Öncelikle asıl konuma
geçmeden önce Uluslararası ilişkiler, bunların çalışma alanı ve Uluslararası
ilişkilerde güç, diplomasi, yaptırım ve savaş gibi kavramlara açıklık getirmek
istiyorum.
Uluslararası İlişkiler:
Siyaset biliminin bir dalıdır ve “uluslararası sistem” içindeki aktörlerin, özellikle
de uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul edilen devletlerin, diğer
devletlerle, uluslararası/bölgesel/hükümetler arası örgütler, çok uluslu
şirketler, uluslararası normlar ve uluslararası toplumla olan ilişkilerini
inceleyen disiplinler arası bir disiplin olarak tarif edilir. Uluslararası
İlişkilerin çalışma alanı ise, küreselleşme, devlet egemenliği, uluslararası
güvenlik, ekolojik sürdürebilirlik, nükleer silahların yayılması,
milliyetçilik, ekonomik kalkınma, küresel finans, terörizm, organize suç, insan
güvenliği, dış müdahalecilik ve insan haklarına kadar pek çok konuyu
uluslararası düzeyde inceler.
Güç: Uluslararası
ilişkilerde, kaynaklara askerî ve ekonomik erişim, kabiliyet, devletlerarası sisteme
etkinin büyüklüğü olarak tanımlanır ve bunlar aracılığıyla ölçülür. Genellikle
katı güç, (hard power) yumuşak güç (soft power) olarak ikiye ayrılır. Katı güç
askerî kabiliyeti tanımlarken, hafif güç ise ekonomi, diplomasi ve kültürel
etkiyi tanımlar.
Diplomasi:
Devletlerarasındaki müzakerelerin, temsilciler vasıtasıyla yürütülmesidir. Bir
bakıma, uluslararası ilişkilerin tüm diğer araçları diplomasinin başarısızlığı
sonucu kullanılırlar.
Yaptırım: Diplomasi
başarısızlığa uğradığında başvurulan ilk yöntem ve devletleri anlaşmalara
zorlamanın ana yollarından biridir. Yaptırımlar, diplomatik ve ekonomik
şekillerde olabilir ve diplomatik ilişkilerin kesilmesi, ekonomik bariyerler ve
ambargoları da içerir. Şu anda Suriye devletine yönelik olduğu gibi ya da Rusya’nın
Kırım’ı ilhak etmesinden dolayı G7 ülkelerinin Rusya’yı G8 toplatısına almaması
gibi.
Savaş: Ya da güç
kullanımı, uluslararası ilişkilerde son çare olarak kabul edilir. Çağımızda
savaş sadece devletlerarasında yapılmamaktadır. Uluslararası ilişkilerde “Savaş
çalışmaları” ve “Stratejik çalışmalar” disiplinleri de incelenir.
Türkiye’de ve dünyada
halklar nezdinde yaygın olan bir kanaat vardır. Bu kanaata göre gücü devletlerden
ziyade bir takım örgütlerin temsil ettiği ve bu örgütler devletlerin kontrolünde
olmaktan ziyade devletlerin, bahse konu örgütlerin kontrolüne girdiği ifade
edilmektedir. Örneğin, Bilderberg kulübü, Trilateral Komisyon, Rockefeller,
Rothschild ya da Bloomberg gibi kuruluşlar, ayrıca Dünya Bankası, Uluslararası
Para Fonu ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlar uluslararası kurumlar olarak
kurulmuş iseler de evrensel bir hükümet gibi davranarak, devletlere kendi
iradesini dayatan bağımsız bir kurum olamamışlardır. Aksine onlarda söz ve etki
sahibi Amerika'dır. Aynı şey bir takım mason kuruluşlar için de geçerlidir. Tüm
Amerikan şirketleri, ulus devlete, Amerikan kültürüne ve değerlerine hizmet
vermektedir. Dört yıl önce Çin ile ABD
şirketi Google arasında anlaşmazlık patlak verdiğinde, bu açıkça gün yüzene
çıktı. Çin haber ajansı Xinhua 23 Mart 2010 yılında “Ne yazık ki Google sadece
Çin'de ticari faaliyetlerini genişletmek için çalışmıyor, aksine Amerikan
kültürüne, değerlerine ve fikirlerine teşvik etmek için çalışıyor” dedi. Hatta
Amerika, Kapitalist ideolojiyi paylaştığı Avrupa'da bile kendine özgü
fikirlerini, kültür ve değerlerini pazarlamaktadır. Bundan amacı, Avrupa'da
Amerikan hegemonyasını güvence altına almak için Amerikalıya ve Amerikan Devletine
saygı ve takdir toplamaktır.
Yine Türkiye’de 17
Aralık’ta yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun akabinde Youtube video
sitesinde yayınlanan yüzlerce tapenin kaldırılması ve Twitter’dan bazı
kullanıcıların hesaplarının buzlanması istenmişti. Ancak bu iki şirkette Ak
Parti hükümetine olumlu dönmediler. Bunun üzerine Ak Parti hükümeti Youtube ve
Twitter’ı yasakladı. Dolayısıyla bu iki şirketin de Amerikan çıkarlarıyla
çelişen ya da Amerika’dan bağımsız olduğunu düşünmek akla muhaldir. Dinleme tapelerinin
yayıldığı araçlara bakarak dinlemelerin kimler tarafından yapıldığını da görebiliriz.
Ayrıca Amerika dinleme skandalı ile ün yapan bir ülkedir. Bu konuda John Kerry
açıkça itirafta bulundu. Kerry, “Ulusal Güvenlik Ajansının, bazı durumlarda
kabul edilebilir sınırları aştığını.” söyledi. (01.11.2013 BBC) Sonra “Bu
dinleme işlemlerinin, terörist saldırıları önlediğini.” iddia etti. Yine
Amerika’nın, Alman Şansölyesi Merkel gibi Avrupalı liderleri dinledikleri
biliniyor. On yıl boyunca onun cep telefonunu dinlemişler.
Amerika tüm bunları
ulusal egemenliği ve dünyadaki çıkarlarını korumak, Amerikan hegemonyasından
kurtulmak isteyen Avrupa ülkelerinin bütün hareketini izlemek, kendisi ile rekabet edecek uluslararası bir
konuma sahip herhangi bir gücün ortaya çıkmasını ya da bu hegemonyanın
tehlikeye düşmesini önlemek için yaptığı gün ışığı kadar açıktır. Dolayısıyla
Amerika’nın gücü biraz da bu şantaj ve şarlatanlığından gelmektedir.
Devletlerarası Durum;
devletlerarası sahnede faal olan büyük devletlerarasındaki ilişkilerin oluşturduğu
yapıdır. Bu yapı çeşitli şekillerde oluşabilir. Ya her devlet yalnız başına bu
yapıyı oluşturmaya çalışır ki bu durumda olan devlette tek devlet olarak
isimlendirilir; Ya da, birçok güç odağından meydana gelir. Veya karşılıklı
paktlar şeklinde örgütlenmeler oluşturulur ki bunlar da güçler dengesi veya
oluşumlar olarak isimlendirilir. Ya da tek bir topluluk veya tek devletler
ailesi şeklinde oluşur. Bu da Kolektif Güvenliktir. Kolektif Güvenlik ile ortak
savunma birbirinden farklı şeylerdir. Kolektif Güvenlik sınırlandırılmamış bir
düşmana karşı yardımlaşmadır. Avrupa Birliği, Şangay İşbirliği Örgütü gibi
birlikler bu kapsama girer. Ortak savunma ise sınırlı, belli bir düşmana karşı
savunma yapmaktır. Buna ise NATO örnek verilebilir. Bir devletin, dünyadaki
diğer devletler üzerinde egemenlik kurma imkânına sahip olarak diğer güçlerin
etkisini yok etmesi ve devletlerarası sahnede etki edecek bir güçten tamamen
yoksun bırakması yukarıdaki birinci grup devlet kapsamına girer. Böylece devlet,
devletlerarası sahnede tek başına söz sahibi olur.
Ancak şu andaki devletlerarası
durum birçok güç odağından meydana gelmektedir. Amerika en güçlü devlettir
sözü, Amerika'nın devletlerarası alandaki durumunu değil ancak Amerika'nın
vakıasını nitelendirmektedir. Zira devletlerarası durum birçok güç odağı
tarafından temsil edilmektedir. Bu nedenle, devletlerarası işlerin çekip
çevrilmesi, katılabilme gücüne sahip birçok devletin katılımıyla
yürütülmektedir.
Örneğin Irak’ın
işgalinde İngiltere’nin ayarttığı Fransa ve Rusya’nın, işgale karşı çıktığı
biliniyor. Daha sonra Amerika’nın Uluslararası sisteme ve Konsey’e yönelik
baskıları sonuç verdikten sonra Fransa ve Rusya ikna edilebiliyor. Yine Mısır’daki darbede de bu Uluslararası
güçlerin ortak hareket ettiği görülebilir. Esed rejiminin ömrünü uzatma ve onun
yedeği Ulusal Koalisyonun oluşturulmasında da Uluslararası sistemin ortak
şekilde hareket ettikleri görülebilir. Yani bazı devletler her ne kadar Uluslararası
siyasete yön verecek güçte olmasa da her devletin kendisine göre belli gücü
bulunmaktadır. Bunlar bir araya gelerek bu gücü oluşturmaktadırlar.
Dolayısıyla şu anda
devletlerarası işlerin çekip çevrilmesi kolektif bir şekilde tamamlanmaktadır.
Yani büyük devletlerin bir araya gelerek toplanmalarıyla gerçekleşmektedir.
Devletlerarası problemler, Güvenlik Konseyinde veto hakkına sahip beş devletin
önüne getirilmektedir. Veto hakkına sahip her devletin devletlerarası siyasette
de söz söyleme hakkı vardır. Çünkü veto hakkına sahip olan devlet, herhangi bir
devlet tarafından konseye sunulan öneriyi düşünme, geçersiz kılma imkânına ve
öneri üzerinde değişiklik yapma imkânına sahiptir. Bu nedenle herhangi bir olay
Güvenlik Konseyinin gündemine resmî olarak gelmeden önce perde arkasında çok
çetin pazarlıklar yapılır. Yapılan pazarlıktan elde edilen sonuca göre ya,
konseyin gündemine getirilir, ya da hiç gündeme getirilmez.
Yakın zamanda
gerçekleşen Suriye ve Ukrayna krizinde olduğu gibi. 15 üyeli kurulda 13 ülke desteklerken
Güvenlik Konseyi üyesi Rusya ve Çin’in veto etmesi kınama bildirisinin
çıkmasını bile engellemiştir. Yine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde
Kırım'da yapılacak referandumu gayrimeşru sayan bir karar tasarısı Rusya’nın
veto etmesi, Çin’in ise çekimser kalmasıyla gündeme alınmadı.
Ekonomik ve parasal
konulardaki problemler hakkında yediler grubunun (ABD, İngiltere, Fransa,
Almanya, Japonya, Kanada ve İtalya) oluşturduğu devletler tarafından düzenlenen
ekonomik zirvelere, ekonomik konuların dışında yalnızca siyasi konularda
konuşabilme şartıyla Rusya'nın katılımına sonradan izin verildi. Yani Rusya
ekonomik açıdan güçlü bir yapıya sahip oluncaya kadar orada yarım koltukluk
hakkı vardı. Putin dönemi ile birlikte Rusya ekonomik konularda da söz sahibi
olmaya başladı. Ukrayna krizinde Kırım'ı
ilhak etmesi sebebiyle, G8 ülkeleri Rusya'nın katılımını askıya aldıklarını
açıkladı.
Buna ilaveten,
devletlerarası durum, büyük devletlere ait aktif bölgelere ve birbirinden
bağımsız ekonomik örgütlere bölündü. Bu durum, Avrupa'daki problemler hakkında
oluşturulan Avrupa Güvenlik ve Ekonomik İşbirliği Örgütünde açıkça görülmektedir.
En azından şu anda Rusya, eski Sovyetler Birliğini oluşturan ülkeler üzerindeki
halinin rolünü sürdürmeye çalıştığı gibi, Varşova Paktını oluşturan ülkelerle
ilgili siyasi ve güvenlik konularında veto hakkını da halen sürdürmektedir.
Etkin ve sürekli bir
şekilde devletlerarası sahnede birçok devletin faal durumda olması, birçok güç
odaklarından meydana gelen devletlerarası durumun gerektirdiklerindendir.
Dünyadaki birinci devlete karşı bir başka devletin rakip olması ise
devletlerarası durumun gerektirdiği şeyden değildir. İkinci Dünya Savaşı’nın
sona ermesinden sonra gerçekleşen devletlerarası durum, güç odaklarından
birisini oluşturan Amerika Birleşik Devletleri ile rakip bir devlet olmaksızın
gerçekleşmişti. Gerçek bir şekilde rakip olduğunu varsaydığımızda, Amerika'nın
karşısında rakip olabilmesi için Sovyetler Birliği’nin birçok sene beklemesi
gerekti.
Amerika Birleşik
Devletleri ve Sovyetler Birliği'nden meydana (geldiği zannedilen)
Devletlerarası durum, sanki birbirlerine mirasçı iki adam gibi birinin ölümüyle
diğerinin tek başına mirasa konması gibi, devletlerarası durumda da Sovyetler
Birliği'nin yıkılmasıyla ABD, tek başına kalmıştır şeklinde bir ifade
söylenemez. Çünkü Sovyetler Birliği'nin yıkılması, ABD'nin evrensel rolüne bir
takım kısıtlamalar ve baskılar koydu. Zira Sovyetler Birliği'nin varlığıyla bir
takım baskılar ve kısıtlamalar altında bulundurulan diğer ülkeler, Sovyetler
Birliğinin yıkılmasıyla adeta bu bağlardan kurtulup özgürlüklerine
kavuşuyorlardı. Bu nedenle Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla Amerika, çok
geniş yelpazeyi kapsayan devletlerarası rolünü sağlayan çok önemli bahaneleri
kaybettiği gibi bunların yerini dolduracak malzeme de bulamamıştır, demek daha
doğru olur. Ancak insanlar Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile Amerika'nın
tırmanışı olaylarını birbirine karıştırdılar.
Güç nisbi olup soyut
ölçülerle kıyaslanamaz. Ancak bir devletin gücü bir başka devletin gücü oranında
kıyaslanır. Örneğin ABD'nin bugünkü gücü ile 1945 senesindeki gücü birbirine
kıyaslanabilir. Yani Amerika Birleşik Devletleri’nin her iki haldeki gücünü
kendi dışındaki diğer devletlerle kıyasladığımızda, ABD'nin bugün 1945 yılına
oranla çok çok zayıf olduğunu görürüz. En güçlü ve sürekli yükselme ivmesi
gösteren Amerika'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yılları, onun için altın
çağ sayılır. Bu nedenle, diğer büyük devletlerin kararlarını etkileme hususunda
Amerika'nın bugünkü gücü, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki gücünden kesinlikle
kat kat zayıftır. Bu nedenle, burada, Güvenlik Konseyindeki diğer büyük
devletler Amerika'nın elinde bir piyondur veya Güvenlik Konseyi Amerika'nın
Dışişleri Bakanlığındaki dairelerden biri haline geldi şeklinde bir söz de
söylenemez. Oysa Amerika Güvenlik Konseyindeki birçok meselede şantajlar yaparak
başarı kazanmaktadır. Ancak şantajlar devletlerarası işlerde hiçbir zaman
Amerika'ya tek adam rolünü kazandırmaya yetmez.
Amerikan liderliğindeki
Batı’nın, özelde İslâm coğrafyası genelde ise tüm dünya üzerindeki bu etkisinin
kırılması, sökülüp atılması hiç şüphesiz güçlü bir ideolojinin bir devlette et
ve kemiğe bürünmesiyle ancak mümkündür. Bu ideolojinin ise, Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın bizlere
gönderdiği son din İslâm olduğundan hiç kimsenin şüphesi yoktur. Kurulacak Hilâfet
Devleti Amerikan hegemonyasına kısmî zarar veren mevcut Kapitalist devletler
gibi olmayacak aksine Hilâfet kurulduğunda Amerika büyük bir hüsrana
uğrayacaktır.
“Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusuf 21)


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış