Sekiz yıl önce 13 Mayıs 2005 tarihinde Özbekistan diktatörü İslam Kerimov,
halk ayaklanmasını başlamadan bitirmek için Andican şehrinde on binlerce kişiyi
katletti. Andican katliamının 8. yıldönümünde rejimin başındaki katil
Kerimov hâlâ koltuğunda oturmaktadır. Köklü Değişim Dergisi Andican katliamları
olduğunda Ankara ve İstanbul’da bu katliamların arka planındaki gerçekleri
afişe etmiş ve bundan dolayı Köklü Değişim Dergisi çalışanları ve okurları
hakkında soruşturma başlatılmış ve tutuklamalar yapılmıştı. Ben de 8 yıl sonra
yeniden Andican katliamının arkasındaki gerçekleri bir kez daha afişe etmek
istiyor ve unutulan bu katliamları zihinlere bir kez daha kazımak istiyorum.
Kırgızistan’da 2005 yılının Mart ayındaki parlamenter seçimlerinden
sonraki Lale Devri denilen
ayaklanmanın akabinde Kerimov, bu dalgaların en nihayetinde kendisine
ulaşacağını anladı. Bu durumdan korkuya kapılan Kerimov, ayaklanma başlamadan
erken doğum yaptırmak istedi ve bunun için Rusya ile bir plan yaptı. Plana göre;
‘katil rejimin adamları halkın içerisine karışarak kendilerini onlardan
gösterecek, halkı rejime karşı tahrik edecekti.’ Bu plan çerçevesinde böylece
Kerimov, kendisine karşı olabilecek bir muhâlefete kimlerin liderlik
edebileceğini anlayacak ve daha onlar kendisine karşı harekete geçmek üzere
toparlanamadan önce bizzat harekete geçerek onlara şiddetle saldıracaktı.
Bundan sonra on binlerce Müslüman’ın -ki özellikle de Rusya’nın Hilâfet’e
çağırdığı için “terörist” olarak tanımladığı Hizb-ut Tahrir gençlerinin-
bulunduğu cezaevlerine yönelecek ve olayları cezaevinden kışkırttıkları veya
cezaevinde isyan başlattıkları suçlamasıyla bu defa cezaevindeki mahkûmlara
saldıracak ve onları da orada katledecekti. Andican katliamından yaklaşık bir
ay kadar önce Kerimov ile Rusya arasında bu gizli plân üzerinde anlaşmaya
varıldı. Plânın rahat yürütülmesi için ise Kırgızistan’a baskı yapıldı.
Kerimov, Özbek askerlerinin plana göre olması gereken çoklukta bir katliama
girişmekten çekinebilecekleri korkusuyla, öldürülen insanların sayısını
artırmak üzere Rus askerlerine ihtiyaç duyduğunu bildirdi. Ruslar da kanlı
katliamlar konusunda eğitimli özel kuvvetlerden 5.000 asker göndereceğine dair
söz verdi. 2005’in Mayıs ayının başı itibariyle katil Kerimov, kendi güvenlik elemanlarını
insanlar arasına sızdırmaya başladı ki kendilerini halktan göstererek,
Kerimov’a karşı harekete geçmek üzere onları kışkırtabilsinler ve onların temel
ihtiyaçları olan elektrik, su ve doğalgaz gibi konularda ve yine evlatlarının
hapishanelerden çıkarılması hususunda taleplerde bulunabilsinler.
Bölgede uzun yıllardır siyasi çalışmaları olan İslami parti Hizb-ut
Tahrir, yapmış olduğu basın açıklamasında, “Kerimov’un bu planının farkına vardığını, insanlarla görüşerek onlara
nasihatte bulunduğunu” ifade etmektedir. Yine söz konusu açıklamada şöyle
denilmekte; “...zîra deliller apaçıktı ve
kışkırtıcılardan bazılarının Özbek güvenlik birimlerinden oldukları
biliniyordu. Fakat onlar kendilerini oradan ayrılmış ve Kerimov’a karşı çıkmış
gibi gösteriyorlardı. Onların kışkırtmaları da apaçıktı. Zira insanlarla ve
Hizbin gençleri de dahil olmak üzere hapishanedekilerin aileleri ile bağlantı
kuruyorlardı. Fakat Tağut’un birimleri oldukça kurnaz ve sinsi davrandılar.
Hatta bazıları da insan hakları örgütlerinden olmak üzere ve özellikle
evlatlarının hapsedilmesinden ötürü Tağut’tan şiddetle nefret eden mazlumlardan
ve temel ihtiyaçlarının karşılanmaması nedeniyle çok kötü bir hayat süren
zavallılardan çok sayıda insanı kendi taraflarına çekebildiler.” (http://www.hizb-ut-tahrir.info)
Böylece insanlar 12.05.2005’in gün bitimi itibariyle Andican kentindeki
Merkez Meydanı’nda toplandılar ve gece de orada toplanmaya devam ettiler.
13.05.2005 Cuma günü yaklaşık 50.000 kişiye ulaştılar. 12-13.05.2005 gecesi
boyunca, çoğunluğu Kerimov’un askerlerinden oluşan silahlı bir grup harekete
geçip Andican Hapishanesi’ne yöneldi. Hapishanedeki mahkûmların çoğunu dışarı
çıkardılar ve büyük çoğunluğunu öldürdüler. Onlardan sadece çok az bir kısmı
kurtulabildi. Kurtulan mahkûmlardan birinin şahitliğine göre, o silahlı grubun
ilk olarak öldürmeye yöneldiği mahkûmlar, Hizb-ut Tahrir’in gençleri idi.
Ondan sonra artık görünmediler.
Katil Kerimov 13.05.2005 sabahı erkenden Andican şehrine geldi.
Havaalanında yetkililer onu karşılamak için zaten hazır bekliyorlardı. Bu da
hadisenin önceden planlandığı anlamına geliyordu. Sonra Kerimov, 11.05.2005
günü Andican’a getirilen Rus askerlerine, yaşlı veya genç, kadın ya da çocuk
ayırt etmeksizin Andican Merkez Meydanı’ndaki herkese ateş etmeleri emrini
verdi. Tağut o gün ikindi vakti Taşkent’e geri döndüğünde meydandaki insanlar
üzerine yağmur gibi mermi yağdırılıyordu. Bu ateş açma, Cuma günü ikindiden
14.05.2005 Cumartesi sabahına kadar yoğun bir şekilde sürdürüldü. Andican
katliamında öldürülenlerin sayısı, güvenilir kaynaklara göre yaklaşık 7.000
olarak tahmin edildi. Fakat devlet, bir yerde katledilenlerin her 400-500’ünü
toplayıp sakladı. Bu yaklaşık dört gün sürdü. Eskiden Sovyetler Birliği
döneminde yapıldığı gibi, kentin etrafı “demir perdelerle” kapatılarak medyanın
gelmesi ve kentten giriş-çıkış yapılması engellendi. Bundan sonra katil
Kerimov, medyaya, onlar için belirlenmiş yollar üzerinden kente giriş
yapmalarına izin verdi. Fakat insanlarla konuşmaları engellendi ve sonra yine
onlar için belirlenmiş yollardan geldikleri gibi geri çıkarıldılar. 14.05.2005
akşamı, yerel saat ile 18.00’da Özbek Televizyonu, Andican kasabının
düzenlediği basın toplantısını yayınladı. Konuşmasında, küçük bir İslâmî grup
olan “el-Ekremiyye’nin hapishaneye saldırdığına, kapıları açtığına ve
kendileriyle birlikte isyan etmeyen mahkumları öldürdüğüne atıfta
bulunarak Hizb-ut Tahrir’i hadiselerin arkasında olmakla” suçladı. Oysa
gerçekte hapishane içinde ve dışında katliamı yapanlar, el-Ekremiyye değil bizzat
Kerimov’un ve Rusya’nın şebbihalarıydı.
Aşağıdaki hususlar, mahkumların
katledilmesinin ardında bizzat Kerimov’un bulunduğunu göstermektedir:
1. 14.05.2005 Cumartesi akşamı düzenlediği basın toplantısında Kerimov,
hapishaneye saldıran silahlı grubun kendileriyle birlikte isyan etmek ve kendi
saflarında yer almak istemeyen bütün mahkumları öldürdüğünü söyledi. Bu da,
hapishane katliamı ortaya çıktığı zaman mahkumların öldürülmesine dair bir
bahane üretmek içindi.
2. Taşkent’teki insanlar, Andican Hapishanesi’ndeki evlatlarının durumunu
sormak üzere Hapishaneler Dairesi’ne gittiler. Onlardan ertesi gün gelmeleri
istendi. Ertesi gün gittiklerinde ise dört gün sonra gelmeleri istendi. Bundan
sonra onlara hiçbir yanıt verilmedi.
3. Hapishaneler Dairesi’nden olan kişiler, Andican’daki mahkumların
ailelerine giderek, onlara evlatlarının hapishaneden kaçtıklarını, şu anda
onları aramakta olduklarını ve evlerine dönmeleri halinde kendilerine teslim
etmeleri gerektiğini söylediler. Yine bu da hapishane katliamı ortaya çıktığı
zaman mahkumların öldürülmesine dair bir bahane üretmek içindi ki “evlatlarınız
hapishaneden kaçtılar, sonra da silahlı gruplar onları öldürdü”
diyebilsinler.
4. Ayrıca bu silahlı gruplar arasında Özbekçe’den farklı bir dil
işitiliyordu. Bu da onların, Kerimov’un katliam yapmak için getirilmiş Rus
cellatları olduklarını teyid etmektedir.
Özbekistan tağutu katil Kerimov SSCB’den ayrılıp sözde bağımsızlığını
kazandığı günden bugüne sistematik bir şekilde İslam’a ve Müslümanlara savaş
açıp özellikle de Hizb-ut Tahrir’in gençlerini tasfiye etmeye çalışmakta ve
onları öldürmektedir. Bugün için bunların sayısı binleri aşmış durumdadır. Yine
halkın aktardığı bilgilere göre, Özbekistan’daki bu katliamlar neticesinde katledilenlerin
sayısı 10.000’i aşmış durumdadır ve diğer bazı haberlerde ise bu sayının 20.000
olduğu belirtilmektedir.
2003 yılında ise ABD’nin sözde ilk düşünce kuruluşlarından olan
aslında istihbarat örgütü olan “Heritage Vakfı”nın, Hizb-ut Tahrir hakkında bir
rapor hazırladığı ortaya çıkmıştır. Söz konusu raporda Özbekistan ve
Kırgızistan’da faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir’i mercek altına aldığı
bildiriliyor. ABD’nin, hiçbir zaman şiddet eylemlerine başvurmamış olan Hizb-ut
Tahrir ile mücadele için, Orta Asya rejimlerine “askeri destek” vermeyi
planladığı belirtiliyor.
Özbekistan ve Kırgızistan’ın uzun süredir Hizb-ut Tahrir üyelerine karşı
operasyonlar düzenlediği hatırlatılan raporda, Rusya ve Almanya’nın da örgütü
“tehlike” olarak gördüğüne dikkat çekiliyor. Rusya Federal Güvenlik Servisi
(FSB)’nin 2003’ün 6 Haziran günü, Moskova’daki Hizb-ut Tahrir bürosu üyelerini
tutuklamasından yaklaşık 4 ay önce Rus yönetiminin Hizb-ut Tahrir’i “terörist
örgütler” listesine aldığı belirtiliyor. Almanya ise, şiddete başvurmayan
“Yahudi düşmanlığı”nı yaygınlaştırmakla suçladığı Hizb-ut Tahrir’i 2003 Ocak
ayında yasadışı ilan ettiği belirtiliyor.
Heritage Vakfı raporunda, Hizb-ut Tahrir’in 40 farklı ülkede “gizli bir ağa sahip olduğu” belirtiliyor.
Raporda, bir yandan Hizb-ut Tahrir’in hiç şiddet eyleminde bulunmadığı kabul
edilirken, diğer yandan “teröre
yönelebileceği” uyarısı yapılıyor. (Burası önemli çünkü Türkiye’de ki yargı
organları da aynı gerekçe ile Hizb-ut Tahrir üyelerine hukuksuz cezalar
vermektedir.) Raporda, “Hizb-ut
Tahrir’in, El Kaide ile işbirliği yapabileceği” ve “Orta Asya’daki Amerikancı rejimlerin istikrarını bozabileceği”
gibi uyarılar da bulunuluyor. Yine aynı raporda, 24 Mayıs’ta Hizb-ut Tahrir’in
internet sitesinde yayınlanan bir makalede, ABD’için “sadece bir halifenin
durdurabileceği küresel bir tehdit” ifadeleri kullanıldığına dikkat
çekiliyor.
Heritage Vakfı, raporun öneriler bölümünde Orta Asya ülkelerine örtülü
askeri müdahalede bulunulmasını öne sürüyor. Hizb-ut Tahrir’in Orta Asya’da
istikrarsızlığa sebep olmaması için ABD’nin politikalar geliştirmesini öneren
Amerikan istihbarat kuruluşu, bunun ilk adımı olarak örgütün daha yakından
incelenmesini öneriyor. Ayrıca, “Orta
Asya’daki ekonomik dönüşümün güvenliğini sağlamak için, serbest piyasa
ekonomisini geliştirecek, özelleştirmeyi benimseyecek ve rüşvetle mücadele
edecek ülkelere askeri destek” sunulması isteniyor. Raporda, bu ülkelerdeki
siyasi yapının da yasal muhalefete izin verecek şekilde yeniden düzenlenmesi
gerektiği belirtiliyor.
ABD’nin 2003 yılında yayınladığı bu rapor ve Andican katliamına bizzat
askerleri ile destek veren Rusya, İslam’a ve Müslümanlara karşı ne kadar kindar
olduğunu burada da bir kez daha göstermiştir. Amerika ile Rusya, Orta Asya’da
bilhassa Özbekistan’da onu kendi taraflarına çekmek için birbirleriyle
çatıştıkları, çıkar ve nüfuz paylaşımında anlaşmazlığa düştükleri halde, söz
konusu olan Müslümanların ve özellikle Hizb-ut Tahrir gençlerinin
katledilmesinde ise aralarındaki sürtüşmeleri bir tarafa bırakmaktadırlar. Bu
hakikat, bu akıtılan kanlara karşı verilen tepkilerden belli olmuştur. Onların
tepkileri, sanki bu kargaşa hadiseleri futbol stadyumundaki gürültülermiş gibi,
sahte ve rezil tepkilerdi. Aynen Suriye kasabına verdikleri tepkiler gibi.
Onlar Müslümanlara, bilhassa Hilafet’in kurulması için çalışanlara karşı
birleşmektedirler ki onun kuruluşunu önleyebilsinler. Zira kendilerinin ve
uşaklarının helakına neden olacak o Hilafet, onların uykularını kaçırmaktadır.
Aynen raporda da geçtiği gibi bugün için çok büyütülen bu küresel güçlere “sadece bir halifenin durdurabileceği
küresel bir tehdit” olarak bakılması gerekir.
Allah Subhanehu ve Te’ala’nın kullarından salih olanları Halife
kılacağına dair vaadi ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in Raşidi
Hilafet’in yeniden dönüşüne dair müjdesi, Allah’ın izniyle, hiç şüphesiz
gerçekleşecektir. İşte o zaman bu Andican kasabı için, gayet adil ve oldukça
şiddetli bir kısas olacaktır. Öyle kuvvetli bir kısas ki onun peşinden sürüklenenleri
de onunla beraber çepeçevre kuşatacaktır. Taşkent tağutu, şu anda katillerin
dansıyla dans etmektedir. Muhakkak ki Allah Subhanehu ve Te’ala
zalimlere mühlet verir, fakat onu tuttuğu an, artık onu bir daha bırakmaz. Bu
facir zalim Allah’ın izniyle elbette tutulacaktır. Nitekim Rasulullah Sallallahu
Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki Allah zalime
mühlet verir. Ta ki onu tuttuğu zaman artık onu bırakmaz. (Buhari )
Bu sebeple Mustafa Kemal’den, Saddam Hüseyin’e, Ziya-ül Hak’ tan Suriye
diktatörü Hafız ve oğluna, Kaddafi’den, Hüsnü Mübarek’e Bin Ali’den Özbekistan
tağutu Kerimov’a ve ümmetin başına bir yılan gibi çöreklenmiş diğer liderlere
varana kadar hepsinin kendi insanlarına yaptıkları zulümler asla
unutulmayacaktır. İslam’ın en son devletinin zayıflaması ve yıkılması ile
birlikte çok büyük soykırımlar yaşanmıştır. İnsanlık tarihinin en büyük
katilleri ve canileri adeta 20. yüzyılın başları ile 21. yüzyılda birbirini
buldular. Özellikle de Müslümanlara “vahşet, kan ve acıdan” başka hiçbir şey
sunmadılar. Dünya savaşları, darbeler, provokasyonlar, komplolar, toplu kıyım,
katliamlar, darağaçları, İstiklal Mahkemeleri ve daha nice yöntemler…
Ümmet olarak ne Saddam’ın Halepçe katliamını ne de işgalci ABD’nin
Irak’ta katlettiği 1 milyon Müslüman’ı ve işbirlikçilerini asla unutmayacağız.
Irak’ta İngiliz askerlerinin dövdüğü çocukları ve katlettiği Müslümanları da
asla unutmayacağız. Ebu Gureyb’i, Nur bacının mektubunu asla unutmayacak
çocuklarımızı bunlarla büyüteceğiz. Yine Hama’yı, Humus’u, Halep’i, Banyas’ı ve
tüm Suriye halkına karşı kasap Beşşar’a destek verenleri, Batı ile işbirliği
içerisinde onları çaresizliğe terk edenleri de asla unutmayacağız. Doğu
Türkistan’da sistematik bir şekilde Müslümanları katleden Çin’i, ümmetin
bağrına saplanmış bir hançer olan Siyonist Yahudi varlığını, Bosna’yı,
Raunda’yı, Çeçenistan’ı, Arakan’ı ve Andican’ı da asla unutmayacağız.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış