6284 SAYILI KANUN KALDIRILMALIDIR!

Musa Bayoğlu

İslam’ın hayattan kaldırılmasının ardından 100 yıldır toplumsal bir çöküş yaşıyoruz. Her alanda hissettiğimiz bu çöküş, özellikle kadın-erkek ilişkileri, aile ve nesiller konusunda kendisini daha fazla hissettiriyor. Her geçen gün evlilik oranları düşerken, boşanmalar ise artıyor. Kadına yönelik şiddet ve cinayetler durdurulamıyor. Kadın ve erkek arasını ayıran kanunlar, yuvaların yıkılmasına, eş ve çocukların perişan edilmesine neden oluyor. Ömür boyu nafaka zulmü ve nafakasını ödeyemeyenler ise hapis ile cezalandırılıyor. Kadın ve çocukların sığınma evlerinde psikolojik, sosyolojik sorunlar yaşaması düzeltilemiyor. Zinanın yasalar ile korunduğu, eşcinselliğin yaygınlaştığı büyük bir tehlike günden güne artarak büyüyor.

Milyonlarca aile bu yaşananlardan etkilenirken, yuvalar dağılırken, kadın, erkek ve çocuklar büyük acılara mahkûm edilirken bütün bu yaşananların sorumlusu olan kanunlar ve uygulamalar, halen çözüm olarak sunulabiliyor ve maalesef sorunun kaynağı görülemiyor!

Bunların en önemlisi, “İstanbul Sözleşmesi’nden çekildik” algısıydı. Türkiye, 11 Mayıs 2011 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin hazırladığı garabet İstanbul Sözleşmesini, onaylanmasından 10 yıl sonra büyük bozulmalara sebep olduğu için kaldırdı! İstanbul Sözleşmesi, aile, nesil ve toplumu ifsat eden maddeler ile doluydu. “Aile” tanımlaması, kadın ve erkekten oluşmayan, adına “partner” denilen tarifsiz birlikteliği kabul eden, biyolojik cinsiyeti reddeden, kadın, erkek ve diğer sapkın türleri de içeren “gender” (sosyal cinsiyet), “LGBT+” gibi sapıklıkların “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ile normalleştirildiği, din, örf gibi değerlerin kökünün kazınması gibi birçok anlayışı içinde barındıran bir sözleşmeydi. Sözde kadına yönelik şiddeti engellemek için çıkarılan bu sözleşmenin uygulanmasının ardından kadına şiddet ve cinsel istismar önlenemez boyutlara geldi. LGBT+ sapkınlığı meşrulaştırılmaya başlandı, eğitimde, yargıda, medyada ve birçok alanda toplumsal büyük bir tahribata neden olan gelişmeler yaşandı. İstanbul Sözleşmesini uygulamak için 6284 Sayılı Kanun hazırlandı ve yürürlüğe girdi.

Hemen hemen bütün kesimlerden gelen ciddi tepkiler nedeniyle, 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Türkiye, İstanbul Sözleşmesinden tek taraflı olarak çekildi. Aile, nesil ve toplumu ifsat eden CEDAW[1], 6284 Sayılı Kanun, AİHS[2] vb. yasa ve uygulamalar ise hiçbir değişiklik yapılmadan uygulanmaya devam ediyor.

Türkiye, bu Sözleşmeden taraf olarak çekildi ancak geçen 2 yıldan fazla süre içinde değişen pek bir şey olmadı. Kanunlar, genelge ve tüzükler ise değiştirilmedi. Aile Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı uygulamalar durdurulmadı aksine her yönü ile uygulanmaya devam ediyor. Yani Sözleşmeden çekilme oldu ancak uygulamada değişiklik olmadı. Değişen tek şey, hükümetin İstanbul Sözleşmesi üzerinden vermiş olduğu algıydı.

İstanbul Sözleşmesi kaldırıldığı dönemde AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Fatma Betül Sayan Kaya; “İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi bu yasaları yürürlükten kaldırmıyor, 6284 sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ ve CEDAW ‘Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ aynı kararlılıkla uygulanmaya devam ediyor.” diyerek pratikte hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemişti.

Yeni Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Aktaş, yukarıda bahsettiğimiz can alıcı sorunların kaynağı olan 6284 Sayılı Kanun’un kaldırılmasının, değişmesinin söz konusu olmadığını; "Değişmesi gerekmiyor. Bu kanun olduğu gibi kalmalı. Uygulamada hatalar varsa giderilmesi lazım. Bir mağdur varsa, çocuksa, erkekse, kadınsa onun yanındayız. 6284 bizim önemli bir kanunumuz. Mahkeme kararından kaynaklı sorunlar olursa bunu ele almak lazım." diyerek ifade etti.

6284 Sayılı Kanun’u konuşmadan, bu kanunu değiştirmeden tek başına İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin hiçbir şeyi değiştirmediği bu süreçte görülmüş oldu. Bu kanunun “Kadının beyanı esastır” hükmü ile bütün erkekler suçlu ve günahkâr ilan edilerek, kadınlar masumlaştırılıyor ve hukuksuz bir uygulama ile milyonlarca insanın hayatı karartılıyor. Kadın beyanını esas aldığı için bu yasa; evlilikte zina yapmak, boşanırken yüksek tazminat almak amacıyla türlü iftiralar atmak, evliliklerin hızla azalıp boşanmaların hızla artması, süresiz nafaka mahkûmiyetleri ve ödenemediğinde nafaka hapsi, velayet ve çocuk haczi sorunları, çocuğun babaya düşman edilmesi ve nihayetinde de cinnet, cinayet ve intiharlara sebep oldu. 6284 Sayılı Kanun sebebiyle 5 yılda 1 milyon 973 bin baba evden uzaklaştırılmış, 2 milyon aile ve dolayısıyla yaklaşık 10 milyon insan bu garabet kanun yüzünden mağdur edilmiştir. Bu yuvalar yıkılma noktasına gelmiş, bir kısmı yıkılmış, kadın ve çocuklar mağdur edilmiştir. Evet, 500 bin erkek nafakasını temin ettiği yuvasından uzaklaştırıldı. Yani her gün 1200 ata, koca, eş, evin çatısı, direği, koruyucusu, emanetlerin bekçisi, Rabbimizin sorumlu çoban/kavvam olarak bahsettiği babalar, hukuksuz şekilde evden uzaklaştırıldı.

Yine en az İstanbul Sözleşmesi kadar tehlikeli ve yok edici; “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)”, örf, gelenek ve din adına bütün değerlerin kökünün kazınmaya çalışılmasının adımları olan; süresiz nafakanın, genç yaşta evliliğin yasaklanmasının, kadın-erkek eşitliği söylemiyle yuvalardaki huzursuzluğun, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planları ile eşcinselliğin dayanağı olduğu halde 1986’dan beri uygulanmaya devam ediyor.

Burada ifade etmek istediğimiz şey; dün ve bugün yaşanan şeylerin tek sorumlusu İstanbul Sözleşmesi değildi. Bozulma, İslam’ın hayat sahasından kaldırılmasından sonra başladı ve her geçen gün artarak devam etti. Yani var olan beşerî sistem, bu bozulmanın asıl müsebbibiydi. İstanbul Sözleşmesi bu kötü gidişatı hızlandırdı ve belirli konularda kötü bir çığır açılmasına neden oldu. Uygulanan beşerî sistem sadece İstanbul Sözleşmesinden çekilme ile düzeltilebilecek durumda değil. Çünkü bu sistem; Batı’nın düşünme metodunu, hayata bakış açısını, aile kurumunu ve insani değerleri yok eden batıl kültürü ve dahasını, hayatın her alanına taşımış durumda. Bu yüzden sadece İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması yeterli olmadı/olmayacak. İslam’a taban tabana zıt batıl(ı) sistem(ler) hüküm sürdüğü müddetçe kadını, aileyi, neslimizi ve geleceğimizi tehdit eden bu gidişat engellenemeyecek ve hiçbir pansuman çözüm yeterli olmayacaktır.

Hayatın her alanına taşıdıkları bu anlayışın bir tezahürü olarak bütün Aile Bakanları, Aile Bakanlığının il müdürlüklerine bağlı “ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Müdürlüğü)” birimlerinin kilit noktalardaki personellerinin çoğu, TBMM KEFEK (Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu) vekillerinin %80’i, boşanma davalarının görüldüğü Aile Mahkemeleri hâkimlerinin ezici çoğunluğu, boşanma davalarının en üst mercii olan Yargıtay 2. Hukuk Dairesindeki hakimler, Aile İçi Şiddet Bürosu savcılarının da ezici çoğunluğu, kadınlardan atanıyor. Kadın merkezli bakış açısından kaynaklı yaşanan zulümlerden dolayı “Babasız Bırakılan Çocuklar ve Çocuksuz Babalar Derneği”, “Mağdur Babalar Derneği”, “Boşanmış İnsanlar ve Aile Platformu” gibi tamamının erkek mağdurlardan oluştuğu dernekler, platformlar kuruluyor.

Şimdi şunu sormak istiyoruz: Bir dönem İstanbul Sözleşmesi eleştirilemedi ve daha sonra gelen tepkilerden dolayı kaldırıldı ancak ondan sonra Sözleşmenin zararları anlatıldı ve halen anlatılmaya devam ediliyor. Peki, bu Sözleşmenin uygulanması için çıkarılan 6284 Sayılı Kanun’un kadın-erkek ilişkilerine, aileye, nesillere verdiği zarar ne zaman anlatılacak? İstanbul Sözleşmesi kadar tehlikeli olan CEDAW, 6284 Sayılı Kanun ve diğer uygulamaların zararlarının anlaşılması için 10 yıl daha mı geçmesi gerekiyor? 6284 Sayılı Kanun’u yürürlükten kaldırmadan, Medeni Kanun’u terk etmeden, CEDAW gibi uluslararası anlaşma ve sözleşmelerden çekilmeden aileyi korumak mümkün mü? Mümkün ise neden bugün bu olumsuz gidişat engellenemiyor?

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının verilerine göre; 2022 yılında Türkiye genelinde koruyucu aile sayısı 7 bin 439, koruyucu aile yanında bakımı sağlanan çocuk sayısı ise 9 bin 11 olmuş. Evlat edindirilen çocuk sayısı 2022 yılında 556 olmuş. Bir önceki yıl olduğu gibi geçen yıl da evlenen her 3 aileden biri boşanıyor. Dağılan aileler sebebiyle sadece 2021 yılında 115 bin, 2022 yılında 180 bin 592 çocuk, anne veya babasından uzaklaşmış. Aile sıcaklığı, anne-baba sevgisinden mahrum bu çocukların yarısından fazlası suça bulaşıyor.

Bu ve benzeri birçok istatistik verisi, durumun vahametini gösteriyor. Peki, bu durumu düzeltmek için ne bekleniyor? Daha kaç yüz bin yuva yıkılmalı? Kaç on bin çocuk babasından uzakta yaşamalı? Kaç bin yavrumuz eşcinsellik, zina, fuhuş bataklığına düşmeli? Daha ne olmalı ki bu Batılı politikalardan vazgeçilmeli? Zinanın suç olması ve kanunlarla korunmaması için ne gerekiyor?

Ayrıca 10 yıldır bütün nasihat, uyarı ve ikazlara rağmen bu ifsat sözleşmesinden vazgeçilmesi, olumlu bir gelişme olarak görülse de bu süre içinde yaşanan bütün acı ve sorunların sorumlusu, Sözleşmeyi imzalayan ve uygulayan iktidardır. Yıkılan yuvaların, kadının beyanı esas alınarak haksız yere evden uzaklaştırılan kocaların, iftira ile itibarı ve hatta hayatı kararan, cezaevlerine düşen erkeklerin, zina eden eşlerin bile birbirine karışamayacağı anlayışının kanunlar ile meşrulaştırılması suretiyle yaşanan iğrençliklerin, medya aracılığı ile aile, nesil ve toplumu ifsat eden programların, üniversitelerde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” dersleri verilmesinin, cinsiyeti değiştirilerek hayatı kararan öğrencilerin ve daha birçok uygulamaların sorumlusu, hükümettir.

Ülkemizdeki bu dehşet verici tabloya rağmen adım adım, karış karış Batılıların takip edilmesi, akıl tutulmasıdır! Köklü ve kapsamlı adımlar atması gereken hükümet; başörtüsünü referanduma götürmeyi, “aile, bir erkek ve kadından oluşur” ifadesini anayasaya koymayı vaat ederek popülist bir yaklaşımla çözüm ürettiğini zannederken, düşmanına âşık olmuş birçok muhalefet partisi ise İstanbul Sözleşmesini tekrar geri getirmeyi vaat ediyor! Acil olarak; erkek, “reis” olarak tanımlanmalı, delilsiz, belgesiz, şahitsiz “kadının beyanı” esas olmaktan çıkarılmalı, “zina” suç olarak tanımlanmalı, velayet, nafaka, boşanma, namus ve sair konularda tanımlamalar İslam’a uygun hale getirilmeli, feminizm ve LGBT dernekleri ve tüm faaliyetleri yasaklanmalı, yasağa uymayanlar cezalandırılmalı ve ailenin tesis ve teşvik edilmesi için somut adımlar atılmalıdır.

Elbette bugün yapılması gereken en öncelikli şey; kadını, erkeği, aileyi, nesli ve toplumu korumak için Batı’dan ithal edilmiş tüm sözleşme ve kanunları iptal etmektir. Kadına karşı şiddet ve hatta cinayetler, İslâm’ın gösterdiği köklü çözümler uygulanmazsa devam edecek! Sığınma ve korunma evleri çocuk ve kadınları korumaya yetmeyecek! Mutlu ve huzurlu yuvaların sayıları azalmaya devam edecek, boşanmalar artacak ve evlilikler azalacak! Demokratik zihniyet, kuralsız özgürlük anlayışı ile kadın ve erkekler, izzet ve iffetini kaybedecek! Fuhuş, zina, eşcinsellik gibi bela ve musibetler artmaya devam edecek! Şüphesiz ki birey, aile ve toplumun korunması ancak İslâm ile mümkündür. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması ile sorunların çözülmeyeceğini, buna benzer sözleşme ve kanunların kaldırılmasını ve yerine mutlaka İslâm’ın kanunlarının uygulanması gerektiğini söyledik ve söylemeye devam ediyoruz.

 



[1] Declaration on the Elimination of Discrimination against Women (Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Beyannamesi)

[2] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz