Filistin meselesi bir
coğrafya meselesi değil iman meselesidir. Filistin, Gazze veya Kudüs sorunumuz
yoktur. Sorun, kutsal topraklardaki işgalci Yahudi varlığı “İsrail” sorunudur.
“İsrail” diye bir devlet yoktur, sığınmacı olarak geldikleri topraklarda istilacı
olmuş bir millet vardır. Çözüm ancak sorunun ortadan kaldırılması ile
mümkündür. Bu ise; işgalci Yahudi varlığının topraklarımızdan sökülüp
atılmasıdır.
İşte bu Yahudi
varlığı “İsrail”, 75 yıldır ABD ve Batı’yı arkasına alarak, Mescid-i Aksa’yı
kirletti, Müslümanları katletti, topraklarımızı işgal etti, Filistinli
Müslümanları en temel insan haklarından bile mahrum etti. Şimdi ise Gazze’de
bir aydır, İslâm ülkelerindeki korkak ve hain rejimlerden aldığı destekle
hiçbir uluslararası hukuk ve anlaşmayı dinlemeden, fosfor bombası dahil her
türlü silahı kullanarak Gazze’yi yerle bir ediyor. Bütün dünyanın gözünün içine
baka baka çoluk çocuk, genç yaşlı, hasta insanlar; ev, cami, okul ve
hastanelerde şehit ediliyor!
Bu vahşet ve katliam
bütün dünyanın gözü önünde yapılıyor. Gazze uyandı ve İslâm beldelerini,
insanlığı uyandırdı. Allah yolunda cihat eden müminlerin operasyonları ve
duruşları ümmetin uyanışına vesile oldu. Mücadele, cihat ve uyanış, İslâm
beldelerinde bir meşale gibi yandı ve her tarafı aydınlattı. Müslümanlar tek
ses oldular. Türkiye, Ürdün, Lübnan, Pakistan ve daha başka beldelerde
meydanları doldurdular, sınırlara yürüdüler. Filistin halkının yanında
olduklarını gösterdiler. Dualar ile yetinmediler; boykot, eylem ile
yöneticilere ve ordulara seslendiler. Hatta ABD, Fransa, Yunanistan, İngiltere
gibi Batılı ülkelerde bile Hıristiyan, hatta Yahudi ve farklı dinlere mensup
olan vicdanlı insanlar katliam karşısında meydanlarda yürüdüler, kendi
yönetimlerini eleştirdiler. İnsanlık ve Müslüman halklar ellerinden geleni
yaptı, Filistin ve özellikle Gazze halkı da yapılması gerekeni yaptı!
Batılı devletlerin desteğiyle
bile kara harekâtı yapmaktan korkan, korkaklığını tüm dünyanın gördüğü
Yahudiler yenilgilerini gizlemek için katliam üzerine katliam yapmaya devem
ettiler. Masum insanları katletmenin fetvasını katil hahamlardan alarak
vahşetlere imza attılar. Batılı kafirler baştan itibaren terörist “İsrail’in”
yanında yer aldı ve katliama ortak olduklarını açıkladılar. İnsan hakları,
demokrasi, hukuk, ahlak gibi kavramları bir anda unuttular; katil, zalim ve
vahşi olduklarını tüm dünyaya bir kez daha gösterdiler!
Gazze’de pak Müslüman
kanı mübarek toprakları sularken, Müslümanların başındaki yöneticiler yardım
etmek yerine tarafsız kaldılar. Bazıları ise Yahudi varlığının yanında yer
alacak kadar alçaldı. Adını bilmediğimiz ülkeler diplomatlarını, elçilerini
çektiği halde 57 İslâm beldesindeki yönetici, katliamı durdurmak adına
tek bir somut adım bile atmadı. İran dışında tehdit eden bile olmadı; Onun tehdidi
de her zaman olduğu “dostlar alışverişte görsün” minvalinde oldu.
El Kassam Tugayları
Sözcüsü Ebu Ubeyde’nin çağrıları, İslâm beldelerinde yöneticilerin durumunu
gösteriyordu: “Arap ve İslâm dünyasının liderlerine, ekranlardan izledikleri
savaşın kalbinden sesleniyorum. Biz sizden ordularınızı harekete geçirerek
Gazze’deki çocukları savunmak için savaşmanızı, en kutsal mabedinizi
savunmanızı beklemiyoruz. Ancak sınır kapısında bekleyen yardımları hareket
ettiremeyecek kadar da mı acizsiniz?” Evet, onlarca ülke, milyonların
olduğu ordular, imkanlar vs. olmasına rağmen ekmek ve suyu bile kardeşlerimize
ulaştıramadılar. 2 milyar İslâm alemi, 8 milyonluk Yahudi karşısında
aşağılandı, horlandı ancak yöneticiler harekete geçmediler.
İslâm İşbirliği Teşkilatı katliamlardan günler
sonra toplanmak zorunda kaldı ve her zaman yaptığı gibi Yahudi varlığını şiddetle
kınamakla yetindi. “İsrail”i koruma misyonu üslenen Arap rejimleri ihanetlerine
bir yenisini daha eklediler. Çünkü “İsrail” katliam yaptığında onu koruyan ve
Müslüman halkları engelleyen bu rejimlerdi. Bu rejimlerden emin olan ABD ve
Yahudi varlığı, her türlü zulmü Müslümanlara reva gördü.
Müslüman Arap
halkları, Aksa için savaşmaya can atarken bu hainler, Yahudilere zarar gelmesin
diye birbirleriyle yarıştılar. Mısır Devlet Başkanı Sisi, askerlerini uyardı,
halkına engel oldu. Ürdün Kralı Abdullah, sınırları tutma ve “İsrail”e atılan
füzeleri durdurmaya çalışırken halkının Filistin için eylem yapmasına ve
sınırları geçmesine engel olarak üzerlerine kurşunlar yağdırdı. Suud Krallığı
her zaman olduğu gibi “dilsiz şeytan” rolüne büründü; katliamlar yaşanırken başkent
Riyad’da eğlence şölenleri düzenletti. Diğer İslâm beldelerinin başında oturan
ve kafirlere karşı yumuşak, müminlere karşı sert ve katı olan yöneticiler de
benzer şekilde hareket ettiler. Tahtları hak ve halkları nezdinde meşru olmayan
bu yöneticiler, ümmet nezdinde bir kez daha ne kadar hain olduklarını
gösterdiler! Gazze gece gündüz vurulurken ve ümmet feryat ederken yine göstermelik
şov yapan İran da zulme engel olacak adımları atmadı. Suriye'de Müslümanları
katletmek için bölük bölük seferber olan İran'ın Lübnan'daki partisi, kuzeyden
cılız operasyonlarla yetindi. İran, bildik hamasi söylemleri ile bir kez daha
Filistin davasını istismar etti.
Peki, “büyük Türkiye
ve dünya lideri” Cumhurbaşkanı Erdoğan ne yaptı? Terörist Yahudi varlığı
vahşice saldırmaya başladığında Cumhurbaşkanı İstanbul’da Ortodoks kilisesi
açıyordu. Gazze halkı yardım çağrılarını dünyaya duyurduğu ilk günlerde “Gün,
fevri değil devlet aklıyla, soğukkanlılıkla ve insanlık vicdanıyla hareket etme
günüdür.” dedi ve tarafların talep etmesi halinde esir takası dâhil her
türlü ara buluculuğa hazır olduğunu söyledi. Devlet aklı, katliamlara sessiz
kalmayı; soğukkanlılık, somut adımlar atmayı engelledi. İnsanlık vicdanı
harekete geçti ama yöneticiler harekete geçmedi!
Cumhurbaşkanı daha
önce “Katil, çocuk öldürmeyi iyi bilirsiniz!” dediği terörist Yahudi
varlığına, “örgüt gibi davrandığını” söyledi ancak ona devlet muamelesi yaptı
ve devlet olarak ilişkileri iptal etmedi. Yine “başkomutan” ve “devlet başkanı”
olduğu halde, sivil toplum kuruluşları gibi kınama mesajları yayınladı, miting,
eylem yapamaya devam etti. Miting ve basın toplantılarında terörist “İsrail”e
çağrıda bulundu ve katliamı durdurmasını talep etti ancak bu talepler, daha
önceki katliamlarda olduğu gibi boşlukta asılı kaldı; alçak Yahudi varlığı
katliamlarına devam etti. Yahudi varlığı kendi elçi, konsolos ve diplomatlarını
geri çektiği halde Türkiye bu adamları, “istenmeyen adam” ilan edemediği gibi
kendi elçi ve diplomatlarını da geri çağıramadı. Bir ay sonra elçinin, “istişare
etmek için” çağırıldığı, utanmadan duyuruldu. Daha birkaç ay önce mavi
halılarda katil Herzog ülkemizde ağırlanmış, bir ay önce de ABD’de Netenyahu
ile görüşme yapılmıştı. Tekrar barışmak zorunda olacağı için belki de adını
bilmediğimiz ülkelerin yaptığı küçük bir adım olan elçi ve diplomatları bile
geri çekemedi, onların diplomatlarını kovamadı! Katliamın zirve yaptığı zamanda,
ülke olarak yas ilan etmekten başka bir şey de yapamadı.
Batı dünyasına bu
savaşı durdurma çağrıları yapıldı. Aksi halde halkların kontrol edilemeyeceği
söylendi. Cumhurbaşkanı, “İsrail”i “savaş suçlusu” ilan etmeye hazırlandığını
söyleyerek sadece Netanyahu hükümetini hedef aldı. Bu, diğer yönden Yahudi
varlığının temize çıkması anlamına geliyordu. Halbuki sorun, bir başbakanın
varlığı değil katil işgalci “İsrail’in” kutsal topraklardan temizlenmemiş
olmasıydı. İslâm ümmetinin düşmanlığı sadece Netenyahu’ya değil işgalci Yahudi
varlığınaydı.
Yine olayların
başından itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batı dünyasının katliamdaki ortaklığı
yok sayılarak katillerin merhametine sığınma çağrıları yapıldı. Ne BM kararları
ne uluslararası sözleşmeler ne de hukuk… bütün kurallar ihlal edilerek Batı
katliamlara ortak oldu. Batı’nın bu katliamlarına karşı çıkmak, Batı ile olan
ilişkileri ve onlardan ithal edilen her şeyi hayatımızdan çıkarmak gerekirken
çözüm olarak oranın gösterilmesi hangi mantıkla izah edilebilirdi? Bununla
da yetinilmedi ve Cumhurbaşkanı, Yahudi varlığının 400 Filistinliyi şehit
ettiği bir günde İsveç’in NATO’ya üyelik protokolünü imzalayıp meclise sevk
etti. Batı’nın bütün alçaklığına rağmen onlarla ilişkiler korunmaya devam
edildi!
Katil Yahudi varlığı
her gün 300-400 Müslüman kardeşimizi şehit ederken arabuluculuk ve diyalog
çağrıları yapıldı. Müslümanlar bir tarafta, kafirler başka bir tarafta iken ve
her iki taraf da varlık-yokluk mücadelesi verirken, taraflar arasında arabulucu
olmayı istemek ne kadar da düşündürücü! Halbuki bu durumda; ya işgalci
Yahudilerin yanında ya da Filistin halkının yanında olmak gerekiyordu. Katliam
ve vahşete rağmen sözlerle mazlumların yanında olunurken fiiller sözleri desteklemedi.
Gazze’den gelen şu mesaj sözlerle yardımın yetmediğini ne kadar güzel
anlatıyordu: “Elemli ve yaralı Gazze'nin göbeğinden tüm dünyadaki
Müslümanlara, size ve ordulara seslenen kardeşlerimizin talebini ileteyim…
Gazze halkı ‘ne paranıza ne de gıdanıza ihtiyacımız yok. Eğer Gazze özgürlüğüne
kavuşursa arazileri biz ekeriz, sizi de besleriz. Gazze’nin sizden beklentisi
işgalden kurtulmaktır!’”
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, bu süreçte de bütün İslâm beldelerindeki yönetimlerden daha fazla
konuştu ancak tek bir somut adım atmadı! Her katliam sonrası attığı tweetler ve
açıklamalar, ne halk ne de kendi tabanında bir karşılık bulmadı! Konuyu az-çok
takip eden vicdanlı insanlar, bu vahşet karşısında neden adım atılmadığını bir
türlü anlamadı. Her ne kadar Erdoğan’ı koruma görevi üstlenenler, her meseleyi
kendi lehlerine çevirmeye çalışsalar da toplum, Gazze’den yükselen çığlıklara
karşı adım atılmamasını içine sindiremedi! Ukrayna’ya gönderilen İHA ve
SİHA’ların neden gönderilmediği hep soruldu. “Hani, siz iktidara
geldiğinizde Kudüs bayram yerine dönecekti?” “Hani, siz iktidara geldiğinizde
batıl devletler tir tir titreyecekti?”, “Hani, nerede İslâm ülkeleri
liderliğiniz?” sözleri hatırlatıldı ve bunlara cevap bulunamadı.
Meydanlarda ve hatta
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın düzenlediği mitingde bile toplum, “Ordular Aksa’ya!” ve
“Mehmetçik Gazze’ye!” taleplerini haykırdılar. Müslümanların yaşadığı bu
vahşeti engellemek için askerî harekatın yapılması gerektiğini halk, sokaklarda
konuştu. Bahçeli’nin açıklamaları ve karşıt görüşler, konunun toplum ve siyaset
nezdinde kamuoyu olduğunu gösteriyordu. Buna rağmen diğer liderler gibi Erdoğan
da bu katliamlar karşısında orduları harekete geçirme fırsatını kullanmadı. “Mehmetçik
Gazze’ye!” taleplerine karşılık ölüm sessizliğine büründü! Gazze ve tüm
dünyadan yükselen çığlıklara tepkisiz kaldı!
Hatta daha acı olanı;
terörist “İsrail” ile yapılan askerî ve ekonomik anlaşmaları iptal etmedi. “İsrail”e
giden akaryakıta engel olmadı. “İsrail”e hava sahamızın kapatılması talimatını
vermedi. ABD ve “İsrail”in kullandığı İncirlik ve Kürecik üstlerine dokunmadı. Manavgat
suyunu kesebilecekken konuyu gündeme bile getirmedi. Herkes boykot çağrıları
yaparken asıl boykot yapması gereken devlet, fiilî harbi devletlere boykot
yapmadı. Gazze’yi kurtarmak için hareket ettirilmesi gereken uçaklar, gemiler,
ordular, boğazda geçit töreni düzenledi ve “Ya Allah, bismillah!”
diyerek havai fişekli Cumhuriyet kutlamaları yapıldı. Ancak mazlumların
feryatları yine karşılıksız kaldı.
İşte bugün
yöneticilere, güç ve kuvvet ehline tarihi bir fırsat verilmiş durumda. Allah’ın
emrine uyarak adım atanlar isimlerini tarihe altın harflerle
yazdırabilirler. Katil “İsrail’i” haritadan silerek mazlumları
koruyabilirler. Allah’ın vaat ettiği İslâm’ı hayata yeniden hâkim kılarak
insanlığın hidayetine vesile olabilirler. Biz, Türkiye'nin yerinin insani,
siyasi ve askerî varlığıyla Filistin tarafının garantörlerinden biri olarak
işgalci Yahudi varlığı ile masaya oturan taraf değil İslâm ümmetinin
liderliğini alarak kafirlere haddini bildiren taraf olmasını istiyoruz.
Peki, neden bu
liderler ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu çağrılara icabet etmedi/etmiyor?
Dağların bile yarılacağı olaylara şahitlik edildiği halde neden somut adımlar
atılmıyor? ABD, Batı ve uluslararası güçlerden neden bu kadar çekiniliyor? Reel
politik, konjonktür, devlet aklı ve sair ölçülerle, “mutlaka yeniliriz”, “gücümüz
yok”, “toplum bozuk”, “hazır değiliz” gibi argümanlarla izzetli bir duruş değil
de neden hep zillet tercih ediliyor? Neden kafirlerin aşağılama, saldırı ve
katliamlarına tepkisiz kalınıyor? Bu sorular belki bir makale konusu ancak kısa
bir cevap olarak şunu söyleyebiliriz: Biz, devlet gücü olmayan ve sınırlı
imkânlara sahip bir avuç mücahidin ABD, AB, NATO ve bütün batıl düzenleri
karşısına alarak büyük bir kahramanlık gösterdiklerine yeni şahit olduk.
Mücahitler, düşmanlarımıza korku saldılar. Çünkü onlar, Allah’a iman ve şer’i
hükümlere bağlanarak hareket ettiler. Batılı değerleri, ölçüleri değil İslâm’ın
ölçülerini esas aldılar. Bu minvalde; mücahitlerin şu sözlerini hatırlatmak istiyorum:
“Topraklarımızı işgal
edenlerin hesabını biz soracağız. Bu işgale ve zulme sessiz kalanların hesabını
da Allah soracak!”
"Mazlumların
çığlıklarına karşı sağır olan İslâm dünyasına sesleniyorum; Cehennem melekleri zebaniler
de sağır yaratılmıştır, onlar da sizi işitmeyecek!"
Zalim ısrarla zulme
devam ediyorsa bil ki sonu yakındır. Mazlum ısrarla direniyorsa bil ki zafer
yakındır. Bugün tarih yazılıyor. Dengeler değişiyor! Mefhumlar tekrar
tanımlanıyor! Bir kısmı kahramanlık, mücadele, izzetin tarihini yazarken diğer
kesim için vahşetin, zulmün, acizliğin tarihi yazılıyor. Bu sürecin kazananı,
elbet İzzettin Kassam Tugayları mücahitleri ve direnen Gazze halkıdır.
Kaybedenler ise “İsrail”, ABD, Batı ve Filistin’e yardım etmeyen
yöneticilerdir. Allah’ın vaat ettiği Hilâfet Allah’ın izniyle kurulacak ve
“İsrail” Filistin topraklarından çıkarılacaktır. İstikbal, İslâm’ın olacaktır.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış