İNSAN KANUN KOYMA YETKİSİNE SAHİP MİDİR? TEŞRÎ HAKKI KİME AİTTİR?

Abdullah İmamoğlu

İnsan diğer insanlarla aralarında daimî alakaları olan bir varlıktır. Daimî alakaların olduğu yerde nizam ve nizamdan meydana gelen kanunlardan bahsetmek kaçınılmazdır. Kanunlar herhangi bir toplumun iktisadi, içtimai, askerî, ahlaki, siyasi olarak kalkınmasında ya da gerilemesinde hayati öneme sahiptir. Kanunlar iyi ise alakalar da iyi, kötü ise alakalar da kötü netice verecektir. Zira kanunlar, insanların sürdürdükleri alakaların seyrini ve keyfiyetini belirleyendir. Toplumsal çöküşün derinliğini, vuku bulan hadiselerden ziyadesiyle farkına vardığımız şu günlerde; yaşananlara sebep olarak kanunları göz ardı edip sadece faili işaret etmek, konunun değerlendirilmesini objektiflikten çıkarmaktadır. Şayet “toplum” dediğimiz şey; belli bir nizam, kanun çerçevesinde alakalarını sürdüren insanlar topluluğu ise yaşananların değerlendirilmesinde alakaları düzenleyen kanun dikkate alınmalı, suç ve suçluya bu perspektifinden bakılmalıdır.

Kısacası; topluma egemen olan nizamdan elde edilmiş kanun, toplumun fertlerinin alakalarını düzenlemektedir. Kanunların referans alınmasıyla kurulan ve sürdürülen alakalar; kanunların doğruluğu ve yanlışlığı doğrultusunda bir netice verecektir. Bugün toplumsal çöküş yaşıyor olduğumuz, ahlaki ve insani olarak değerler erozyonuyla karşı karşıya kaldığımız hiç kimsenin inkâr edemeyeceği acı gerçeklerdir. Toplumu bu denli çöküşe sürükleyen kanunların gölgesinde, kanunların toplum üzerindeki etkisini göz ardı ederek; toplumun ıslahı için gayret içerisinde olmak havanda su dövmekten farksızdır. Toplumsal değişime dair önemli bir ilkeyi de hatırlattıktan sonra asıl konumuza dönelim. Şöyle ki: Kanunların bozduğunu ancak tekrar kanunlar düzeltebilir.

Konuyu etraflıca ve farklı yönleriyle ele almadan önce kısaca “kanun”un ne demek olduğuna bir göz atalım.   

Kanun Nedir?

Uzun uzun hukuk diliyle tarif etmek yerine kısaca mefhumen ifade edecek olursak, kanun; “bir toplumda yaşayan insanların davranışlarını düzenleyen, hak ve sorumluluklarını belirleyen, belirli bir çerçeve içinde yaşamalarını sağlayan kurallar bütünüdür.” Bu kurallar, genellikle yazılı metinler halinde ifade edilir ve devletin yetkili organları tarafından oluşturulur.

Özetle, kanunların toplumlar üzerindeki etkisi oldukça büyük ve çok yönlüdür. Kanunlar, toplumların sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için vazgeçilmez bir unsurdur. Hem bireylerin haklarını korur hem de toplumun genel çıkarlarını gözetir.

Mevcut Kanunların Kaynağı

Herhangi bir toplumu sevk ve idare eden kanunların kaynağı, söz konusu toplumun egemenlik hakkını kendisine verdiği makam olmaktadır. Başka bir ifadeyle; toplumun “hâkim irade” olarak kabul ettiği merci, kanunların kaynağını teşkil etmektedir. Hâkimiyet yani egemenlik sahibi, kanunların kaynağıdır.

Dolayısıyla bir ülke ya da toplumda yönetme ve karar alma yetkisini elinde bulunduran otorite için “hâkim irade” tanımlaması yapılırken bu iradenin temsil ettiği kavram da “egemenlik” olarak adlandırılır.

Hâkimiyet sahibi, bir ülke, devlet ya da toplumda en üst otoriteyi temsil eder. Yani karar alma süreçlerinde kendisine başvurulan, müracaat edilen ve meşruiyetin kaynağı olarak kabul edilen makamdır.

Görüldüğü gibi “hâkimiyet” konusu, toplumları sevk ve idare eden kanunların esasını oluşturmaktadır. Çıkartılan kanunların ve topluma baskın gelen hayat anlayışının meşruiyet kaynağıdır.

Türkiye özelinde, bu meşruiyetin kaynağı “egemenlik” olup, “kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine dayanır. Türkiye’de yasa koyma yetkisi TBMM’ye aittir. Dolayısıyla mevcut kanunların kaynağı halk, yani beşerdir.

Beşer Aklı Kanunların Kaynağı Olabilir mi?

Evet, beşer aklı kanunların kaynağı olmuştur ve bu durum, beşer kaynaklı kanunların hayatımızdaki varlığından açıkça anlaşılmaktadır. Ancak konunun daha iyi kavranması için şu soruyu sormak gerekir: Beşer aklının yaptığı kanunlar ne kadar doğru veya ne kadar sağlıklıdır?

Bu soruya ancak “İnsanın Sınırlı ve Aciz Bir Varlık Oluşu” ile “İslâm Dininin Kapsamlı Bir Hayat Nizamı Olması” konularının açıklığa kavuşturulmasıyla cevap verilebilir.

•İnsanın Sınırlı Bir Varlık Oluşu ve Acizliği

Sınırlı bir varlık oluşu ve acizliği insanın kanun koymasına engeldir. Akla dayanan, aklın vakıadan çıkarımla ortaya koyduğu kanunlar, İslâm’a göre “batıl”dır, aklen de sıhhatli değildir. Çünkü beşer ürünü olan kanunlar, sınırlı, eksik, aciz ve bir başkasına muhtaç olan insandan, onun aklından doğmaktadır. Her şeyi tam anlamıyla kavrayamaması, her konuda derinlemesine nüfuz edememesi ve bir başlangıç ile sona sahip olması, aklın sınırlılığındandır. Sınırlı insan aklının günün şartlarına göre yaptığı kanunlar, yarınki şartlara göre meşhur “dün dündür, bugün bugündür” gibi ilkesiz bir söylemin arkasına sığınılarak keyfi bir şekilde değiştirilebilmektedir.

Beşerî kanunlar, bugün sunduğu bir çözümü yarın reddetmesiyle “değişkenlik”; insanın farklı duygusal durumlarına bağlı olarak aldığı çelişkili kararlar üzerinden “ihtilaf”; çevresel ve sosyal faktörlerin etkisiyle zamanla hükümlerde oluşan “belirsizlik” gibi olguları bünyesinde barındırmaktadır. Örneğin, insan aklı, bugün ‘ak’ dediğine yarın ‘kara’, bugün ‘haram’ dediğine yarın ‘helal’ diyebilecek kadar tutarsız kararlar alabilen bir kaynaktır ve bu özelliğiyle çelişkilere açık bir yapı sergilemektedir.

Dolayısıyla, kanunlar insana bırakıldığında, değişkenlik, ihtilaf ve çelişki kaçınılmaz hale gelir. Günümüzde, insan heva ve heveslerine tabi olmanın sonuçları tüm yeryüzünde ve gökyüzünde hissedilmektedir. Toprak, su, hava ve gıda bozulmuş, kirlenmiş ve ifsat olmuştur; toplumlar da aynı şekilde kokuşmuş bir hale gelmiştir. Bu durumu Allah Azze ve Celle şu ayetinde açıkça bildirmektedir:

[وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُعْرِضُونَ] “Eğer hak onların hevalarına uysaydı, gökler de yer de bunların içindekiler de kesinlikle fesada uğrardı. Hayır, biz onlara zikirlerini (Kur’an’ı) getirdik ama onlar zikirlerinden yüz çeviriyorlar.”[1] 

Beşer aklının sınırlı, aciz; heva ve heveslerin geçici ve değişken olmasından dolayı beşer kaynaklı hazırlanan kanunların sağlıklı olması mümkün değildir. Bilakis ifsadın bizzat kaynağıdır. Günümüz vakıasında da yakinen müşahede ettiğimiz gibi…

•İslâm Dini Kapsamlı Bir Hayat Nizamıdır

“İslâm nasıl bir dindir?” sorusuna verilecek cevap da beşerin kanun koyup koyamayacağı konusunda belirleyici olacaktır. Şayet bir kişi, İslâm’ı sadece ahlak ve ibadetlere ilişkin hususlarda düzenlemeleri olan bir din olarak görürse sosyal hayata ve diğer insanlarla olan alakaya dair İslâm’dan başkalarının kanun koymasında bir sakınca görmeyecektir. Bilakis İslâm’ı hayatın tamamını kuşatan bir nizam olarak görürse İslâm’dan başkalarının kanun koyuculuğunu kabul etmeyecektir. Hayatında İslâm’dan başkasının hükümlerinin varlığına rıza göstermeyecektir. Zira o, İslâm’ı bir hayat nizamı olarak görmektedir.

Peki, İslâm nasıl bir dindir?

İslâm, -birilerinin iddia ettiği gibi- sadece ritüelleri düzenleyen bir din değildir. Bilakis İslâm dini; “kişinin Rabbiyle, kendisiyle ve diğer insanlarla olan alakasını tanzim eden bir hayat nizamıdır.”

“Hayat nizamı” demek, “hayata dair hükümleri, kanunları ihtiva eden” demektir.

Zerresinden küresine kadar hayatın tamamını kuşatan bir nizamdır, İslâm. İktisadından tutun da siyasetine kadar hayatın her alanına çözümleri olan bir hayat nizamıdır.

Bakınız, Allahu Azze ve Celle nasıl buyuruyor:

[وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟] “Sana Kitab’ı her şeyi açıklayıcı, bir yol gösterici, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak gönderdik.”[2] Nasıl ki Allahu Teâlâ’nın namaza ilişkin hükümleri varsa -[وَأَقِيمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ”Namazınızı kılın, zekâtınızı verin.”[3]- faize ve iktisada ilişkin de hükümleri, düzenlemeleri vardır -[وَأَحَلَّ ٱللَّهُ ٱلْبَيْعَ وَحَرَّمَ ٱلرِّبَوٰا۟] “Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı.”[4]-. Nasıl ki Allahu Teâlâ’nın oruca ilişkin hükümleri varsa -[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ”Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sakınasınız diye oruç da üzerinize farz kılındı.”[5]- arazi ahkâmına ilişkin de hükümleri vardır -[مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيْتَةً فَهِيَ لَهُ”Kim ölü bir araziyi ihya ederse, orası onun olur.”[6]-. Nasıl ki yemek adabına dair İslâm’ın bir düzenlemesi varsa -[كُلْ مِمَّا يَلِيكَ] “Önünden ye!”- Kamu mallarına dair de İslâm’ın hükmü ve düzenlemesi vardır -[اَلنَّاسُ شُرَكَاءُ فِي ثَلاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلَأِ وَالنَّارِ] “İnsanlar şu üç hususta ortaktırlar: Su, mera (otlak yerleri) ve ateş.”-[7].

İslâm, bir hayat nizamıdır ve kendine has düzenlemeleri vardır. Adil olan Allah tarafından gönderilmiş bir nizamdır. Yarattığı kullarını en iyi bilen Allah’ın gönderdiği İslâm nizamının, laikliğin gereği olarak hayata müdahil olmasının engellenmesi, kaçınılmaz şekilde toplumsal krizleri de beraberinde getirmektedir. Hatasıyla ve unutkanlığıyla malul olan insandan, toplumun huzurunu ve güvenini sağlayacak kanunlar yapmasını beklemek, beyhude bir çabadır.

İslâm, bir hayat nizamıdır ve kendine has düzenlemeleri vardır. Adil olan Allah tarafından gönderilmiş bir nizamdır. Yarattığı kullarını en iyi bilen Allah’ın gönderdiği İslâm nizamının, laikliğin gereği olarak hayata müdahil olmasının engellenmesi, kaçınılmaz şekilde toplumsal krizleri de beraberinde getirmektedir. Hatasıyla ve unutkanlığıyla malul olan insandan, toplumun huzurunu ve güvenini sağlayacak kanunlar yapmasını beklemek, beyhude bir çabadır.

Kriz üstüne kriz üreten beşer kanunlarından krizleri çözmesi, huzuru ve güven ortamını sağlaması beklenebilir mi?

•Krizlerin çözümünü, huzuru ve güveni, hataya açık olan beşerî kanunlarda arayanlara Kur’an şu şekilde seslenmektedir:

[أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ”Allah hüküm verenlerin en üstünü değil midir!”[8] 

•Hayatımıza dair sorunların çözümünü İslâm’dan başka bir yerde arayanlara Kur’an şöyle sesleniyor:

[وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ”Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?”[9]

•Yaratıcı ve hüküm koyucu olan Allah Azze ve Celle’nin hükümlerini hiçe sayıp beşerî yasalarla insanları krizlere mahkûm edenlere Kur’an şöyle sesleniyor:

[أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ”Hiç yaratan bilmez mi?”[10]

Evet, Allah Azze ve Celle, yaratan ve yarattıklarını en iyi bilen, en iyi hüküm verendir. Dolayısıyla hayatımızda teşriin kaynağı, yani yegâne kanun koyucu Allah’tır.

Teşriin Kaynağı Şâri’dir

Şüphesiz, İslâm’da egemenlik, şeriata aittir; halka ait değildir. Vacip olan, insanların hevalarına uymaksızın Allah’ın indirdiği hükümler ve kanunlar çerçevesinde hayatı idame ettirmektir:

[وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ”Ve aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmet. Onların hevalarına uyma.”[11]

Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek, siyasi otoritenin ve iradenin sorumluluğundadır. Allah, bu sorumluluğu yöneticilerin üzerine yüklemiştir. Ancak bugün, Allah’ın indirdiklerinin dışında, beşerin ihdas ettiği hükümler ve kanunlar doğrultusunda idare edilmekteyiz. Bugün “iyi” dediğine yarın “kötü” diyen, zamandan ve mekândan etkilenen beşer aklının belirlediği hükümlere göre yaşamak, günümüzde olduğu gibi kaosu, fesadı ve istikrarsızlığı kaçınılmaz hale getirmektedir. Azim olan Allah doğru söylemiş ve şöyle buyurmuştur:

[وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ”Eğer hak onların hevalarına uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler ifsat olurdu.”[12]

Halbuki, kullar için asıl olan, hevalarına göre kanun koymak değil, Allah’ın belirlediği helal ve haramlara teslim olmaktır. Zira kulluk, boyun eğmeyi elzem kılar. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

[وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ”Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, ‘şu helaldir’, ‘şu haramdır’ demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, iflah olmazlar.”[13]

Bu nasslar, helal ve haram kılanın, bütün hükümleri teşri edenin insanlar değil, Allah Subhanehu ve Teâlâ olduğu konusunda açıktır. Yani, İslâm’da egemenlik, halka değil, şeriata aittir.

Sonuç olarak; -en başta ifade ettiğimiz gibi- içerisinde yaşadığımız demokratik kapitalist laik sisteme göre kanunları, halk/meclisteki çoğunluk yapmaktadır. Egemenliğin kaynağı, demokrasinin amentüsü gereği çoğunluk, yani halk olmaktadır. Halkın kanun koymasının anlamı, iktisatta, siyasette, devletlerarası ilişkilerde, “olur”u ve “olmaz”ı; yani helali ve haramı belirleyenin halk olması demektir.

Oysa İslâm’da Şâri, yani kanun koyucu sadece Allah’tır. “Şâri’in Allah olduğu”ndan kastımız, O’nun yalnızca Kur’an ile sınırlı bir hüküm koyucu olmadığıdır. Sünnet de vahiy olduğu için, sünnetten bir delil açığa çıktığında veya Sahabelerin İcmaı ortaya konulduğunda, bu da Şâri’in hitabı olarak kabul edilir.

Nasıl ki helal ve haram kılmak yalnızca Allah’a aitse, aynı şekilde “hak” ile “batıl”, “şer” ile “hayır”, “maruf” ile “münker”, “hasen” (güzel) ile “kubuh” (çirkin) arasını ayırmak da yalnızca Allah’a aittir. Bütün bunlar yalnızca Allah’ın hükmüne bağlıdır. Hakka hükmeden sadece Allah Subhanehu ve Teâlâ’dır.

[إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَ“Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayıranların en hayırlısıdır.”[14]

Hakimiyetin sadece Allah’a ait olduğunu ve bunun ancak Allahu Teâlâ’nın kulları için gönderdiği şeriatta temsil edildiğini şu ayet-i kerime veciz bir şekilde beyan etmektedir:

[إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ“Hüküm (hakimiyet), yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”[15]

Anayasa ve kanun tartışmalarının sıkça gündeme geldiği, kahir ekseriyeti Müslümanlardan oluşan Türkiye’de, gerek anayasa gerekse kanunlar, Allah’ın gönderdiği şeriata ve hükümlerine göre olmalıdır. Bunun aksi bir gayrette bulunmak, Allah’tan başkalarının ihdas ettiği kanunlar muvacehesinde hayat sürmeyi istemek; İslâm ilkeleriyle kesinlikle bağdaşmaz. Çünkü mesele, Allah’a “hakkıyla” kulluk yapma meselesidir. Allah’tan başkalarının oluşturduğu, helallerin haram, haramların helal kılındığı kanunlar ile Allah’ın razı olduğu bir kulluk nasıl yapılabilir ki?

Rabbim Azze ve Celle, bizleri vahyin referans alındığı kanunlar doğrultusunda yaşayacağımız İslâmî hayatlı günlere kavuştursun.

 



[1] Muminun Suresi 71

[2] Nahl Suresi 89

[3] Bakara Suresi 110

[4] Bakara Suresi 275

[5] Bakara Suresi 183

[6] Buhari

[7] İbni Mace

[8] Tin Suresi 8

[9] Maide Suresi 50

[10] Mülk Suresi 14

[11] Maide Suresi 49

[12] Muminun Suresi 71

[13] Nahl Suresi 116

[14] Enam Suresi 57

[15] Yusuf Suresi 40


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz