GELİN, BATI KÜLTÜRÜNÜ BOYKOT EDELİM!

Abdullah İmamoğlu

“İsrail” mallarını boykot etmek, Müslümanlar olarak bizim yabancısı olmadığımız bir protesto yöntemidir. Gazze sürecinden önce de gasıp Yahudi varlığı “İsrail” ne zaman canlarımıza, namuslarımıza saldırılar gerçekleştirmiş olsa ilk akla gelen ve kitlesel olarak yapılmasına yönelik çağrılar yapılan bir tavır yöntemidir, ürün boykotu... Ve bu yöntem, sadece Filistin’e saldıran gasıp Yahudi varlığı “İsrail”e yönelik değil, İslâm’ın kutsallarına ve değerlerine saldırıda bulunan devletlere/varlıklara karşı da hep uygulanagelmiştir. Çok iyi hatırlıyorum; neredeyse yirmi yıl kadar öncesinde Danimarka’da, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yönelik hareket içerikli karikatürler yayınlandığında, Danimarka ilk olarak Müslümanlar tarafından kınandı, sonra da kimi tanınmış kişi, STK ve kuruluşlarca mallarının boykot edilmesine çağrı yapıldı.

Ne var ki değerlerimize yönelik saldırıların olduğu her dönemde, kardeşlik ve İslâm bilinciyle gerekli hassasiyeti gösteren Müslümanlar; özellikle Gazze sürecinde tavır yöntemlerinden olan boykota ayrıca bir ehemmiyet gösterdi ve -kahir ekseriyeti için söyleyecek olursak- samimiyetlerini de ispat ettiler. Toplumun duyarlılığıyla çok daha önem kazanan bir tavır yöntemi olarak boykot konusunu bu yazımızda, farklı yönleriyle ele almaya ve “boykot fıkhı” konusu bağlamında mutlaka dillendirilmesi gereken hususlara değinmeye gayret göstereceğiz. Bundan maksat; bir tavır yöntemi olan boykotun, hayatımızda çok daha geniş alanda varlığını gösterebilmesidir. İfade ettiğim gibi; boykot fıkhının farklı bir yönüne temas etmeyi amaçladığımız için ürün boykotunun keyfiyetine dair fıkhi derinliklere değinmeyeceğiz. Arzu edenler, Köklü Değişim’in bir önceki sayısında Serdar Yılmaz’ın kaleme aldığı Boykot Fıkhı ve Tatbik Keyfiyeti başlıklı yazısına müracaat edebilirler.

Başlayalım o vakit…  

Boykot, -en yalın haliyle- “belli bir amacı gerçekleştirmek için baskı yapmak saikiyle, bir kimseyle, bir yerle, bir topluluk, kuruluş ya da bir ülkeyle her türlü ilişkiyi kesme kararı” şeklinde tanımlanmıştır. Her ne kadar tariften de anlaşılacağı üzere boykot sadece ürünleri protesto etmek anlamına gelmese de bizlerde çağrıştırdığı ve icra edildiği alan bununla sınırlı kalmaktadır. Halbuki bir tavır yöntemi olarak boykot, ticarette icra edilebileceği gibi, siyasi, içtimai, yönetim, kültürel alanlarda da icra edilebilir; yeri geldiğinde edilmesi de dinî bir zorunluluktur. Boykotun çok yönlü olabileceğini Mekke döneminde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabına yönelik alınan boykot kararını içeren yazılı sahifede de görmek mümkündür. Hatırlayacağınız üzere Mekkeli liderler bir araya gelerek, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i kendilerine teslim edinceye kadar, “Haşimoğullarının barış teklifini kabul etmemek, onlara acımamak, kız alıp-vermemek, mal alıp-satmamak, konuşmamak, görüşmemek, evlerine girmemek” üzere anlaştılar ve bu sözleşmeyi bir sahifeye yazarak mühürlediler. Görüldüğü üzere boykot, -bugün anlaşıldığı gibi- sadece ürünlerden imtina etmek değildir. Bir tavır yöntemi olarak boykot, yeri geldiğinde konuşmamayı, görüşmemeyi de ihtiva etmektedir. Tıpkı şu örnekte olduğu gibi: Ahmed bin Hanbel Hıristiyan gördüğünde gözünü kısarak bakarmış. Neden böyle yaptığını sorduklarında; [لا أقدرُ أن أنظر إلى من افترى على الله وكذب عليه] “Allah’a iftira atan ve hakkında yalan isnat eden kişiye normal bakamıyorum.demiş.

Birkaç cümleyle de olsa boykotun çok yönlü yapılabildiğini/yapılması gerektiğini ifade etmiş olduk. Ne var ki -başta da ifade ettiğim gibi- Gazze sürecinde Müslümanlar olarak bizim icra ettiğimiz ve ziyadesiyle de rüştümüzü gösterdiğimiz boykot; ürünlere ve ticaret ilişkisine yönelik boykot tavrıydı.

Tavır yöntemi olan boykotun farklı ve çok önemli yönüne geçmeden önce boykot bahsiyle alakalı olarak değinilmesi gereken, -değinilmeyecek olursa eksik kalacak olan- bir hususun daha olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki: boykotu sadece fertlere indirgemek ya da boykot çağrısını sadece fertlerle sınırlı tutmak İslâm hukukuna göre doğru bir anlayış değildir. Son Gazze sürecinde maalesef daha çok fertlerin boykotu üzerinde durulmuş ya da boykot çağrısı fertlerle sınırlı tutulmuştur. Boykotun hem şer’an hem de aklen anlam kazanabilmesi için devlet düzeyinde de yapılması gerekmektedir. Ne var ki -yapanları bundan istisna ederek söylüyorum-, kitlesel çağrılar kahır ekseriyette fertlere yönelik olmuş ve devletin sürdürdüğü ticari ilişkilerin boykotuna yönelik bir çağrı yapılmamıştır. Başka bir deyişle; fertlere boykot ile alakalı sorumlulukları hatırlatılırken “İsrail”e tonlarca malzeme gönderen devlete, boykot yükümlülükleri hatırlatılmamıştır.

Meramımı bir örnek üzerinden daha iyi anlatabilirim diye düşünüyorum. Hatırlarsanız, daha Gazze sürecinin üçüncü haftasıydı ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Siyonizm’i destekleyen firmaların ürünlerinin kararlı ve devamlı bir şekilde boykot edilmesi gerektiğine çağrıda bulundu. İlave olarak da “zulüm ve zalimle her yönüyle mücadele edilmesi büyük öneme sahiptir” şeklinde bir açıklamada bulundu.

Nasıl ki fertlerin boykotu şer-i şerifin bir gerekliliği ise devletler bazında boykot da şer’i bir gerekliliktir. Yine nasıl ki Diyanet İşleri Başkanı fertleri düşmanların ürünlerini boykot etmeye davette bulunuyorsa çok daha fazla, çok daha kararlı ve gür bir sedayla devleti ve yöneticileri de ticari ilişkileri kesmeye davet etmeli, ürünlerin boykot edilmesine çağrı yapmalıydı.  

Zira, fertleri bir çikolata ya da bir temizlik malzemesi kadar küçük bile olsa boykot yapmaya çağrı yaparken diğer taraftan konteynırlarla dolu gemileri ticaret maksatlı olarak her gün “İsrail” limanlarına gönderen devleti, yöneticileri boykota davet etmemenin ne akli ne de şer’i izah edilebilir bir tarafı vardır!

Markette, “İsrail” ürünü alan birisine yan gözle/öfke dolu bakışlarla bakarken, “İsrail”e günde 10’a yakın ticari gemiyi göndermeye devam eden devlet yöneticilerine hiçbir şey olmamış gibi normal gözle bakmak, insaflı bir yaklaşım değildir, olmayacaktır da...

Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra devam edelim…

Evet, düşmanlarımızın mallarını boykot ettik. Hayatımızdan arındırdık. Boykot edilmesi gereken mallara elimizi bile sürmedik.

Peki, bizim tavır yöntemi olarak boykot etmemiz gereken tek şey, “fiilî harbi” statüsünde olan devletlerin malları mı? Hayatımızdan arındırmamız gerek tek şey, düşmanlarımızın ürünleri mi?

Var mı, başka boykot etmemiz gereken şeyler? Var mı, iliklerimize kadar benliğimizden söküp atacaklarımız? Var mı, hayatımızda tavır göstermemiz gereken başkaca şeyler?

Elbette var!

“Bir gün Ömer RadiyAllahu Anh elinde Tevrat’tan bir parça ile Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e geldi. Dedi ki: ‘Ya Rasulallah! Bu, Tevrat’tan bir paçadır.’ Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ona cevap vermedi. O da elindekinden okumaya başladı. O okurken Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yüzü değişiyordu. -Allah ona rahmet etsin- Ebu Bekir dedi ki: ‘Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yüzünü görmüyor musun, başı belalı adam!’ Ömer, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e baktı ve dedi ki: ‘Allah’ın gazabından ve Rasulü’nün gazabından Allah’a sığınırım. Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve rasul olarak Muhammed’den razı oldum!’ Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: ‘Muhammed’e hayat veren Allah’a yemin ederim ki, size Musa görünecek olsa ve beni bırakıp ona uyacak olsanız, hak yoldan sapmış olursunuz. O yaşıyor olsa bana uyardı.” [Sünen-i Darimi]

Bu rivayet, bir Müslümanın, hayatında İslâm’dan başkasının hükümlerine asla rıza göstermemesi gerektiğini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Sadece İslâm’dan ve hükümlerinden razı olmalı ve gayrısına da karşı gelmelidir. Başka bir ifadeyle; İslâm’dan gayrısını boykot etmelidir.

Hilâfet yıkıldıktan sonra ümmet koruyucu kalkanını kaybetti. Sonrasında ise Batı’nın o çok arzu ettiği, yüzyıllardır gerçekleştirmek istediği kültürel işgal kaçınılmaz oldu. Kalkandan mahrum olunca ümmet; ne var olan kendi kültürümüzü koruyabildi ne de hayatlarımızı hedef alan kültürel işgallere engel olabildi. Batı, bütün güç ve imkanlarıyla adeta aç sırtlanlar gibi İslâm ümmetine saldırdı ve kültürel manada hafife alınmayacak ciddi tahribatlar meydana getirdi. Batı, Batı’ya meftun zevatın yardımıyla Batı modeli eğitim müfredatlarıyla genç dimağlara sapkın fikirlerini yavaş yavaş zerk etti. Bin bir türlü özenti üsluplarıyla ve iletişim araçlarıyla zehirli kültürlerini dünyalarımızda var ettiler. “İnanç özgürlüğü” kisvesi altında İslâm akidesine sahip gençleri dalalete düşürdüler. Tüm bu kültürel ve fikrî saldırılar neticesinde; ateist, deist vb. sapkın inanç ve fikirleri topraklarımıza zerk ederek gençleri/nesilleri ve toplumu İslâm’dan uzaklaştırmayı, şüphelerle zihniyetlerini bozmayı hedeflediler. Batı’dan ithal edilen “aileyi koruma(!) kanunları”yla asırlardır korunan aile kalesini adeta tarumar ettiler. Vatancılık, milliyetçilik fikriyle ümmet coğrafyasının, kardeşliğimizin arasına örülen suni sınırları perçinlediler. Haramları meşrulaştıran yasalarla toplumu günbegün ahlaksızlaştırdılar. Ötesi; Batı kültürünü kanıksamış Allah’ın rızasından çok uzak bir toplum var ettiler.

Kültürel manada oluşan tahribatın boyutlarını idrak etmek için yaşadığımız çevremize, sokaklarımıza kısacası hayatımıza bakmamız yeterli olacaktır.

Batı’nın Hayat Tarzını Boykot…

Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz durum ve karşı karşıya kaldığımız işgal ortadadır. İslâm ümmetinin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı bu zamanlarda, Müslümanları ateş çukurunun kenarından kurtaracak ve bu kültürel işgale son verecek yegâne şey; Batı’dan ithal edilmiş bütün ifsat edici fikirleri ve düşünceleri boykot etmektir.

Her yönüyle kültürel işgalin kıskacında savruluyorken; dönüp kendimize bizi silkeleyecek sorular sormanın vakti gelmiştir!

Haydi, soralım o vakit bizi kendimize getirecek o sarsıcı soruları!

Malların gıda sorgusunu yapıp içerisinde haram katkısı olduğunu düşündüğümüz ürünlerden içtinap ettiğimiz gibi hayatımıza derince kök salan küfür kanunlarından içtinap ettik mi? Ya da bu konuda da aynı hassasiyeti gözettik mi?

Boykot listelerini hassasiyetle kontrol edip boykot ürünlerinden sakındığımız gibi Allah’ın razı olmadığı toplum olmamıza sebebiyet veren Batı’nın kokuşmuş kültürünü boykot edebildik mi?

Yasaklı ürünlere “Hayır!” dediğimiz gibi Allah Azze ve Celle’den başkasının hüküm sürdüğü hayata da “Hayır!” diyebildik mi?

Batı’nın bize ambalajlayıp takdim ettiği fikrî kaide ve yönetim nizamını (demokrasi, laiklik, cumhuriyet), bütün benliğimizle boykot edebildik mi?

Gasıp Yahudi varlığının mallarını boykot eden samimi Müslümanlar, aynı samimiyetle “İsrail” ile iş tutan yöneticileri de boykot etmeli değil mi?

Gasıp Yahudi varlığını tel’in eden diller, sömürgeci kâfirlerin topraklarımızda dikte ettikleri bütün gayri İslâmi nizamlara “Hayır!” deyip bunları da hakkıyla boykot etmeli değil mi?

Etmelidir muhakkak! Hocalarımız, kanaat önderlerimiz, cemaatler; kâfirlerin, gasıp Yahudi varlığı “İsrail”in mallarını boykot ettikleri ya da bunlara boykot çağrısı yaptıkları kadar -belki de daha fazlasını-, kültürel işgali de boykot etmeli, şer’i bir tavır ortaya koymalıdır.

Karşı karşıya kaldığımız kültürel işgal tehlikesinin idrakinde olalım…

Açtıkları küresel savaşın neticesinde sömürgeci kâfirlerin topraklarımızı askerî olarak işgal ettiklerinin farkında olduğumuz kadar, aynı kâfirlerin topraklarımızı ifsat edici kültürleriyle de işgal ettiklerinin farkında olalım…

Toplumsal çöküntünün esasi müsebbibin kapitalizm ve uzantısı kanunlar olduğunun da farkında olalım...

Yine çözümün laik demokratik sistemde değil İslâm’da olduğunun farkında olalım…

Haydi, o vakit!

“Bize, cahiliye asrını asrısaadete dönüştüren İslâm yeter!” diyerek, İslâm’ın hayata müdahil olmasına izin vermeyen; aileyi, nesli ve toplumu ifsat eden laik demokratik düzeni boykot edelim!

“Bize, İslâm’ın içtimai nizamı yeter!” diyerek, birçok çiftin boşanmasına, ailelerin darmadağın olmasına sebebiyet veren Batı menşeili medeniyet kanununu/uluslararası sözleşmeleri boykot edelim!

“Bize, istikrarlı bir hayatın garantörü olan İslâm’ın iktisat nizamı yeter!” diyerek; insanlığı fakruzarurete sürükleyen, servetin yalnızca zenginler arasında dolaşmasını sağlayan ve ciddi ekonomik krizlere sebebiyet veren kapitalist nizamı boykot edelim!

Velhasıl gelin, düşmanlarımızı “her şeyiyle” boykot edelim!

Ürün boykot anlayışını, kültürel boykota dönüştürelim!

Haydin öyleyse!

Hep birlikte bunların hepsini boykot ediyor ve İslâm’dan başkasına “Hayır!” diyoruz.

Ve sadece İslâm’dan olana, Rabbimizden gelene “Evet!” diyoruz. Ve ekliyoruz: “Bize İslâm, yönetim nizamı olarak da Râşidî Hilâfet yeter!”


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz