başvurulan ve “noel tatilinde” olduğunu belirten bir Birleşmiş
Milletler’den ne beleyebilirsiniz!? Ancak SMDK, De Mistura ile yaptıkları
görüşmeden “pozitif mesaj” aldıklarını ifade ediyor. Oysa rejim ve Rus uçakları
Suriye halkına hiç de “pozitif” yaklaşmıyor. Suriye semalarında gece ve gündüz
bomba yağdırıyor. Diğer taraftan bir “pozitif” mesaj da ABD Dış İşleri Bakanı
John Kerry’den geldi.
Cenevre’de bulunan ve muhalefeti
destekleyen üst düzey bir bölge diplomatı, Al Jazeera’ya yaptığı açıklamada: “ABD
Dışişleri Bakanı John Kerry, muhalefeti Cenevre’ye gelmek için ikna etmeye
çalışırken muhalefete şu mesajı verdi: Bunların gerçekleşeceğine dair söz
veremem ama elimden geleni yapacağım.”
İşte tüm bu gelişmeler altında
Cenevre 3, önce Suriye rejimi ve rejimin sevdiği İran destekli Muhalefet olan
Suriye Koordinasyon Hareketi ile başlamış oldu. İlginçtir! De Mistura rejim
heyeti ile görüşmeye başladığı aynı dakikalarda SMDK’da, Cenevre’ye gelme
kararı verdiklerini açıkladı.
SONUÇ:
Kasap Beşşar ile müzakere için
Cenevre’ye gidenler bilmeli ki; “sivillerin bombalanmasının durdurulması”
şeklinde yaptıkları çağrı onların aklını Batı’ya satmış ajanlar olduklarını
perdelemez. Cenevre’ye gidenler gerekçe olarak ne sunarlarsa sunsunlar her
şeyden önce laik devlet çatısı altında yaşama, kasap Esed’in de katılacağı bir
seçime razı oluyorlar, demektir. Çünkü De Mistura planı bunları kapsıyor.
Böylece Şam devrimi çalınmış ve tasfiye edilmiş olacak. Tıpkı Tunus, Mısır,
Libya, Yemen devrimini çaldıkları gibi. Ümmeti parçalayan Sevr anlaşması gibi.
Hilafet’i yıkan Lozan anlaşması gibi.
Amerika, Suriye devrimine kendi
çözümünü dayatmak için hangi seçeneği kullanacağına şaşırıyor: Scud füzelerini
mi? Varil bombalarını mı? Kimyasal silah mı? İran ve Partisini mi? Rusya’yı mı?
Ya da açlık kartını mı?
Amerika, Cenevre 3 konferansında
Suriye halkı dâhil hiç kimseye danışmadan, temellerini Cenevre 1'de attığı
siyasi çözümünü dayatmak için çalışıyor. Diğer taraftan ise Amerika, IŞİD'le
mücadele koalisyonu özel temsilcisi Brett McGurk’u Kobani’de PYD’lilerle, Bağdat’da Merkezi hükümet ve Kürt yönetiminin
başbakanları ve askeri yetkilileriyle IŞİD’le mücadelede atılacak yeni adımları
ve Musul operasyonunu konuşuyor.
Cenevre 1 temelinde Cenevre’ye
gidenler, Batı projelerinin maşaları olmak için aklı çelinenler ve Amerikan
siyasi çözümü yolunda yürüyenler, çok büyük bir cürüm işlediklerini fark
edeceklerdir. Çünkü bu, ilk önce İslam'a, sonra da Müslümanlara, onların
kanlarına ve kurbanlarına karşı büyük bir ihanettir. Son pişmanlık ise fayda
vermez. Kâfir Batı, hedeflerine ulaştıktan ve koşullar kendi lehine istikrara
kavuştuktan sonra öncekileri bir kenara attığı gibi bunları da kaldırıp bir
kenara atacaktır.
Öyleyse köklü çözümü, Batı’nın
kurduğu Cenevre masasında aramak yerine Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın
katında aramamız gerekmez mi? Çözümü, uluslararası hukukta aramak yerine
dinimiz İslam’da aramamız gerekmez mi? Zayıf olduğumuza yönelik söylemler
bizleri kandırmamalı. Müslümanlar Rableriyle güçlü, dinleriyle izzetlidir.
Allah Subhanehu ve Teâlâ
şöyle buyuruyor:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ
يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ
لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ إِنَّمَا
وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ
وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ
آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ
لاَ تَتَّخِذُواْ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِّنَ الَّذِينَ
أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ إِن
كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
“Ey müminler, içinizden kim
dininden dönerse bilsin ki, yakında Allah öyle bir grup ortaya çıkaracak ki,
Allah onları sevdiği gibi onlar da O'nu severler. Bunlar müminlere karşı alçak
gönüllü, kâfirlere karşı onurlu davranırlar, Allah yolunda cihad ederler, hiç
kimsenin yergisinden ve kınamasından çekinmezler. Bu Allah'ın bağışıdır, onu
dilediğine verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir. Bu, Allah’ın,
dilediğine verdiği lütfutur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir. Sizin dostunuz
(veliniz) ancak Allah’tır, Rasûlüdür ve iman edenlerdir. Onlar ki Allah’ın
emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler. Kim Allah’ı, Rasûlü’nü
ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz
Allah’ın tarafını tutanlardır. Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap
verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost
edinmeyin. Allah’tan korkun; eğer müminler iseniz.” (Maide Suresi 54-57)


Yorumlar