Allah’ın varlığına
iman etmek, insanlık tarihi kadar eski değil bilakis ilk insanla birlikte
başlayan bir hakikattir. Çünkü ilk insan Âdem Aleyhi’s Selam ilk
peygamberdir. Allah’a iman etmiş ve insanları Allah’ın varlığına ve birliğine
davet etmiştir. İnsanlar ne zaman Allah’ın varlığını inkâr etmiş veya şirk
koşmuşlar ise işte o zaman Allah insanlara küfürden yeniden imana dönsünler
diye peygamberler, kitaplar göndermiştir. Allah’tan gelen bütün dinlerin esası
Allah’ın varlığını ve birliğini anlatan tevhid esaslıdır. Şeriatlar zaman zaman
değişiklik gösterse de iman esasları değişmemiştir. Bu yüzden tarihin her zaman
diliminde insanların bir kısmı mutlaka Allah’a tevhid üzere iman etmişler,
bazıları ise şirk ve küfür üzere inanmışlardır...
İslâm’ın hayatta
tatbik edildiği dönemlerde İslâm’a fevc fevc iman eden insanlar maalesef bugün
İslâm’ı öğrenme konusunda bile zorlanmaktadır. İslâm’ın hidayetinden ve
rahmetinden uzaklaşılan günümüzde ise inançsızlık her geçen gün artan bir vakıa
hâline geldi. Özellikle Batı toplumları küfür ve isyanda ileri giderek tarihin
karanlıklarındaki inançsızlığı bugüne bütün boyutları ile taşıdılar. İnsanlar “modern”
olarak isimlendirdikleri bu çağda yeni yeni isimler ile moda ve popüler kültür
adına bütün değerleri inkâr etti, ediyor. İnkârcılığın ismi ateizm, deizm, agnostisizm,
nihilizm, liberalizm, satanizm, pragmatizm, makyavelizm, laiklik, demokrasi ve
benzeri kavramlar ile tanımlanıyor! İsimler ne kadar çeşitlense değişse de
mantalite hep aynı aslında, değişen bir şey yok. Özü şirk ve küfür olan bu
sapık akımlar, gerici bir anlayış ile varlığını devam ettiriyor. Ben bu
makalemde, bu sapık inkârcılığın en tehlikelilerinden ikisi olan “deizm”
ve “ateizm” üzerinde biraz duracağım, inşaAllah.
Ateizm, kendi içinde
farklı tanımlamalar olsa da en yalın ifade ile tanrı tanımayan, hiçbir şeye
inanmayan insanların küfrünü ifade ediyor. Tarihi çok eskilere dayanan bu
sapkın anlayışın ekolleşmesi ve bir öğreti hâline gelmesi çoğu felsefi akımda
olduğu gibi Eski Yunan'a dayanıyor. İlk Çağ’da maddeyi bütün varlıkların
kaynağı ve yaratıcısı olarak gören, yani Allah yerine maddeye tapan maddeci
ateizmin ilk temsilcisi Yunanlı filozof Democrite’dir. Democrite’den sonra
bu düşünceyi diğer bir filozof Epiküros geliştirmiş ve “Epikürcüler”
diye bilinen felsefi ekolü kurmuştur. Epikürcülerin temel düşüncesine göre
tabiatın işleyişinde tanrı inancına gerek yoktur. Kâinat sonsuz atomlardan
oluşmuştur. Orta Çağ’da bu düşünce kendine çok yer bulamamıştır. Bunun nedeni
ise kiliseye karşı olanların ölüm cezası ile cezalandırılmasıdır.
18. asırda dine
karşı tepkiler koyan düşünürler olduysa da ateizm 19 ve 20. asırda Marx,
Engels, Troçki, Feuerbach ve Lenin’in görüşleri ile varlığını devam
ettirmiştir. Özellikle Marx ve Lenin’in bu düşünceyi ideolojik olarak bir
devlet kurarak uygulaması milyonlarca insanı etkilemiş, dünya savaşlarının
çıkmasına neden olmuştur. Sosyalizm, devlet eliyle bir nizam olarak yaklaşık 70
yıl uygulanmış ancak insanlığa sunduğu kan, gözyaşı, mutsuzluk ve
huzursuzluktan dolayı yıkılmıştır. Bugün bu düşünceye sahip olan devletler olsa
da ideolojik olarak komünist veya sosyalist bir nizam ile yönetilmemektedir…
Deizm, Latincede “tanrı”
anlamına gelen “deus” kelimesinden türetilmiş olup Grekçede yine “tanrı”
anlamındaki “theostan” gelen “teizm” terimiyle aynı sözlük
anlamına sahiptir. Deizm, hayata müdahale etmeyen bir tanrı inancına dayanır.
Din ve hayat ile ilgili bütün bilgiler insan aklından çıkmalıdır. Bu yüzden
deizm peygamber, kutsal kitap, cennet ve cehennem, melek ve şeytan gibi bütün
kavramları inkâr eder, sadece bir yaratıcı olarak tanrının varlığını kabul
eder. Bu düşünceye göre hayat ile ilgili bakış açısı doğa, bilim ve akıl ile
elde edilebilir…
Deizm,
Hristiyanlığın yaşadığı kilise ve krallığın baskılarında ve Batı medeniyetine
has tarihî şartların varlığından dolayı 17. asırda özellikle İngiltere’de
kullanıma çıkmıştır. Deist kavramının ilk defa Piere Viret'in “İnanç ve
İncil Öğretisi Eğitimi” adlı 1564 tarihli eserinde kullanıldığı kabul
edilmiştir. Bu dönemde Hristiyan deistler olarak anılan bazı düşünürler,
Hristiyanlığa inanmakla birlikte aklın da aynı gerçeklere ulaşabileceği, bir
tabiî din kurabileceği ve nihayet ıristiyanlık ile akıl arasında hiçbir çatışma
olmadığı şeklinde tezler ileri sürmüşlerdir...
Deizmin Avrupa’da
en çok yaygın olduğu ülke İngiltere idi. İngiliz deizminin babası olarak kabul
edilen Cherbury’li Lord Herbert (ö. 1648), Tanrı’ya ve ahiret hayatına
inanmakla birlikte kutsal metinlerin doğruluğu konusunda ciddi kuşkular
beslemiş, din adamlığı kurumunu şiddetle eleştirmiş, ayrıca evrensel gerçekleri
kavramaya aklın yeteceğini savunmuştur. Onun takipçisi Charles Blount (ö. 1693)
bir deist olduğunu açıkça beyan eden ilk düşünürdür. İntihar ettikten sonra
yayımlanan “Summary Account of the Deist’s Religion” (1693) adlı eseri
deist fikirlerin yayılmasında hayli etkili olmuştur. Daha sonra John Toland (ö.
1722) Christianity Not Mysterious (1696) ve Matthew Tindal (ö. 1733), “Deistlerin
mukaddes kitabı” olarak anılan “Christianity as Old as the Creation”
(1730) adlı eserinde deist fikirleri açmışlar ve yaygınlaştırmışlardır. Bilim
geliştikçe ve kilisenin insanlar üzerindeki baskısı arttıkça hayata bakış açısı
konusunda elde edilen bilgiler dinin tartışılmasına yol açmış ve zaman içinde “din
olmadan da hayat yaşanabilir” konumuna gelinmiştir.
Hak bir dinden uzak
yaşayan yüz milyonlarca insan hâlâ bu sapkın düşünceye inandığını söylüyor.
2016’da National Geographics’in yayımladığı çalışmaya göre dünyada tanrı inancı
giderek zayıflıyor, ateist ve agnostiklerin sayısı ise artıyor. İngiliz
Dailymail gazetesinin haberine göre ise dünyadaki ateist sayısı 1.5 milyar
civarında. En çok ateistin yaşadığı
ülke %49 ile Çin. Onu Japonya, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Avustralya ve
İzlanda takip ediyor.
Tarihî süreçleri de
göz önüne alındığında gerek ateizmin gerekse de deizmin çıkış nedeni insanların
dini anlamamaları veya yanlış dinlere olan tepkileridir. Özellikle Batı’da
kilise ve kralların din adına insanlara zulmetmeleri, insanların dinden
soğumasına ve alternatif bir inanç yolunu bulmalarına sebep oldu. Aynı
dönemlerde İslâm’ın hâkim olduğu coğrafyaların hiçbirinde bu şekilde bir
inançsızlık ortaya çıkmamış ve kabul görmemiştir. Çünkü her insanda düzen koyan
yaratıcı Allah’a iman etmek fıtridir ve bu vicdan yoluyla gelir. İslâm,
Müslümana vicdanla beraber aklı kullanmayı, Allahu Teâlâ’ya imanda aklı hakem
kılmayı farz kılmıştır ve taklit etmeyi yasaklamıştır. Aklın bulduğu, fıtrata
uygun ve vicdanının da kabul ettiği bir ölçü ile iman eden insanlar yakîn bir
iman ile iman etmişler ve imanlarından asla vazgeçmemişlerdir. Bu iman ile
İslâm nizamına sımsıkı bağlı kalınmış ve Müslümanlar 13 asır boyunca dünyanın
birinci devleti olmuşlardır. İslâm hem indiği dönemdeki insanları hem de diğer
zamanlardaki ulaştığı tüm toplumları mükemmel bir şekilde değiştirmiş ve
kalkındırmıştır. İslâm ile toplumlar hem inanç hem de nizam konusunda zirvelere
ulaşmıştır.
Ancak bugün tıpkı
Hristiyan dünyanın yaşadığı şekli ile laiklik ülkemizde de uygulanmaya
başlamış, İslâm’ın hayat ile ilgili tüm bağları kesilmiş, din adına hurafeler
ortaya çıkmış, insanların duyguları sömürülmüş, din adına konuşanlar
engellenmiş, birilerinin zulmü İslâm’a mâl edilmiş, inananların inandıkları
şekli ile yaşamalarının imkânı azalmış ve insanların dine bakışları
farklılaştırılmıştır. Bu yüzden İslâm tarihimizde vuku bulmayan hadiseler
yaşanmış, Müslümanların yaşadığı toplumda bu batıl düşüncelere inanan ve
kendini bu şekilde tanımlayan insanlar çıkmıştır. Bunu, yapılan iki araştırma
anketi ile izah etmek mümkündür.
KONDA’nın 2015 yılı
araştırmasına göre Türkiye’de ateistlerin nüfusa oranı yüzde 2,9 hatta bu oran
yıllara göre yükseliyor. MAK Danışmanlık Şirketi’nin yaptığı “Dinî Değerler”
araştırmasında ise “Allah’ın varlığına ve birliğine, bizi yaratıp
yaşattığına inanıyor musunuz?” şeklindeki sorulan bir soruya %4 civarında “Hayır.”,
%6 oranında “Evet, Allah’ın sadece varlığına, bizi yarattığına inanıyorum
ama her şeye karıştığına, karışacağına inanmıyorum.”, %4 ise “Cevap
vermek istemiyorum.” seçeneğini seçmişlerdir. Tam anlamıyla “evet”
diyenlerin oranı sadece %86. Mesela, “Meleklere inanıyor musunuz?”
sorusuna “Evet, inanıyorum.” diyenler %75 iken %15’lik bir kesim “Gözümle
görmediğime inanmam.” şeklinde cevap vermiş, %10 oranında kişi ise bu
soruya cevap vermek istememiştir.
Elbette bu
araştırma anketlerinin sonucu %100 doğruluk ifade etmeyebilir. Ancak bunlar
bizlere gidişat ile ilgili bir bilgi veriyor. İslâm ile müşrik ve kâfir
kabileler İslâm’a fevc fevc girdiği hâlde bugün neden bu olmuyor? Dün şer’î
hükümlere bağlılıkta ihmalkâr davranmayan Müslümanlar bugün neden inançlarını
değiştiriyor? Bunun elbette birçok nedeni var. Ancak ben bazılarından
bahsetmeye çalışacağım.
Gençlerin bu
şekilde inananlarının çoğu popüler kültürün, dizilerin, seküler yaşamın etkisi
ile kendisini “ateist”, “deist” olarak tanımlıyor. Bu gençlerin
hayata bakışları, akide konuları zaten boş olduğu için bu akımlar boşluğu
istediği şekilde doldurabiliyor…
Bu gençlerin çoğu
İslâm’ın hayat hakkındaki nizamlarından habersiz. Bildikleri tek şey ortada
dolanan İslâm adına uydurulan yalanlar. Mesela deist olan birisinin şu sözleri
bu cehaletin güzel bir örneğidir: “Yolda
şarkı söylerken seke seke yürüyebilmek istiyorum. İslâm buna izin vermiyor.”
Başka bir neden ise
bu sapıklıkların “inanç hürriyeti” olarak güzel gösterilmesi, İslâm’ın
ise çağdışı olduğunun sürekli zihinlere işlenmesidir. Şöyle bir düşündüğümüzde
tepeden tırnağa hayatın her alanına sınırsız özgürlük anlayışı hakikatmiş gibi
insanların bilinçaltına işleniyor. Din ve vicdan hürriyeti kapsamında İstanbul
Valiliği’nin izni ile önce 2014 yılında “Ateizm Derneği” 18.09.2018
tarihinde “Deizm Derneği” kurulabiliyor. Faaliyetlerini rahat şekilde
yapabiliyor. Ayrıca Gaziantep’te Arjantinlilerin, Van’da Korelilerin ve benzeri
şekilde gençleri zehirleme çalışmalarının olduğu biliniyor. İslâm’ın esaslarına
saygı duymayanlar saygı bekliyor, hoşgörülü olunmasını talep ediyor.
Bir kısım ateist ve
deistler ise “Dindar dediklerinizin ahlakı, siyaseti, ekonomisi bu ise ben
dindar değilim.” diyerek başka arayışlar içine giriyor ve etkileniyor.
Özellikle son yıllarda beşerî sistemlerin tüm bozuklukları sözde İslâmcıların
uygulamaları ile İslâm’a mâl ediliyor. Bu da tepki ile dine düşman olan
insanların oluşmasına neden oluyor. Bu gençler İslâm’ı kaynaklarından öğrenmek
yerine pireye kızıp yorgan yakıyor.
Başka bir neden de
anlatılan İslâm ile yaşanılan hayatın birbirinden farklı olmasıdır. Özellikle
gençler sözde vicdanlarını rahatlatmak adına, daha rahat günah işlemek,
topluma, zamana, Batı’ya ayak uydurma adına bu düşüncelere kapılabiliyorlar.
Mesela “Ben inanıyorum, Müslümanım ama
artık mini etek giymek, erkek arkadaşlarımla kol kola gezmek istiyorum.” diyen
bir kız bu yüzden bu sapıklıklara meyledebiliyor. Olması gereken, inancına göre
bir hayat yaşamaktı ama bu anlayışı alamayan gençler bu hataya düşüyor.
Özetle bu sapık
inançsızlıkların yayılması İslâm’ın anlaşılmaması, yaşanmaması, tatbik
edilmemesi ve taşınmamasından kaynaklanıyor. İslâm bugün akide ve nizamları ile
bir ilçede dahi yaşanamıyor. İslâm dışı anlayışlar ruhbanlık, felsefe,
demokrasi, laiklik, milliyetçilik, vatancılık gibi birçok kavram İslâm’danmış
gibi gösteriliyor. İslâm’ın nizam boyutu hayatımızın hiçbir yerinde kâmilen
uygulanamıyor, yasaklanıyor. Bilinenler elin kesilmesi, recm, kısas hükümleri,
çok evlilik ve sair… Bunlar üzerinden İslâm’a saldırılıyor, İslâm’ın sorunları
çözmediği, güncellenmesi gerektiği, sözde İslâmcılar tarafından anlatılıyor.
Ateist ve deist
anlayışların bugün devletler eliyle uygulanması, “Allah var ama hükmü yok!”
dercesine hüküm konusunda beşerî sistemlerin varlığı gençleri bugün etkiliyor.
Krallıklar, demokrasiler, cumhuriyetler deizmin ve diğer izmlerin zeminini
toplumlara sürekli aşılıyor.
Bu sapık akımlardan
ancak İslâm’ın akide ve nizamlarına sarılmakla kurtulabiliriz.
Evet, ateizm ve deizm gibi bütün batıl düşünceler Batı’dan topraklarımıza
gelmiştir. Bugün birilerinin ifade ettiği şekli ile “Dış güçlerin bir
oyunudur.” Bununla mücadele ise demokrasiyi, laikliği, Batı’nın kanunlarını
uygulamakla değil İslâm nizamına dönmekle olur.
İslâm akidesi
zihniyetin tüm alanlarını mükemmel şekilde ikna ederek doldurur. İslâm
akidesine iman eden bir mümin için boşluk olamaz. Bu yüzden popüler kültür,
diziler onu etkileyemez.
İslâm’a zıt olan tüm düşünce ve nizamlar insanların zihin ve
hayatlarından çıkarılmalıdır. İslâm nizamı bu tür yaklaşımların tamamının önüne set
olur ve insanların aldatılmaları engellenir. Bu ve benzeri düşüncelere asla
saygı duyulmaz, hoş görülmez ve izin de verilmez!
Bugün insanlığın
başına bela olan bu akımlar, izmler tepkiseldir; boşluktan kaynaklanır, var
olan rejimlerin desteği ile insanları etkilemektedir. İslâm nizamı ile bu
akımları besleyen cehalet bitecek, boşluklar İslâm ile doldurulacak, tepkisel
nedenler ortadan kalkacak ve en önemlisi beşerî sistemler olmayacak… İşte o
zaman insanlar dün olduğu gibi bugün de İslâm’ın hidayeti ile karanlıklardan
aydınlığa çıkarak kalkınacaklar. Bunun yolu ise İslâm’ı sahih kaynaklarından
öğrenmek, akide ve nizamlarını insanlara anlatmak ve Râşidî Hilâfet Devleti’ni
kurmak için çalışmaktır.
وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ
وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ
عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ
“Dediler ki: O (hayat dedikleri) şey, dünya
hayatımızdan başkası değildir; ölürüz, diriliriz ve bizi ancak dehr (zaman)
helâk etmektedir. Hâlbuki onların bu sözlerinde hiçbir ilimleri yoktur. Onlar
ancak zanda bulunuyorlar.”[1]


Yorumlar