İnsan diğer insanlarla aralarında daimî alakaları
olan bir varlıktır. Daimî alakaların olduğu yerde nizam ve nizamdan meydana
gelen kanunlardan bahsetmek kaçınılmazdır. Kanunlar herhangi bir toplumun
iktisadi, içtimai, askerî, ahlaki, siyasi olarak kalkınmasında ya da
gerilemesinde hayati öneme sahiptir. Kanunlar iyi ise alakalar da iyi, kötü ise
alakalar da kötü netice verecektir. Zira kanunlar, insanların sürdürdükleri
alakaların seyrini ve keyfiyetini belirleyendir. Toplumsal çöküşün derinliğini,
vuku bulan hadiselerden ziyadesiyle farkına vardığımız şu günlerde; yaşananlara
sebep olarak kanunları göz ardı edip sadece faili işaret etmek, konunun
değerlendirilmesini objektiflikten çıkarmaktadır. Şayet “toplum” dediğimiz şey;
belli bir nizam, kanun çerçevesinde alakalarını sürdüren insanlar topluluğu ise
yaşananların değerlendirilmesinde alakaları düzenleyen kanun dikkate alınmalı,
suç ve suçluya bu perspektifinden bakılmalıdır.
Kısacası; topluma egemen olan nizamdan elde
edilmiş kanun, toplumun fertlerinin alakalarını düzenlemektedir. Kanunların
referans alınmasıyla kurulan ve sürdürülen alakalar; kanunların doğruluğu ve
yanlışlığı doğrultusunda bir netice verecektir. Bugün toplumsal çöküş yaşıyor
olduğumuz, ahlaki ve insani olarak değerler erozyonuyla karşı karşıya
kaldığımız hiç kimsenin inkâr edemeyeceği acı gerçeklerdir. Toplumu bu denli
çöküşe sürükleyen kanunların gölgesinde, kanunların toplum üzerindeki etkisini
göz ardı ederek; toplumun ıslahı için gayret içerisinde olmak havanda su dövmekten
farksızdır. Toplumsal değişime dair önemli bir ilkeyi de hatırlattıktan sonra
asıl konumuza dönelim. Şöyle ki: Kanunların bozduğunu ancak tekrar kanunlar
düzeltebilir.
Konuyu etraflıca ve farklı yönleriyle ele almadan
önce kısaca “kanun”un ne demek olduğuna bir göz atalım.
Kanun Nedir?
Uzun uzun hukuk diliyle tarif etmek yerine kısaca
mefhumen ifade edecek olursak, kanun; “bir toplumda yaşayan insanların
davranışlarını düzenleyen, hak ve sorumluluklarını belirleyen, belirli bir
çerçeve içinde yaşamalarını sağlayan kurallar bütünüdür.” Bu kurallar,
genellikle yazılı metinler halinde ifade edilir ve devletin yetkili organları
tarafından oluşturulur.
Özetle, kanunların toplumlar üzerindeki etkisi
oldukça büyük ve çok yönlüdür. Kanunlar, toplumların sağlıklı bir şekilde
işleyebilmesi için vazgeçilmez bir unsurdur. Hem bireylerin haklarını korur hem
de toplumun genel çıkarlarını gözetir.
Mevcut Kanunların Kaynağı
Herhangi bir toplumu sevk ve idare eden
kanunların kaynağı, söz konusu toplumun egemenlik hakkını kendisine verdiği
makam olmaktadır. Başka bir ifadeyle; toplumun “hâkim irade” olarak kabul
ettiği merci, kanunların kaynağını teşkil etmektedir. Hâkimiyet yani egemenlik
sahibi, kanunların kaynağıdır.
Dolayısıyla bir ülke ya da toplumda yönetme ve
karar alma yetkisini elinde bulunduran otorite için “hâkim irade” tanımlaması
yapılırken bu iradenin temsil ettiği kavram da “egemenlik” olarak adlandırılır.
Hâkimiyet sahibi, bir ülke, devlet ya da toplumda
en üst otoriteyi temsil eder. Yani karar alma süreçlerinde kendisine başvurulan,
müracaat edilen ve meşruiyetin kaynağı olarak kabul edilen makamdır.
Görüldüğü gibi “hâkimiyet” konusu, toplumları
sevk ve idare eden kanunların esasını oluşturmaktadır. Çıkartılan kanunların ve
topluma baskın gelen hayat anlayışının meşruiyet kaynağıdır.
Türkiye özelinde, bu meşruiyetin kaynağı “egemenlik”
olup, “kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine dayanır. Türkiye’de yasa koyma
yetkisi TBMM’ye aittir. Dolayısıyla mevcut kanunların kaynağı halk, yani
beşerdir.
Beşer Aklı Kanunların Kaynağı Olabilir mi?
Evet, beşer aklı kanunların kaynağı olmuştur ve
bu durum, beşer kaynaklı kanunların hayatımızdaki varlığından açıkça
anlaşılmaktadır. Ancak konunun daha iyi kavranması için şu soruyu sormak
gerekir: Beşer aklının yaptığı kanunlar ne kadar doğru veya ne kadar
sağlıklıdır?
Bu soruya ancak “İnsanın Sınırlı ve Aciz Bir
Varlık Oluşu” ile “İslâm Dininin Kapsamlı Bir Hayat Nizamı Olması” konularının
açıklığa kavuşturulmasıyla cevap verilebilir.
•İnsanın Sınırlı Bir
Varlık Oluşu ve Acizliği
Sınırlı bir varlık oluşu ve acizliği insanın kanun
koymasına engeldir. Akla dayanan, aklın vakıadan çıkarımla ortaya koyduğu
kanunlar, İslâm’a göre “batıl”dır, aklen de sıhhatli değildir. Çünkü beşer
ürünü olan kanunlar, sınırlı, eksik, aciz ve bir başkasına muhtaç olan
insandan, onun aklından doğmaktadır. Her şeyi tam anlamıyla kavrayamaması, her
konuda derinlemesine nüfuz edememesi ve bir başlangıç ile sona sahip olması,
aklın sınırlılığındandır. Sınırlı insan aklının günün şartlarına göre yaptığı
kanunlar, yarınki şartlara göre meşhur “dün dündür, bugün bugündür” gibi
ilkesiz bir söylemin arkasına sığınılarak keyfi bir şekilde
değiştirilebilmektedir.
Beşerî kanunlar, bugün sunduğu bir çözümü yarın
reddetmesiyle “değişkenlik”; insanın farklı duygusal durumlarına bağlı olarak
aldığı çelişkili kararlar üzerinden “ihtilaf”; çevresel ve sosyal faktörlerin
etkisiyle zamanla hükümlerde oluşan “belirsizlik” gibi olguları bünyesinde
barındırmaktadır. Örneğin, insan aklı, bugün ‘ak’ dediğine yarın ‘kara’, bugün ‘haram’
dediğine yarın ‘helal’ diyebilecek kadar tutarsız kararlar alabilen bir
kaynaktır ve bu özelliğiyle çelişkilere açık bir yapı sergilemektedir.
Dolayısıyla, kanunlar insana bırakıldığında,
değişkenlik, ihtilaf ve çelişki kaçınılmaz hale gelir. Günümüzde, insan heva ve
heveslerine tabi olmanın sonuçları tüm yeryüzünde ve gökyüzünde
hissedilmektedir. Toprak, su, hava ve gıda bozulmuş, kirlenmiş ve ifsat
olmuştur; toplumlar da aynı şekilde kokuşmuş bir hale gelmiştir. Bu durumu
Allah Azze ve Celle şu ayetinde açıkça bildirmektedir:
[وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُعْرِضُونَ] “Eğer hak onların hevalarına
uysaydı, gökler de yer de bunların içindekiler de kesinlikle fesada uğrardı.
Hayır, biz onlara zikirlerini (Kur’an’ı) getirdik ama onlar zikirlerinden yüz
çeviriyorlar.”[1]
Beşer aklının sınırlı, aciz; heva ve heveslerin
geçici ve değişken olmasından dolayı beşer kaynaklı hazırlanan kanunların
sağlıklı olması mümkün değildir. Bilakis ifsadın bizzat kaynağıdır. Günümüz
vakıasında da yakinen müşahede ettiğimiz gibi…
•İslâm Dini Kapsamlı Bir
Hayat Nizamıdır
“İslâm nasıl bir dindir?” sorusuna verilecek
cevap da beşerin kanun koyup koyamayacağı konusunda belirleyici olacaktır.
Şayet bir kişi, İslâm’ı sadece ahlak ve ibadetlere ilişkin hususlarda
düzenlemeleri olan bir din olarak görürse sosyal hayata ve diğer insanlarla
olan alakaya dair İslâm’dan başkalarının kanun koymasında bir sakınca
görmeyecektir. Bilakis İslâm’ı hayatın tamamını kuşatan bir nizam olarak
görürse İslâm’dan başkalarının kanun koyuculuğunu kabul etmeyecektir. Hayatında
İslâm’dan başkasının hükümlerinin varlığına rıza göstermeyecektir. Zira o,
İslâm’ı bir hayat nizamı olarak görmektedir.
Peki, İslâm nasıl bir dindir?
İslâm, -birilerinin iddia ettiği gibi- sadece
ritüelleri düzenleyen bir din değildir. Bilakis İslâm dini; “kişinin Rabbiyle,
kendisiyle ve diğer insanlarla olan alakasını tanzim eden bir hayat nizamıdır.”
“Hayat nizamı” demek, “hayata dair hükümleri,
kanunları ihtiva eden” demektir.
Zerresinden küresine kadar hayatın tamamını
kuşatan bir nizamdır, İslâm. İktisadından tutun da siyasetine kadar hayatın her
alanına çözümleri olan bir hayat nizamıdır.
Bakınız, Allahu Azze ve Celle nasıl buyuruyor:
[وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟] “Sana Kitab’ı her şeyi açıklayıcı,
bir yol gösterici, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak gönderdik.”[2] Nasıl ki Allahu Teâlâ’nın namaza
ilişkin hükümleri varsa -[وَأَقِيمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ] ”Namazınızı kılın, zekâtınızı verin.”[3]- faize
ve iktisada ilişkin de hükümleri, düzenlemeleri vardır -[وَأَحَلَّ ٱللَّهُ ٱلْبَيْعَ وَحَرَّمَ ٱلرِّبَوٰا۟] “Allah alışverişi helal, faizi
haram kıldı.”[4]-. Nasıl ki
Allahu Teâlâ’nın oruca ilişkin hükümleri varsa -[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ] ”Ey iman edenler! Sizden öncekilere
farz kılındığı gibi, sakınasınız diye oruç da üzerinize farz kılındı.”[5]-
arazi ahkâmına ilişkin de hükümleri vardır -[مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيْتَةً فَهِيَ لَهُ] ”Kim ölü bir araziyi
ihya ederse, orası onun olur.”[6]-. Nasıl
ki yemek adabına dair İslâm’ın bir düzenlemesi varsa -[كُلْ مِمَّا يَلِيكَ] “Önünden ye!”- Kamu mallarına dair de İslâm’ın hükmü ve
düzenlemesi vardır -[اَلنَّاسُ شُرَكَاءُ فِي ثَلاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلَأِ وَالنَّارِ] “İnsanlar şu üç hususta
ortaktırlar: Su, mera (otlak yerleri) ve ateş.”-[7].
İslâm, bir hayat nizamıdır ve kendine has
düzenlemeleri vardır. Adil olan Allah tarafından gönderilmiş bir nizamdır.
Yarattığı kullarını en iyi bilen Allah’ın gönderdiği İslâm nizamının, laikliğin
gereği olarak hayata müdahil olmasının engellenmesi, kaçınılmaz şekilde
toplumsal krizleri de beraberinde getirmektedir. Hatasıyla ve unutkanlığıyla
malul olan insandan, toplumun huzurunu ve güvenini sağlayacak kanunlar
yapmasını beklemek, beyhude bir çabadır.
İslâm, bir hayat nizamıdır ve kendine has
düzenlemeleri vardır. Adil olan Allah tarafından gönderilmiş bir nizamdır.
Yarattığı kullarını en iyi bilen Allah’ın gönderdiği İslâm nizamının, laikliğin
gereği olarak hayata müdahil olmasının engellenmesi, kaçınılmaz şekilde
toplumsal krizleri de beraberinde getirmektedir. Hatasıyla ve unutkanlığıyla
malul olan insandan, toplumun huzurunu ve güvenini sağlayacak kanunlar
yapmasını beklemek, beyhude bir çabadır.
Kriz üstüne kriz üreten beşer kanunlarından
krizleri çözmesi, huzuru ve güven ortamını sağlaması beklenebilir mi?
•Krizlerin çözümünü, huzuru ve güveni, hataya
açık olan beşerî kanunlarda arayanlara Kur’an şu şekilde seslenmektedir:
[أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ] ”Allah hüküm verenlerin en üstünü değil
midir!”[8]
•Hayatımıza dair sorunların çözümünü İslâm’dan
başka bir yerde arayanlara Kur’an şöyle sesleniyor:
[وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ] ”Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden
kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?”[9]
•Yaratıcı ve hüküm koyucu olan Allah Azze
ve Celle’nin hükümlerini hiçe sayıp beşerî yasalarla insanları
krizlere mahkûm edenlere Kur’an şöyle sesleniyor:
[أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ] ”Hiç yaratan bilmez mi?”[10]
Evet, Allah Azze ve Celle, yaratan ve
yarattıklarını en iyi bilen, en iyi hüküm verendir. Dolayısıyla hayatımızda
teşriin kaynağı, yani yegâne kanun koyucu Allah’tır.
Teşriin Kaynağı Şâri’dir
Şüphesiz, İslâm’da egemenlik, şeriata aittir;
halka ait değildir. Vacip olan, insanların hevalarına uymaksızın Allah’ın
indirdiği hükümler ve kanunlar çerçevesinde hayatı idame ettirmektir:
[وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ] ”Ve aralarında Allah’ın indirdikleriyle
hükmet. Onların hevalarına uyma.”[11]
Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek, siyasi otoritenin
ve iradenin sorumluluğundadır. Allah, bu sorumluluğu yöneticilerin üzerine
yüklemiştir. Ancak bugün, Allah’ın indirdiklerinin dışında, beşerin ihdas
ettiği hükümler ve kanunlar doğrultusunda idare edilmekteyiz. Bugün “iyi”
dediğine yarın “kötü” diyen, zamandan ve mekândan etkilenen beşer aklının
belirlediği hükümlere göre yaşamak, günümüzde olduğu gibi kaosu, fesadı ve
istikrarsızlığı kaçınılmaz hale getirmektedir. Azim olan Allah doğru söylemiş
ve şöyle buyurmuştur:
[وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ] ”Eğer hak onların hevalarına uysaydı,
mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler ifsat olurdu.”[12]
Halbuki, kullar için asıl olan, hevalarına göre
kanun koymak değil, Allah’ın belirlediği helal ve haramlara teslim olmaktır.
Zira kulluk, boyun eğmeyi elzem kılar. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
[وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ] ”Dilleriniz yalana alışageldiğinden
dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, ‘şu helaldir’, ‘şu haramdır’
demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, iflah olmazlar.”[13]
Bu nasslar, helal ve haram kılanın, bütün
hükümleri teşri edenin insanlar değil, Allah Subhanehu ve Teâlâ olduğu
konusunda açıktır. Yani, İslâm’da egemenlik, halka değil, şeriata aittir.
Sonuç olarak; -en başta ifade ettiğimiz gibi-
içerisinde yaşadığımız demokratik kapitalist laik sisteme göre kanunları, halk/meclisteki
çoğunluk yapmaktadır. Egemenliğin kaynağı, demokrasinin amentüsü gereği
çoğunluk, yani halk olmaktadır. Halkın kanun koymasının anlamı, iktisatta,
siyasette, devletlerarası ilişkilerde, “olur”u ve “olmaz”ı; yani helali ve
haramı belirleyenin halk olması demektir.
Oysa İslâm’da Şâri, yani kanun koyucu sadece
Allah’tır. “Şâri’in Allah olduğu”ndan kastımız, O’nun yalnızca Kur’an ile
sınırlı bir hüküm koyucu olmadığıdır. Sünnet de vahiy olduğu için, sünnetten
bir delil açığa çıktığında veya Sahabelerin İcmaı ortaya konulduğunda, bu da
Şâri’in hitabı olarak kabul edilir.
Nasıl ki helal ve haram kılmak yalnızca Allah’a
aitse, aynı şekilde “hak” ile “batıl”, “şer” ile “hayır”, “maruf” ile “münker”,
“hasen” (güzel) ile “kubuh” (çirkin) arasını ayırmak da yalnızca Allah’a
aittir. Bütün bunlar yalnızca Allah’ın hükmüne bağlıdır. Hakka hükmeden sadece
Allah Subhanehu ve Teâlâ’dır.
[إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَ] “Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O,
hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayıranların en hayırlısıdır.”[14]
Hakimiyetin sadece Allah’a ait olduğunu ve bunun
ancak Allahu Teâlâ’nın kulları için gönderdiği şeriatta temsil
edildiğini şu ayet-i kerime veciz bir şekilde beyan etmektedir:
[إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ] “Hüküm (hakimiyet), yalnızca Allah’ındır.
O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte
budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”[15]
Anayasa ve kanun tartışmalarının sıkça gündeme
geldiği, kahir ekseriyeti Müslümanlardan oluşan Türkiye’de, gerek anayasa
gerekse kanunlar, Allah’ın gönderdiği şeriata ve hükümlerine göre olmalıdır.
Bunun aksi bir gayrette bulunmak, Allah’tan başkalarının ihdas ettiği kanunlar
muvacehesinde hayat sürmeyi istemek; İslâm ilkeleriyle kesinlikle bağdaşmaz. Çünkü
mesele, Allah’a “hakkıyla” kulluk yapma meselesidir. Allah’tan başkalarının
oluşturduğu, helallerin haram, haramların helal kılındığı kanunlar ile Allah’ın
razı olduğu bir kulluk nasıl yapılabilir ki?
Rabbim Azze ve Celle, bizleri vahyin
referans alındığı kanunlar doğrultusunda yaşayacağımız İslâmî hayatlı günlere
kavuştursun.
[1]
Muminun Suresi 71
[2]
Nahl Suresi 89
[3]
Bakara Suresi 110
[4]
Bakara Suresi 275
[5]
Bakara Suresi 183
[6]
Buhari
[7]
İbni Mace
[8]
Tin Suresi 8
[9]
Maide Suresi 50
[10]
Mülk Suresi 14
[11]
Maide Suresi 49
[12]
Muminun Suresi 71
[13]
Nahl Suresi 116
[14]
Enam Suresi 57
[15]
Yusuf Suresi 40
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış