II. RÂŞİDÎ HİLÂFET HAYAL DEĞİL, YAKIN BİR GELECEKTİR

Abdullah İmamoğlu

Şu günlerde Hilâfet Devleti’nin yıkılışının miladi olarak 93. sene-i devriyesini idrak ediyoruz. Malum olduğu üzere bundan tam 92 yıl önce tarihler 3 Mart 1924’ü gösterdiğinde Hilâfet Devleti kâfirlerin ve yerli işbirlikçilerinin üstün gayretleri neticesinde ilga edildi. Yine hepimizce malumdur, yüz yıllar boyunca Müslümanlar Hilâfet Devleti’nin varlığından kaynaklı olarak tek bir devletin çatısı altında, İslâm sancağı etrafında kardeşçe, güven ve huzur içerisinde yaşadılar. Evet, güven ve huzur içerisinde yıllarca yaşadılar. Lakin daha da ötesi Allah’ın razı olduğu bir atmosferde yaşadılar.

Peki, nasıl oldu bu? Yani İslâm ümmeti nasıl oldu da yıllarca huzur ve güven içerisinde yaşayabildiler? Allah’ın razı olduğu atmosferi nasıl sağladılar? El cevap: Müslümanların halifeleri vardı. Evet, tarihler 3 Mart’ı gösterene kadar Müslümanların hayırlı liderleri ve yöneticileri vardı.

-          Allah’ın razı olduğu dini/nizamı tatbik etmeye hırslı halifelerimiz vardı.

-          Her hangi bir yerden yükselen imdat sahiplerini kurtarmadıkça sevdiği içeceği içmeyen, kendisine yasaklayan halifelerimiz vardı.

-          Müslüman bacılarımızın namuslarına uzanan ellerden hesap soran cesur yürekli halifelerimiz vardı.

-          “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu adlî ilahi sorar benden onu.” diyerek tebaasına düşkünlüğünü ispatlayan halifelerimiz vardı.

-          Ya Emire’l mü’minin zekât verecek kimseyi bulamadık diyenlere cevaben; “Mademki zekât verecek kimseyi bulamadınız, öyleyse dağlara buğdaylar serpin. Serpin ki İslâm Devleti’nin kuşları aç kaldı demesinler.” diyen, ferman buyuran halifelerimiz vardı.

-          Kendisine leziz yemekler ikram edildiğinde guruldayan karnıyla konuşup “Guruldama ey karın. Ya da gurulda guruldayabildiğin kadar ümmetim daha hayırlısını yemediği müddetçe ben de yemeyeceğim.” diyen, tebaasını kendisinden daha fazla düşünen halifelerimiz vardı.

-          اذهبي أينما شئتي فإنّ مقعدك سيعود إليّ “Ey bulut süzül süzülebildiğin yere kadar. Git gidebildiğin yere kadar. En nihayetinde yağmurunu düşürdüğün toprak/yer İslâm Devleti’ne haraç olarak geri dönecektir.” diyen idealist, fatih ruhlu halifelerimiz vardı.

-          Zalimlerin zulmünü işittiği anda “Ey zalim zulmüne son ver. Aksi takdirde duyacağın ilk şey ordumun ayak sesleri olacaktır.” diyen heybetli halifelerimiz vardı.

-          “Mukaddes belde Filistin’den bir karış dahi vermektense vücudumun lime lime doğranmasını yeğlerim.” diyen, birkaç menfaat uğruna Müslümanların değerlerini satmayan halifelerimiz vardı.

Evet vardı… Bu saydıklarımızın hepsi tarihte kaldı. Şimdi halife de yok İslâm Devleti de... Peki, Hilâfet Devleti’nin yokluğunda neler kaybettik?  Evvela, Allah’ın rızasını kaybettik ikinci olarak ise değerlerimize sahip çıkamaz olduk.

Allah’ın Rızasını kaybettik

Bilindiği üzere Allah Azze ve Celle İslâm dinini hayata kâmil manada tatbik edilsin diye göndermiştir. Dolaysıyla İslâm’ın hayata hâkim olmaması durumda Allah bizden razı değildir. Allah’ın bizden razı olması, İslâm nizamının hayatımıza egemen olmasıyla mümkün olacaktır. İslâm’ı hayata tatbik edebilmenin şer’î yolu ise Hilâfet’tir.  İslâm’ın tatbik keyfiyeti olan Hilâfet’in yıkılmasıyla birlikte Allah’ın razı olduğu atmosfer de yerini karanlığa ve zulme bırakmıştır. Allah’ın dini yeryüzüne hâkim olmadıkça Allah bizden razı gelmeyecektir. Allah’ın dini ise ancak Hilâfet’le hayat bulacaktır.

Değerlerimize Sahip Çıkamaz Olduk

Bu söylemi ispat etmek için bilimsel makaleler ya da araştırma dosyaları okumaya gerek yoktur. Değerlerimize sahip çıkamıyor olduğumuzu görebilmek/fark edebilmek için Müslümanların beldelerine dönüp bakmak yeterli olacaktır. Bakmamız halinde değerlerimize sahip çıkamıyor olduğumuza kolaylıkla şahit olacağız.

-          Kâfirlerin işgal ettiği beldelerimizde kirli emelleri uğrunda her on dakikada bir Müslüman’ın katledildiğine şahit oluyoruz.

-          Bacılarımızın namuslarına tecavüz edildiğine şahit oluyoruz.

-          Tecavüze uğramamak için denize atlayıp boğulmak isteyen bacılarımızın varlığına şahit oluyoruz. 

-          Sahillere vuran masum bebek cesetlerine şahit oluyoruz.

-          Açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun “anne ölürsem Cennet’te bana yemek verirler mi”? diye soran ve açlıktan ölen çocukların varlığına ve haykırışlarına şahit oluyoruz.

-          Gasıp Yahudi varlığının necis postallarıyla Rabbimizin etrafını mübarek kıldığı Filistin’in işgal edildiğine/kirletildiğine şahit oluyoruz.

Kısacası yükselen feryatlara sadece uzaktan uzağa şahit oluyoruz. Peki, niçin sadece şahit oluyoruz? Ya da bunların hepsi neden başımıza geldi? Aslında bu ve buna benzer soruların cevabı aşağıda paylaşacağım hadiste saklı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadisinde şöyle buyuruyor:

 إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ

“İmam bir kalkandır onunla savaşılır, onunla korunulur.” Buhâri Evet bu felaketlerin hepsine duçar olduk. Çünkü yukarıdaki hadis hayatımızda canlı değil. Kalkan hayatımızda aktif değil… Mezkûr hadis hayatımızda faal iken izzetli olan biz, zillette olanlar ise İslâm düşmanlarıydı… Bunun böyle olduğunu anlatmak adına bir misali sizlerle paylaşmak istiyorum.

İslâm’ın üstünlüğünü kabul etmeyip normalde cizye vermeye devam eden Bizans Devleti kralı Nakforus İslâm Hilâfet Devleti Halifesi Harun er-Reşit’e bir mektup yazarak şu sözlere yer vermiştir: “Bizans Kiralı Nakforus'dan, Arap Emiri Harun'a; İşbu dibaceden(girişten) sonra, gerçek şudur ki: Benden önceki sele­fim kraliçe, seni satrançtaki şah yerine, kendini ise piyon yerine koyarak esasen senin ona ödemen gereken miktarlarda sana pa­ralar ödemiş bulunmaktadır. Bu ise kadınların dayanıksız ve ap­tal olmalarından kaynaklanan bir sonuçtur. Dolayısıyla bu me­sajım sana ulaşır ulaşmaz, onun sana ödemiş bulunduğu malla­rı derhal bana iade et ve canını bu suretle elimden kurtarmaya bak. Aksi halde aramızdaki sorunu kılıç halleder!" Harun Nakforus'un mesajını okuyunca kan beynine sıçradı. Öfkesi o dereceye vardı ki hazır bulunanlardan hiçbiri ne onun yüzüne bakabiliyor ne de kendisiyle konuşmaya cesaret edebili­yordu. Huzurunda bulunanlar ondan korkmaya başladılar. Sonra bir kalem isteyerek Bizans kralına hitaben şunları yazdı:

بسم الله الرحمن الرحيم من هارون أمير المؤمنين إلى نقفور كلب الروم قد قرأت كتابك يا ابن الكافرة والجواب ما تراه لا ما تسمعه

Bismillahirrahmanirrahim, Emîr-ül mü’minin Harun'dan Rum köpeği Nakforus'a, seni kâ­fire kadının oğlu! Mektubunu okudum. Cevabımı, haber almana gerek kalmadan bizzat gözlerinle göreceksin! Cevabım duyduğun şey değil gördüğün şey olacaktır.”

Kerim kardeşlerim! Eğer ki bugün zulümlerin son bulmasını, yaşadığımız gayri İslâmî hayatın yerini İslâmî bir hayata bırakmasını istiyorsak bu ancak Râşidî Hilâfet’le mümkündür. Tabii Râşidî Hilâfet’in ikamesinden bahsettiğimiz vakit;

-          Hayalperestsiniz, hayal görüyorsunuz, diyenler var.

-          Rüya âleminden uyanın, diyenler var.

-          Biraz realist olun, diyenler var.

-          Amerika istemedikten sonra Hilâfet’in ikamesinden bahsetmek gerçekçi değil, diyenler var.

-          Süper güçler varken bunun olması asla mümkün değildir, diyenler var.

-          Bu ümmet Hilâfet’i kurmaya ehil değildir, dinler var.

Böyle düşünenlere ve sesimizin ulaştığı her yere haykırıyoruz: II. Râşidî Hilâfet hayal değil, bilakis Allah’ın vaadi ve Rasul’ün müjdesi olan yakın bir gelecektir.

Allah Azze ve Celle Nur suresi 55. ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ 

“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağını vaat etti…”

Rasulullah Râşidî Hilâfet müjdesini ise şu hadisiyle beyan etmiştir:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ، ثُمَّ تَكُونُ خِلاَفَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا ، فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً ، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ،ثُمَّ تَكُونُ خِلاَفَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةٍ. ثُمَّ سَكَتَ

“Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır.” Ahmed bin Hanbel

Râşidî Hilâfet Allah’ın vaadi ve Rasul’ün müjdesi olsa da bu ümmetin buna ehil olmadığını söyleyenlerin varlığı da üzücü bir hakikattir. Bunlara cevaben deriz ki, dün nasıl İslâm’ın hayata hâkim olması için canlarını veren yiğitler var idiyse bugün de var elhamdulillah. Bugün de hayatı pahasına da olsa İslâm davetini taşıyan yiğitler var… Ve Allah zaferini, yardımını dinine yardım edenlere ihsan edecektir.

Râşidî Hilâfet’in hayal olduğunu söyleyenlere cevap mahiyetinde tarihte tahakkuk etmiş müjde-i hakikatlerden iki örnek vermek istiyorum.

Rasulullah’ı öldürmeye gelen Sürâka’ya Rasulullah şöyle demiştir: “Ey Sürâka! Kisrâ’nın bileziklerini takınacağın, kemerini kuşanacağın ve tacını giyeceğin zaman kendini nasıl hissedecek­sin?” Sürâka: “Krallar kralı Kisrâ b. Hürmüz’ün mü?!” diye hayretle sorunca, Peygamberimiz: “Evet!” buyurdu ve Fars beldelerinin fethedilip ve Kisrâ’nın servetinin ashabına ganimet kılınacağını Yüce Allah’ın kendisine müjdelediğini Sürâka’ya haber verdi. Hakikaten İran fütuhatında Kisrâ’nın bilezikleri, kemeri ve tacı Medine’ye getirildiği zaman, Hazret-i Ömer Radıyallâhu anh Sürâka’yı çağırıp bunları ona taktı ve: “Ey Sürâka! Ellerini kaldırıp: Allâhu ekber! Hamd olsun o Allâh’a ki, bunları “Ben insanların Rabbiyim!” diyen Kisrâ bin Hürmüz’den çıkarıp Müdlicoğulları’ndan Sürâka bin Mâlik’e taktırdı! de!” buyurdu. İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 332; İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 19

Diğer örnek ise Hendek gazvesinde Rasulullah’ın hazineleri müjdelemesidir. Olay şöyledir:

فَقَالَ : " بِسْمِ اللَّهِ " ، فَضَرَبَ ضَرْبَةً ، فَكَسَرَ ثُلُثَ الْحَجَرِ ، وَقَالَ : " اللَّهُ أَكْبَرُ ، أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ الشَّامِ ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْصِرُ قُصُورَهَا الْحُمْرَ مِنْ مَكَانِي هَذَا " ، ثُمَّ قَالَ : " بِسْمِ اللَّهِ " ، وَضَرَبَ أُخْرَى ، فَكَسَرَ ثُلُثَ الْحَجَرِ ، فَقَالَ : " اللَّهُ أَكْبَرُ ، أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ فَارِسَ ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْصِرُ الْمَدَائِنَ ، وَأُبْصِرُ قَصْرَهَا الْأَبْيَضَ مِنْ مَكَانِي هَذَا " . ثُمَّ قَالَ : " بِسْمِ اللَّهِ " ، وَضَرَبَ ضَرْبَةً أُخْرَى ، فَقَلَعَ بَقِيَّةَ الْحَجَرِ ، فَقَالَ : " اللَّهُ أَكْبَرُ ، أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ الْيَمَنِ ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْصِرُ أَبْوَابَ صَنْعَاءَ مِنْ مَكَانِي هَذَا "

“Peygamber Efendimiz, Selmân-ı Fârisî’nin balyozunu aldı. “Bis­millah!” di­ye­rek kayaya bir darbe indirdi. Kayanın üçte birini yerinden kopardı ve ‘Al­la­hu Ekber! Bana Şam’ın anahtarları verildi. Vallahi, ben şu anda Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum!’ buyurdu. Sonra, yine “Bismillah!” deyip ka­yaya bal­yozla ikinci darbeyi indirdi. Kayanın üçte biri daha parçalandı. Yine ‘Allahu Ek­ber! Ba­na, Fars’ın anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, Kis­râ’nın Me­dâ­yin şehrini ve onun beyaz köşklerini görüyorum!’ buyurdu. Ondan sonra üçün­cü defa yine ‘Bismillah!’ deyip balyozla vurdu; kayanın geri kalan kısmı­nı da yerinden kopardı. Yine ‘Allahu Ek­ber! Bana, Yemen’in anahtarları ve­ril­di! Vallahi, şu anda ben, Sa­n’a’nın kapılarını görüyorum!’ buyurdu…”

Son olarak nasıl ki Allah Medine dışına çıkmaya muktedir olamayan ashaba binlerce km ötedeki Kisra’nın hazinelerini, Şam’ın anahtarlarını ikram ettiyse,  bugün de bizlere kâfirlere rağmen, Batılı güçlere rağmen II. Râşidî Hilâfet’i ikram edecektir.

Şüphesiz ki Allah emrine galiptir ve bu O’na hiç de zor değildir. 




Yorumlar

  1. Zeynel Akdemir

    Şüphesiz allah'ın vaadi haktır

Yorum Yaz