Türkiye gündemi o kadar kaygan bir zemin üzerinde durmaktadır ki gündem değişiklikleri artık ‘an’ ile ifade edilebilmekte. Bu kaygan zeminden faydalanarak peş peşe gündeme taşınan sunî olaylarla gözler boyanmakta, akıllar bulanıklaştırılmakta, hafıza yitimi gerçekleştirilmektedir. Hem iktidar hem de muhalefet partilerinin ortaklaşa katkılarıyla Jean Baudrillard'ın meşhur kavramlaştırmasıyla simulakrlar siyasetin yörüngesini tayin eder hale getirilmiştir. Üstelik bu durum öyle bir hal almış ki; ilim sahipleri, yazarlar, gazeteciler vs. simulakrların figüranları konumunda, olmayan gerçekliği gerçekmiş gibi halka kabul ettirme görevini üstlenmişlerdir. Böylece siyaset denilen “sanal gerçeklik” kısır bir döngü içine hapsedilmiş ve içinden çıkılamayan bir dehliz haline gelmiştir.
Bu dehlize kendisini kaptırmayan neredeyse yok gibidir. Zaten oluşturulmak istenen hayatta bir dehlizden ibaret değil midir? Öte yandan coğrafyamız şiddetli bir zelzeleye yakalanmış vaziyetteyken; taşların ve tahtların sallanmakta olduğuna, yeni bir devrin başlangıcına işaret eden haberlere ve gelişmelere hep birlikte şahit olmaktayız.
Dünyada yeni devir tartışmaları yapılırken Türkiye gündemi suyu çıkartılmış meselelerle doldurulmaktadır. İşte bunlardan biri: “120 Hizb ut-Tahrir üyesi tahliye edildi.” Ulusalcılıkla ün kazanmış medya ve köşe yazarlarınca işlenen bu konuya Adalet Bakanlığı’ndan cevap anında geldi: “120 değil 1 kişi bırakıldı.” Bu cevabı kaçırmak istemeyen ulusalcıların isimlendirmeleriyle “yandaş medya” “120 değil 1’miş, yalancı ulusalcılar” diyerek tartışamaya girdiler. Birkaç gün boyunca devam eden tartışma medyanın hukuk anlayışının galip gelmesi ve iki Hizb ut-Tahir üyesi hakkında tekrar yakalama kararı verilmesiyle sessiz sedasız noktalandı.
Son üç yılını hukuksuz bir şekilde cezaevinde geçiren bir kişi olarak bu tartışma tufanında asıl konuşulması gerekenlerin hiçbir kesim tarafından dile getirilmemesi beni son derece rahatsız etmesine rağmen şaşırtmadı. Zira Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözü hafızamda canlılığını hep muhafaza etmekte:
سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتُ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الأَمِينُ
“İnsanlara öyle aldatıcı seneler gelecek ki o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaklardır. O zaman hainlere itimat edilecek, emin olanlar da ihanetle suçlanacaklardır.”
Hizb ut-Tahrir yargılamaları Türkiye’deki hukuk anlayışını ve hukuki uygulamaların ne derece çarpık olduğunu, ne derece çifte standartlar uygulandığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bilindiği üzere Hizb ut-Tahrir silahlı mücadeleyi benimsemeyen bu tarz bir mücadele yolunun İslam’ı geri getirme, hayata hâkim kılma metoduna aykırı olduğunu her platformda; ister kitaplarında ve diğer neşriyatlarında ister yetkililerinin açıklamalarında beyan eden bir kitledir. Nitekim 1960’lı yılların başında Hizb ut-Tahrir’in Türkiye macerası başlamış ve o tarihten itibaren yapılan yargılamalarda silahsız olduğunun altı çizilerek silahsız örgüt kapsamında yargılanmalar yapılmıştır. Bu yargılanmalar neticesinde çok sayıda HT üyesine cezalar kesilmiş, Yargıtay da bu cezaları onamıştır. 2003 yılında AB Uyum Paketleri adıyla yapılan yasal değişiklikler neticesinden terör tanımı değişmiş, cebir ve şiddet ana unsur olarak kabul edilmiştir. Yani eski kanunda yer alan “terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini kullanarak...” ibaresi, “terör; cebir şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle...” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklikle baskı, korkutma, sindirme veya tehdidin, ancak cebir ve şiddet kullanılması halinde terör suçunun oluşabileceği hükme bağlanmıştır. Nitekim bu yasal değişiklikler yürürlüğe girdiğinde cezaevlerinden çok sayıda HT üyesi tahliye edilmiştir. İki yıllık fetret döneminden sonra Yargıtay HT’i silahlı örgüt kapsamında değerlendirmiş ve eski mahkûmiyet kararlarını yeniden onamıştır. O günden itibaren de HT üyeleri silahlı örgüt kapsamında yargılanmaya başlanmıştır.
Burada dikkat çekici ve cevabının verilmesi gereken birkaç husus mevcut:
1.) HT, 2003 yılından önce silahsız örgüt maddesine göre yargılanmış ve 2003 yılındaki yasal değişikliklerden sonra silahsız olduğundan dolayı üyeleri cezaevlerinden tahliye edilmişken; silahsız örgütten silahlı örgüte geçmenin koşullarının oluşması gerekmektedir. Yani HT’in cebir ve şiddet uyguladığına dair somut göstergelerin, olayların olması kaçınılmazdır. Nedir bu somut göstergeler ve olaylar?
2.) Şayet 2003 yılından önce de HT silahlı örgüt kapsamında ise niçin yerel mahkemeler silahsız örgüt hükmünde değerlendirdi? Yargıtay niçin bu kararları onayladı? Yargıtay’ın bu kararları onaması HT’nin esasta silahsız, cebir ve şiddete başvurmadığının hukuken kanıtı değil midir?
3.) HT’in şu andaki faaliyetleri terör olarak nitelendiriliyorsa terör kapsamından çıkması için şu anda yaptıklarından hangisinden vazgeçmesi lazım? Silahlı örgütlere silahı elinizden bırakın siyasete dâhil olun diye çağrılar yapılırken HT’e nasıl bir çağrı yapılması gerekir? Eline hiçbir zaman silah almamış bir örgüte silahı bırak çağrısı yapmanın Türkçedeki karşılığı “anlamsızlık” değil midir?
Anlamsızlık sadece bunlarla sınırlı da değil tabii ki, alanında uzman ve seçkin bazı hukukçuların HT hakkında hazırlamış olduğu bilimsel mütalaaların mahkeme heyetlerini sunulmasına rağmen “yok/muş” gibi işlem görmesi de anlamakta zorlanılan hususlardandır. Mesela Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Yargılama Hukukları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk hazırlamış olduğu mütalaada şu görüşlere yer vermektedir:
“I-ULAŞILAN ÖZET SONUÇLAR
1-Hizb-ut Tahrir, yeryüzünde İslam’ın bütün kurum ve kurallarıyla egemen olması için Hilafet Devleti’ni (Raşid-i Hilafet Devleti) kurma amacını taşıyan bu nedenlerle İslamcı ve kökten değişimci (uç, radikal) bir örgüttür. Bu durumuyla Hizb-ut Tahrir örgütünün değişmez temel amacı Anayasaya aykırıdır.
2-Hizb-ut Tahrir, elde edilen kanıtlara göre bir örgüttür. Ancak bu örgüt bugüne dek bir suç ya da belli suçları elverişli araçlarla işlemek amacıyla kurulmadığından, silahlı bulunmadığından ve de cebir ve/ya şiddet kullanmadığından hiçbir zaman TCY’nin 220,309,314,315,316 ve TSY’nin 1. Maddeleri anlamında bir örgüt olmamıştır.
ULUSLARARASI VE ULUSAL ÖĞRETİ VE UYGULAMAYA GÖRE TERÖR SUÇUNUN DEĞİŞMEZ, ORTAK ÖĞESİ, “ZOR/ŞİDDET”TİR. BU NEDENLE TERÖR SUÇU BAĞLI DAVRANIŞLI BİR SUÇTUR. Bu davranış ya da araç olmaksızın işlenemez.
Dosyalarda Hizb-ut Tahrir’in zora/şiddete başvurduğuna ilişkin bir kanıta rastlanmamıştır.
3-Cebir veya şiddet öğesini taşımasa bile laikliğe aykırı olarak dini temellere yaslanan bir düzen kurmak amacıyla yasaklayan ve suç olarak öngören 1926/765 sayılı eski TCY’nin 163. maddesi TSY’nin 23. maddesiyle 1991’de yürürlükten kaldırılmıştır. Artık yasalarımızda böyle bir suç yoktur.
4-Eğer bir boşluksa bu maddenin boşluğunu doldurmak yasama organının tekelindedir; yargıçların işi değildir.
5-Yerel mahkemelerin cebir ve/ya şiddet öğesi bulamamalarına karşın, Yargıtayın duruşma yapan mahkemelerin yerine geçerek ve özellikle örgütün amacına ağırlık vererek cebir ve/ya şiddet bulunduğunu saptamaya kalkışması yetki aşımıdır; mutlak butlanla sakattır. Yerel mahkemelerin kararlarında bu durumu açıklamak zorunda kalmaları, bu öğeyi saptayamamalarına karşın çaresiz ve gönülsüz olarak Yargıtay’ın kararına uymak durumunda kaldıklarını belirtmeleri, kimi mahkemelerin de bu açığı kapatmak amacıyla failler cebir/şiddet kullanmamışlarsa da “…ılımlı demokratik bir hakkı kullandıklarını ifade etmekten ziyade yıkıcı ve hırçın şekilde devirip yerine yenisini kurmak…” biçimindeki zorlama gerekçelere başvurmaları, direnme kararını düşünmemeleri ise acıklı bir durumdur.
6-Yukarıda özetlenen ve örgütü mahkûm eden Yargıtay kararlarının hiçbirinde suçlarda bulunması gereken elverişlilik, somut tehlike ve nesnel cezalandırabilme koşulu aranmamıştır.
7-Terör suçunun değişmez niteliği zor/şiddet” kullanmasıdır. Bu yüzden de bağlı davranışlı bir suçtur.
Hizb-ut Tahrir’in zora/şiddete başvurduğu kanıtlanmamıştır.
II-SON SÖZ
Terör örgütleri, “aşırıcılık” (Ektsremizm) sergileyen akımlardan ayrılmaktadır. Türkiye’nin de bir yargılama organı olan İHAM’nin 1976 tarihli Handysıde kararından sonraki bütün kararları doğrultusunda söylenecek şey şudur:
Hizb ut-Tahrir, uç görüşleri savunmakla birlikte, kullandığı araçlar nedeniyle savunduğu görüşleri suç oluşturmayan bir örgüttür.
Ayrıca Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğr. Gör. Doç. Dr Türkan Sancar’ın özet görüşleri şu şekildedir:
“Hizb-ut Tahrir isimli oluşum, uzun zamandır birçok ülkede ve Türkiye'de faaliyet göstermektedir. Ulaşmak istediği hedefin Anayasa ve yasalar çerçevesinde “meşru” görülmesi mümkün değildir. Ancak söz konusu oluşum hedefine ulaşmak için “şiddeti” bir araç olarak seçmemiş ve dosyada bulunan bilgi ve belgelerden, özellikle Emniyet Genel Müdürlüğü'nün raporlarından anlaşıldığı kadarıyla bugüne kadar herhangi bir şiddet eylemine başvurmamıştır. Kanaatimizce, ortada bir terör örgütü olmadığından böyle bir örgüte üyelikten de söz edilemez. Ancak Hizb-ut Tahrir üyeleri, faaliyetlerini icra ederlerken, TCK'nın ya da özel ceza kanunlarının hükümlerini ihlal ederlerse bu suçtan dolayı sorumlu olacakları kuşkusuzdur”
Abant Platformu Yön. Kur. Üyesi! Eski Askerî Hâkim/Dr. Ümit Kardaş işe şunları söylemiştir:
“Yukarıda belirtilen düzenlemeler ve özellikle AİHM kararları göz önüne alındığında, Hizb-ut Tahrir oluşumunu kanun dışı (illegal) bir örgütlenme olarak görmek mümkün olmadığı gibi faaliyetlerini düşünce, düşünceyi yayma, örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma özgürlükleri kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. Silahlı bir duruma gelmedikçe ve düşüncelerini yayma yöntemi olarak cebir ve şiddet kullanmadıkça, düşüncelerinin içeriği ne olursa olsun bu oluşumun demokratik bir hukuk rejimi içinde “terör örgütü” sayılması ya da suç işlemek için kurulmuş bir örgüt gibi telakki edilmesi hukuka uygun değildir.”
HT hakkında böylesine farklı görüşlerin ortaya konulmuş olması en azından şüphenin varlığına işaret etmektedir ki yine normal hukukta şüpheden daima sanık yararlanır. Ancak bu normal hukukta geçerli olan bir kaidedir. Türkiye’de ise hukuk apayrı bir çizgide ilerlemektedir. Esasında hukuk ile adalet farklı şeylerdir. Hukuka kılıf uydurup eğip bükebilirsiniz. İnandırıcı olmasa da verdiğiniz hukuksuz kararlara gerekçeler gösterebilirsiniz. Ancak adalet böyle değildir. Adalet hak ettiğine hak ettiği şeyin tastamam verilmesidir. Bir karar hukuki olabilir ama onun hukuki olması adaletli olması anlamına gelmez. Türkiye’de hukukun olduğu iddia edilebilir ancak adaletin olduğunu kimse iddia edemez.
Bununla birlikte kanunlarda yazılı şekliyle cebir ve şiddetin ana unsur olduğu terör kavramının nasıl bu kadar genişletilebildiği ayrı bir muammadır. Zira HT yargılanmalarında HT’nin niçin terör örgütü olarak kabul edildiğinin cevabını bulamazsınız. Yerel mahkemeler ve savcılık Yargıtay’ın kararını gerekçe gösterirken; Yargıtay gerekçe açıklamaya dahi lüzum görmeksizin “ben yaptım oldu” edasıyla HT’e silahlı terör örgütüdür demiş başka bir şey dememiştir. Özetle HT niçin terör örgütüdür sorusuna hiçbir cevap üretilememiştir. Zira verilecek cevap yoktur. Biz ısrarla aradığımız cevabı ancak uygulamalardan bulabiliyoruz ki o cevap şudur: devlete karşı işlenmiş suçlar cezasız kalmamalıdır. Kanunlarda doğan bir boşluktan ötürü ceza olmasa dahi mutlaka bir ceza uydurulmalıdır ve mutlaka failler cezalandırılmalıdır.
Uygulamalardan çıkan bu cevaba ilginç bir şekilde tam mutabakat sağlanmış vaziyettedir. Yani ulusalcılar, liberaller, demokratlar, “İslamcılar” vs bunların tamamı HT’e karşı tek cephe olmuştur. Ona ve onun üyelerine yapılan hukuksuz uygulamalar karşısında bu saydığımız kesimlerden hiçbir tepki gelmemektedir. Özellikle son asparagas haberlerde bu durum daha net bir şekilde görülmüştür. Tahliye olanların sayısı noktasında karşılıklı cevaplar havada uçuşurken kimse “yahu bu adamlar suç teşkil eden hiçbir şey yapmadıkları halde ağır cezalara çarptırılıyorlar. Siz neden bahsediyorsunuz, gerçek bu şekildeyken sizin yaptığınız “kaç kişi tahliye oldu” tartışması boş bir tartışmadır.” diyerek erdemli bir çıkış göstermedi.
Adalet savunucuları, insan hakları cazgırları, demokrasi havarileri HT üyelerine yapılan gayri hukuki uygulamalar karşısında üç maymunu oynadı durdu. Zira herkes kendi fikrine, zikrine, dinine yakın olanların adaletini, insan hakkını savunmakta ve demokrasileri ancak kendisine yakın olanlar için çalışmaktadır. Çoğunuz mutlaka biliyorsunuzdur da ben yine de hatırlatayım; Türkiye’de baş döndürücü bir kutuplaşma yaşanmakta, herkes bir yere bir kesime angaje olmaktadır. Zira iyice bel atına inen menfaat mücadelesinde yalnız kalanın arada ezilme ihtimali yüksektir. Angaje olma halinin çerçevesi de oldukça genişlemiş vaziyettedir. Siyasi partiler, basın, medya, STK’lar ve hatta insan hakları kuruluşları dahi parsellenmiş bir durumdadır. Herkesin bir siyasi partisi, bir medyası, bir yardım kuruluşu, insan hakları örgütü mevcuttur.
Böylesine kutuplaşmış bir hayatı mevcut şartlar gözetilerek “biz” ve “siz” diye ifadelendirmek de mümkün. Biz=Yalnızca Allah’a kul olmayı kabul edenler, Siz=Kul olmak için efendi arayanlar.
Bir yerlere yaranma sıkıntısı çekmeyen biz, yaltaklanmadan hayatta kalınamayacağını düşünen siz; adaletin Hak’tan geldiğini bilen biz, adaletsizliği adalet kabul eden siz; hesap günü her mücrimin yaptıklarından hesaba çekileceğine inanan biz, hayatın hiç bitmeyeceğini, işlenen cürümlerden hesap sorulmayacağını zanneden siz; doğruluğu yol edinen biz, aldandığı halde aldattığını sanan zavallı siz. Biz olduğumuz için başı dik yürüyebilen, biz olmanın yükünü seve seve omuzlayan biz, sadece mustazaflara diklenebilen, eğilmekten kamburu çıkmış renksiz, kokusuz, kimliksiz siz!
Hey siz! Adaletsizlik yapan ya da adaletsizliğe sükût ederek razı olan siz! Mahşer günü yakanıza iki elin sıkıca sarılmasına hazır mısınız? Ya babasını kollarından çekip aldığınız yavrunun şikâyetçi olmasına? Hazırsanız o takdirde adaletsizliğe ve zulümlere devam ediniz.
وَقُلِ اعْمَلُواْ فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“De ki: “Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Rasulü de, mü’minler de göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir.”


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış