Bizlere ilim talep
etmeyi farz kılan ve âlimleri peygamberlerin varisleri kılan Allah’a hamd olsun
ve nebilerin en üstününe salat ve selam olsun ki o şöyle demişti:
يُوزَنُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِدَادُ
الْعُلَمَاءِ بِدَمِ الشُّهَدَاءِ
"Kıyamet
gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır."
İslâm, ilim ve
öğrenmeye büyük önem vermiştir. İlim hayatın temel ihtiyaçlarından birisidir ve
ümmetlerin ihyası ve kalkınmasının işaretidir. Eğitimin amacı İslâmi
şahsiyetler oluşturmak ve topluma ihtiyacı olan her türlü bilim ve ilmi vererek
yeterliliğini ve üstünlüğünü sağlamaktır ki böylece başka ülkelerden bağımsız
olabilelim. Buna ilaveten eğitim; bir milletin kültürünü korumanın ve yaymanın
yoludur. Eğitim o medeniyetin simgesidir ve kendi içinde tatbik etmeyi ve
dışarıya yaymayı amaçladığı standartlarının ve hayat nizamının temelidir.
Hiç şüphesiz İslâm
dünyası gözümüzü yaşartan, yüreklerimizi kanatan ve gelecek nesillerimizi
etkileyen bir eğitim krizi çekmektedir. Laik eğitim sisteminden kaynaklanan sorunlar
tüm İslâm beldelerinde birbirine benzemektedir ve her biri de o ülkedeki
devrim, savaş ve çatışma gibi dahili meselelerle yakından ilişkilidir.
Bugün eğitimin
karşısında duran öncelikli ve en önemli sorun, bu eğitimin sömürge
dönemlerinden miras kalmış ve diretilmiş olmasıdır. İslâm beldelerindeki eğitim
sistemlerinin çoğu Batı’dan ithal edilmiştir. Başlıca hedefleri ise öğrencilere
konuları iyice sindirmek veya düşünmek için imkân verip araştırma ve analiz
yaparak bağlantı kurup tatbik edebilmek yerine, sınavları geçip karne alabilmek
için bilgiyi ezberletmektir... Hedef öğrenci değil enformasyon; faydalı bilgi
değil karne... Bu ise tesadüfen değil, sistematik olarak tatbik edilmektedir. Aynı
zamanda bu sömürgeciliğin ve entelektüel ve kültürel işgalin bir şeklidir.
Çocuklarımıza okullarda ve üniversitelerde verilen eğitimin hedefi İslâm’ın
temel kuramını, yani İslâmi akideyi oluşturmak değildir. Eğitim çocuklarımızı
demokrasi ve hürriyetlerin koruyuculuğunu ve savunuculuğunu yapan laik
insanlara dönüştürüyor. İslâm’ın yerine onlara vatanseverlik ve milliyetçilik
aşılanıyor. Bu ne kadar vahim bir sorun!
Ürdün’de, Filistin’de,
Suudi Arabistan, Tunus ve Türkiye’de, müfredatın sık sık değiştirilmesi,
öğrencileri dinlerinden ve ümmetin meselelerinden uzaklaştıran hain planlardan
apaçık bir örnektir. Buna ilaveten müfredat genellikle katı ve esneklik
göstermeyen, öğrencilerin ihtiyaçlarına ve toplumun beklentileriyle uyumlu
olmayan bir müfredattır.
Eğitim
kalitesindeki krizi meydana getiren faktörlerden birisi de eğitim kurumlarıdır.
Bu kurumlar uygun bir vizyondan yoksun olmakla birlikte, yeterli düzenlemeden
de yoksundurlar ve başarısızlıkları aşikârdır. Eğitimin aşamaları arasında
hiçbir bağlantı kurulmamıştır.
Temel prensip,
devletin eğitimden ve eğitim sürecinin her türlü ihtiyaçlarını karşılamaktan
sorumlu olduğudur. Yani kurum ve araçları, okul ve üniversiteleri, kütüphane ve
laboratuvarları ve her şeyden önemlisi nitelikli öğretmen ve âlim gibi
ihtiyaçları karşılamaktan sorumlu olan devlettir. Çoğu İslâm beldesindeki
okullara baktığımızda, her bölgede, özellikle köylerde ve ücra bölgelerde okul
eksikliği olduğunu, okul olsa bile uygun ortamdan yoksun olduğunu görüyoruz.
Eğitim sürecinin muhtaç olduğu her şeyden, uygun binadan, elektrikten, temiz
sudan ve havalandırma ve ısıtmadan, araç ve gereçlerden mahrum olduklarını
görüyoruz... Sınıflar mekân veya aydınlatma açısından uygunsuz, sandalye ve
masalar çocukların uzun süre oturması için uygun değil ve sınıfların çoğu aşırı
kalabalık olup eğitim üç vardiya da verilmektedir. Bu sadece Gazze gibi
beldelerde böyle değil... Mısır’da bazı sınıflarda öğrenci sayısı 120’yi
buluyor. Yemen’de tek bir sınıfta 90-120 öğrenci bulunmakta. UNESCO’nun
açıkladığı verilere göre Güney Asya’nın en kalabalık sınıfları Pakistan’da
bulunuyor ve 3 öğretmene 500 öğrenci düşüyor.
Afganistan’da derslik sayıları yetersiz, sınıflar aşırı kalabalık ve
öğretim iki vardiyadan oluşuyor ki bunun anlamı eğitimin sadece bir kaç saat
verilebildiğidir. Sudan, Fas, Ürdün, Moritanya ve Somali’de binlerce okul
eğitim faaliyetlerini çadırlarda yürütmek zorunda... Hatta (daha gelişmiş olan)
Türkiye’de bile, eğitim sistemi genel olarak kaynak ve bütçe eksikliğinden mustarip
ve okul başına düşen öğrenci sayısı çok yüksek. Örneğin doğu bölgelerindeki sınıflarda
50 öğrencisi olan sınıflar bulunmaktadır... Kütüphane, laboratuvar eksikliği de
söz konusudur. Bunları bulmak mümkün olsa bile, çoğu kez öğrenci sayısına
oranla, çocukları okumak veya bilimsel araştırma yapmak için ve düşünme
becerilerini ve zekâlarını geliştirmek için teşvik etmeye yeterli değil... Şunu
da unutmayalım ki İslâm beldelerinde genel olarak Arapçanın unutturulması ve
zayıflatılması da yapıcılıkta ve eğitim için bağımsız bir vizyon geliştirmede
düşüşe yol açmıştır. Bu nedenle birçok öğrencinin öğrenmekten veya yapıcı
olmaktan uzaklaşması da şaşırtıcı değildir.
Okuma yazma
bilmemeye gelince, bu son derece büyük bir sorun... Kur’an ve okuma yazma
öğrenmenin zorunlu olduğu İslâm Devleti’nde okuma yazma bilmeyen adeta hiç
yoktu. Kitaplar ve kütüphaneler okumak veya ödünç almak isteyen herkes için
ulaşılabilirdi. Aynı dönemde Avrupa’da cehalet %95’in üzerindeydi. Ne var ki
bugün durum tam tersine. Bugün cehaletten mustarip olanlar biz Müslümanlar
olduk! İslâm dünyasının benimsemiş olduğu eğitim politikalarının kaçınılmaz
akıbeti bu oldu. Bu eğitim politikaları aslında kâfir sömürgeciler tarafından
geliştirilmiş ve dikte edilmiştir. Bunlar öğrencinin de öğretmenin de
motivasyonunu yok etmiştir. Hele ebeveynlere yüklenen yüksek eğitim masrafları
bir yana, bir de savaş ve istikrarsızlıktan kaynaklanan güvensizliği
unutmayalım.
“Arab Knowledge
Report 2014” araştırmasının sonuçlarına göre Arap bölgesinde 15 yaş ve üzeri
okuma yazma bilmeyenlerin sayısı 2012 yılında 51,8 milyona ulaşmış, bunların %66’sına
tekabül eden çoğunluğu kadınlar oluşturmaktadır. UNICEF 2015 yılındaki
raporunda, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da 12 milyon çocuğun okul dışı olduğunu,
Afganistan’da çocukların %40’ının okula gitmediğini ve kırsal alanlardaki Afgan
kadınların %90’ının okuma yazma bilmediğini açıkladı. Ayrıca bir hükümet raporu
Pakistan’da 24 milyon çocuğun eğitimsiz olduğunu göstermiştir. İlköğretime
giden öğrencilerin neredeyse yarısı hâlâ okuma yazma bilmiyor! Bangladeş’te ise
her aşama ve düzeyde sınavlarda dolandırıcılık ve soruların sızdırılması
nedeniyle vasat bir eğitim kalitesi söz konusu.
Aynı durum
üniversiteler için de geçerlidir. İçinde bulunduğumuz kapitalist ideolojinin
eğitim masraflarına baktığımızda -ki bu ideolojide eğitimden sorumlu olan
devlet değil ailedir- üniversite eğitiminin pahalı ve ailelerin bütçeleri için
külfetli olduğunu görüyoruz. Bundan dolayı birçok insan üstün akademik
başarısına rağmen masrafların altından kalkamadığı için üniversiteye gitme
hayalinden vaz geçiyor. Ebeveynler bazen arsalarını ve mülklerini satmak, borç
almak veya birçok işte aynı anda çalışmak zorunda kalıyor hatta yüksek üniversite
masraflarını, kitap ve ulaşım masraflarını karşılayabilmek için öğrenci kendisi
çalışmak zorunda kalıyor.
Peki, İslâm
vatandaşların eğitim ihtiyacını karşılamayı, devletin üzerine bir görev kılmadı
mı? Şu mevcut ülkeler (Allah yöneticilerini yok etsin) eğitim sektörüne kaç
kuruş feda etti?! İslâm dünyasındaki ülkelerin insan ve maddi kaynaklar
açısından zengin olduğunu biliyoruz, fakat kaynakları halklarının elinde değil,
efendilerinin emrine amade bu yıkıcı yöneticilerin sayesinde kâfir
sömürgecilerin elinde...
إِذْ تَبَرَّأَ
الَّذِينَ اتُّبِعُواْ مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُواْ
“Nitekim, kendilerine uyulanlar, azabı görünce
uyanlardan uzaklaşacaklar ve aralarındaki bağlar kopacaktır.”[1]
Eğitim sektörüne
yapılan harcamaların azalması eğitimin gelişmesi önündeki engeldir. 2001
yılında İslâm dünyasındaki 41 ülke bütçesinin sadece %6’sını eğitime harcarken
25 ülke gayri safi milli hasılanın %3’ünden azını eğitime harcamıştır. Milli
gelirden eğitime ayırdığı kaynak oranıyla Türkiye OECD ülkeleri arasında sondan
ikinci sırada yer almaktadır. Pakistan’ın eğitim geliştirme için 2015-2016
yıllarında GSYH’den ayırdığı pay sadece %2,3 olmuştur! Aynı zamanda Yahudi
varlığı eğitim için GSYH’nin %10’unu kullanmakta ve en çok üniversiteleri
desteklemekte ve öğrenci başına yılda ortalama 1100 dolar harcamaktadır. aljazeera.net’in
yayınladığı istatistiklere göre ise bilimsel araştırmaya en az yatırım yapan
ülkelerin bilhassa Asya bölgesindeki Arap ülkeleri olduğunu göstermiştir.
Harcamaları %0,1’i geçmemiştir. Afrika’dakilerin harcamaları %0,5’i
geçmemiştir. Shanghai Jia Tong akademik sıralamasına göre, siyonist düşmanın
üniversiteleri ise dünyanın en iyi 150 üniversitesi arasında yer alıyor.
Fakat bu listede
hiçbir Arap üniversitesinden bahsedilmiyor! İlk 500 üniversite arasında ise
sadece bir tane Arap üniversitesi listeye girebilmeyi başarmıştır. O da, Kral
Suud Üniversitesi olmuş ve 428’inci sırada yer almıştır! QS World sıralamasına
göre 2014/2015 yılında İslâm dünyasındaki hiçbir üniversite ilk 100 arasına
girememiştir. İlk 400 arasına ise İslâm dünyasından sadece 11 tanesi
girebilmiştir. Buna ilaveten 2016 yılında Times Higher Education sıralamasının
en son sonuçlarına göre İslâm dünyasından sadece 10 üniversite dünyanın en iyi
400 üniversitesi arasına girebilmiştir!
Hatta burs ve
yardımlar da çoğunlukla yanlış kişilere verilmiş. Üstelik sözde en iyi kolejlere
erişim de adil değil ve görünüşte sadece belirli kişilere has olmuştur. Bu
durum üreticiliği bastırmakta ve bilim, araştırma ve bilimsel ilerlemede, kitap
yazmada elemen sayısını kısıtlamaktadır. Hâlbuki bu bir hak olarak herkese açık
olmalıdır. Bundan ziyade, bazı yoksul ailelerin erkeklerin eğitimini kızların
eğitimine tercih ettiğini görüyoruz, çünkü ailenin her ferdini okutmaya gücü
yetmiyor. Erkekleri tercih etmeleri ise erkeğin ailenin geçiminden sorumlu
olmasından kaynaklanıyor. Bundan dolayı erkeklerin okumasını kızların
okumasından daha faydalı görüyorlar... Hatta bu durumda bile, üniversite
eğitimini tamamlamaya güç yetirenlerin iş imkânları da gelirleri de düşük fakat
geçim masrafları yüksek. Böylece kendi ülkelerindeki güvensizliği ve
adaletsizliği hissediyorlar. Çünkü üniversitelerde, araştırma kurumlarında ve
iş yerlerinde torpil, merkeziyetçilik ve despotluk hâkim.
Daha önce de
belirttiğimiz gibi bilimsel araştırmaya yapılan pinti yatırımlar diğer
açmazlarla birleşince öğrenciler hüsrana ve bazen ümitsizliğe uğradı, birçok İslâmi
toplumdaki gerçekleri yansıtan ve onlara daha iyi bir geleceği engelleyen en
önemli sorunlardan birisine yol açtı. Bu sorun, zihinleri, tecrübe ve
becerileri Batılı ülkelere ihraç eden ve karşılığında ümmeti entelektüel, kültürel,
eğitimsel ve bilimsel olarak zayıf bırakan "Beyin göçü" sorunudur. İslâm
beldelerinin yüz binlerce öğrencisi eğitimini Batı’da devam ettirmektedir.
Bilhassa doktora derecesi elde edenler memleketlerine geri dönmemektedir. Arab
League, UNESCO ve Dünya Bankası’nın araştırmaları, gelişmekte olan ülkelerden beyin
göçünün üçte birini Arap dünyasının sağladığını ortaya koymuştur. Bu arada (İslâm
dünyasına eğitimde örnek olarak gösterilen) Türkiye öğrencileri yurt dışında
olan ülkeler arasında 11’inci sırada yer almaktadır. Yabancı ülkeler özel
okullarla işbirliği yaparak Pakistan’ın parlak zihinlerinin peşine düşmüşler ama
Pakistan halkına veya İslâm dünyasının diğer yerlerine faydalı olmaları için
değil, Batılı ülkelerin çıkarları için sömürmek için...
Tüm bunlardan sonra
bir de şaşırıyoruz: Acaba onlar ilerlerken biz niye geriliyoruz diye?! Onlar
bizim bilim insanlarımızı çekip alırken ve eller üstünde tutup överken, İslâm
beldelerinin hükümetleri, yöneticileri ve medyası, artistleri ve dansçıları
yüceltip bilim insanlarına ve mucitlere ne ilgi ne de alaka göstermekteler!
Böylece Müslümanların yetenekleri çalınıp kâfir ülkelerin gücüne dönüşürken
bizim zaafımız hâline geliyor.
Tüm bunların
ışığında bu ülkelerdeki öğretmenlerin statü, saygınlık, maaş ve çalışma
şartlarının ne olduğu hakkında bir fikrimiz var mı? Şayet eğitim yeniden hayat
kazanmanın en önemli temellerindense, o zaman öğretmen de eğitimin en önemli
sütunlarındandır. Hakikaten de İslâm, öğretmenin statüsünü yüceltmiş, fedakârlıklarını
ve gayretlerini övmüştür. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir:
إِنَّ اللَّهَ وَمَلائِكَتَهُ وَأَهْلَ
السَّمَوَاتِ وَالأَرْضِ حَتَّى النَّمْلَةُ فِي جُحْرِهَا وَحَتَّى الْحُوتُ فِي
الْبَحْرِ لَيُصَلُّونَ عَلَى مُعَلِّمِ النَّاسِ الْخَيْرَ
"Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri,
semâvat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz
ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur."[2]
Fakat adaletsiz ve
zalim yöneticiler bu aziz ümmetin evlatlarının hiçbirine hatta rahmet peygamberinin
peygamberlerin varisleri olarak nitelediği öğretmenlere bile değer vermemiştir!
Hâlbuki amellerin ölçüsünü çıkar ve kazanç üstüne kurmuş Amerika, Japonya ve
Almanya gibi kapitalist ülkeler bilgin ve öğretmenlere değer vermektedir.
Onlara daha yüksek maaşlar ve ayrıcalıklar sağlayarak, hak ettikleri şekilde
onurlandırarak saygı gösterilmektedir. İslâm dünyasına baktığımızda, Arap
ülkeleri dahil, öğretmenlere daha düşük maaş ve ücret ödediklerini görüyoruz.
Bundan dolayı öğretmenlerin çoğu asıl mesleklerine uygun olmayan bir ek işte
çalışarak geçimini sağlamak zorunda kalıyor. Buna bir de mesleğin doğasına ve
prestijine uygun iyi ve uygun koşulların yokluğu da eklenince öğrencilerin ve
toplumun öğretmene bakış açısı olumsuz yönde etkilenmektedir. Ayrıca vasıfsız
ve ehil olmayan kişileri öğretmen atayan politikaları da unutmayalım. Bilhassa
öğrencilerin okuma, yazma ve matematik gibi temel becerileri geliştirdikleri birinci
aşamada... Yahut öğretmenlerin üniversitede uzmanlık alanı olmayan konularda
ders vermek zorunda bırakılması da eğitimin kalitesini düşürüyor. UNESCO 2014
yıllık raporunda, Arap ülkelerindeki çocukların %43’ünün eğitimin temel
ilkelerinden yoksun olduğunu açıklamıştır. Zira öğretmenlerin mesleklerini
yerine getirebilmek için uygun eğitim görmedikleri ve buna ilaveten öğretmenlik
statüsünün düşmesi de performansı, verimliliği ve hizmeti düşürdüğünü
açıklamıştır. Hatta öğretmenlerin aşağılanmaya, temel haklarını talep ettiğinde
yaptırımlara maruz kalması da söz konusu. Tıpkı Tunus, Filistin, Mısır ve Ürdün’de
olduğu gibi.
Yine eğitim
metotlarını ve esneklik, yaratıcılık, çeşitlilik ve canlılıktan yoksun
bıkkınlığa ve düşünme ve üreticilik yetilerinin tükenmesine yol açan başarısız
metotları da unutmamamız gerekiyor. Bunlar tamamen talim terbiye üzerine kurulu
ve soyut bilgilerin ezberlenmesine odaklanmış, zihinde algılanmayan ve gerçekle
ilintilenmeyen veya analiz ve anlayışa götürmeyen metotlardır. Sonucunda ise
öğrenme arzusunu yok edip okulu terk etmeye yol açmaktalar. Birleşmiş Milletler
Çocuk Fonu (UNICEF), Orta Doğu’da 12 milyon çocuğun yoksulluk, cinsel
ayrımcılık ve şiddetten dolayı okulu terk ettiğini duyurdu. Bu istatistiklere
Irak ve Suriye’de sayısı 3 milyonu geçen, savaştan dolayı okulu bırakmak
zorunda kalan çocuklar dahil edilmemiştir.
Tüm bunlar sadece
birkaçında değil, tüm İslâm dünyasındaki ülkelerin rejim politikalarının doğal
sonucudur. Onlar sömürgecilerin Osmanlı Hilâfetini yıkmayı başardıkları günden
beri kâfir sömürgecilerin emri altındalar. Sömürgeciler ülkelerimizi sömürmek
için planlar yaptılar. Böylece kendi politikalarını tatbik edip kendi
çıkarlarını ayakta tutup ümmetin varlıklarına el koyabilmişlerdir. Ajan
yöneticiler ise bu sömürgecilerin eliyle, onların gözetimi altında, sadık
köleler olarak oluşturulmuştur. Hakikaten de sömürgeciler başarılı olmuşlardır.
Ajanlar sömürgecilerin emirlerini yerine getirdiler, yönetim, iktisat, eğitim
vs. her alanda onların ilkelerini benimsediler... Sömürgeciler bu ajanların
iplerini ellerinde tutabilmek için ise Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’nı
icat ederek sömürgeci ülkelere ve bilhassa Amerika’ya onları bağımlı kıldılar.
Onları kendilerine verilen kredilerin kullanılacağı proje ve yatırımları da
şart koşan Dünya Bankası’ndan borç almaya zorladılar. Tabii ki bu proje ve
yatırımlar devletin hayati projelerine yarayan veya kalkınmaya götüren projeler
olmadı. Öte yandan, bunlar kapitalist ülkelerden alınmış kredilerdir. Yani kat
kat katlanan faizle ve asla devletin geri ödemesi mümkün olmayan, sömürgeci
ülkelerin elinden kopmayı imkânsız kılan ve onlara esir ve köle kılan
kredilerdir!
Burada bizleri
alakadar eden husus şudur: Bu yöneticiler ve efendileri için eğitim öncelik
teşkil etmiyor. Onları ilgilendiren tek şey kendi çıkarlarıdır ve kendi
ideolojik mirası olan bu ümmete ne gibi plan ve tuzaklar dayatabilecekleridir.
Bu yönetimler Batılı laik ajandayı ve eğitimde kapitalist bakış açısını ve
bilhassa daha önce bahsettiğimiz gibi gelecek nesillerin laikleştirilmesi ve
Batılılaştırılması için müfredat geliştirmeyi benimsemişlerdir. Batı’da tatbik
edilen eğitim modellerini ithal ettiler veya Batılı kuruluşlardan eğitimin daha
fazla laikleştirilmesini hedefleyen eğitim modellerini benimsediler ve
beldelerimizde eğitimi teşvik kisvesi altında bunları tatbik ediyorlar. Mesela
Birleşik Arap Emirlikleri’nde Finlandiya modelini ve Mısır’da Singapur ve Japon
modeli ve birçok Arap ve İslâm beldesinde Amerikan eğitim modelini
uygulamaktalar. Elbette bunlar başarısız deneyler oldular. Zira bu eğitim
modellerindeki eğitim ilkeleri bu ülkelerin sahip oldukları ideolojiden
kaynaklanmaktadır. Onların ideolojisi de araçları ve bileşimleri ve öğretim
metot ve sistemleri ve müfredatı tümüyle Müslümanların sahip olduğu ideolojiyle
tezat içindedir ve altyapısı dahi bizim sahip olduğumuz altyapıdan farklıdır ve
kesinlikle realiteyle alakası olmayıp toplumun ve öğrencilerin ihtiyaçlarını
karşılamamaktadır.
Tüm bu sorunların
ve meselelerin çözülmesi ve eğitimin, bilginin ve öğretmenin prestiji, konumu
ve gücünün iade edilmesi eğitimin kalitesine önem veren ve bunu kendi meselesi
ve vatandaşlarının temel ihtiyacı olarak gören bir devlet olmadıkça mümkün
olmayacaktır. Bu ancak aktif olabilmek için gerekli olan her şeyi verip
vatandaşlarına eğitimi karşılıksız veren bir devletle mümkündür. Eğitim vermek
devletin görevidir. Eğitim, kadın ve erkek, herkes için ücretsiz olmalıdır. Devlet
İslâm akidesini kendine temel edinmeli ve öğretmenin konumu teminat altına
almalıdır. Bilim insanlarını kucaklayacak ve onlara iyi bir hayat sunacak,
onları yeniden teknolojik ve bilimsel ilerlemeye katkıda bulunmak için geri
getirecek olan devlet, Allah’ın yardımıyla, inşaAllah çok yakında kurulacak
olan nübüvvet metodu üzere Râşidî Hilâfet’tir...
Ya Rabbi! Bizlere
bizim için seçmiş olduğun dini, İslâmi Hilâfet’i ikame ederek uygulamayı nasip
eyle! Ve bizleri onun şahitleri ve askerleri kıl.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış