Şu günlerde Hilâfet Devleti’nin
yıkılışının miladi olarak 93. sene-i devriyesini idrak ediyoruz. Malum olduğu
üzere bundan tam 92 yıl önce tarihler 3 Mart 1924’ü gösterdiğinde Hilâfet
Devleti kâfirlerin ve yerli işbirlikçilerinin üstün gayretleri neticesinde ilga
edildi. Yine hepimizce malumdur, yüz yıllar boyunca Müslümanlar Hilâfet
Devleti’nin varlığından kaynaklı olarak tek bir devletin çatısı altında, İslâm
sancağı etrafında kardeşçe, güven ve huzur içerisinde yaşadılar. Evet, güven ve
huzur içerisinde yıllarca yaşadılar. Lakin daha da ötesi Allah’ın razı olduğu
bir atmosferde yaşadılar.
Peki, nasıl oldu bu? Yani İslâm ümmeti
nasıl oldu da yıllarca huzur ve güven içerisinde yaşayabildiler? Allah’ın razı
olduğu atmosferi nasıl sağladılar? El cevap: Müslümanların halifeleri vardı.
Evet, tarihler 3 Mart’ı gösterene kadar Müslümanların hayırlı liderleri ve
yöneticileri vardı.
-
Allah’ın
razı olduğu dini/nizamı tatbik etmeye hırslı halifelerimiz vardı.
-
Her
hangi bir yerden yükselen imdat sahiplerini kurtarmadıkça sevdiği içeceği
içmeyen, kendisine yasaklayan halifelerimiz vardı.
-
Müslüman
bacılarımızın namuslarına uzanan ellerden hesap soran cesur yürekli
halifelerimiz vardı.
-
“Kenar-ı
Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu adlî ilahi sorar benden onu.” diyerek tebaasına
düşkünlüğünü ispatlayan halifelerimiz vardı.
-
Ya
Emire’l mü’minin zekât verecek kimseyi bulamadık diyenlere cevaben; “Mademki zekât
verecek kimseyi bulamadınız, öyleyse dağlara buğdaylar serpin. Serpin ki İslâm
Devleti’nin kuşları aç kaldı demesinler.” diyen, ferman buyuran halifelerimiz
vardı.
-
Kendisine
leziz yemekler ikram edildiğinde guruldayan karnıyla konuşup “Guruldama ey
karın. Ya da gurulda guruldayabildiğin kadar ümmetim daha hayırlısını yemediği
müddetçe ben de yemeyeceğim.” diyen, tebaasını kendisinden daha fazla düşünen
halifelerimiz vardı.
-
اذهبي أينما شئتي فإنّ مقعدك سيعود إليّ “Ey bulut süzül süzülebildiğin yere kadar. Git gidebildiğin
yere kadar. En nihayetinde yağmurunu düşürdüğün toprak/yer İslâm Devleti’ne
haraç olarak geri dönecektir.” diyen idealist, fatih ruhlu halifelerimiz vardı.
-
Zalimlerin
zulmünü işittiği anda “Ey zalim zulmüne son ver. Aksi takdirde duyacağın ilk
şey ordumun ayak sesleri olacaktır.” diyen heybetli halifelerimiz vardı.
-
“Mukaddes
belde Filistin’den bir karış dahi vermektense vücudumun lime lime doğranmasını
yeğlerim.” diyen, birkaç menfaat uğruna Müslümanların değerlerini satmayan
halifelerimiz vardı.
Evet vardı… Bu saydıklarımızın
hepsi tarihte kaldı. Şimdi halife de yok İslâm Devleti de... Peki, Hilâfet
Devleti’nin yokluğunda neler kaybettik?
Evvela, Allah’ın rızasını kaybettik ikinci olarak ise değerlerimize
sahip çıkamaz olduk.
Allah’ın Rızasını kaybettik
Bilindiği üzere Allah Azze ve
Celle İslâm dinini hayata kâmil manada tatbik edilsin diye göndermiştir.
Dolaysıyla İslâm’ın hayata hâkim olmaması durumda Allah bizden razı değildir.
Allah’ın bizden razı olması, İslâm nizamının hayatımıza egemen olmasıyla mümkün
olacaktır. İslâm’ı hayata tatbik edebilmenin şer’î yolu ise Hilâfet’tir. İslâm’ın tatbik keyfiyeti olan Hilâfet’in
yıkılmasıyla birlikte Allah’ın razı olduğu atmosfer de yerini karanlığa ve
zulme bırakmıştır. Allah’ın dini yeryüzüne hâkim olmadıkça Allah bizden razı
gelmeyecektir. Allah’ın dini ise ancak Hilâfet’le hayat bulacaktır.
Değerlerimize Sahip Çıkamaz Olduk
Bu söylemi ispat etmek için
bilimsel makaleler ya da araştırma dosyaları okumaya gerek yoktur.
Değerlerimize sahip çıkamıyor olduğumuzu görebilmek/fark edebilmek için
Müslümanların beldelerine dönüp bakmak yeterli olacaktır. Bakmamız halinde değerlerimize
sahip çıkamıyor olduğumuza kolaylıkla şahit olacağız.
-
Kâfirlerin
işgal ettiği beldelerimizde kirli emelleri uğrunda her on dakikada bir Müslüman’ın
katledildiğine şahit oluyoruz.
-
Bacılarımızın
namuslarına tecavüz edildiğine şahit oluyoruz.
-
Tecavüze
uğramamak için denize atlayıp boğulmak isteyen bacılarımızın varlığına şahit
oluyoruz.
-
Sahillere
vuran masum bebek cesetlerine şahit oluyoruz.
-
Açlıktan
ölmek üzere olan bir çocuğun “anne ölürsem Cennet’te bana yemek verirler mi”?
diye soran ve açlıktan ölen çocukların varlığına ve haykırışlarına şahit
oluyoruz.
-
Gasıp
Yahudi varlığının necis postallarıyla Rabbimizin etrafını mübarek kıldığı
Filistin’in işgal edildiğine/kirletildiğine şahit oluyoruz.
Kısacası yükselen feryatlara sadece
uzaktan uzağa şahit oluyoruz. Peki, niçin sadece şahit oluyoruz? Ya da bunların
hepsi neden başımıza geldi? Aslında bu ve buna benzer soruların cevabı aşağıda
paylaşacağım hadiste saklı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir
hadisinde şöyle buyuruyor:
إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ
وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ
“İmam bir kalkandır onunla
savaşılır, onunla korunulur.” Buhâri Evet bu felaketlerin hepsine duçar olduk. Çünkü yukarıdaki
hadis hayatımızda canlı değil. Kalkan hayatımızda aktif değil… Mezkûr hadis
hayatımızda faal iken izzetli olan biz, zillette olanlar ise İslâm
düşmanlarıydı… Bunun böyle olduğunu anlatmak adına bir misali sizlerle
paylaşmak istiyorum.
İslâm’ın üstünlüğünü kabul etmeyip
normalde cizye vermeye devam eden Bizans Devleti kralı Nakforus İslâm Hilâfet
Devleti Halifesi Harun er-Reşit’e bir mektup yazarak şu sözlere yer vermiştir:
“Bizans Kiralı Nakforus'dan, Arap Emiri Harun'a; İşbu dibaceden(girişten)
sonra, gerçek şudur ki: Benden önceki selefim kraliçe, seni satrançtaki şah
yerine, kendini ise piyon yerine koyarak esasen senin ona ödemen gereken
miktarlarda sana paralar ödemiş bulunmaktadır. Bu ise kadınların dayanıksız ve
aptal olmalarından kaynaklanan bir sonuçtur. Dolayısıyla bu mesajım sana
ulaşır ulaşmaz, onun sana ödemiş bulunduğu malları derhal bana iade et ve canını
bu suretle elimden kurtarmaya bak. Aksi halde aramızdaki sorunu kılıç
halleder!" Harun Nakforus'un mesajını okuyunca kan beynine sıçradı.
Öfkesi o dereceye vardı ki hazır bulunanlardan hiçbiri ne onun yüzüne bakabiliyor
ne de kendisiyle konuşmaya cesaret edebiliyordu. Huzurunda bulunanlar ondan
korkmaya başladılar. Sonra bir kalem isteyerek Bizans kralına hitaben şunları
yazdı:
بسم الله الرحمن الرحيم من هارون أمير المؤمنين إلى نقفور كلب الروم قد
قرأت كتابك يا ابن الكافرة والجواب ما تراه لا ما تسمعه
“Bismillahirrahmanirrahim, Emîr-ül mü’minin Harun'dan Rum köpeği
Nakforus'a, seni kâfire kadının oğlu! Mektubunu okudum. Cevabımı, haber almana
gerek kalmadan bizzat gözlerinle göreceksin! Cevabım duyduğun şey değil gördüğün şey olacaktır.”
Kerim kardeşlerim! Eğer ki bugün
zulümlerin son bulmasını, yaşadığımız gayri İslâmî hayatın yerini İslâmî bir
hayata bırakmasını istiyorsak bu ancak Râşidî Hilâfet’le mümkündür. Tabii Râşidî
Hilâfet’in ikamesinden bahsettiğimiz vakit;
-
Hayalperestsiniz,
hayal görüyorsunuz, diyenler var.
-
Rüya
âleminden uyanın, diyenler var.
-
Biraz
realist olun, diyenler var.
-
Amerika
istemedikten sonra Hilâfet’in ikamesinden bahsetmek gerçekçi değil, diyenler
var.
-
Süper
güçler varken bunun olması asla mümkün değildir, diyenler var.
-
Bu
ümmet Hilâfet’i kurmaya ehil değildir, dinler var.
Böyle düşünenlere ve sesimizin
ulaştığı her yere haykırıyoruz: II. Râşidî Hilâfet hayal değil, bilakis
Allah’ın vaadi ve Rasul’ün müjdesi olan yakın bir gelecektir.
Allah Azze ve Celle Nur
suresi 55. ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن
قَبْلِهِمْ …
“Allah, içinizden, iman edip de
salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi
onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağını vaat etti…”
Rasulullah Râşidî Hilâfet müjdesini
ise şu hadisiyle beyan etmiştir:
تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ، ثُمَّ
يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ، ثُمَّ تَكُونُ خِلاَفَةٌ عَلَى
مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ، ثُمَّ
يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا ،
فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ
يَرْفَعَهَا ، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً ، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ
أَنْ تَكُونَ ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ،ثُمَّ تَكُونُ
خِلاَفَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةٍ. ثُمَّ سَكَتَ
“Allah’ın olmasını dilediği kadar
aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır.
Sonra Nübüvvet minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın
olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da
kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını
dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır.
Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar
olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden)
Nübüvvet minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır.” Ahmed bin Hanbel
Râşidî Hilâfet Allah’ın vaadi ve
Rasul’ün müjdesi olsa da bu ümmetin buna ehil olmadığını söyleyenlerin varlığı
da üzücü bir hakikattir. Bunlara cevaben deriz ki, dün nasıl İslâm’ın hayata hâkim
olması için canlarını veren yiğitler var idiyse bugün de var elhamdulillah.
Bugün de hayatı pahasına da olsa İslâm davetini taşıyan yiğitler var… Ve Allah
zaferini, yardımını dinine yardım edenlere ihsan edecektir.
Râşidî Hilâfet’in hayal olduğunu
söyleyenlere cevap mahiyetinde tarihte tahakkuk etmiş müjde-i hakikatlerden iki
örnek vermek istiyorum.
Rasulullah’ı öldürmeye gelen
Sürâka’ya Rasulullah şöyle demiştir: “Ey Sürâka! Kisrâ’nın bileziklerini
takınacağın, kemerini kuşanacağın ve tacını giyeceğin zaman kendini nasıl
hissedeceksin?” Sürâka: “Krallar kralı Kisrâ b. Hürmüz’ün mü?!”
diye hayretle sorunca, Peygamberimiz: “Evet!” buyurdu ve Fars
beldelerinin fethedilip ve Kisrâ’nın servetinin ashabına ganimet kılınacağını
Yüce Allah’ın kendisine müjdelediğini Sürâka’ya haber verdi. Hakikaten İran
fütuhatında Kisrâ’nın bilezikleri, kemeri ve tacı Medine’ye getirildiği zaman,
Hazret-i Ömer Radıyallâhu anh Sürâka’yı çağırıp bunları ona taktı ve: “Ey
Sürâka! Ellerini kaldırıp: Allâhu ekber! Hamd olsun o Allâh’a ki, bunları “Ben
insanların Rabbiyim!” diyen Kisrâ bin Hürmüz’den çıkarıp Müdlicoğulları’ndan
Sürâka bin Mâlik’e taktırdı! de!” buyurdu. İbn-i
Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 332; İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 19
Diğer örnek ise Hendek gazvesinde
Rasulullah’ın hazineleri müjdelemesidir. Olay şöyledir:
فَقَالَ : " بِسْمِ اللَّهِ " ، فَضَرَبَ ضَرْبَةً ، فَكَسَرَ
ثُلُثَ الْحَجَرِ ، وَقَالَ : " اللَّهُ أَكْبَرُ ، أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ
الشَّامِ ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْصِرُ قُصُورَهَا الْحُمْرَ مِنْ مَكَانِي هَذَا
" ، ثُمَّ قَالَ : " بِسْمِ اللَّهِ " ، وَضَرَبَ أُخْرَى ،
فَكَسَرَ ثُلُثَ الْحَجَرِ ، فَقَالَ : " اللَّهُ أَكْبَرُ ، أُعْطِيتُ
مَفَاتِيحَ فَارِسَ ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْصِرُ الْمَدَائِنَ ، وَأُبْصِرُ
قَصْرَهَا الْأَبْيَضَ مِنْ مَكَانِي هَذَا " . ثُمَّ قَالَ : " بِسْمِ
اللَّهِ " ، وَضَرَبَ ضَرْبَةً أُخْرَى ، فَقَلَعَ بَقِيَّةَ الْحَجَرِ ،
فَقَالَ : " اللَّهُ أَكْبَرُ ، أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ الْيَمَنِ ، وَاللَّهِ
إِنِّي لَأُبْصِرُ أَبْوَابَ صَنْعَاءَ مِنْ مَكَانِي هَذَا "
“Peygamber Efendimiz, Selmân-ı Fârisî’nin balyozunu aldı.
“Bismillah!” diyerek kayaya bir darbe indirdi. Kayanın üçte birini yerinden
kopardı ve ‘Allahu Ekber! Bana Şam’ın anahtarları verildi. Vallahi, ben şu
anda Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum!’ buyurdu. Sonra, yine “Bismillah!”
deyip kayaya balyozla ikinci darbeyi indirdi. Kayanın üçte biri daha
parçalandı. Yine ‘Allahu Ekber! Bana, Fars’ın anahtarları verildi! Vallahi,
şu anda ben, Kisrâ’nın Medâyin şehrini ve onun beyaz köşklerini görüyorum!’
buyurdu. Ondan sonra üçüncü defa yine ‘Bismillah!’ deyip balyozla vurdu;
kayanın geri kalan kısmını da yerinden kopardı. Yine ‘Allahu Ekber! Bana, Yemen’in
anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, San’a’nın kapılarını görüyorum!’
buyurdu…”
Son
olarak nasıl ki Allah Medine dışına çıkmaya muktedir olamayan ashaba binlerce
km ötedeki Kisra’nın hazinelerini, Şam’ın anahtarlarını ikram ettiyse, bugün de bizlere kâfirlere rağmen, Batılı
güçlere rağmen II. Râşidî Hilâfet’i ikram edecektir.
Şüphesiz ki Allah emrine galiptir
ve bu O’na hiç de zor değildir.
Yorumlar