İslam’ın hayattan
kaldırılmasının ardından 100 yıldır toplumsal bir çöküş yaşıyoruz. Her alanda
hissettiğimiz bu çöküş, özellikle kadın-erkek ilişkileri, aile ve nesiller
konusunda kendisini daha fazla hissettiriyor. Her geçen gün evlilik oranları
düşerken, boşanmalar ise artıyor. Kadına yönelik şiddet ve cinayetler
durdurulamıyor. Kadın ve erkek arasını ayıran kanunlar, yuvaların yıkılmasına, eş
ve çocukların perişan edilmesine neden oluyor. Ömür boyu nafaka zulmü ve
nafakasını ödeyemeyenler ise hapis ile cezalandırılıyor. Kadın ve çocukların
sığınma evlerinde psikolojik, sosyolojik sorunlar yaşaması düzeltilemiyor. Zinanın
yasalar ile korunduğu, eşcinselliğin yaygınlaştığı büyük bir tehlike günden
güne artarak büyüyor.
Milyonlarca aile bu
yaşananlardan etkilenirken, yuvalar dağılırken, kadın, erkek ve çocuklar büyük
acılara mahkûm edilirken bütün bu yaşananların sorumlusu olan kanunlar ve
uygulamalar, halen çözüm olarak sunulabiliyor ve maalesef sorunun kaynağı
görülemiyor!
Bunların en önemlisi,
“İstanbul Sözleşmesi’nden çekildik” algısıydı. Türkiye, 11 Mayıs 2011
tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin hazırladığı garabet İstanbul
Sözleşmesini, onaylanmasından 10 yıl sonra büyük bozulmalara sebep olduğu için
kaldırdı! İstanbul Sözleşmesi, aile, nesil ve toplumu ifsat eden maddeler ile
doluydu. “Aile” tanımlaması, kadın ve erkekten oluşmayan, adına “partner”
denilen tarifsiz birlikteliği kabul eden, biyolojik cinsiyeti reddeden, kadın,
erkek ve diğer sapkın türleri de içeren “gender” (sosyal cinsiyet), “LGBT+”
gibi sapıklıkların “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ile normalleştirildiği, din,
örf gibi değerlerin kökünün kazınması gibi birçok anlayışı içinde barındıran
bir sözleşmeydi. Sözde kadına yönelik şiddeti engellemek için çıkarılan bu sözleşmenin
uygulanmasının ardından kadına şiddet ve cinsel istismar önlenemez boyutlara
geldi. LGBT+ sapkınlığı meşrulaştırılmaya başlandı, eğitimde, yargıda, medyada
ve birçok alanda toplumsal büyük bir tahribata neden olan gelişmeler yaşandı.
İstanbul Sözleşmesini uygulamak için 6284 Sayılı Kanun hazırlandı ve yürürlüğe
girdi.
Hemen hemen bütün kesimlerden
gelen ciddi tepkiler nedeniyle, 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazete’de
yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Türkiye, İstanbul Sözleşmesinden tek
taraflı olarak çekildi. Aile, nesil ve toplumu ifsat eden CEDAW[1],
6284 Sayılı Kanun, AİHS[2]
vb. yasa ve uygulamalar ise hiçbir değişiklik yapılmadan uygulanmaya devam ediyor.
Türkiye, bu Sözleşmeden
taraf olarak çekildi ancak geçen 2 yıldan fazla süre içinde değişen pek bir şey
olmadı. Kanunlar, genelge ve tüzükler ise değiştirilmedi. Aile Bakanlığı,
İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı uygulamalar
durdurulmadı aksine her yönü ile uygulanmaya devam ediyor. Yani Sözleşmeden
çekilme oldu ancak uygulamada değişiklik olmadı. Değişen tek şey, hükümetin
İstanbul Sözleşmesi üzerinden vermiş olduğu algıydı.
İstanbul Sözleşmesi
kaldırıldığı dönemde AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Fatma Betül Sayan Kaya; “İstanbul
Sözleşmesi’nin feshedilmesi bu yasaları yürürlükten kaldırmıyor, 6284 sayılı ‘Ailenin
Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ ve CEDAW ‘Birleşmiş
Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ aynı
kararlılıkla uygulanmaya devam ediyor.” diyerek pratikte hiçbir şeyin
değişmeyeceğini söylemişti.
Yeni Aile ve Sosyal
Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Aktaş, yukarıda bahsettiğimiz can alıcı
sorunların kaynağı olan 6284 Sayılı Kanun’un kaldırılmasının, değişmesinin söz
konusu olmadığını; "Değişmesi gerekmiyor. Bu kanun olduğu gibi kalmalı.
Uygulamada hatalar varsa giderilmesi lazım. Bir mağdur varsa, çocuksa, erkekse,
kadınsa onun yanındayız. 6284 bizim önemli bir kanunumuz. Mahkeme kararından
kaynaklı sorunlar olursa bunu ele almak lazım." diyerek ifade etti.
6284 Sayılı Kanun’u konuşmadan,
bu kanunu değiştirmeden tek başına İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin hiçbir
şeyi değiştirmediği bu süreçte görülmüş oldu. Bu kanunun “Kadının beyanı
esastır” hükmü ile bütün erkekler suçlu ve günahkâr ilan edilerek, kadınlar
masumlaştırılıyor ve hukuksuz bir uygulama ile milyonlarca insanın hayatı
karartılıyor. Kadın beyanını esas aldığı için bu yasa; evlilikte zina yapmak,
boşanırken yüksek tazminat almak amacıyla türlü iftiralar atmak, evliliklerin
hızla azalıp boşanmaların hızla artması, süresiz nafaka mahkûmiyetleri ve
ödenemediğinde nafaka hapsi, velayet ve çocuk haczi sorunları, çocuğun babaya
düşman edilmesi ve nihayetinde de cinnet, cinayet ve intiharlara sebep oldu. 6284
Sayılı Kanun sebebiyle 5 yılda 1 milyon 973 bin baba evden uzaklaştırılmış, 2
milyon aile ve dolayısıyla yaklaşık 10 milyon insan bu garabet kanun yüzünden
mağdur edilmiştir. Bu yuvalar yıkılma noktasına gelmiş, bir kısmı yıkılmış,
kadın ve çocuklar mağdur edilmiştir. Evet, 500 bin erkek nafakasını temin
ettiği yuvasından uzaklaştırıldı. Yani her gün 1200 ata, koca, eş, evin çatısı,
direği, koruyucusu, emanetlerin bekçisi, Rabbimizin sorumlu çoban/kavvam olarak
bahsettiği babalar, hukuksuz şekilde evden uzaklaştırıldı.
Yine en az İstanbul
Sözleşmesi kadar tehlikeli ve yok edici; “Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)”, örf, gelenek ve din adına bütün
değerlerin kökünün kazınmaya çalışılmasının adımları olan; süresiz nafakanın,
genç yaşta evliliğin yasaklanmasının, kadın-erkek eşitliği söylemiyle
yuvalardaki huzursuzluğun, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planları
ile eşcinselliğin dayanağı olduğu halde 1986’dan beri uygulanmaya devam ediyor.
Burada ifade etmek istediğimiz
şey; dün ve bugün yaşanan şeylerin tek sorumlusu İstanbul Sözleşmesi değildi.
Bozulma, İslam’ın hayat sahasından kaldırılmasından sonra başladı ve her geçen
gün artarak devam etti. Yani var olan beşerî sistem, bu bozulmanın asıl
müsebbibiydi. İstanbul Sözleşmesi bu kötü gidişatı hızlandırdı ve belirli
konularda kötü bir çığır açılmasına neden oldu. Uygulanan beşerî sistem sadece
İstanbul Sözleşmesinden çekilme ile düzeltilebilecek durumda değil. Çünkü bu sistem;
Batı’nın düşünme metodunu, hayata bakış açısını, aile kurumunu ve insani
değerleri yok eden batıl kültürü ve dahasını, hayatın her alanına taşımış
durumda. Bu yüzden sadece İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması yeterli olmadı/olmayacak.
İslam’a taban tabana zıt batıl(ı) sistem(ler) hüküm sürdüğü müddetçe kadını,
aileyi, neslimizi ve geleceğimizi tehdit eden bu gidişat engellenemeyecek ve
hiçbir pansuman çözüm yeterli olmayacaktır.
Hayatın her alanına
taşıdıkları bu anlayışın bir tezahürü olarak bütün Aile Bakanları, Aile
Bakanlığının il müdürlüklerine bağlı “ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Müdürlüğü)”
birimlerinin kilit noktalardaki personellerinin çoğu, TBMM KEFEK (Kadın-Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu) vekillerinin %80’i, boşanma davalarının görüldüğü
Aile Mahkemeleri hâkimlerinin ezici çoğunluğu, boşanma davalarının en üst mercii
olan Yargıtay 2. Hukuk Dairesindeki hakimler, Aile İçi Şiddet Bürosu savcılarının
da ezici çoğunluğu, kadınlardan atanıyor. Kadın merkezli bakış açısından
kaynaklı yaşanan zulümlerden dolayı “Babasız Bırakılan Çocuklar ve Çocuksuz
Babalar Derneği”, “Mağdur Babalar Derneği”, “Boşanmış İnsanlar ve Aile
Platformu” gibi tamamının erkek mağdurlardan oluştuğu dernekler, platformlar
kuruluyor.
Şimdi şunu sormak
istiyoruz: Bir dönem İstanbul Sözleşmesi eleştirilemedi ve daha sonra gelen
tepkilerden dolayı kaldırıldı ancak ondan sonra Sözleşmenin zararları anlatıldı
ve halen anlatılmaya devam ediliyor. Peki, bu Sözleşmenin uygulanması için
çıkarılan 6284 Sayılı Kanun’un kadın-erkek ilişkilerine, aileye, nesillere
verdiği zarar ne zaman anlatılacak? İstanbul Sözleşmesi kadar tehlikeli olan
CEDAW, 6284 Sayılı Kanun ve diğer uygulamaların zararlarının anlaşılması için
10 yıl daha mı geçmesi gerekiyor? 6284 Sayılı Kanun’u yürürlükten kaldırmadan, Medeni
Kanun’u terk etmeden, CEDAW gibi uluslararası anlaşma ve sözleşmelerden
çekilmeden aileyi korumak mümkün mü? Mümkün ise neden bugün bu olumsuz gidişat
engellenemiyor?
Aile ve Sosyal
Hizmetler Bakanlığının verilerine göre; 2022 yılında Türkiye genelinde koruyucu
aile sayısı 7 bin 439, koruyucu aile yanında bakımı sağlanan çocuk sayısı ise 9
bin 11 olmuş. Evlat edindirilen çocuk sayısı 2022 yılında 556 olmuş. Bir önceki
yıl olduğu gibi geçen yıl da evlenen her 3 aileden biri boşanıyor. Dağılan
aileler sebebiyle sadece 2021 yılında 115 bin, 2022 yılında 180 bin 592 çocuk, anne
veya babasından uzaklaşmış. Aile sıcaklığı, anne-baba sevgisinden mahrum bu
çocukların yarısından fazlası suça bulaşıyor.
Bu ve benzeri birçok
istatistik verisi, durumun vahametini gösteriyor. Peki, bu durumu düzeltmek
için ne bekleniyor? Daha kaç yüz bin yuva yıkılmalı? Kaç on bin çocuk
babasından uzakta yaşamalı? Kaç bin yavrumuz eşcinsellik, zina, fuhuş
bataklığına düşmeli? Daha ne olmalı ki bu Batılı politikalardan vazgeçilmeli?
Zinanın suç olması ve kanunlarla korunmaması için ne gerekiyor?
Ayrıca 10 yıldır
bütün nasihat, uyarı ve ikazlara rağmen bu ifsat sözleşmesinden vazgeçilmesi,
olumlu bir gelişme olarak görülse de bu süre içinde yaşanan bütün acı ve
sorunların sorumlusu, Sözleşmeyi imzalayan ve uygulayan iktidardır. Yıkılan
yuvaların, kadının beyanı esas alınarak haksız yere evden uzaklaştırılan
kocaların, iftira ile itibarı ve hatta hayatı kararan, cezaevlerine düşen
erkeklerin, zina eden eşlerin bile birbirine karışamayacağı anlayışının
kanunlar ile meşrulaştırılması suretiyle yaşanan iğrençliklerin, medya
aracılığı ile aile, nesil ve toplumu ifsat eden programların, üniversitelerde
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” dersleri verilmesinin, cinsiyeti değiştirilerek
hayatı kararan öğrencilerin ve daha birçok uygulamaların sorumlusu, hükümettir.
Ülkemizdeki bu dehşet
verici tabloya rağmen adım adım, karış karış Batılıların takip edilmesi, akıl
tutulmasıdır! Köklü ve kapsamlı adımlar atması gereken hükümet; başörtüsünü
referanduma götürmeyi, “aile, bir erkek ve kadından oluşur” ifadesini anayasaya
koymayı vaat ederek popülist bir yaklaşımla çözüm ürettiğini zannederken,
düşmanına âşık olmuş birçok muhalefet partisi ise İstanbul Sözleşmesini tekrar
geri getirmeyi vaat ediyor! Acil olarak; erkek, “reis” olarak tanımlanmalı,
delilsiz, belgesiz, şahitsiz “kadının beyanı” esas olmaktan çıkarılmalı, “zina”
suç olarak tanımlanmalı, velayet, nafaka, boşanma, namus ve sair konularda
tanımlamalar İslam’a uygun hale getirilmeli, feminizm ve LGBT dernekleri ve tüm
faaliyetleri yasaklanmalı, yasağa uymayanlar cezalandırılmalı ve ailenin tesis
ve teşvik edilmesi için somut adımlar atılmalıdır.
Elbette bugün yapılması
gereken en öncelikli şey; kadını, erkeği, aileyi, nesli ve toplumu korumak için
Batı’dan ithal edilmiş tüm sözleşme ve kanunları iptal etmektir. Kadına karşı
şiddet ve hatta cinayetler, İslâm’ın gösterdiği köklü çözümler uygulanmazsa
devam edecek! Sığınma ve korunma evleri çocuk ve kadınları korumaya yetmeyecek!
Mutlu ve huzurlu yuvaların sayıları azalmaya devam edecek, boşanmalar artacak ve
evlilikler azalacak! Demokratik zihniyet, kuralsız özgürlük anlayışı ile kadın
ve erkekler, izzet ve iffetini kaybedecek! Fuhuş, zina, eşcinsellik gibi bela
ve musibetler artmaya devam edecek! Şüphesiz ki birey, aile ve toplumun korunması
ancak İslâm ile mümkündür. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması ile
sorunların çözülmeyeceğini, buna benzer sözleşme ve kanunların kaldırılmasını
ve yerine mutlaka İslâm’ın kanunlarının uygulanması gerektiğini söyledik ve
söylemeye devam ediyoruz.
[1]
Declaration on the Elimination of Discrimination against Women (Kadınlara Karşı
Ayrımcılığın Önlenmesi Beyannamesi)
[2]
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış