“İsrail” mallarını boykot etmek, Müslümanlar
olarak bizim yabancısı olmadığımız bir protesto yöntemidir. Gazze sürecinden
önce de gasıp Yahudi varlığı “İsrail” ne zaman canlarımıza, namuslarımıza
saldırılar gerçekleştirmiş olsa ilk akla gelen ve kitlesel olarak yapılmasına
yönelik çağrılar yapılan bir tavır yöntemidir, ürün boykotu... Ve bu yöntem,
sadece Filistin’e saldıran gasıp Yahudi varlığı “İsrail”e yönelik değil, İslâm’ın
kutsallarına ve değerlerine saldırıda bulunan devletlere/varlıklara karşı da hep
uygulanagelmiştir. Çok iyi hatırlıyorum; neredeyse yirmi yıl kadar öncesinde
Danimarka’da, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yönelik hareket
içerikli karikatürler yayınlandığında, Danimarka ilk olarak Müslümanlar tarafından
kınandı, sonra da kimi tanınmış kişi, STK ve kuruluşlarca mallarının boykot
edilmesine çağrı yapıldı.
Ne var ki değerlerimize yönelik saldırıların
olduğu her dönemde, kardeşlik ve İslâm bilinciyle gerekli hassasiyeti gösteren
Müslümanlar; özellikle Gazze sürecinde tavır yöntemlerinden olan boykota ayrıca
bir ehemmiyet gösterdi ve -kahir ekseriyeti için söyleyecek olursak-
samimiyetlerini de ispat ettiler. Toplumun duyarlılığıyla çok daha önem kazanan
bir tavır yöntemi olarak boykot konusunu bu yazımızda, farklı yönleriyle ele almaya
ve “boykot fıkhı” konusu bağlamında mutlaka dillendirilmesi gereken hususlara
değinmeye gayret göstereceğiz. Bundan maksat; bir tavır yöntemi olan boykotun,
hayatımızda çok daha geniş alanda varlığını gösterebilmesidir. İfade ettiğim
gibi; boykot fıkhının farklı bir yönüne temas etmeyi amaçladığımız için ürün
boykotunun keyfiyetine dair fıkhi derinliklere değinmeyeceğiz. Arzu edenler, Köklü
Değişim’in bir önceki sayısında Serdar Yılmaz’ın kaleme aldığı “Boykot
Fıkhı ve Tatbik Keyfiyeti” başlıklı yazısına müracaat edebilirler.
Başlayalım o vakit…
Boykot, -en yalın haliyle- “belli bir amacı
gerçekleştirmek için baskı yapmak saikiyle, bir kimseyle, bir yerle, bir topluluk,
kuruluş ya da bir ülkeyle her türlü ilişkiyi kesme kararı” şeklinde
tanımlanmıştır. Her ne kadar tariften de anlaşılacağı üzere boykot sadece
ürünleri protesto etmek anlamına gelmese de bizlerde çağrıştırdığı ve icra
edildiği alan bununla sınırlı kalmaktadır. Halbuki bir tavır yöntemi olarak
boykot, ticarette icra edilebileceği gibi, siyasi, içtimai, yönetim, kültürel
alanlarda da icra edilebilir; yeri geldiğinde edilmesi de dinî bir
zorunluluktur. Boykotun çok yönlü olabileceğini Mekke döneminde Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem ve ashabına yönelik alınan boykot kararını içeren yazılı
sahifede de görmek mümkündür. Hatırlayacağınız üzere Mekkeli liderler bir araya
gelerek, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i kendilerine teslim
edinceye kadar, “Haşimoğullarının barış teklifini kabul etmemek, onlara acımamak,
kız alıp-vermemek, mal alıp-satmamak, konuşmamak, görüşmemek, evlerine
girmemek” üzere anlaştılar ve bu sözleşmeyi bir sahifeye yazarak mühürlediler.
Görüldüğü üzere boykot, -bugün anlaşıldığı gibi- sadece ürünlerden imtina etmek
değildir. Bir tavır yöntemi olarak boykot, yeri geldiğinde konuşmamayı,
görüşmemeyi de ihtiva etmektedir. Tıpkı şu örnekte olduğu gibi: Ahmed bin
Hanbel Hıristiyan gördüğünde gözünü kısarak bakarmış. Neden böyle yaptığını
sorduklarında; [لا أقدرُ أن أنظر إلى من افترى على الله وكذب عليه] “Allah’a iftira atan ve
hakkında yalan isnat eden kişiye normal bakamıyorum.” demiş.
Birkaç cümleyle de olsa boykotun çok yönlü
yapılabildiğini/yapılması gerektiğini ifade etmiş olduk. Ne var ki -başta da
ifade ettiğim gibi- Gazze sürecinde Müslümanlar olarak bizim icra ettiğimiz ve
ziyadesiyle de rüştümüzü gösterdiğimiz boykot; ürünlere ve ticaret ilişkisine
yönelik boykot tavrıydı.
Tavır yöntemi olan boykotun farklı ve çok önemli
yönüne geçmeden önce boykot bahsiyle alakalı olarak değinilmesi gereken, -değinilmeyecek
olursa eksik kalacak olan- bir hususun daha olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki: boykotu
sadece fertlere indirgemek ya da boykot çağrısını sadece fertlerle sınırlı
tutmak İslâm hukukuna göre doğru bir anlayış değildir. Son Gazze sürecinde maalesef
daha çok fertlerin boykotu üzerinde durulmuş ya da boykot çağrısı fertlerle
sınırlı tutulmuştur. Boykotun hem şer’an hem de aklen anlam kazanabilmesi için
devlet düzeyinde de yapılması gerekmektedir. Ne var ki -yapanları bundan istisna
ederek söylüyorum-, kitlesel çağrılar kahır ekseriyette fertlere yönelik olmuş
ve devletin sürdürdüğü ticari ilişkilerin boykotuna yönelik bir çağrı
yapılmamıştır. Başka bir deyişle; fertlere boykot ile alakalı sorumlulukları
hatırlatılırken “İsrail”e tonlarca malzeme gönderen devlete, boykot
yükümlülükleri hatırlatılmamıştır.
Meramımı bir örnek üzerinden daha iyi
anlatabilirim diye düşünüyorum. Hatırlarsanız, daha Gazze sürecinin üçüncü
haftasıydı ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Siyonizm’i
destekleyen firmaların ürünlerinin kararlı ve devamlı bir şekilde boykot
edilmesi gerektiğine çağrıda bulundu. İlave olarak da “zulüm ve zalimle her
yönüyle mücadele edilmesi büyük öneme sahiptir” şeklinde bir açıklamada
bulundu.
Nasıl ki fertlerin boykotu şer-i şerifin bir gerekliliği
ise devletler bazında boykot da şer’i bir gerekliliktir. Yine nasıl ki Diyanet
İşleri Başkanı fertleri düşmanların ürünlerini boykot etmeye davette
bulunuyorsa çok daha fazla, çok daha kararlı ve gür bir sedayla devleti ve
yöneticileri de ticari ilişkileri kesmeye davet etmeli, ürünlerin boykot
edilmesine çağrı yapmalıydı.
Zira, fertleri bir çikolata ya da bir temizlik
malzemesi kadar küçük bile olsa boykot yapmaya çağrı yaparken diğer taraftan konteynırlarla
dolu gemileri ticaret maksatlı olarak her gün “İsrail” limanlarına gönderen
devleti, yöneticileri boykota davet etmemenin ne akli ne de şer’i izah
edilebilir bir tarafı vardır!
Markette, “İsrail” ürünü alan birisine yan gözle/öfke
dolu bakışlarla bakarken, “İsrail”e günde 10’a yakın ticari gemiyi göndermeye
devam eden devlet yöneticilerine hiçbir şey olmamış gibi normal gözle bakmak,
insaflı bir yaklaşım değildir, olmayacaktır da...
Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra devam edelim…
Evet, düşmanlarımızın mallarını boykot ettik. Hayatımızdan
arındırdık. Boykot edilmesi gereken mallara elimizi bile sürmedik.
Peki, bizim tavır yöntemi olarak boykot etmemiz
gereken tek şey, “fiilî harbi” statüsünde olan devletlerin malları mı?
Hayatımızdan arındırmamız gerek tek şey, düşmanlarımızın ürünleri mi?
Var mı, başka boykot etmemiz gereken şeyler? Var
mı, iliklerimize kadar benliğimizden söküp atacaklarımız? Var mı, hayatımızda
tavır göstermemiz gereken başkaca şeyler?
Elbette var!
“Bir gün Ömer RadiyAllahu Anh
elinde Tevrat’tan bir parça ile Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e
geldi. Dedi ki: ‘Ya Rasulallah! Bu, Tevrat’tan bir paçadır.’ Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem ona cevap vermedi. O da elindekinden okumaya başladı. O
okurken Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yüzü değişiyordu. -Allah
ona rahmet etsin- Ebu Bekir dedi ki: ‘Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
yüzünü görmüyor musun, başı belalı adam!’ Ömer, Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e baktı ve dedi ki: ‘Allah’ın gazabından ve Rasulü’nün
gazabından Allah’a sığınırım. Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve rasul
olarak Muhammed’den razı oldum!’ Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: ‘Muhammed’e hayat veren Allah’a yemin
ederim ki, size Musa görünecek olsa ve beni bırakıp ona uyacak olsanız, hak
yoldan sapmış olursunuz. O yaşıyor olsa bana uyardı.” [Sünen-i Darimi]
Bu rivayet, bir Müslümanın, hayatında İslâm’dan
başkasının hükümlerine asla rıza göstermemesi gerektiğini çok açık bir şekilde
ortaya koymaktadır. Sadece İslâm’dan ve hükümlerinden razı olmalı ve gayrısına
da karşı gelmelidir. Başka bir ifadeyle; İslâm’dan gayrısını boykot etmelidir.
Hilâfet yıkıldıktan sonra ümmet koruyucu
kalkanını kaybetti. Sonrasında ise Batı’nın o çok arzu ettiği, yüzyıllardır
gerçekleştirmek istediği kültürel işgal kaçınılmaz oldu. Kalkandan mahrum
olunca ümmet; ne var olan kendi kültürümüzü koruyabildi ne de hayatlarımızı
hedef alan kültürel işgallere engel olabildi. Batı, bütün güç ve imkanlarıyla
adeta aç sırtlanlar gibi İslâm ümmetine saldırdı ve kültürel manada hafife
alınmayacak ciddi tahribatlar meydana getirdi. Batı, Batı’ya meftun zevatın
yardımıyla Batı modeli eğitim müfredatlarıyla genç dimağlara sapkın fikirlerini
yavaş yavaş zerk etti. Bin bir türlü özenti üsluplarıyla ve iletişim
araçlarıyla zehirli kültürlerini dünyalarımızda var ettiler. “İnanç özgürlüğü” kisvesi
altında İslâm akidesine sahip gençleri dalalete düşürdüler. Tüm bu kültürel ve
fikrî saldırılar neticesinde; ateist, deist vb. sapkın inanç ve fikirleri topraklarımıza
zerk ederek gençleri/nesilleri ve toplumu İslâm’dan uzaklaştırmayı, şüphelerle
zihniyetlerini bozmayı hedeflediler. Batı’dan ithal edilen “aileyi koruma(!) kanunları”yla
asırlardır korunan aile kalesini adeta tarumar ettiler. Vatancılık,
milliyetçilik fikriyle ümmet coğrafyasının, kardeşliğimizin arasına örülen suni
sınırları perçinlediler. Haramları meşrulaştıran yasalarla toplumu günbegün ahlaksızlaştırdılar.
Ötesi; Batı kültürünü kanıksamış Allah’ın rızasından çok uzak bir toplum var
ettiler.
Kültürel manada oluşan tahribatın boyutlarını
idrak etmek için yaşadığımız çevremize, sokaklarımıza kısacası hayatımıza
bakmamız yeterli olacaktır.
Batı’nın Hayat Tarzını Boykot…
Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz durum ve
karşı karşıya kaldığımız işgal ortadadır. İslâm ümmetinin yok olma tehlikesi
ile karşı karşıya kaldığı bu zamanlarda, Müslümanları ateş çukurunun kenarından
kurtaracak ve bu kültürel işgale son verecek yegâne şey; Batı’dan ithal edilmiş
bütün ifsat edici fikirleri ve düşünceleri boykot etmektir.
Her yönüyle kültürel işgalin kıskacında
savruluyorken; dönüp kendimize bizi silkeleyecek sorular sormanın vakti gelmiştir!
Haydi, soralım o vakit bizi kendimize getirecek o
sarsıcı soruları!
Malların gıda sorgusunu yapıp içerisinde haram katkısı
olduğunu düşündüğümüz ürünlerden içtinap ettiğimiz gibi hayatımıza derince kök
salan küfür kanunlarından içtinap ettik mi? Ya da bu konuda da aynı hassasiyeti
gözettik mi?
Boykot listelerini hassasiyetle kontrol edip
boykot ürünlerinden sakındığımız gibi Allah’ın razı olmadığı toplum olmamıza
sebebiyet veren Batı’nın kokuşmuş kültürünü boykot edebildik mi?
Yasaklı ürünlere “Hayır!” dediğimiz gibi Allah Azze
ve Celle’den başkasının hüküm sürdüğü hayata da “Hayır!” diyebildik mi?
Batı’nın bize ambalajlayıp takdim ettiği fikrî
kaide ve yönetim nizamını (demokrasi, laiklik, cumhuriyet), bütün benliğimizle
boykot edebildik mi?
Gasıp Yahudi varlığının mallarını boykot eden
samimi Müslümanlar, aynı samimiyetle “İsrail” ile iş tutan yöneticileri de
boykot etmeli değil mi?
Gasıp Yahudi varlığını tel’in eden diller,
sömürgeci kâfirlerin topraklarımızda dikte ettikleri bütün gayri İslâmi
nizamlara “Hayır!” deyip bunları da hakkıyla boykot etmeli değil mi?
Etmelidir muhakkak! Hocalarımız, kanaat
önderlerimiz, cemaatler; kâfirlerin, gasıp Yahudi varlığı “İsrail”in mallarını
boykot ettikleri ya da bunlara boykot çağrısı yaptıkları kadar -belki de daha
fazlasını-, kültürel işgali de boykot etmeli, şer’i bir tavır ortaya koymalıdır.
Karşı karşıya kaldığımız kültürel işgal
tehlikesinin idrakinde olalım…
Açtıkları küresel savaşın neticesinde sömürgeci
kâfirlerin topraklarımızı askerî olarak işgal ettiklerinin farkında olduğumuz
kadar, aynı kâfirlerin topraklarımızı ifsat edici kültürleriyle de işgal
ettiklerinin farkında olalım…
Toplumsal çöküntünün esasi müsebbibin kapitalizm ve
uzantısı kanunlar olduğunun da farkında olalım...
Yine çözümün laik demokratik sistemde değil İslâm’da
olduğunun farkında olalım…
Haydi, o vakit!
“Bize, cahiliye asrını asrısaadete dönüştüren İslâm
yeter!” diyerek, İslâm’ın hayata
müdahil olmasına izin vermeyen; aileyi, nesli ve toplumu ifsat eden laik
demokratik düzeni boykot edelim!
“Bize, İslâm’ın içtimai nizamı yeter!” diyerek, birçok çiftin boşanmasına, ailelerin
darmadağın olmasına sebebiyet veren Batı menşeili medeniyet
kanununu/uluslararası sözleşmeleri boykot edelim!
“Bize, istikrarlı bir hayatın garantörü olan İslâm’ın
iktisat nizamı yeter!” diyerek; insanlığı
fakruzarurete sürükleyen, servetin yalnızca zenginler arasında dolaşmasını
sağlayan ve ciddi ekonomik krizlere sebebiyet veren kapitalist nizamı boykot
edelim!
Velhasıl gelin, düşmanlarımızı “her şeyiyle”
boykot edelim!
Ürün boykot anlayışını, kültürel boykota
dönüştürelim!
Haydin öyleyse!
Hep birlikte bunların hepsini boykot ediyor ve İslâm’dan
başkasına “Hayır!” diyoruz.
Ve sadece İslâm’dan olana, Rabbimizden gelene “Evet!”
diyoruz. Ve ekliyoruz: “Bize İslâm, yönetim nizamı olarak da Râşidî Hilâfet yeter!”
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış