Türkiye’nin Suriye meselesi ile
ilgili yaptığı açıklamalar ve Laik Suriye Koalisyonunu desteklemesi ve bu
çerçevede İran ile aralarındaki Ortadoğu’da rol kapma yarışındaki atışmalar ve
Mısır ile ilgili seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’ye Batı ve diğer bölge
devletlerine nazaran verdiği demeçler, Türkiye’nin dış politikası ile ilgili
yeni bir tarif ortaya çıkarttı. DEĞERLİ YALNIZLIK! Başbakan Erdoğan’ın dış
politika başdanışmanı, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın geçtiğimiz
günlerde twitter adresinden bir tweet paylaştı.
‘Türkiye Ortadoğu’da yalnız
kaldı’ iddiası doğru değil ama eğer bu bir eleştiri ise o zaman söylemek
gerekir. Bu, değerli bir yalnızlıktır.”
Daha önce Türkiye’nin dış
politikası ile ilgili birçok terim kullanılmış ancak hiç bu kadar
tartışılmamıştı. Türkiye’nin özellikle on yıllık dönemde izlediği politikalar
ile son dönemde izlediği politikalarda farklılık var mı? Türkiye küresel
sisteme rağmen mi bu politikaları izlemektedir? Türkiye son on yıldır uydu
devlet konumundadır. Uydu olan bir devletin, dış siyasetinde yörüngesinde
döndüğü büyük devletin siyasetinin dışına çıkması mümkün müdür? Mesela
Türkiye'nin, Suriye, Mısır, Filistin gibi meselelerden herhangi bir meselede
ABD’nin siyasetinin dışına çıkması mümkün müdür? Türkiye Ortadoğu
politikalarında söylenildiği gibi yalnız mı, öylesi ise bu değerli bir
yalnızlık mı, yoksa uydusunda bulunduğu devletin tercihi mi?
Türkiye’nin İdeolojik (kendi
başına hareket edebilen) ya da Tabii devlet (İç ve Dış siyasette yörüngesinde
olduğu devlete göre hareket eden ) bir devlet olmayıp, Uydu devlet olduğunu
ifade etmiştik. Peki, Uydu bir devlet, dış siyasetinde bir takım cüz-i
meselelerde uydusunda bulunduğu devletin yörüngesinin dışına çıkabilir mi? Evet
çıkabilir. Çünkü Uydu devletin ilişkisi, tabi devlette olduğu gibi bir ilişki
değil çıkar ilişkisidir. Dolayısıyla o, çıkarını düşünür. Ancak büyük uydu
devletlerin, cüzlerden herhangi bir cüzün dışına çıkmasını engelleyen etki ve
baskı faktörlerinin mülahaza edilmesi gerekir. Bu engelin güçlü veya zayıf
olması, uydu olan devlette egemen olan tabakanın yönetime ulaşması noktasında
büyük devletin verdiği tepkiye bağlıdır. Şayet büyük devletin etkisi güçlü
olursa uydu olan devletin herhangi bir cüzden ayrılması son derece zordur.
Dolayısıyla büyük devletin etkisi ne kadar az olursa uydu olan devletin de
cüzden ayrılması daha güçlü veya büyük devletin dış politikasının daha ötesinde
olur.
Hatırlanacağı gibi İran’ın
uranyum zenginleştirme programının nükleer silah elde etmeye yönelik olduğunu
savunan AB, ABD ve Rusya bu ülkeye karşı yaptırım uygulamaya hazırlanıyordu. Bu
meseleye ilişkin Obama daha öncesinde Türkiye’ye bir mektup gönderdi. Brezilya
ve Türkiye’nin arabuluculuğunda Türkiye’de bir antlaşma yapıldı. Avrupa ve
ABD’den gelen eleştirilere Başbakan Erdoğan “biz gelen Mektuba göre hareket
ettik” diyerek kendisini savunmuştur. Obama’ya cevabi mektubunda ise;
deklarasyonun İran'ın nükleer programına ilişkin dosyayı kapatmadığını ancak
sorunun diplomasi yoluyla çözümü için önemli bir kapı araladığını vurgulayan
Erdoğan, “Türkiye'nin sorunun çözümü için gayretlerini devam ettireceğini ve
konunun takipçisi olacağını ifade etmiştir." Dolayısıyla yukarıda ifade
ettiğimiz “büyük devletin etkisi ne kadar az olursa uydu olan devletin de cüzden
ayrılması daha güçlü veya büyük devletin dış politikasının daha ötesinde olur”
ifademiz bu örnekte görülmektedir. Yani Türkiye, ABD, Rusya ve Avrupa’ya rağmen
değil uydusunda bulunduğu devletten aldığı işaret ile yürümektedir.
Bunu ister kabul edin, isterseniz
etmeyin Türkiye, ABD’nin uydusunda hareket etmektedir. Zira vakıa budur.
Türkiye’de ki yönetime egemen olan kesime ulaşmada Amerika’nın etkisi güçlüdür.
Zira Erdoğan, ABD’nin desteği olmadan iktidara gelemeyeceğini, kimilerine göre
“muhtar” bile olamayacağını ve içerideki nüfuzunu pekiştiremeyeceğini
biliyordu. Dolayısıyla Ak Parti ve hükümet geleceğinin, Türkiye’de kendisi için
büyük bir hakimiyet elde eden ABD’ye bağlı olduğunu görmektedir. ABD Türkiye’de
yönetim, yöneticiler, yargı, ekonomi, ordu ve güvenlik birimleri üzerinde
hakimiyet sağlayabilmiştir. Bu yüzden yarın Türkiye’nin ekonomisi, kredi
kapılarının açılması ve ekonomik imkanlar sayesinde Amerika’nın desteğine
bağımlı olacaktır ki bu imkanlar şunlardır: ABD, İMF üzerinden düşürdüğü selefi
olan Ecevit hükümetine yaptığını Erdoğan hükümetine yapmamaktadır. Yabancı
banka kulüplerindeki alacaklıların Türkiye’nin birikmiş borç cetvelini talep
etmemektedir. Standard & Poor's, Moody's ve Fitch gibi Amerikan
Uluslararası derecelendirme kuruluşlarının, Türkiye'nin ekonomisine negatif bir
puan vermemesi, dahası bu kuruluşların olumlu puanlar vermesi. Aynı şekilde
yurtdışı yatırımları için Türkiye’nin önündeki yolun kolaylaştırılması ve
yabancı şirketlerin içeride yatırım yapmaya teşvik edilmesi gibi daha bir çok
konu vardır.
Yine güvenlik ve Kürt meselesinde
dahili olarak yardımda bulunduğu gibi PKK’nın barış planını kabul etmesinin ve
silahlı eylemlerin durmasının arkasında da bizzat ABD vardır. ABD Öcalan’ı
teslim ettiği günden bugüne Türkiye’nin PKK meselesini güvenlik boyutundan
siyasi boyuta çekmek için çalışmıştır. Evet, tüm bunlar, ABD’nin yardımıyla
olmuştur. Bundan dolayı Amerika’nın, Türkiye üzerinde güçlü bir etkisi vardır.
Her ne kadar Uydu devlet
yörüngesinde bulunduğu devletin etkisine göre bir takım cüz-i meselelerden
ayrılabilse de yukarıda saymış olduğumuz birçok etkenden dolayı Türkiye’nin
Amerikan dış siyasetinin herhangi bir cüzünün dışına çıkması son derece zordur.
Şimdi Başbakan Erdoğan’ın ABD’nın dış siyasetine nasıl sarıldığını, adım adım
nasıl takip ettiğini açıklamak için bazı gerçekleri ortaya koymaya çalışacağım.
Başbakan Erdoğan’ın, Suriye
devrimi öncesi ABD kuklası olan Beşar rejimiyle ilişkisi kişisel ve aile
dostluğuna varacak ve vahşi Beşar’a kardeşim ve dostum diyecek kadar sağlamdı.
Beşar, Lübnan ve Suriye’de 2008 yılında Sedneya cezaevi katliamı gibi cürümsel
eylemlerde bulunmasına rağmen Erdoğan buna bir katliam olarak bakmıyordu.
Beşar’ın, güvenlik, istihbarat ve şebbihaları ile birlikte insanlara zulüm,
işkence ve her türlü aşağılık uygulamaları devam etmesine rağmen Erdoğan’ın tüm
bunları görmesine ve işitmesine rağmen hala Beşar ile olan ilişkilerini
sağlamlaştırmaya “sıfır sorun politikası” adı altında devam ediyordu. Çünkü
ABD, bu ilişkinin devam etmesini istiyordu.
Ayaklanma başladığında ise
Başbakan Erdoğan, sekiz-dokuz ay boyunca Beşar’ı desteklemiş yapılan
açıklamalar ise ABD’nin duruşuna ve açıklamalarına göre şekil almıştır. Ayrıca
en son olarak askerî müdahalenin olmasını talep etmesine rağmen 16.05.2013
tarihinde Washington’a son ziyaretini yaptığında Başbakan Erdoğan müdahale
çağrılarını durdurmuştur. Bunun yanı sıra ABD, muhalefet ile rejim arasında
diyalogun gerçekleşmesi ve her iki tarafın da geçici hükümeti oluşturması için
2. Cenevre’ye destek verdiğinde de Ak Parti hükümetinin buna destek verdiğini
Erdoğan açıklamıştır.
Yine Fransa, Kaddafi’ye karşı
olan isyancıların yanında Libya’ya müdahalede bulunulması çağrısı yaptığında
Erdoğan bunu reddetmiş ve Fransa’ya saldırmıştı. Ancak ABD Libya’ya müdahale
edilmesine karar verdiğinde Erdoğan –u- dönüşü yaparak NATO’nun müdahalesini
onaylamıştır. İşte tüm bunlar Türk Dış siyasetindeki ABD’ye olan bağlılığı
göstermektedir.
Erdoğan, geçen Mayıs ayının
sonunda Gazze’yi ziyaret etmek istediğinde Amerika kendisinden, ziyaretini
ertelemesini talep etmiştir. Bu ise 22.04.2013 tarihindeki Türkiye ziyareti
sırasında yaptığı bir basın açıklamasında, Türkiye başbakan yardımcısı Bülent
Arınç’ı şu şekilde konuşmaya sevkeden Dışişleri Bakanı Kerry'nin lisanı üzerinden
gelmiştir: "Sayın Kerry'nin, (başbakandan Gazze ziyaretini ertelemesini
talep etmesiyle) ilgili açıklaması, diplomatik ve siyasî açıdan ayıp ve yanlış
olup doğru değildir." [İnternet Haber 22.04.2013] Ayrıca Arınç, şöyle bir
iddiada bunmuştur: "Başbakan veya herhangi bir Türk yetkilisinin ne zaman
nereye gideceğine karar verme yetkisine sahip olan sadece Türkiye
hükümetidir." Ancak bu söz, hiçte vakıaya mutabık değildir. Zira başbakan,
Gazze’ye yapılması planlanan ziyaret meselesini unutmuş gibi hiç ondan söz
etmemektedir. Dahası yetkililer, Temmuz ayının beşinde ziyaret edeceğini
açıkladıklarında Türkiye hükümeti kaynakları, bu ziyaretin gerçekleşmesini
engellemek için hızla harekete geçmişlerdir. İşte bu, ABD’nin emirlerine
uyulduğu içindir.
Bu ve benzeri örnekler,
Türkiye'nin yörüngesinde döndüğü dış siyasetin cüzlerinden herhangi bir cüzünün
dışına çıkamayacağını göstermektedir. Zaten Erdoğan'ın, kendilerine
"İkinci Hama'ya izin vermeyeceğiz..." şeklinde söz vermesinin
ardından Suriye halkını yardımsız bırakmasından dolayı sarsılan popülaritesini
güçlendirmek için Gazze’yi ziyaret etmek istediği de bilinmektedir. Zira mücrim
Beşar rejimi, tüm şehir ve köylerde ikinci ve üçüncü Hama katliamı uygulamasına
rağmen Erdoğan ve hükümeti kılını dahi kıpırdatmamışlardır. Dahası Suriye
rejimi, bir Türk uçağını düşürmesi, Türkiye içerisindeki Suriye kamplarına ve
Türk köylerine ateş açıp Türkleri öldürmesi müdahalede bulunmak için yeterli
bir neden olmasına rağmen bile Erdoğan harekete geçmemiştir. Zaten bunu yapmaya
hakkı olsa bile ABD onu bundan engellerdi. Çünkü Türkiye ABD’ye rağmen Suriye
için bir Dış politika yürütemez. ABD’nin çıkarlarına rağmen bir dış politika
izleyemez.
Bu, şuana kadar Mısır ile ilgili
Türkiye’nin duruşu için de geçerlidir. Herkes biliyor ki Mısır’da ki darbenin
arkasında ABD var. Türkiye eksen kayması
yaşamış olsaydı şimdiye kadar ABD Türkiye’de ekonomik, siyasi bir çok hamle
yapardı. Ancak şu ana kadar böyle bir şey olmadı. Türkiye yörüngeden dışarı da
çıkmadı. Dolayısıyla şayet Türkiye’nin Amerika ile olan güçlü ilişkisi bu
şekilde devam ederse çok yakında Türkiye tamamen Amerika’ya bağımlı olacak ve
uydu bir devlet olduğu da sorgulanıp Tabii devlet konumuna düşecektir.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış