Son yıllarda
ülkemizde ve dünyada değişen ve gelişen teknoloji, hayatımıza biz istemesek de
farklı kavramları sokuşturmuş görünüyor. Zayıf ve akli temele oturmayan/oturtulamayan
bu kavramlar, maalesef Müslümanların da tartışa geldiği ve vaktini beyhude geçirdiği
münazara konularını teşkil eder hâle gelmektedir.
Bunlardan biri ve
belki de birçok antik Yunan düşünürü, yakın çağ filozofu ve kelam alimlerinin
de esasi konularından biri olan determinizm konusudur.
Determinizm kısaca
şöyle tarif edilmektedir:
“Kâinatta, varlık nizamının gerektirdiği tüm
fiiller, olgular ve devinimler sebep-sonuç ilişkisi ekseninde hareket
etmektedir. Her sonucun bir nedeni olduğu gibi, her sonuç da yeni bir olay,
olgu ve vakıanın da sebebi konumundadır.”
İşte kısaca böyle
tarif edilen bu kavramın zıttı ise “kadercilik” diye tarif edilen “fatalizm”
kavramıdır.
Gerçekten de kâinatta
meydana gelen her olay ve olgu bir önceki vakıanın sonucu mudur? Tabiat ile
ilgilenen pozitif bilimin, deney ve gözleme dayalı olarak bulduğu her sonuç bir
sonraki muammayı çözen bir sebep midir? Gözlerimizle göremediğimiz, deney
yoluyla varlığını hissedemediğimiz her bir şey bilimsel olmadığı gerekçesiyle
dışlanmalı mıdır? Akıl yoluyla, beş duyu organımızla hissedebildiğimiz,
yorumlayabildiğimiz, üzerinde akıl yürütebildiğimiz diğer metafizik
gerçeklikler veya gaibi hakikatler tablonun neresinde?
Tüm bu sorulara
cevap aralamak adına bu yazımızda, bu fikri ilk ortaya atan düşünür ve
filozofların bakış açılarına değindikten sonra bu kavramın tutarsızlığını (kimilerine
göre tutarlılığını) ele alacağız.
Aslında determinizm
mana itibariyle, materyalizm adı verilen dünya görüşünün de sayesinde
taçlandırıldığı ve doğrulandığı bir kavramdır. Zira materyalizm, yalnızca
maddenin hayata yön veren tek gerçeklik olduğunu ve maddenin tekâmülüyle
birlikte değişim ve başkalaşım geçirdiği, fikirlerin, görüşlerin kendisinden
kaynaklandığı akımın adıdır. Determinizm ise bahsi edilen işte bu maddenin
tekâmülü iddiasını zorunlu kılan sebep-sonuç ilişkisinin varlığını mutlak gerçeklik
olarak kabul eder.
Determinist Fikrin Mahiyeti ve Tutarsızlığı
Her sonucun bir
nedeni olduğunu var sayarsak, ilk sebebin tek olması gerekmez mi? Muhakkak tek
bir nedene dayanması aklımızın da doğruladığı bir hakikattir. O hâlde gelin bu
fikri ilk olarak ortaya atan filozofların şu sözlerine hayretle şahit olalım.
Thales isimli filozof yıllarca Mısır’ın kıyı
şehri olan Milet’te yaşamıştır. Kıyı, sürekli olarak Nil nehrinin taşması
sonucu zarar gördüğünden dolayı hayatın başlangıç sebebinin “su” olduğunu ileri sürmüştür. Anaximenes isimli filozof ise
yeryüzünde hayatın başlangıç sebebinin “hava” olduğunu ileri sürmüştür.
Biraz daha berilere
geldiğimizde tanıdık simalarla karşılaşırız... Bunlardan biri de Newton’dur. Newton ise bambaşka bir
iddia ile insanlığın karşısına çıkmış ve kâinatın maddi parçacıklardan
oluştuğunu ve en küçük yapı taşının ise “atom” olduğunu iddia etmiştir. Öyle ki ta
ilkokuldayken fen bilgisi derslerinde bize okutulan pasajlarda, maddenin en
küçük yapı taşı olduğu salık verilirdi. Newton Hristiyan bir kişilikti. Bundan
esinlenerek yaratıcının kâinatı “atom”
adı verilen bu parçacıklardan yarattığını ve ardından dinlenmeye çekildiğini
söylemiştir. Adeta saati kurar gibi kâinatı da sebep- sonuç ilişkisi ekseninde
inşa ettiğini ve bunun değişmeyeceğini söylemiştir.
Tüm bu iddialar
aslında asıl sebebin bile iddia sahipleri tarafından keşfedilmediğini ve
doğrulanmadığını ortaya koymaktadır. Kaldı ki pozitif ilimlerin en önemli
argümanlarından biri de yanlış olduğu ispatlanamayan, ölçülebilir ve
gözlemlenebilir olmasıdır. Hayatın başlangıcının su, hava veya atom olduğu
yönündeki iddialar daha sonra akranları tarafından yalanlanmış, “Big Bang”
[Büyük patlama] ve “Kuantum” adı verilen farazi ve felsefi teorilerle rafa
kaldırılmıştır.
İddiaların Hakikati ve Çürütülmesi
“Her olayın bir
nedeni olmalıdır.” şeklinde özetleyebileceğimiz determinist fikir, gözümüzle
gördüğümüz somut ve yanlışlanamayan, deneylerle ispatlanmış her bilgiyi doğru
olarak kabul eder. Bunun dışında kalan bilgileri ise statik, dogma ve farazi
kabul etmiştir. Mesela akıl, duygu, yaratıcı, vicdan gibi hissedilebilen
hakikatleri ise fizik ötesi ve gerçekliği doğrulanamayan bilgi olarak kabul
eder. Onlara göre, bilginin kaynağı sadece maddi ve somut olmalıdır.
Determinist fikrin
açıklamakta güçlük çektiği birkaç örnekle konuyu açalım.
Dünyanın güneş
etrafında 365 gün boyunca elips şeklinde bir yörüngede hareket ettiğini, bunun
sonucunda mevsimlerin oluştuğunu söyler. Bu doğru bir örnek ve yaklaşımdır.
Ancak elips adını verdikleri bu yörüngenin güneşe olan uzaklığının ölçüsünün
kim tarafından belirlendiğini, hangi zamanda ve nasıl oluştuğunu
cevaplandırmakta aciz kalmışlardır.
Dünyanın kendi
ekseni etrafında dönmesiyle gece ve gündüzün oluştuğunu ve bunun dönüş sebebine
bağlı bir sonuç olduğunu söylemişlerdir. Bu ifadeler doğrudur. Ancak neden
kendi ekseni etrafında doğudan batıya doğru değil de batıdan doğuya doğru
döndüğünü izah edemezler. Bu dönüşün kendiliğinden olduğunu kabul ettikleri hâlde
tersine çevirecek gücün varlığını kabul etmezler.
Allah Subhânehû
ve Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de verdiği bir misalde İbrahim Aleyhi’s Selam’ın
Nemrut ile olan münakaşasından bahseder.
قَالَ اِبْرٰه۪يمُ
رَبِّيَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۙ
“Hani İbrahim: Benim Rabbim
diriltir ve öldürür, demişti.”[1]
Rivayetlere göre
Nemrut, halkından iki kişiyi huzuruna alır ve birini öldürür. Diğerini serbest
bırakır. Bu vesileyle birine hayatını geri bahşettiğini ileri sürerek,
İbrahim’e der ki:
اَنَا۬ اُحْـي۪ وَاُم۪يتُۜ
“Ben de öldürür ve
diriltirim.”[2] Oysaki serbest
bıraktığı kimsenin hayatını o vermemişti ki!
Akabinde dünyanın
ekseni etrafındaki dönüşü hakkında determinist fikrin çürüklüğünü ve neden
sonuç ilkesini alt üst eden hitabı gelir İbrahim Aleyhi’s
Selam’ın dilinden...
فَاِنَّ اللّٰهَ
يَأْت۪ي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ
“Şüphe yok, Allah güneşi
doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir.”[3]
Şu bilinmelidir ki “nedensellik
ilkesi” farazi ön kabullerin bilime tasdik ettirilmesinden başka bir şey
değildir. Zira hiçbir sonuç için ön bilgiler olmadan “İşte nedeni kesin budur!” denemez.
Zira Allah Subhânehû ve Teâlâ ölüm, rızık, kaza ve diğer birçok vakıa
hakkında bizzat kendisinin münfail olduğunu söylemektedir.
Örneğin ölüm
vakıası hakkında, Allah Subhânehû ve Teâlâ, gözümüzle gördüğümüz tüm
sebeplerin asıl müsebbip olmadığını ifade ederek şöyle buyurmaktadır.
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ
وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ
عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟
“Allah sizi yarattı, sonra
sizi öldürüyor, sizden kimi de bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömrün en
aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz, Allah bilendir, her şeye güç
yetirendir.”[4]
Hakikatte de aydın
bir bakışla bakan kimse görecektir ki çok feci ve ölümüne kesin gözle bakılan
vakıalarda bile kişinin ölmediği ve hayatta kaldığı olmaktadır. Fişi çekilmesi
beklenen ve aylarca hastanede bitkisel hayatta olan kimselerin ölmeden, yeniden
hayata döndüğü çoğumuzun işittiği ve gördüğü hakikatlerdir. Hatta metrelerce
yüksekten düşerken bile, görünen sebeplere bakıldığında “Bu adam ölmeliydi.” denebilecek birçok vakıada şahsın ölmediği ve
hayatına devam ettiği görülmektedir.
Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır:
اَوَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ
الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ۟
“Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah,
dilediğine rızkı genişletip, yayar ve (dilediğine) de kısar. Şüphesiz bunda,
iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır.’’[5]
O hâlde yıllarca
çalışıp durmanın, rızkın gerçek sebebi olması gerektiği vehmedilirken, tüm
emeğin ve çalışmanın basit bir gerekçeyle kişi için rızık olmaktan çıktığı nasıl
müşahede edilebiliyor? Kazandığı aylığını banka faizine ödeyen, yolda düşürmek
suretiyle kaybeden, hastane masrafını ödeyerek aylık çalışmasını yok hükmüne
getiren, trafik kazası geçirdiği için yıllarca biriktirerek kazandığı binek
aracını kaybeden, bir afette, selde kazandığı malı ve serveti yok olan çok
kişileri duymuş veya işitmişizdir.
Kur’an’da Musa Aleyhi’s Selam ve salih bir kulun kıssası
anlatılırken benzer bir durum söz konudur. Zira salih bir kul olan Musa
Aleyhi’s Selam’ın yol arkadaşı, bir kısım fiiller icra etmektedir. Musa
Aleyhi’s Selam’dan da hiçbir işte ona karşı gelmeyeceği[6]
konusunda söz almaktadır. Hiçbir şey hakkında görünen sebeplere iltimas
etmemesi gerektiğini [فَلَا تَسْـَٔلْن۪ي عَنْ شَيْءٍ حَتّٰٓى
اُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْراً۟] “Hiçbir şey hakkında
bana soru sorma, ben sana öğütle anlatıp söz edinceye kadar.”[7] diyerek söz
almıştır. Ancak bu salih kul, yolda bindikleri bir gemiyi deliverince,
karşılaşıverdikleri bir çocuğu öldürüverince ve kendilerine ikram etmekten bile
içtinap eden bir kasabanın yıkık duvarını onarıverince, her seferinde Musa Aleyhi’s
Selam görünen sonuçlardan yola çıkarak, yaptığı fiiller hakkında ona tepki
göstermiştir.
Gemi halkı için: [اَخَرَقْتَهَا
لِتُغْرِقَ اَهْلَهَاۚ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـٔاً اِمْراً] “İçindekilerini
batırmak için mi onu deldin? And olsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın.”[8]
diyerek görünen sebebe odaklanmıştır.
Öldürülen çocuk
için: [اَقَتَلْتَ نَفْساً زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍۜ لَقَدْ جِئْتَ
شَيْـٔاً نُكْراً] “Bir cana karşılık
olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? And olsun, sen kötü bir iş yaptın.”[9]
diyerek aynı sebep sonuç ilişkisinde tıkanmıştır.
Üçüncü olayda ise
yapılan olumlu bir fiil karşılığında olması gerektiği üzere sonuç odaklı
düşünmüş ve bir ücreti olması gerektiğini söylemiştir: [لَوْ
شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً] “Eğer isteseydin
gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin.”[10]
Ardından
deterministlerin iddia ettikleri sebeplerin üzerine çıkarak Müsebbib-ul Esbab’ın
varlığını (Allah) kavratmıştır. Geminin, gemide çalışan yoksullara ait
olduğunu, gemiyi kusurlu hâle getirerek, zorba bir kralın gasp etmesinin önüne
geçtiğini[11]
söyleyerek gerçek sebebi açıklamıştır. Çocuğu, anne ve babasının mümin kimseler
olduğu ve bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkâr zorunu
kullanmasından endişe ettiği için korktuğundan dolayı öldürdüğünü[12]
söylemiştir. Son olayda ise onardıkları duvarın altında iki öksüz çocuğa ait
olan bir define olduğunu ve onlar ergenlik çağına ulaşınca istifade etsinler
diye duvarı onardığını[13]
söylemiştir.
İşte bu ve buna
benzer tüm vakıalar bize gösteriyor ki; hakikat vehmedilen sebepler, ilahi
kudretin iki parmağı arasında şekillenmektedir.
Normal şartlar
altında bir ekin için ihtiyaç olan şey, gübre, tohum, güneş, su ve topraktır.
Ancak bunlar görünen sebeplerdir. Böyle ekilen bir tarlanın mahsul vermesi
beklenir. Tüm şartlar sağlandığı zaman çoğu kimseye göre ikinci bir gerekçeye
ihtiyaç yoktur. Ancak benzer şartlara sahip olduğu bilinen başka bir arazinin
mahsulünün sizinkinden çok veya az olması hangi somut nedene dayalı olabilir
sizce? Deterministlerin kabul etmediği, yoksula ikram etmek, Allah yolunda
infak etmek, şükretmek, asıl nimeti bağışlayan yaratıcıya dua etmek, bu
eksikliğin gerçek sebebi olabilir. Kalem Suresi 17-33. ayetlerde bahsi edilen
iki bahçe sahibinin, yoksulları gözetmedikleri için tüm görünen sebeplerin bir
anda geçersizleştiğini ve bahçelerinin kapkara ve çorak hâle geldiğini
okuyoruz. Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmuştur:
لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ
كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ
“And olsun, eğer şükrederseniz gerçekten
size artırırım ve and olsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım
pek şiddetlidir.”[14]
Tüm bunlardan
sonra, determistlerin cevaplamaktan aciz kaldıkları birçok soru daha
sorabiliriz.
Suyun kaynama
derecesi 100 (yüz) ve donma derecesi ise 0 (sıfır)’dır. Bu dereceyi tayin eden
ve ölçüyü belirleyen kimdir?
Dünyanın güneş
etrafında dönüşünü sağlayan nedir? Yerçekimi ile uzay boşluğunda duran dünyaya
bu boşlukta ikamet etmesi gerektiğini söyleyen nasıl bir akıldır?
Bitki tohumlarının
içinde nasıl bir akıl vardır ki, suya, havaya, gübreye ve güneşe ihtiyacı
olduğunu biliyor?
Bitkinin içerisine
giren su, bitkinin büyümesi için sağladığı faydanın farkında mıdır?
Bizim gibi akıl
sahibi olmadıklarını bildiğimiz hayvanlar, sebep sonuç ilişkisiyle izah
edilemeyecek kadar muazzam işler yapmaktadır. Bir koyun ve inek yemyeşil otu
yedikleri hâlde bembeyaz süt vermektedir. Bunu hangi determinist akıl
çözebilir.
Suyu oluşturan iki
element vardır. Biri hidrojendir ve yanıcıdır. Diğeri ise oksijendir ve
yakıcıdır. Bu iki element birleşince su oluşur. O hâlde su neden söndürücüdür?
Bu sorulara
gerçekten ikna edici cevaplar verilebilir mi? Soruyu tersten de sorabiliriz. Bu
soruların cevabı deney ve gözlem yoluyla bulunabilir mi? Elbette hayır!
Deterministlerin
fikir babası David Hume kendi ağzıyla itiraf edip diyor ki: “Biz olayları gözlerken sebep ya da sonuç
olarak birbirine bağlıyoruz. Gereklilik denen şey, bizim düşünce
alışkanlıklarımızın bir sonucudur aslında...”
Newton yerçekimini
izah etmekte ve açıklamakta güçlük çekiyor olsa gerek ki şöyle diyor: “Yer çekimin ne olduğunu bilmiyorum. Ben
sadece bu çekim kuvvetinin miktarını hesapladım.”
Sonuç olarak
nedenlere bağlı bir hayat yaşamak insanı aciz, güçsüz ve ümitsiz kılar. Ya su biterse
ya cebimde param olmazsa ya çalışmazsam ya hasta olursam ya bu yıl mahsul eksik
olursa gibi yüzlerce sebebe bağlı düşüncelerimiz hayatı bizlere çekilmez hâle
getirecektir. Oysa Rabbimizin buyurduğu
gibi:
الَّذ۪ي لَهُ
مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۖ
“O (Allah ki) göklerin ve
yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir
ilah yoktur. Diriltir ve öldürür.[15]
Said-i Nursi’nin
dediği gibi: “İman hem nurdur hem kuvvettir, hakiki imanı elde eden adam
kâinata meydan okuyabilir.”[16]
Determinizm Hakkında Sonuç Olarak
Determinizm bilimsel
metodun vazgeçilmez bir ögesidir. Bulduğu sonuçlar bir önceki bulunan bilginin
veya sebebin sonucudur. Daha önce bir bilim adamının bulup “En doğru sonuç budur!”
dediği önbilgileri doğru kabul ederek hareket eder. Oysa tarihî süreç
içerisinde birçok bilimsel buluşun daha sonra doğru olmadığı ispatlanmış ve
geçerliliğini yitirmiştir. Takiyyuddîn En-Nebhânî konu hakkında şöyle
demektedir. “Bundan dolayı bilimsel metot sadece deneysel bilimlere
mahsustur. Fikirler oluşturmaya elverişli değildir.”[17]
Bilimsel metot,
akli metodun dallarından bir daldır. Gözle görülemeyen, elle dokunulmayan ve
deneyle sabit olmayan tarih, fıkıh, siyaset, mantık gibi alanlara müdahil
olmamalıdır. His alanımıza giren gaibi konularla alakalı görüş beyan
etmemelidir. Varlığını izi, eseri ve gölgesinden akli olarak ikna olduğumuz her
şeye gücü yeten kuvvet ve kudret sahibi bir yaratıcının varlığı akli metot ile
ispatlanmıştır, deney ve gözlemle değil. Dolayısıyla akıl üzere iman ettiğimiz
yaratıcımızın beyan ettiği cennet, cehennem, cin, melek gibi ahiret hayatına
ait hakikatlerin bilimsel metotla keşfedilmesi mümkün değildir. Çünkü deney
konusu hâline getirilemezler.
Bizler de diyoruz
ki: Rabbimizin insanı, hayatı ve kâinatı tarif edişine kulak verelim ve iman
esaslarımızı bilimsel buluşlar değil, Allah’ın vahyi belirlesin.
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ
وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ وَاِلَى اللّٰهِ
عَاقِبَةُ الْاُمُورِ
“Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü
(kendini) Allah'a teslim ederse artık gerçekten o kopmayan bir kulpa
yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır.”[18]
[1]
Bakara Suresi 258
[2]
Bakara Suresi 258
[3]
Bakara Suresi 258
[5]
Zümer Suresi 52
[6]
Kehf Suresi 69
[7]
Kehf Suresi 70
[8]
Kehf Suresi 71
[9]
Kehf Suresi 74
[10]
Kehf Suresi 77
[11]
Kehf Suresi 79
[12]
Kehf Suresi 80
[13]
Kehf Suresi 82
[14]
İbrahim Suresi 7
[15]
Araf Suresi 158
[16]
Said Nursi- Sözler kitabı 23. Söz
[17]
Takiyuddîn En Nebhânî, Tefekkür, Bilimsel Metot
[18]
Lokman Suresi 22
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış