Yahudi varlığının
genelde Filistin özelde Gazze’ye yönelik soykırıma varan katliamlarının
başlaması ile birlikte dünya üzerinde tüm Müslümanlar, tek bir yürek olup
meydanlara akın ettiler. Aynı şekilde Türkiye’de de kalbi Filistin ile birlikte
atan milyonlar, meydanları doldurdu. Müslümanlar tarafından Yahudi varlığına
karşı büyük bir öfke ve lanet ile birlikte neredeyse tüm meydanlar, “Ordular
Aksa’ya!” nidaları ile inledi. İşgalci Yahudilerin orduların harekete
geçirilmesiyle mukaddes topraklardan sökülüp atılması talebi en gür şekilde
ifade edildi. Zira sorunun köklü çözümünün ancak bu şekilde gerçekleşebileceği
herkes tarafından bilinmekteydi.
Katliamların her
geçen gün artarak devam etmesi, çoğu bebek, çocuk ve kadınlardan oluşan
binlerce masum Müslümanın katledilmesi, buna mukabil orduların bir türlü harekete
geçmemesi, ellerinden bir şey gelmeyen Müslümanları “daha farklı neler
yapabiliriz?” arayışına doğal olarak yönlendirmiştir. Müslümanlardan bir kesim,
Yahudi mallarının boykot edilmesi çağrısında bulunmuş, başta Coca-Cola,
McDonalds, Starbucks gibi şirketlere yönelik boykot çağrıları yükselmiştir.
Müslümanlar
tarafından yoğun destek gören bu boykot çağrıları, gün geçtikçe yayılmaya
başlamıştır. Ancak Yahudi mezaliminin başladığı günden haftalar sonra bile
açığa çıkmıştır ki, daha iktidar belediyelerinin sosyal tesislerinde bile -en
azından bu makale yazıldığı âna kadar- bu ürünlerin satışına devam edilmektedir.
Zincir marketlerde, birçok kurumda bu ürünler rahatlıkla alınıp satılmakta ve
Yahudi mallarına yönelik boykot genelde sadece fertlerle sınırlı kalmaktadır.
Aslında bu durum,
büyük bir sürpriz de değildir. Geçmişten bugüne bu tarz saldırılar sonrasında
başlayan boykotlar bilindiği gibi çok etkili sonuçlar doğurmamıştır. Bunun
sebebi, bu tarz çağrıların sadece fertlere yönelik kalması, Yahudi şirketlerine
kapsamlı boykotu uygulaması gereken ve bu şirketlerin ruhsatlarını ve ticari
izinlerini derhal iptal etmesi gereken yöneticilerin her zamanki gibi gereğini
yapmaması ve yöneticilere bu yönde çağrıların ve baskıların olmamasıdır. Dolayısıyla
boykot denilen uygulamanın fikrî alt yapısı olmaksızın duygusal tepkilerden
oluşması ve meselenin şer’î hükmü ile bu hükmün tatbik keyfiyetinin göz ardı
edilmesidir.
İşte bu yazımızda bu
şer’i hükmü ve tatbik keyfiyetini ortaya koymaya çalışacağız ki, mesele; tepkisel
ve şeklî bir boykottan çıkarak gerçek manada kastı ve hedefi gerçekleştirecek şer’i
hükmün yerine getirilmesi halini alabilsin.
Boykot ile İlgili Şer’i
Hükümler
Öncelikle boykotun şer’i
altyapısını, İslam fıkhındaki “zarar kaidesi” oluşturmaktadır. Bu kaidenin başlıca
delili ise Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözleridir:
[لَا ضَرَرَ
وَلَا ضِرَارَ] “Ne zarar vermek ne de zarara uğramak vardır.”[1]
[مَنْ ضَارَّ
ضَارَّ اللَّهُ بِهِ وَمَنْ شَاقَّ شَاقَّ اللَّهُ عَلَيْهِ] “Kim zarar verirse Allah da ona
zarar verir. Kim sıkıntı yaşatırsa Allah da ona sıkıntı yaşatır.”[2]
Bu hadisler, [الْأَصْلُ فِي
الْمَضَارِّ التَّحْرِيمُ] “Zararlı şeylerde asıl olan haramlıktır.” kaidesinin
şer’î kaidelerden olduğunun delili olmaktadır.
İşte “zarar kaidesi”
olarak bilinen bu şer’i kaide gereği, Müslümanlarla fiilî harp halinde olan
ülkelerin mallarının alınıp satılması, bu ülkeleri güçlendirdiğinden ve
Müslümanlara zarar verdiğinden dolayı haramdır. Şimdi bu hükmü biraz daha açıp
detaylandıralım.
Bilindiği gibi; fiilî
harbî devletlere yani Müslümanların beldelerine saldıran kafir devletlere, fiilî
savaş muamelesi uygulanır. Bu durum, dünyanın herhangi bir yerinde Müslüman
beldelere savaş açıp oradaki Müslümanlara saldıran tüm ülkeler için aynıdır.
Zira yeryüzündeki tüm Müslümanlar tek bir ümmettir. Kanları, canları, malları
ve ırzları Allah ve Rasulü’nün zimmeti altındadır ve tüm Müslümanlar için
haramdır. Aynı şekilde savaşları ve barışları da tektir. Rabbimiz Subhanehu
ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
[اِنَّ هٰذِه۪ٓ
اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ] “İşte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir.”[3]
Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise şöyle buyurmuştur:
[بسم الله
الرحمن الرحيم، هذا كتابٌ من محمدٍ النبي صلى الله عليه وسلم بين المؤمنين
والمسلمين... أنهم أمةٌ واحدةٌ من دونِ الناس... وأنْ سِلمَ المؤمنينَ واحدة، لا
يسالم مؤمنٌ دونَ مؤمنٍ في قتالٍ في سبيلِ الله، إلا على سواءٍ وعدلٍ بينهم] “BismillâhirRahmânirRahîm;
Bu, müminler, Müslümanlar… arasında, Muhammedi’n-Nebî SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’den bir mektuptur… Muhakkak ki onlar, diğer insanlar dışında tek bir ümmettirler…
Müminlerin barışı tektir, aralarında denklik ve adâlet ile olmadıkça, mümin,
Allah yolunda savaşta müminsiz barış yapmaz!”
Bu hükümler
çerçevesinde yeryüzünün herhangi bir yerinde İslami bir beldeye savaş açan
herhangi bir kafir devlet, diğer tüm Müslümanlar ve beldeler için “fiilî harbî
kafirler” hükmündedir. Bunun içindir ki Irak ve Afganistan'a saldırmalarının
ardından Amerika ve İngiltere, Suriye’ye saldırması ile birlikte Rusya ve
Müslümanların herhangi bir beldesine savaş ilan eden herhangi başka bir devlet,
fiilen muharip devlet olmuşlardır. Bizimle onlar arasındaki mevcut savaş hali
devam ettiği sürece onlara fiilî savaş hükümleri uygulanır. Dolayısıyla onların
şirketlerinden ve tacirlerinden ürünlerin alınması fiilî harp halinde olduğumuz
bu devletleri güçlendirip Müslümanlara zarar vermesinden dolayı caiz değildir.
Ancak fiilî harbî
devletlerin arasında da bir fark vardır ve bu farka binaen fiilî harbî
devletler ikiye ayrılır.
Birincisi: Müslümanlarla kendisi
arasında fiilî savaş hali olan devletin, varlığının üzerinde bulunduğu
topraklar, İslami olmayan yani Müslümanlara ait olmayan bir araziyse, (ABD,
Rusya, İngiltere, Fransa gibi) onlarla yürütülen fiilî savaş hali,
bahsettiğimiz hükümler üzerindedir. Örneğin; bu türde fiilî harbî devletler ile
geçici ateşkes yapmak yani onunla savaş halini geçici olarak durdurmak,
İslam'ın ve Müslümanların maslahatına ve şeriatın ikrar ettiği şartlara göre
olursa caizdir. Bunun delili; Hudeybiye Sulhu'dur. Zira Hudeybiye Sulhu,
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in Medine'de ikame ettiği devlet
olan İslam Devleti ile varlığı henüz Müslümanların fethetmediği bir arazi yani
İslami olmayan arazi üzerinde kurulu olan Kureyş devleti arasında olmuştur.
İşte bu şekilde olan fiilî
harbî bir devlet ile mevcut savaş hali devam ettiği müddetçe onların
tacirlerine ait hiçbir mal İslami beldelere sokulmaz. Savaş hali boyunca onlara
savaş hukuku uygulanır. Onları güçlendirecek hiçbir malın onlara satılmasına ya
da onlara ait malların satın alınmasına müsaade edilmez. Çünkü bunda
Müslümanlar için zarar vardır. Savaş hali bitip Müslümanların maslahatına
olacak şekilde bir sulh ve muahede oldu ise o vakit, bu kafir devletler “fiilî harbî
kafir” hükmünden çıkıp “hükmi kafir devletler” haline döner. Aksi taktirde fiilî
savaş hukuku devam ettirilir.
İkincisi: Bizimle kendisi
arasında fiilî savaş halinin olduğu devletin varlığının tamamı, İslami bir
arazi üzerinde kurulu ise yani Filistin'i gasp eden Yahudi varlığı “İsrail”
gibi varlığını Müslümanların topraklarında gasıp olarak sürdürüyorsa onunla
sulh yapmak bile caiz değildir. Çünkü hem bu devletin kurulması şer’an
batıldır, hem de onunla sulh yapmak kesinlikle İslami bir arazi hakkında ona
taviz vermek demektir. Bu ise İslam'a göre haramdır. Bilakis -Müslümanların
beldelerindeki meşru olmayan yöneticilerin yaptığı bir ateşkes olsun ya da
olmasın-, onunla mevcut fiilî savaş hali her daim devam etmelidir. İslam, onunla savaşmayı tüm Müslümanlara
zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla ordular savaş için seferber edilmeli, savaşmaya
muktedir olanlar silah altına alınmalı ve “Yahudi varlığı” yok edilip
Müslümanların beldesi ondan kurtarılıncaya kadar bu durum devam ettirilmelidir.
Bundan dolayı Yahudi
varlığı “İsrail”e ait hiçbir şirketten ve hiçbir üründen alım-satım yapılamaz.
Bu satın alış, “İsrail”den direk veya endirekt -yani ürünü ithal eden yerli bir
şirketten- olsun, caiz değildir. Çünkü bu, “İsrail” ilişkilerini güçlendirmek,
“İsrail” ekonomisini tanımaya hazırlamak ve desteklemektir. Bunda Müslümanlar
için çok büyük bir zarar vardır ve bu nedenle kesinlikle yasaktır.
Onlara, şirketlerine
ve tacirlerine ait hiçbir ürün ülkeye sokulamaz. Hiçbir şirket ve tacirine
ticari ruhsat verilemez ve önceden verilenler varsa bunlar hemen iptal edilir. İşgalci
Yahudi varlığına, Müslüman tüccarların bir şey satmasına da kesinlikle müsaade
edilmez. Bu, normal ticari mallar için bile böyleyken; uçak, tank, gemi vb.
savaş araçlarına yakıt takviyesi gibi Müslümanlar ile yaptıkları savaş ve
saldırılarda kullanacakları herhangi bir stratejik maddeyi onlara temin ve
tedarik etmek, bizzat onların safında olmaktır ve Müslümanlara ihanettir.
Bu durum, onların tüm
unsurlarıyla işgal ettikleri beldeden sökülüp atılması, işgal ettikleri İslami
beldenin bu Yahudi varlığından tamamen temizlenmesi zamanına kadar bu şekilde
devam eder. Herhangi bir ateşkes ya da anlaşma bu hükmü kaldırmaz. Zira onlar,
işgale devam ettikleri müddetçe -fiilî savaş halinde olunmasa bile- bu hüküm
değişmez. Çünkü onlar, işgalci fiilî harbî kafirlerdir ve bu halin sona ermesi
ancak işgalin sona ermesi ile mümkündür.
İşte insanların “boykot”
diye bildiği bu konu hakkında şer’i hüküm budur. Dolayısıyla gasıp Yahudi
varlığına ait hiçbir şirket ile ticari ilişki kurulamaz. Hiçbir ürünü,
Müslümanlar tarafından alınıp satılamaz. Bizzat Yahudi varlığına ait olmasa
bile gelirinin bir bölümünü “İsrail”e hibe ettiğini açıklayan “Coca-Cola”,
“McDonalds”, “Starbucks” gibi firmaların ürünleri de Müslümanlar tarafından
boykot edilmelidir. Böylece hem bu ülkeler ve bu şirketler zarar görsün hem de
Müslümanlara zarar veremesin.
Boykot Fıkhının
Tatbik Keyfiyeti
Topraklarımızı işgal
eden, Müslümanları katleden ve fiilî olarak savaş halinde olduğumuz Yahudi varlığı
“İsrail”e ait şirketlerin mallarının alınıp satılmaması noktasında
Müslümanların bireysel olarak gösterdiği tavır önemlidir. Ama bu hükmün illeti
olan, bu şirketlerin zarar görmesi ve Müslümanlara zarar vermekten men
edilmesinin gerçekleşmesinin yolu sadece bireysel boykot ile sınırlı kalmamaktan
geçer. Aracı şirketlerin ve bu ürünlerin satışına ruhsat veren yöneticilerin de
bu boykota zorlanması gerekir.
Zira ancak bu
taktirde konu sadece tepkisel ve şeklî bir boykottan çıkıp gerçek manada kastı
ve hedefi gerçekleştirecek bir boykota ulaşır. İşgalci ve fiilî harbî kafir
hükmünde olan Yahudi varlığına ait malların alınıp satılmasına yönelik şer’i
hükmün vakıası ve hedefi budur. Bu kasıt ve hedef için Müslümanların ve İslami
kitlelerin yöneticilere talepte bulunması ve baskı oluşturması zaruridir. Bu
ürünlerin ülkeye girişinin engellenmesi, raflarda satışının yasaklanması ve bu
şirketlerin ruhsatlarının iptali talep edilmeli ve gerçekleştirilmelidir. Aksi
taktirde boykotun şer’i keyfiyeti yerine gelmez. Ve maalesef geçmişten bugüne
bu tarz boykotlarda hep aynı sorunlar yaşanmış ve etkili bir sonuç alınamamış
olur.
Ne yazık ki bir kısım
Müslümanlar, bu tarz boykot taleplerini sadece fertlere şamil tutmakta,
yöneticilerden talep etmeyi ve onlara bu hükmü uygulama noktasında baskı
kurmayı düşünmemektedir. “Yöneticileri sıkıntıya sokmayalım”, “onların bu
şirketlere yaptırım uygulaması çok zor” gibi nedenlerle, “safımız belli olsun”,
“biz gereğini yapalım” gibi söylemlerle konuya yaklaşmaktadırlar. Bu
yaklaşımlar ise hem boykottan gözetilen kastın gerçekleşmesini engellemektedir
hem de şer’i bir hükmün tatbikiyle elde edilecek somut neticeyi yok etmektedir.
Zira her bir şer’i hüküm, bir sorunun çözümünü ihtiva eder. Bu hükmün gereği
gibi tatbik edilmesi, bir problemi ortadan kaldırır ve bir zararı def eder.
Velhasıl, Yahudi
varlığına ait şirket ve mallara yönelik bugün uygulanması gereken boykota dair şer’i
hüküm; bu şirketlerin ruhsatlarının iptal edilmesi, mallarının ülkeye girmesine
izin verilmemesi, tüm ülke sathında alım-satımının durdurulması ve
Müslümanların da bu ürünlerden uzak durmasıdır. Aynı şekilde devlet ya da bir
kısım tüccarlar tarafından Yahudi varlığını güçlendirecek şekilde herhangi bir malın
onlara satılmaması noktasında da gerekenler yapılmalıdır.
Bu sebeple
Müslümanların bireyler olarak bu ürünlerden uzak durmaları ile birlikte,
gereken somut boykot adımlarının atılması için de her platformda yöneticilere
seslenmeleri ve baskı kurmaları zorunludur. Yöneticilerin derhal Yahudi varlığı
ile fiilî savaş hukukuna geçmesi, ona destek olan ülkelerin şirketlerine de
ambargo uygulaması, bu şirketlerin ticari izin ve ruhsatlarının bir an önce
iptal edilmesi gerekmektedir. Bunu yapmadıkları taktirde şer’i bir hükme
sırtlarını dönmüş olacakları gibi Filistin’deki Müslümanlara verilen zarara da ortak
olacakları açıkça ortaya konulmalıdır. Bu şekilde zalimlere yardımcı ve
destekçi olmuş olacakları bilinmelidir.
Burada son olarak; “Ruhu’l
Meani” tefsirinde merhum Alusi’nin şu ibaresini nakletmenin konunun önemini
ifade etmek için uygun olacağını düşünüyorum.
Alusi’nin
zikrettiğine göre; “Terzinin biri, bir âlime, ‘Ben zalimlerin elbisesini
dikiyorum. Acaba ben zalimlere yardım edenlerden olur muyum?’ diye sorar. Âlim ise
şöyle cevap verir: ‘Hayır sen zalimlere yardım eden değilsin. Bilakis sana iğne
satanlar zalimlere yardım edenlerdir; sen ise bizzat zalim olmuşsun.’ diye
cevap verir.”


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış