Bir soruyla başlığı, bir cevapla da
alçaklıkları ifşa etmek adına reddiye yazmaya gerek var mı bilmiyorum. Son yüz
yıldır bu şer planlarına teşne olduğumuz yetti artık. Kendi kanımızdan ve kendi
canımızdan daha çok sevmemiz gereken kardeşlerimize “Terörist” diyen Batıya
kandığımız yetti artık. “Gaf yaptık” hesabı saf ayaklarına yatıp “Terörle
hesaplaşma” adına coğrafyamızda kan döktükleri, çocuklarımızı öldürdükleri,
kaynaklarımızı kendi malı gibi kullandıkları yetti artık. Hep kandırılmak, bizi
kendimize getirmedi mi?
Kâfir Batıyı bize iyi gösteren,
İsrail’i güçlü, Avrupa’yı masum, Amerika’yı kurtarıcı, Birleşmiş Milletleri
iyilik meleği gibi gösteren tarihin dili kopsun. Bu kadar masum insanı
öldürürken, başlarına bombalar yağdırırken, molozlardan cansız bedenler
çıkarken, çocukların acı çığlıkları televizyon ekranlarından kulakları
tırmalarken nasıl oluyor da taşlaşmış yüreklerinde merhametten bir katre
görülmez. Aklım almıyor. Havsalam idrak etmiyor.
“Terör” dediklerinde İslam’ı kast
ettiklerini duymayan, bilmeyen kaldı mı şu yeryüzünde? “İslam’ın aşırılığın tehdidi ile karşı karşıya” olduğunu söyleyen
Amerika’nın bizzat başkanı değil miydi?[1]
İttifak’ın ise yalnız ve yalnız ideolojilerini, değerlerini ve kültürlerini
korumak adına “İslam ile savaşmak” olduğunu duymayan kaç insan kaldı. Ortaya
atılan her yeni projenin, her paktın ve her birlikteliğin kâfirlerin
çıkarlarını korumak adına olduğunu söylemeyen siyasi yorumcu sayısını
parmaklarıyla sayabilen kaç kişi var? Makale konusunu teşkil eden “Teröre karşı
İslam İttifakı” da bunlardan biridir.
Tersini düşünen, tersini
dillendiren sözde aydın kalemler barış adına atılan her konferansın zulme zaman
kazandırdığını görmüyorlar mı? 2012’de Cenevre’de Müslümanlar için “Ülke, Özgür ve çok partili seçimler için hazırlanmalı”
derken, raporlar 20 bin insanın öldüğünü ve bunlardan 400’ünün çocuk
olduğunu yazıyordu. Yetmedi 2014’te aynı mekânda yine toplandılar. “Gelin Suriye’de terör unsurlarını ılımlı
yapalım, radikal unsurları bitirelim” kararı alınırken, raporlar ölümlerin
3 katına çıktığını söylüyordu. Son olarak Viyana konferanslarıyla sözde çözüm
arayışları yapıldı. Ancak görüldü ki İslami beldeler hakkında atılan her adım
bu ümmetin küfre olan güvensizliğini yıkamadı.
Öyle ki; Riyad konferanslarının yapılış amacı
tam da budur. Ümmetin, Amerikan projesine evet demesi istenmektedir. Suudi
Arabistan, Amerikan uşağı alçak bir yönetimdir. Amerika’nın direktifleriyle
harekete geçmiş ve bu konferanslara diğer devletlerin katılımı sağlanmıştır.
Zaten 16 Aralık 2015 sabahı, bu ittifak ilan edildiğinde, ABD Savunma Bakanı, "Bu yeni ittifak, ABD'nin IŞİD'le mücadelede Sünnilerin
daha büyük rol oynaması çağrısıyla uyumlu" diyerek muvafakatini ilan
etmiştir.
Şimdi Riyad konferansları akabinde
ilan edilen Adına “Teröre Karşı İslam İttifakı” denen askeri, siyasi ve
ekonomik vakıanın oluşum sebeplerini inceleyelim ve ilk olarak amacın ne
olmadığını sorgulayalım!
Birincisi
kesinlikle bir Sünni blok oluşsun
diye kurulmadı. Bu sadece Amerika’nın dikkatleri başka yöne çekmek için kullandığı
bir söylemden ibarettir, bunu bilelim. Çünkü zaten hali hazırda Suriye’de
İran’a karşı savaşan hiçbir taife Şii değildir. Dolayısıyla sahada var olan ve
konferansa iştirak eden katılımcı grupların hepsi Sünnidir. O halde böyle bir
şey için bir araya gelindiğini iddia etmek doğru değil. Ortak basın
açıklamasında “Şekli, mezhebi ve
ismi ne olursa olsun yeryüzünde fitne ve fesat çıkaran, insanları korkutan ve
öldüren silahlı terör örgütlerine karşı oluşturulduğu”[2]
söylenerek vakıa farklı zikredilmiş ancak gerçek yine de gizlenmiştir.
İkincisi terörizmle
mücadele adı altında IŞİD ile savaşmak adına da kurulmadı. Orada bulunan masum
Müslümanların öldürülmeleri meşru hale gelsin diye kuruldu. Çünkü Rusya ve Esed
yönetimi Suriye’de masum Müslümanları öldürmektedir. Rusya ve Esed yanlısı “Ulusal
koordinasyon komitesi” Riyad’a davet edilen iki ana aktörden biridir. Komite
adına geçtiğimiz Eylül ayında şu açıklama yapılmıştır. “Sembolik de olsa Esed’in geçiş döneminde yer almasının, DAİŞ’e karşı
savaşan Suriye Ordusu’nun birliğini korumak bakımından kaçınılmazdır.”[3]
O halde terör bahanesi, özelde ise IŞİD bahanesi havada kalmaktadır.
Üçüncü ve
en önemlisi, bu yapılanmanın teröre karşı kurulduğu yalanıdır. Amerika’nın,
İngiltere’nin, Rusya’nın, Almanya’nın, Fransa’nın ve daha sayamadığım cümle kâfir
devletin ajandalarının birinci sırasında yer alan İslam düşmanlığı yok
sayılabilir mi? Bu düşmanlığı her defasında haçlı zihniyetini itiraf eden dil
sürçmelerinde de okumak mümkündür. O halde terör tarifini yapan Batı’dır. Bu
tarifi sorgusuz ve ön kabulle tasdik eden de sözde İslam ülkeleridir. Hal böyle
olunca hedef başkası değil, Müslümanlar olmaktadır.
Bu tür paktların, örgütlenmelerin
ve ittifakların arka planında Batı’nın çıkarları ve sömürülen ülkelerin acizlikleri
vardır. Bu tür yapıların kuruluş amacı; kapitalist kâfir Batı’nın siyasal
politikalarını sevk, idare ve meşrulaştırma zemini oluşturmaktır. Son yüz yılda
kurulan bu ittifaklar gerek Büyük Britanya (İngiltere) ve gerekse II. Dünya Savaşı
sonrasında Amerika’nın teşvikleri ile kurulmuş lafzen İslami ancak vakıa olarak
gayri İslami yapılardır. Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü, M-8 gibi ve
şimdi de “Teröre Karşı İslam İttifakı” gibi.
Teröre karşı İslam ittifakının iç
yüzü ve ardındaki esas gayeye gelince, şu hususu ifade etmekte fayda var:
Amerika’nın öncülüğünde Suriye konusunda sergilenen politikaya uyumlu hareket
eden güçlü bir ittifak var. Bu ittifaka paralel olan ancak çıkarlarına göre
süreci lehine çevirmeye çalışan ve kendisine bağlı ajanlar edinerek Suriye’nin
geleceğinde söz sahibi olmaya çalışan bir Rusya bloğu var. İran’ın Rus yanlısı
gibi görünmesi ise bu çıkar savaşında etkisi olmayan bir durumdur.
Hali hazırda Riyad’da konferansa
davet edilen, etkisi az olsa da Suriye sahasında ihtiyaç duyulan ve taraftar
toplamaları için lojistik ve istihbarat desteği verilen iki ana çatı örgütlenme
var. Bunlar Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ve
Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi. SMDK, daha çok Amerikan
politikaları doğrultusunda siyasi bir söylem geliştirirken, Koordinasyon Komitesi
ise Rusya’nın söylemiyle paralel bir dil kullanmaktadır. Örneğin SMDK Başkanı
Halid Hoca bir konuşmasında "Biz
Cenevre sürecini esas alıyoruz. Birleşmiş Milletler'in (BM) de desteklediği
Cenevre sürecidir. Viyana, Cenevre'ye geri dönmek için olumlu bir adımdır. Ama
kendi başına, yeni bir süreç değildir." demiştir. BM de zaten
Amerika’nın emrinde olan bir kuruluştur ve Rusya’nın enerji politikaları
sebebiyle zarar gören ülkelerden oluşmaktadır. Ulusal Koordinasyon Komitesi ise
“Esed’li geçişe taraftar ve Esed
güçleriyle beraber IŞİD’e karşı savaşarak ancak başarı elde edilebileceğini”
ifade eden ve Rus yanlısı bir ihanet çetesidir. Dolayısıyla her iki yapının
amacı, küfür devletlerini arkasına alarak Suriye de bir geçiş hükümeti icra
etmektir.
Hal böyle iken, bu iki şer eksenli
muhalif grubun Riyad konferanslarında hazır bulunmaları, ittifak kararının
aslında Müslümanlara karşı olan devletlerin projeleriyle uyumlu bir ittifak
olduğunun ispatıdır.
Tüm bu bilgiler ışığında gerek
Türkiye’nin bu oluşuma verdiği göreceli destek, gerekse Suudi yetkililerin
söylemleri bu kirli ve alçak projenin hedeflerini netleştirmektedir. Maddeler
halinde özetlenecek olursa:
1. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı
Adil el Cubeyr "Duruma göre
değerlendirilecek, desteğin nerede veya kime sağlanacağına dair bir sınır yok"[4]
demiş ve bu desteğin kimlere yapılacağını, kimin için çalıştıklarını, hangi
ülkelerin katliamlarına ortak olunacağını “Suriye
ve Irak’taki operasyonlarla uluslararası bir koordinasyon olacak.
Operasyonları, bu iki ülkedeki meşru yönetim ve uluslararası toplumla koordine
olmadan yapamayız.” diyerek açıkça ifade etmiştir. Yani “Biz kâfir ABD ve haçlı ittifakına,
istihbarat dahil her konuda askeri ve lojistik destek sağlayacağız” demek
istenmiştir. Zaten İslam ümmetinde asıl fitne kaynağı olan bu necis küfür ehli
dururken, hala utanmadan, arlanmadan ümmeti bu fitnelerden ve belalardan
korumak adına kâfirin ordusuna can suyu olmayı bu uşak devletlerden başka kim
yapabilir. Lanet olsun ümmetin arkasından iş çeviren bu kara yüzlere…
2. İttifak adına yapılan ortak
açıklamada “Radikalizmin
ideolojisi ve tüm dini anlayışlara özellikle İslam inancına aykırı olan masum
insanları öldürmeyi teşvik eden zihniyetle mücadele edileceği” ifade
edildi. Peki, nedir bu zihniyet? Nedir bu radikal ideoloji? Elbette ki kapitalist
ve komünist bloğun yeniden hortlar endişesiyle, gelişini önlemek için
ittifaklar kurduğu, gelişini engellemek adına canla başla mücadele ettikleri
İslam ideolojisidir. Bu ideolojiyi yeryüzünde tatbik edecek olan Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi
olan Raşidi Hilafet korkusudur.
3. İttifak açıklamada “Koalisyonun
terörizmle mücadele edeceği ve bu amaçla ortak operasyonlar düzenleyeceği”
söylendi. Şimdi basitçe şu soruları sorarak kast edilen ile asıl teröristleri
tanımaya çalışalım.
Normal şartlar altında Esed,
devrimin başladığı 2011 yılından bu yana 70 bin kişinin ölümünden sorumlu
tutuluyor. Bu durumda terörist, Esed ve ordusu değil mi?
Cevap: Evet.
Peki yakın zamanda Suriye’de, IŞİD
bahanesiyle onlarca kasabada bir çok sivil öldü. Sebep olan ABD ve koalisyon
ülkeleri terörist değil mi?
Cevap: Evet.
İnsansız hava araçlarıyla dilediği
ülkede ‘operasyon yapıyoruz’ diyerek Müslüman avına çıkan, Şii camileri
bombalatarak Sünnileri kışkırtan, Afganistan’da El Kaide’yi bahane ederek, masum
Müslümanları katledenler terörist değil mi?
Cevap: Evet.
O halde nasıl olur da zalimle ortak
olunur. Kurulması gereken bir ittifak varsa o da Hizb-ut Tahrir’in ifade ettiği
minval üzere olmalıdır. “Eğer bir ittifak kurulacaksa, Müslümanlara en
büyük kötülüğü yapan sömürgecilere karşı kurulmalıdır.”
4. Suudi Savunma Bakanı Prens
Muhammed bin Selman “Bu duyuru İslam dünyasının bu hastalıklı teyakkuzundan
geliyor” diyor. Soruyorum:
Aşağılık psikolojisiyle kâfirlerin ordularına yardıma koşmak hastalıklı bir ruh
hali değil midir? Sömürgecileri def edecek kudreti damarlarında hissedememek
hastalıklı bir ruh hali değil midir? Asıl teyakkuz, sunulan dünyevi menfaatleri
ellerinin tersiyle itebilme cesareti değil midir? Asıl teyakkuz imanı
kuşanarak, hamasetle atılmaya hazır bekleyen milyonlarca orduyu tahrik edecek
ve kâfirleri, onların projelerini akim bırakacak, güçlerini kıracak, cesaretlerini yerle bir
edecek bir irade göstermek değil midir? Oysa heyhat. Cesaret, teyakkuz ve güç kâfirin
yanında konuşlanmış. Oysa Davutoğlu’nun basiretini görüyor musunuz? Bakın ne
diyor “Terör ile İslam'ı özdeşleştirmek
isteyenlere en iyi cevap." Oysa öyle değil. “Terör ile İslam'ı özdeşleştirmek isteyenlere paralel cevaptır.” Farkında
mıyız?
سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللَّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ
بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ
“Suç işleyenlere, yapmakta
oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap
erişecektir.” [Enam
Suresi 124]
[1]
George W. Bush- Washington Times gazetesi başyazı -2005
[2]
Suudi devlet ajansı SPA'da yayımlanan ortak açıklama- 15.12.2015
[3]
Hasan Abdulazim- Ulusal koordinasyon komitesi- Eylül 2015
[4]
BBC- Suudi Arabistan: İttifak kara gücü gönderebilir- 15 Aralık 2015


Yorumlar