İslâm’ın devleti Hilâfet kaldırıldıktan sonra
yeryüzü büyük zulüm, kriz ve katliamlara şahit oldu. Beşerî ideolojiler,
insanlığı yok etmek için şeytani planlar yaptı ve bunları uyguladı. İslâm beldelerinde
yaşananlar, “Nerede bir Müslüman nefes alıp veriyorsa orada zulüm, kan ve
gözyaşı vardır!” söylemini doğrulatır nitelikte, insanın kanını dondurucu
şekilde artarak devam etti. Bu makalede; işgal edilmiş ve büyük acılar yaşamış
Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı Doğu Türkistan, Keşmir ve Arakan beldelerini kısaca
anlatmaya çalışacağız.
Doğu Türkistan
Doğu Türkistan’ın yüzölçümü; 1,8 milyon km2dir.
Yani Çin’in beşte biri, Türkiye’nin 2 katından fazla büyüklüktedir. Bağımsız
istatistiklere göre; Doğu Türkistan’ın nüfusu 30 milyondan fazladır. Müslüman
nüfusun çoğunu Uygurlar oluşturmaktadır. Türk dilinin lehçelerinden birisi olan
Uygurca konuşulmakta ve Arapça kullanılmaktadır. Doğu Türkistan; “Türk yurdu”
anlamına gelen “Türk” ve “Stan” kelimelerinin birleşiminden meydana gelen İslâm
toprağıdır.
Türkistan halkı, üçüncü raşid halife Osman RadiyAllahu
Anh’ın H. 21 yılında celil sahabe Hakem b. Amru’l Ğıfari başkanlığında
gönderdiği ilk heyetle İslâm’ın nuru ile hidayete ulaşmış, Kuteybe b. Müslim
el-Bahili H. 95 yılında bugün “Orta Asya” olarak bilinen “Özbekistan,
Kırgızistan, Afganistan, Kazakistan ve Türkmenistan”ı ve ardından Doğu
Türkistan ve başkenti olan Kaşgar’ı da fethetmiştir. Doğu Türkistan halkları
büyük kahramanlardır. Osmanlı Hilâfetini kurup devam ettiren, İstanbul’u
fetheden, İslâm’ı balkanlara taşıyan ve Avusturya kapılarına dayanan Türkler,
buradan gelmişlerdir.
Doğu Türkistan, tarihsel olarak geçmişte “İpek Yolu”nda
yer alan, büyük petrol, doğalgaz, uranyum ve daha farklı birçok maden ve enerji
kaynakları bakımından zengin rezervlere sahiptir. Bugün işgalci Çin,
ekonomisinin, ağır sanayisinin ve askerî sanayisinin bel kemiğini bu kaynaklardan
karşılamaktadır.
Hilâfet asırları süresince Türkistan İslâm ile
yönetilmeye devam etmiştir. Hilâfetin zayıfladığı zamanlarda ise Hilâfetten
bağımsız Müslüman valiler tarafından yönetilmiştir. Doğu Türkistan’a yönelik
ilk düşman saldırısı, H. 1174/M. 1760 yılında gerçekleşmiş ve Müslümanlar, güçlü
bir direniş göstermişler ancak bu saldırılarda yaklaşık 1 milyon Müslüman şehit
olmuştur. Çin’in, Doğu Türkistan'ı işgal ettiği 1759'dan 1862 yılına kadar,
Müslüman halk 40’ın üzerinde ayaklanma gerçekleştirmiş ve Çin yönetimine
başkaldırmıştır. Çinliler tarafından 1876 yılında işgal edilen Doğu Türkistan,
1884’te “Sincan (Yeni Kazanılmış Topraklar)” adıyla Çin İmparatorluğu’na
bağlanmıştır. Doğu Türkistan halkının mücadelesi sonucu, Doğu Türkistan İslâm
Cumhuriyeti, 1933 yılında Kaşgar’da kurulmuş olsa da çok geçmeden Komünist Çin
güçleri tarafından tekrar işgal edilmiştir. Aralıksız devam eden şiddetli
savaşlardan sonra Çin, H. 1368/M. 1949 yılında Doğu Türkistan’ı işgal etmiştir.
Yeryüzünün en vahşi ve zalim terör devletlerinden
biri olan Çin, Doğu Türkistan topraklarımızda işgalcidir. Doğu Türkistan’da 35
milyon Müslüman’ı katliam, soykırım, asimilasyonla yok etmiş ve etmeye de devam
etmektedir. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmektedir. Bununla yetinmeyen
Çin, Türkistan Müslümanlarını avucunun içine alabilmek için her türlü vahşi ve
iğrenç vesileleri kullanmıştır. İslâm’ın kanun dışı olduğu resmen ilan edilmiş,
İslâm’ı yaşayanlar cezalandırılmıştır. Dinî müesseseleri ilga edip binalarını
yıkarak, mescitleri kapatmıştır. Arapçayı yasaklayarak Kur’an-ı Kerim nüshaları
dahil 730 binden fazla Arapça eseri “geçmişin çöpleri” diyerek yok etmiştir.
Çin, vakıf mallarına el koymuş, her türden dinî faaliyeti yasaklamış, camilere
bağlı okulları kapatıp öğrencileri komünizmi öğrenmeye zorlamıştır. Doğu
Türkistan’da 29 binden fazla camiyi ya askerî kamplara ya da ahırlara çevirmiştir.
Camilerdeki 54 bin imamı tutuklayıp işkence etmiş ve onları pis ve kötü işlerde
çalışmaya zorlamıştır. Seyahat yasağı, ibadet yasağı ve akla gelebilecek tüm
yasaklar, kâfir Çin tarafından halen uygulanmaktadır. Her yıl binlerce bebek,
anne karnında katledilirken birçok kişi ağır para cezalarına çarptırılmaktadır.
Türkistan’daki Müslümanlar seslerini hiçbir şekilde duyuramamaktadırlar.
Yine Komünist Çin yönetimi, Müslümanları -sözde-
“eğitim kampları” adı altında 3-5 milyon Müslümanı toplama kamplarına götürmüş
ve orada hem işkence ile asimilasyon yapmakta hem de kendine köle gibi
çalıştırmaktadır. Çin, bu kamplarda -güya- “Müslümanların beyinlerini, radikal
ve aşırı düşüncelerden temizlemeye çalıştıklarını” söylemektedir. Yine bu zalim
yönetim, “Kardeş Aile” adını verdiği bir proje ile erkekleri tutuklanmış iki
milyon aileye bir Çinli yerleştirmek suretiyle mahremiyeti çiğnemektedir.
Milyonlarca Müslüman, Çin’in işkence merkezi olarak kullandığı hapishanelerinde
esaret altındadır ve birçoğu zindanlarda şehit olmaktadır. Çin işkencesi
saymakla bitirilemeyecek kadar çok ve korkunçtur.
Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz, Çin işgalinden
kurtulmayı ve İslâm Devleti’ni kurmayı hedeflemiş, bu yolda milyonlarca şehit
vermelerine rağmen mücadelelerinden vazgeçmemişlerdir. Bu minvalde zalim Çin
yönetimi, yalnızca 1997 yılında 500 kişi hakkında idam cezası vermiş ve bu hükmü
infaz etmiştir.
Bir vücudun azaları, bir binanın tuğlaları gibi
olması gereken bizlerin gündeminde maalesef mazlum Müslümanlar ve Çin’in işgal
ettiği Doğu Türkistan’daki 30 milyondan fazla Müslüman kardeşimiz gerektiği
kadar yer al(a)mıyor. Güçlü, yed-i düvel ile savaşan, mazlumların hamisi olması
gereken Türkiye dahil İslâm beldelerindeki kurulu olan rejimler, Doğu
Türkistan’ın değil Çin’in yanında yer alıyor! Ticari ilişkiler ise Doğu Türkistan
konusunda duyarlı(!) olan Cumhur İttifakı döneminde bile onlarca kattan daha fazla
artmış durumda! Çin ile ilişkiler bütün bu katliam ve zulümlere rağmen rekor
üstüne rekor kırmaktadır. Yeni hedefler belirlenmiş ve ticaret hacmi 100 milyar
dolara çıkarılmak için rezil çabalar ortaya konmuştur. 2012, Türkiye’de “Çin
Yılı”, 2013 ise Çin’de “Türkiye Yılı” olarak kutlanmıştır ve bu,
Türkiye için utanç kaynağıdır.
Keşmir
Pakistan, Hindistan, Çin ve Afganistan tarafından
çevrelenen Keşmir’in yüzölçümü; 217.935 km2dir. 12 milyonluk
nüfusunun %85’i Müslüman’dır. Geri kalan %15’i ise Hindu, Sih ve Budistlerden
oluşmaktadır. Servetlerinin bolluğu ve dünyadaki dağların zirvesi olan
Himalaya’nın varlığı nedeniyle “dünyanın çatısı” veya “Allah’ın yeryüzündeki
cenneti” olarak isimlendirmiştir.
Keşmir, Hicrî 1.yy.ın sonralarında İslâm’ın
girdiği bir beldemizdir. Hicrî 94/Mîlâdî 712 yılında başlatılıp İslâm komutanı
Muhammed İbnul Kâsım’ın elleriyle gerçekleştirilen Sind ve Hind fetihleri ve
Hicrî 218-225/Mîlâdi 833-839 yıllarında Abbâsî Halîfesi el-Mu’tasım zamanındaki
fetihlerle Hindistan, Pakistan, Keşmir ve Bangladeş’e kadar bölgede Müslümanlar
hâkim olmuş ve 19.yy.a kadar İslâm tatbik edilmiştir.
İngiltere, 1819 yılında Yarımadayı istila
ettiğinde; Hindu, Sih, Budist ve diğer bazı küfür güçleri ile Müslümanlar 27 yıl
boyunca şiddetli savaşlardan sonra ancak 1846 yılında bölgede egemenlik
sağlayabilmiştir. Bölgeyi üç parçaya bölen İngiltere, çoğunluğunu Müslümanların
oluşturduğu %55’lik bölümde kendisi hükmetmiş, 565 vilâyeti ise Hindu ve Müslüman
valiler aracılığıyla özerk yönetimle yönetmiştir. Üçüncü kısım Keşmir’i ise
Amritsar’da yapılan kira sözleşmesi gereğince yüz yıllığına (1846-1946)
Hinduların tahakkümüne vermiştir.
Kira sözleşmesi sona erdikten sonra da
Keşmir’deki Hindu Yönetimi, Müslüman halkın isteğini umursamadan Keşmir’i
Hindistan’a katmıştır. İngilizlerin Hinduların tarafını tutması ve anlaşma
sonrası işgale karşı Pakistan ve Keşmir’deki Müslümanlar şiddetli bir karşılık
vermiştir. Bu mücadele neticesinde; Hindistan, Keşmir’in %65’ini, Çin ise
%5’lik kısmı işgal etmiş ve Pakistan’a %30’luk kısmı kalmıştır.
Hindistan, Keşmir’de, Kur’an’ın okunması ve
Arapçanın yasaklanması gibi Müslümanlara karşı baskı, işkence ve diğer sinsi
üslupların tamamında başarışız olmuştur. Hindistan; 1989 yılında Keşmir’de, 25
bin şehidin hayatlarına mâl olan büyük katliamlar yapmıştır. Keşmirli
Müslümanlara Yardım Komitesi Radyosu’nun; Birleşmiş Milletler kaynaklarına
dayanarak yaptığı istatistiklere göre; Hindistan Yönetimi’nin Ocak 1990’dan
Aralık 1998’e kadar işlediği cürümler şunlardır: 63 bin 275 Müslüman
kurşunlanarak şehit edildi; 775 siyasetçi, âlim ve cami imamı tasfiye edildi; 3
bin 370 Müslüman ölüme varan işkencelere maruz kaldı; 81 bin 161 kişi yargılanmadan
hapsedildi. Bütün bunların yanında namusları çiğnenen, kutsallarına el
uzatılan, yaralanan ve kaybolan yüz binlerce Müslüman...
Bu bölgede Amerika daha önceki yıllarda halkın
kendi tercihine göre Pakistan veya Hindistan’a bağlanmaları gerektiğini
savunuyor ve bunun için çalışıyordu. Ancak Amerika hem Hindistan’da hem de
Pakistan’da ipleri eline alınca bölgenin kalıcı olarak bölünmesini istedi. Azad
Keşmir bölgesinin Pakistan’da, Hindistan Otoritesi altındaki kesimin
Hindistan’da ve çoğunluğu Müslüman olup Hindistan tarafından işgal edilmiş
Keşmir’in ise Hindistan Yönetimi’nin otoritesi altında otonomi (özerklik)
verilmesini istedi ve bunun için çalıştı. Bu plana sadık kalan Pakistan
yöneticileri, cihadi gruplara verdiği desteği çekmeye, eğitim kamplarını
kapatmaya, Kontrol Hattı’ndaki Pakistan birliklerini azaltmaya, Keşmir
Müslümanlarına yönelik her tür yardımdan vazgeçmeye başladı.
Çünkü Amerika, Hindistan ve Pakistan arasındaki
Keşmir geriliminin bitmesini ve Hindistan’ın bölgede çok daha güçlü bir devlet
olmasını istiyor. Böylece Hindistan’ı askerî ve ekonomik yardımlarla
destekleyerek Çin’e karşı kullanmak istiyor. Çin’in bölgede büyümesini
Hindistan eliyle durdurmak ve böylece Çin’i perdeleme planını gerçekleştirmek
istiyor.
Bu güzide bölgemizin ve mücahit Müslümanların
yaşadığı Keşmir’in heder edilmesi ve Müslüman halkının savunulmasında gevşeklik
gösterilmesi imkansızlıktan dolayı değil de Pakistan yönetiminin Müslümanları
korumamasından kaynaklanmaktadır. Zira Pakistan, Keşmir’i Hindistan’dan kolayca
geri alabilecek imkâna sahiptir. Lâkin Amerika’ya uşaklık yapan Pakistan
yöneticileri yüzünden Keşmir konusunda Hindistan’a taviz üstüne taviz verilmiş
ve bölge, işgalcilere bırakılmıştır.
Arakan
Burma (Myanmar), nüfusu 50 milyon küsura ulaşmış
olup bu rakamın yaklaşık %20’si Müslümanlardan oluşmaktadır ki bunlar da
başkent Rangoon’da, Mandalay şehrinde ve Arakan bölgesinde yoğundur. Resmî
açıklamalarda Müslüman nüfus oranı %2,3 olarak, olduğundan çok az
gösterilmektedir. Burma’nın yüzölçümü 676.577 km2 olup Arakan
eyaletinin yüzölçümü ise 36.778 km²dir. Arakan bölgesinde; rezerv değeri yüksek
doğalgaz ve petrolün yanı sıra kalay, çinko, kurşun, altın, gümüş, bakır gibi maden
kaynakları bulunmaktadır.
Arakanlı Müslümanlar, Vakkas Bin Malik ve bir
grup Müslüman tüccarın o beldedeki çalışmaları vesilesi ile Hicrî 1.yy.da İslâm
ile tanışıyor ve Müslüman oluyorlar. 15.yy.a kadar İslâm’ı yaşayan Rohingyalı
Müslümanlar, o dönemde kralın da iman etmesi ile Arakan’a İslâm hâkim oluyor ve
yüzyıllar boyunca bölgede İslâm şeriatı tatbik ediliyor. Müslümanlar, yaklaşık
4 asır boyunca (M. 1430 ile 1784 yılları arasında) Arakan bölgesine
hükmediyorlar.
Burma rejimi, 1784 yılında Arakan’ı işgal ediyor
ancak Müslümanlar bu işgale direniyor. Bu süreç, 1826 yılında İngilizlerin işgaline
kadar devam ediyor. Bölgedeki ilk büyük katliam, 1938 yılında binlerce
Müslüman’ın katledilmesi, 500 bin Müslüman’ın zorla sürgün edilmesi ile
sonuçlanıyor. 1942 yılına gelindiğinde ikinci büyük katliam yaşanıyor ve bu
katliam sonrası 40 gün yağmalama yapılıyor. Kadınlar tecavüz edildikten sonra
baltalarla parçalanıyor, kundaktaki bebekler şişlenerek, erkekler evleri ile
birlikte yakılarak akıl almaz işkencelerle katlediliyor. Lemgo Nehri’nin
Müslümanların kanları ile günlerce kıpkırmızı aktığı bu katliamda, en az 150
bin Arakanlı (Rohingyalı) Müslüman şehit ediliyor.
Bu tarihten sonra her seferinde on binlerce
Müslüman’ın katledildiği, yüz binlerce Müslüman’ın sürgün edildiği; 1947 Katliamı,
1954 Muson Operasyonu, 1962 Darbesi, 1978 Kral Dragon Operasyonları yapılıyor.
Bu büyük katliamların dışında sistematik yok etme, soykırım ve düşmanlık;
Myanmar devletinin ve destek verdiği Raxine çetelerinin eliyle uzun yıllardır
devam ediyor… Arakan’da Rohingyalı Müslümanların yaşadığı zulümler, katliamlar
maalesef çok az biliniyor.
Bu zulümlerin dışında Rohingyalı Müslüman
kardeşlerimizin neredeyse hiçbir hakları yok. Dünya terminolojisinde onları
tanımlayacak kelime bulamıyoruz. Vatandaşlıkları, kimlikleri bile yok. İşkence
ve tutuklama, onlar için sıradan bir olay. Memur olmak, iş yeri açmak, izinsiz
evlenmek, telefon, bilgisayar ve araç sahibi olmak, Kur’an öğrenmek-öğretmek,
sakal bırakmak, cemaatle namaz kılmak ve daha birçok şey, yasak. Köle gibi
ücretsiz çalıştırılmak, -varsa- mal varlıklarından ağır vergiler vermek,
evlenmek için bile yüksek bedeller ödemek ve bu bedellere rağmen evliliğin
yasaklanması, keyfî işkence, tecavüz, ev ve camilerin yıkılması… tüm bunlar, Arakan’da
yaşayan Rohingyalı kardeşlerimiz için sıradan şeyler.
Arakan’da yaşayan 1 milyondan fazla Rohingyalı
Müslüman’dan çok daha fazlası; Bangladeş, Suudi Arabistan, Pakistan, Tayland,
Malezya ve Hindistan gibi ülkelerde çok zor şartlarda veya kamplarda
yaşıyorlar.
Gazeteci-yazar aynı zamanda seyyah, İbrahim
Sediyani’nin 3 yılda yazmış olduğu Sediyani Seyahatnamesi’nde şunlar
anlatılıyor:
“… O mültecilerin durumlarını görünce, hayata
lanet ettim, doğduğum güne lanet ettim, ‘keşke doğmasaydım!’ dedim…
Ağaç yapraklarıyla besleniyorlar inanır mısınız? Çocuklarına toprak yedirerek
besliyorlar. Hiçbir şeyleri yok!.. Ve gördükleri herkesten korkuyorlar, her
yabancıdan korkuyorlar. İnanın bana, vahşi aslanlarla dolu bir ormanda yaşayan
küçük bir ceylan yavrusu bile Myanmar’daki bir Rohingya çocuktan daha emniyettedir.”
Yiyecekleri yaprak, içecekleri muson yağmurları
olan yeryüzünün en masum-mazlum Müslümanları Rohingyalı Müslümanlar, her şeye
rağmen dinlerinden vazgeçmiyor, imanlarını muhafaza ediyorlar. Bunu; canları,
namusları, malları, beldelerinin helak olmasını göze alarak yapıyorlar. Bu
yaşananlar; onların Allah yolunda fedakârlıklarını, bizlerin acizliğini, ümmetin
de parçalanmışlığını gösteriyor.
Bangladeş, Malezya, Endonezya gibi Burma’ya komşu
ülkeler dâhil, İslâm dünyasını temsil eden ülke yöneticileri, ölüm sessizliğine
bürünmüş bir durumda bugün. Bangladeş bile sınır komşusu olduğu Arakanlı
Müslümanlara kapılarını kapatarak adeta Budist katliama ortaklık ediyor.
Halbuki Rohingyalı Müslüman kardeşlerimiz, II.
Abdülhamid döneminde, 1897’de ve 1912’deki Balkan Savaşları sırasında maddi
yardım ve sağlık ekiplerini, Türkiye'ye göndermişlerdir. Hicaz Demiryoluna
yardım edenler arasında Rohingyalı Müslümanlar da var. Bu fedakârlıkları
karşısında II. Abdülhamid, Rohingyalı Müslümanlara Hicaz Demiryolu madalyaları
göndererek teşekkür etmiştir.
Doğu Türkistan, Filistin, Suriye, Irak, Mısır,
Yemen, Keşmir gibi İslâm toprağıdır ve oradaki Müslümanlar kardeşimizdir.
Müslümanlar yaşanan zulme karşı olmak ve zulmü durdurmak zorundadır! Bu ise
ancak bir güç ile İslâm Devleti, Hilâfet ile mümkündür.
Filistin’den Keşmir’e, Rohingya ülkesi Burma’ya
sonra Doğu Türkistan, Kafkaslar, Çeçenistan ve çevresindekilere, Kırım’a kadar,
müezzinlerin “Allahu ekber” diye ezan okuduğu, İslâm düşmanlarının işgal ettiği
bütün ülkelerin hepsi, Allah’ın izniyle yeniden Darul İslâm’a dönüşecek ve İslâm
sancağı yeniden bu beldelerin semalarında dalgalanacaktır.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış