Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Müslümanların birbirleriyle
olan bağlarını, aralarındaki sevgi ve merhameti, dayanışmanın zirvesini tasvir
eden ve bugün içinde bulunduğumuz dağınıklığa şifa olacak şu mübarek sözüyle
hayatımızın her alanına ışık tutmaktadır:
[مَثَلُ
الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ
الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ
بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى] "Müminler,
birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamette ve birbirlerini korumakta bir
beden gibidir. Ondan bir organ rahatsız olursa, diğer organlar da uykusuzluk ve
ateşle ona iştirak eder."[1]
Bu hadis-i şerif, İslâm akidesiyle kardeş kılınan müminlerin birbirlerine
karşı sevgilerini, merhametlerini ve dayanışmalarını en mükemmel şekilde ortaya
koymaktadır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, tevile yer bırakmayan
bir netlikle, saldırıya uğrayan, haysiyeti çiğnenen kardeşine hiçbir şart ve
kayıt olmadan omuz vermeyi, onun derdini kendi derdi bilip yardımına koşmayı
emretmektedir.
Aynı kaynaktan beslenen bir bedenin organları, yaşanan acıda farklı tepki
verebilir mi? Bir göz ağlarken diğeri gülebilir mi? Akıl ümmetin derdiyle
meşgulken kalp zevki arzulayabilir mi? Kardeşlerinin feryadı kulaklarında
çınlarken insan rahat uyuyabilir mi? Bedeninden parçalar koparılırken insan
yediğinden lezzet alabilir mi? Gazze kan gölüne çevrilmişken nefes alabilir mi?
Ve bütün bunlar olurken yerinde sessizce oturabilir mi? Elbette hayır! Ve zaten
durmaması da gerekir.
Bugün, başta Gazze olmak üzere İslâm coğrafyasının farklı bölgelerinde
yaşanan zulümler, bedenin parçalarına saplanan hançerler gibidir. Gazze
dediğimizde, sıradan bir toprak parçasından değil, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın
mukaddes kıldığı Beytülmakdis topraklarının bir parçasından söz ediyoruz.
Orası; imanın, sabrın ve tevekkülün damarlarına kadar işlediği, izzetin ve
kararlılığın sembolü olmuş müminlerin yaşadığı; sınırları küçük fakat izzeti
sınırsız bir beldedir.
Yaklaşık iki yıldır, insanlık tarihinin görmediği bir vahşetle, bu halk
topyekûn soykırımla imha edilmeye çalışılıyor. Yüzölçümü sadece 365
kilometrekare olan bu küçücük beldede bomba düşmeyen tek bir karış yer kalmadı.
Hastaneler, okullar, pazar yerleri, parklar, mülteci kampları —kısacası hayatın
her alanı— yerle bir edildi. On binlerce masum; çocuklar, kadınlar, yaşlılar
katledildi. Gazze, vahşi Batı’nın çirkin yüzünün en çıplak şekilde ortaya
çıktığı yerdir.
Kandan beslenen Yahudi varlığını ayakta tutan, başta ABD kâfiri olmak üzere
pek çok Batılı ülke, ona silah, para, lojistik, istihbarat ve diplomatik kalkan
sağlamaktadır. Ve bütün bu katliam şebekesinin karşısında, ellerindeki birkaç
basit roket dışında imkânı olmayan, ancak yüreklerinde Allah’a güven ve zafer
inancı taşıyan bir avuç mücahit ve onlara destek olan şerefli Gazze halkı
durmaktadır. Onlar, dünyanın en donanımlı işgal gücünü iki yıldır Allah’ın
yardımıyla durdurmakta ve bu direniş kâfirlerin korkulu rüyası olmaktadır.
Silahın kıramadığı, açlığın dize getiremediği, bombaların teslim alamadığı
bu direniş karşısında Yahudi varlığı, ahlaksızlığın ve vahşetin sınırlarını
zorlamaktadır. Aylarca 2 milyon Müslümanı aç bırakmakta, yardımların girişini
engelleyerek onları teslim almaya çalışmaktadır. Modern dünyanın en gelişmiş
silahlarına, teknolojiye ve imkâna sahip oldukları hâlde küçücük Gazze
karşısındaki acziyetleri Batılı kâfirleri çılgına çevirmektedir.
Düşünün; bunca teknik, teknolojik imkân seferber edilmiş, yetmemiş her
türlü silah ve parasal destek önlerine serilmiş, bunlar da yetmemiş 57 İslâm
beldesinin yöneticilerinin iradelerine ipotek konulup aykırı bir ses dahi
çıkaramaz hâle getirilmiş. Fakat buna rağmen sadece yardımı âlemlerin Rabbi
olan Allah’a tevdi eden bu onurlu Müslümanlar, izzetin kime ait olduğunu
göstermişlerdir.
Evet, 21. yüzyılda —bolluğun, konforun, imkânların zirvede olduğu bir çağda—
2 milyon Müslümana yardımı çok gören, devasa ordulara ve sayısız zenginliklere
sahip yönetimler, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde
tarif ettiği kardeşlik şuurunun tam zıddına hareket ederek zalime destekçi
olmaktadır.
Gazze, önce kendi halkını ve mücahitlerini birleştirdi. Ardından onurlu
direnişleriyle insaf sahibi Müslümanları bir araya getirdi ve hâlâ getirmeye
devam ediyor.
Yaşanan bu vahşetin son bulması için, sınırsız imkânlara sahip yöneticilere
her gün bedenimizden parçaların koparıldığını hatırlatmak farzdır. Bir vücut
olan ümmetin her ferdi, Gazze’ye sahip çıkmak ve elindeki bütün imkânları
seferber etmek zorundadır. İşte bu sorumluluk bilinciyle 27 Temmuz’da
Ankara’da, AK Parti Genel Merkezi önünden Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne doğru
“Sözü Muhatabına Söylemeye Var mısın?” başlığıyla Köklü Değişim öncülüğünde
büyük bir yürüyüş düzenlendi. Türkiye’nin dört bir yanından bu çağrıya icabet
eden farklı cemaatler, vakıflar, dernekler ve münferit Müslümanlar; on binlerce
yürek, Gazze’nin bereketini, birleştirici ruhunu ve kardeşlik tadını yakinen
hissetti.
Bu yürüyüş, ümmetin yıllardır özlemini çektiği birliktelik ruhunun canlı
bir örneği oldu. Sonuçta bu amel birçok mevzide Müslümanların kazancına vesile
olacaktır. Filistin, Gazze ve Mescid-i Aksa hassasiyetini yüreklerinde taşıyan
binlerce Müslüman; aynı acıyı hisseden, aynı hedefe yönelen, aynı imanı
paylaşan bir vücudun azaları olduklarını fiilen tekrar göstermiş oldu.
Müslümanlar, fikrî ve fıkhî ayrılıklarına rağmen, öncelikler fıkhını
gözeterek; mezhep, meşrep ve isimlerini bir kenara bıraktı. Selefî, Sûfî,
Mâturîdî, Eş’arî… Gazze için bir araya geldi. Bu birliktelik, Müslümanlar için
sevinç, düşmanlar için ise kahır sebebidir. Çünkü bu tür eylemler, ümmetin
derinliklerindeki vahdet ruhunun hâlâ canlı olduğunu ve bir siyasi otorite
etrafında birleşme bilincinin hiç de uzak olmadığını gösteren işaretlerdir.
Gazze gerçeği, Müslümanların varlıklarını korumaları ve hedeflerine güçlü bir
şekilde ulaşmaları için esas meselelerde birleşmenin zaruretini bir kez daha
gözler önüne sermiştir. Ankara’daki bu yürüyüş, insaf ve vicdan sahibi tüm
Müslümanların, farklı coğrafyalarda olsa da kardeşlerinin derdiyle
dertlendiğini, acılarının ortak olduğunu tüm dünyaya ilan etmiştir.
Bu amel aynı zamanda, 23 aydır süren Gazze katliamı karşısında
yöneticilerin basit kınamalar ve hamasî söylemlerle artık halkı
avutamayacakları gerçeğini yüzlerine haykırmıştır. Gazze, bizi bu amel ile
birleştirdi. Artık söz, muhatapsız ve kimliksiz bir retorikten çıkıp doğrudan
muhatabına iletilmelidir. Bu yürüyüş, bütün camialara bu gerçeği göstermiştir.
Bundan böyle yapılacak eylemlerin yönünü belirleyen bir pusula misali, bu
amel yol gösterici olacaktır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
“bir vücudun azaları” benzetmesi, bu hissiyatın daimî olmasını emreder. Bunun
için ise Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın şu ayeti hiçbir zaman akıldan
çıkarılmamalıdır:
[وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمِيعًا وَلَا
تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاءً
فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ
عَلَىٰ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ
اللّٰهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ] "Hep
birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size
olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah
gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir
ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah
size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız."[2]
Evet, Gazze bir iman meselesidir. Ve bu şuurla hareket eden Müslümanları
birleştirmektedir. Gazze; sadıkları yalancılardan, kalbi ümmet için atanları
menfaatperestlerden, cesurları korkaklardan, hak için meydanda olanları
karanlığa taş atanlardan, kardeşlerini nefsine tercih edenleri nefsini ilah
edinenlerden ayırmaya devam etmektedir.
Bu amel, geçimini utançla sağlayan, sarayların etrafında dönen “sözde
aydın” trolleri rahatsız etmiştir. Onların bu rahatsızlığının sebebi,
yöneticilerin pasifliğini, acziyetini ve ihanetini örtme görevlerinden ileri
gelir. Yöneticilerin kınamaktan öteye gitmeyen açıklamalarını büyük bir iş gibi
gösterdiler. Yalanlar üzerine kurdukları sözüm ona Gazze hassasiyetinin koca
bir aldatma olduğunu gizleyebildiler. Aylardır kelime oyunlarıyla, yapılmayan
şeyleri yapılmış gibi pazarlayarak halkın duygularını yöneten bu zümre, Gazze
hassasiyetini koca bir aldatmacaya dönüştürmüştür. Onlar için bu yalan
pazarının devamı hem iktidarların hem de kendi makamlarının garantisidir.
Gazze’de kadınlar ve çocuklar katledilirken, halk açlık ve susuzlukla
teslim alınmaya çalışılırken; bu zulme son verecek gücü elinde bulunduran
yöneticilere sorumluluklarını hatırlatmak, asalak zihniyetin en büyük
korkusudur. Orduları harekete geçirmenin vacip olduğunu söyleyenlere karşı
edilen iftiralar ve hakaretler, bu nasipsiz güruh, başkalarının dünyalık
menfaatleri uğruna kendi ahiretlerini satacak kadar zavallı olduklarını bütün
dünyaya ilan etmiştir.
Müslümanlar için kâfir Yahudi varlığı ile iğne-iplik ticareti dahi
ihanettir. Onlar, sağlanacak maddî menfaati ayaklarının altına alır, bu uğurda
her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarını ilan ederler. Yahudi kâfirinin
başını ezecek her girişimi desteklemek, imanlarının gereğidir. Ancak hâlâ
diplomatik ilişkiler, ticari faaliyetler, istihbarat iş birlikleri ve NATO
üsleri üzerinden Yahudi varlığına doğrudan ve dolaylı destek verilmekte; buna
sessiz kalmamız istenmektedir. Şeref sahibi hangi Müslüman bu ihanete sessiz
kalabilir ve “dilsiz şeytan” olmayı göze alabilir?
Şer'i nasların rehberliğiyle görüyoruz ki, zulüm kimden gelirse gelsin,
nereden yükselirse yükselsin, ona karşı durmak imanımızın gereğidir. Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[مَنْ رَأَى
مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ
فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذَلِكَ أَضْعَفُ
الْإِيمَانِ] "Kim bir kötülük
görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse
diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle düzeltme
cihetine gitsin (buğzetsin); bu ise imanın en zayıf derecesidir."[3]
Artık vakit, özelde Gazze’de, genelde ise ümmetin her coğrafyasında yaşanan
zulümleri kökünden söküp atacak, bütün Müslümanları tek bir bayrak altında
toplayacak siyasi otoritenin inşası vaktidir. Müslümanlar yalnızca acılar
karşısında değil; sevinçlerinde, zaferlerinde, özlem duydukları izzetli günlere
ulaşma yolunda da bir araya gelmelidir.
Bir asırdır ümmet, sahipsiz bırakılmış; ulus-devlet sınırlarına ve kukla
yöneticilere mahkûm edilmiştir. Sömürgeci kâfirler bu boşluğu fırsata çevirmiş,
topraklarımızda cirit atmış, zihinlerimizi kirletmiş, kaynaklarımızı talan
etmiş, kanımızı ve ırzımızı ayaklar altına almıştır. Bu, bizden olmayan
düzenlerin ve bize ait olmayan yönetimlerin eseridir. Artık bu kirli parantezi
kapatma vakti gelmiştir.
İzzet dolu 14 asırlık İslâm yönetim sistemi olan Hilâfet, yalnızca duygusal
bir talep değil; vakıanın zorunlu kıldığı şer’i bir emir ve tarihin şahitlik
ettiği bir hakikattir. İki milyar Müslüman’ın dağınık hâlde, kendisine ait
olmayan rejimler altında enerjisinin sömürülmesine rıza gösterilemez. Dünyanın
dört bir tarafında Müslümanlar soykırımlara maruz kalırken, katillerinden medet
ummaya mahkûm edilmesi caiz değildir.
Sahipsiz ve kalkansız kalması caiz değil. İslâm
dışı yönetim ve sistemlerin üzerimizde tahakküm kurması caiz değil. Yahudi
varlığının kutsal toprakların tek bir santiminde dahi işgalci olarak kalması
caiz değil. Ve yine diğer kâfirlerin topraklarımızı askerî üs, operasyon
merkezi, ileri karakol olarak kullanmasına fırsat verilmesi caiz değildir.
Bu ümmet, bu çirkin tabloyu ortadan kaldıracak güce ve iradeye sahiptir.
Yerel ölçekte dahi Müslümanlar, birleşince neler yapabileceğini göstermiştir.
Son olarak Gazze için kurulan bu birliktelik bunun canlı delilidir. Şimdi
yapılması gereken, bu dayanışmayı daha ileri taşıyarak tüm sorunlarımızı kökten
çözecek siyasi iradeyi ortaya koymaktır.
Bunun yolu, doğru bir yöntem ve kararlı bir fikrî-siyasi mücadele ile
İslâm’ın yönetim sistemi olan Hilâfet’i yeniden ikame etmektir. Hilâfet hem
fikrî hem duygusal hem de toplumsal anlamda ümmeti birleştirecek yegâne
çimento; izzetli bir ümmet olmanın anahtarıdır.
Gazze, bize sadece bir acıyı değil; ümmetin yeniden toparlanabileceğini,
yeniden tek bir beden olabileceğini, yeniden izzetini kuşanabileceğini
göstermiştir. Şimdi bu hakikati kelimelerde değil, hayatta var etmek için
çalışma zamanıdır.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış