Devletlerin enerji
politikaları 3 temel esas üzerine kurulu olur. Bunları; enerjinin üretimi yani
keşif ve geliştirilmesi, enerjinin dağıtımı ve üçüncü olarak da enerjinin
kullanımı olarak sıralayabiliriz. Dünyada enerjiyi stratejik ve ekonomik bir
güç olarak kullanan devletler bu esasi konularda kararlar alırlar. Bugün
ideolojik ve siyasi olarak dünyaya egemen olan devletler stratejik ve ekonomik
bir güç olarak enerjiyi ellerinde ve kontrollerinde tutuyorlar. Bu stratejik
güce sahip olmak veya kontrol altında tutabilmek için bazen siyasi nüfuzlarını
kullanmaları yeterli oluyor ama bazen de sömürgeci üsluplara sarılıyorlar ve
askerî güçlerini bunun için gerektiğinde seferber ediyorlar. 19. Yüzyılın
başlarından itibaren bu gücü Avrupa kullandı; ağırlıklı olarak İngiliz, Fransız
ve İtalyanlar toprakları işgal ettiler ve enerjiyi sömürdüler. İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra ise ağırlıklı olarak ABD bu gücü kontrol etmeye başladı. Her
ne kadar enerji kaynakları Amerikan topraklarında yoğunlaşmasa da ideolojik sömürgeci
olarak ABD, bu stratejik güçten etkilenen değil etkileyen olarak varlığını
sürdürüyor.
Allah’ın izniyle Râşidî
Hilâfet Devleti yeniden kurulduğunda bu stratejik güç el değiştirip
Müslümanların eline geçecektir. Batılı devletler Sanayi Devrimi sırasında
sanayide ve diğer alanlarda enerji ihtiyacını karşılamak maksadıyla yeterli
enerji kaynakları temin etmede nasıl sıkıntılar yaşadılarsa Hilâfet Devleti de
ilk başta bu tür bir sıkıntı ile karşı karşıya kalacaktır ancak çok kısa sürede
İslâm coğrafyasındaki enerji kaynaklarını ekonomik bir değer olarak kendi
halkının maslahatı için seferber edecek, diğer Batılı ülkeler üzerinde ise
enerjiyi stratejik bir güç olarak değerlendirecektir. Bu nedenle Hilâfet
Devleti’nin belirleyeceği sağlam bir enerji politikası tüm enerji
kaynaklarının, altyapısının ve varlıklarının aynı doğrultuda yani aynı esas
üzerinde değerlendirilmesini sağlayacaktır. Bu da İslâm dünyasının şu anki
enerji realitelerine dayalı olacaktır.
İslâm Coğrafyası ve
Enerji
İslâm coğrafyası
100 yılı aşkın bir süredir sömürgeci ülkelerin çıkar çatışmasının merkezi
durumundadır. Çünkü bu topraklar sanayileşme ve teknolojik gelişme için olmazsa
olmaz olan enerji kaynakları açısından çok zengin yataklara sahiptir. Durum
böyle iken yani İslâm coğrafyası enerji açısından çok zengin durumdayken geri
kalmış ülkeler sınıfında değerlendirilmesi onun makûs talihi değildir elbette.
Başka bir makale konusu olduğu için bu zenginlikleri tek tek saymaktansa bu
makalede genel bilgiler vermeyi faydalı görüyorum. İslâm beldelerinin diğer
büyük devletlerin sahip olduğu imkânlardan çok daha fazla imkâna sahip olduğu
bilinen bir husustur.
İslâm topraklarının
servet türleri, petrol, doğalgaz ve diğer enerji kaynakları bakımından zengin
topraklardır. Araştırmalar bu ülkelerin dünya petrol rezervinin yaklaşık
%73’üne sahip olduğunu, dünya petrol üretiminin %38’ini karşıladığını ve dünya
doğalgaz rezervlerinin de %54’üne sahip olduğunu göstermektedir. Bunların
yanında sanayi için gerekli olan değişik türde hammadde rezervlerinin en
fazlasına sahiptir. Dünya petrol rezervlerinin %73’ü İslâm beldelerinde ancak
en pahalı akaryakıtı Müslümanlar kullanmak zorunda kalıyor, sanayide kullanılan
petrol türevi ürünlerin çoğunu ithal etmek zorunda kalıyor. Yine İslâm
coğrafyası dünya doğalgaz rezervlerinin %54’üne sahip ama bu zenginlikler
stratejik ve ekonomik bir güç olarak değerlendirilmek yerine Avrupa’ya peşkeş çekiliyor.
İslâm beldeleri aynı zamanda zengin su kaynaklarına sahip, ancak hâlâ daha
birçok Müslüman beldede elektriğin ulaşmadığı yerleşim yerlerinde, derme çatma
meskenlerde yaşayan milyonlarca Müslüman var. Bunun ötesinde bazı ülkeler en
basit tarımsal faaliyetleri dahi yapmayıp ithalata yönelen politikalar
izliyorlar. Örneğin Türkiye gibi zengin su yataklarına sahip bir ülke yüksek
maliyetle aldığı doğalgazı depolayarak ek maliyet oluşturup bundan elektrik
üretiyor, yine geniş ve verimli tarım alanlarına sahip olmasına rağmen en basit
samanı dahi ithal ediyor maalesef…
Sonuçta İslâm
beldeleri enerjide özellikle de petrolde dünyanın en zengini iken aslan payı
Batılı kâfirlerin oluyor. Çünkü ham petrolü rafine etmekten aciz olunduğu için
petrolün çoğu Uzakdoğu ve Avrupa’ya rafine edilmek üzere taşınıyor, sonra elde
edilen petrol ürünleri İslâm dünyasına yeniden yüksek fiyatlarla geri
satılıyor. Bu durumda üreticisi olduğunuz ürünü ithal eden ülke durumuna düşmüş
oluyorsunuz. Bunun olmaması için sadece enerji kaynaklarına sahip olmak
yetmiyor bu kaynakları/rezervleri geliştirecek, dağıtacak ve kullanacak bir
politikaya da sahip olmak gerekiyor.
Hilâfet Devleti’nin
Enerji Politikası
Hilâfet Devleti
enerji politikası, ekonomisi, endüstrisi ve enerji kaynaklarıyla açık ve net
siyaseti, şer’î deliller ekseninde şekillenecektir. Yani Hilâfet Devleti’nin
enerji politikası başka ülkelerin çıkar ve menfaatleri gözetilerek ya da sermaye
sahibi tekelci şirketlerin çıkarları dikkate alınarak değil, şer’î naslar
dikkate alınarak belirlenecektir. Bu çerçevede Kur’an ve Sünnet’ten delillere
göz atalım…
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[كُلُّكُمْ رَاعٍ وَ كُلُّكُمْ مَسْؤُلٌ عَنْ رَعيَّتِهِ] “Hepiniz
çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz.”[1]
Allah Subhanehu
ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
]وَاَعِدُّوا
لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪
عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ [
“Onlara karşı
gücünüz yettiğince kuvvetten ve savaş atlarından hazırlayın ki hem Allah’ın
düşmanlarını hem de kendi düşmanlarınızı korkutasınız.”[2]
İslâm yöneticiye
çoban olarak bakmaktadır, çoban nasıl ki sürüsünden mesul ise yönetici de
güttüğü ve işlerinin sorumluluğunu üstlendiği halkından öyle mesuldür. İslâm halifeye
ümmetin işlerinin sorumluluğunu üstlenmesini emretmiş ve bu hususta onun hesaba
çekileceğini bildirmiştir. Yönetici devlet ve otorite gücü ile bu sorumluluğunu
yerine getirmekle görevli ve yetkilidir. İşte bu güç ve kuvvet imajı ile
İslâm’a davet küresel olarak gerçekleştirilir. İslâm Devleti ve Müslümanlar
üzerinde kirli plan ve hedefleri olan ülkeler, İslâm Devleti’nin bu gücü
karşısında kararsız kalırlar ve bu güç onları planlarından caydırır.
Dolayısıyla enerji bir güçtür ve bu gücü devlet halkın maslahatına sunar, onun
kullanımına adar ve düşmanları bu güç ile terbiye eder.
İslâm, mülkiyet
türlerini üçe ayırmıştır: Devlet mülkiyeti, kamu mülkiyeti ve özel mülkiyet.
İşte enerji bu mülkiyet çeşitlerinden kamu mülkiyeti kısmına girmektedir. Yani
enerjiyi ne şahsi kişiler ne tekelci kurumlar ne de devlet kendi mülkü hâline
getiremez. İslâm kamu mallarını insanların tek başına kullanımına yasaklamış ve
toplumun ortak kullanımına sunmuştur. Kamu malları toplumun genel
gereksinimlerini oluşturan mallardır. Bu yönü ile İslâm, kamu mallarına
insanların mahrum kalmaları hâlinde elde edebilmek için dağılma, başka yerlere
gitme ihtiyacı hissettikleri mallar olarak bakar. Yine kamu malları tükenmez
olan madenlerdir ve doğası gereği ferdin mülkiyetine girmesine engel olan
mallardır. İşte böylesi bir kaynak kamunun malı olur, devlet tarafından
yönetilir ve ortaya çıkan gelir tüm halkın maslahatı yönünde değerlendirilir.
Bu hükmün dayandığı
delil Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu hadisidir:
[الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاثٍ الْمَاءِ
وَالْكَلا وَالنَّارِ] “Müslümanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.”[3]
Hadis-i şerifte bu
üç şeyden bahsedilmiş olsa da kıyas yoluyla bu birçok kaynağı içine almaktadır.
Mesela su kaynakları, ormanlar, meralar ve benzerlerinin tamamı, petrol
sahaları, elektrik santralleri, karayolları, nehirler, denizler, göller,
kanallar, körfezler, boğazlar vb. bunların tamamı kamu mülkiyetidir. İslâm
bunların yalnızca toplum için vazgeçilmez olmadıkları durumda mülk
edinilmelerine izin vermiştir. Bu hadis-i şerifte geçen “ateş”, enerji
kavramını ifade etmektedir. Bu ister yakıt olarak kullanılan ağaçlar olsun,
isterse kömür veya elektrik olsun fark etmez. Bütün bunlar kamunun servetleri
olarak değerlendirilir ve ne devlet ne şahıslar ne de şirketlerin bu kaynakları
mülk edinmelerine izin verilmez. Bu kaynaklar, devlet tarafından yönetilen ve
maliyet masrafları çıkarıldıktan sonra geriye kalan gelirleri vatandaşlarının
maslahatına tahsis edilen kamu mülkleridir.
Enerji
Politikasının Temel Esasları
Hilâfet Devleti
enerji politikasını aşağıdaki realiteleri göz önünde bulundurarak
benimseyecektir:
1.) Enerji,
sanayileşme için olmazsa olmazdır. Bir devlet sanayi devrimi gerçekleştirmek
istiyorsa enerjiye sahip olacak politika belirlemesi lazım. Hilâfet Devleti’nin
enerji politikasına bakışı bu nazarla olacaktır. Dolayısıyla enerjinin
kesintisiz, güvenli, hızlı ve en az maliyetle üretilmesi meselesi hayati öneme
sahiptir. İster kömür, uranyum, toryum gibi kaynakların birinci elden enerjide
kullanılması olsun, isterse petrol, doğalgaz gibi kaynakların ihtiyaca göre
ikinci derecede enerji elde edilmesinde kullanılması olsun, isterse de
alternatif enerji kaynaklarının kullanımını olsun oluşturulacak ağır sanayi
bölgelerine enerji temin etmek adına bunların tümünden en yüksek değerden
istifade etmek temel politika olacaktır.
2.) Enerji, Hilâfet
Devleti tebaasının pek çok ihtiyacı için vazgeçilmez olduğundan Hilâfet Devleti’nin
mevcut enerji altyapısını inşa etmesi gerekecektir. Isıtma, soğutma,
aydınlatma, ulaşım gibi sistemlerde enerjinin yeterli olabilmesi, sağlıklı bir
şekilde ve zamanında ihtiyaca cevap verebilmesi mutlak surette bir enerji alt
yapısının inşasıyla mümkün olacaktır. Bunun için öncelik olarak enerji ihtiyacı
olan bölgelerin, su, kömür, rüzgâr gibi kaynaklardan yararlanması amacıyla
baraj, santral, panel, kolektör gibi enerji üretim istasyonlarının yapılıp
buralardan üretilen enerjinin dağıtımının verimli olması için her türlü araç-gereç,
mühendislik, teknik donanımın hazırlanması sağlanmalıdır.
3.) Enerjinin ana en
temel kaynaklarından olan petrol ve doğalgaz; sadece hammadde, plastik ürünler,
tarım, petrokimya gibi başka üretim alternatifleri olmayan zorunlu kullanım
alanları için tahsis edilecektir. Kurulacak Hilâfet Devleti’nin enerji
kaynakları çeşitli olacağı için bunlar gerek fosil yakıtlar olsun, gerekse de
yenilenebilir kaynaklar bakımından olsun enerji temininde oldukça fazla
alternatif sunacaktır. Enerji elde etme noktasında diğer alternatifler varken
petrolden enerji elde etme yoluna gidilmesi sağlıklı ve isabetli bir siyaset
değildir. Petrol ve doğalgaz, taşımacılık ve enerji üretimi için de
kullanılacak elbet ancak alternatifleri araştırılacaktır. Bu yaklaşım, Hilâfet’in
bu kaynaklardan daha sürdürülebilir bir istifade ile yararlanmasına, petrol
satış fiyatlarında esnekliğin oluşturulması ile İslâm’a sempatiyle bakan diğer
halkları yanına almasına imkân ve olanak sağlayacaktır. Bugün petrolün enerji
elde etme dışında özellikle ulaşımda da yoğun bir şekilde kullanılması petrol
tüketimini daha da hızlandırmaktadır. Hilâfet Devleti özellikle ulaşım
noktasında araçlarda yakıt olarak petrol ve doğalgaza alternatif olan elektrik
enerjisinin ve deniz araçlarında kullanılan nükleer yakıtın kullanımını
sağlamak için çalışmalar yapacaktır.
Dolayısıyla bu şekilde petrol ve doğalgazın yerinde kullanılması bu
kaynakların elbette İslâm ümmetine fazlasıyla yetecek duruma gelmesini
sağlayacaktır. Dünya devletleri için stratejik öneme sahip bu kaynaklar Hilâfet
Devleti tarafından siyasi ve iktisadi bir güç olarak kullanılacaktır.
4.) Hilâfet Devleti,
merkezî olmayan bir enerji altyapısı inşa edecektir. Çünkü merkezî olmayan
altyapıda, çok sayıda küçük çaplı santral yoluyla yerel enerji üretimi
öncelenir. Merkezî altyapıda ise bunun aksine tüm ülke az sayıda ancak büyük
çaplı santrallere bağımlıdır. Merkezî enerji altyapısına nispetle, merkezî
olmayan enerji altyapısının Hilâfet Devleti’ne kazandıracağı pek çok avantaj
vardır. Bunları maddeler hâlinde şöyle sıralayabiliriz:
- Hilâfet Devleti
topraklar açısından genişleyen bir devlet olacaktır. Bu genişlemeyle birlikte
merkezi altyapı üzerine kurulu büyük santrallerden enerjinin tüm her yere
ulaşımı hem daha zor, hem daha pahalı hem de verimsiz olacaktır.
- Hilâfet Devleti’nin
düşman devletler tarafından bir saldırıya maruz kalması muhtemeldir, bu durumda
merkezî olmayan şebeke sayesinde yerel enerji üretimi bölgesel çapta yeniden
başlatılabilecek, herhangi bir bölgede enerji kesintisi yaşansa da diğer
bölgelerde enerjinin sürekliliği sağlanabilecektir.
- İslâmî
toprakların çoğunda, nüfusun büyük bir oranı kentlerden ziyade kırsalda
yaşamaktadır, dolayısıyla merkezî olmayan enerji altyapısı, günümüz dünyasında
görülen yoğun nüfuslu mega şehirlerin, metropollerin veya şehirlerin birleştiği
genişlemelerin ortaya çıkmasını önleyecektir.
- Yerel şebekeler,
enerjiden mahrum bölgelere elektrik sağlamasında anahtar faktördür.
- Uzun mesafelere
enerjinin gönderilmemesi sayesinde daha büyük elektrik santrallerine, ağır
sanayi kompleksleri ve hassas tesislere güvenli bir tedarik imkânı
kazandıracaktır.
- Merkezî olmayan
şebeke sayesinde yerel enerji üretimi, yenilenebilir kaynakların kullanımı
yoluyla da sağlanabilecektir.
5.) Hilâfet
Devleti’nin enerji politikasını belirlerken gözeteceği ve önceleyeceği en
önemli faktör, stratejik coğrafi yapısı ile coğrafyadaki zenginliklerini
birbiri ile eşgüdümlü olarak kullanması olacaktır. Bugün Doğu Akdeniz enerji
havzasında bulunan doğalgaz rezervleri o gün Hilâfet Devleti’nin olacaktır.
Hatta Hilâfet Devleti’nin tüm İslâmi beldeleri kendisine katması ile oluşacak
yeni durumda Batılı devletler enerji ihtiyaçlarını karşılama durumunda Hilâfet
Devleti’ne muhtaç ve bağımlı olacaklardır. Bu sadece İslâm topraklarındaki
enerjiye olan ihtiyaçları ile kalmayacak, Rusya’dan satın aldıkları enerjinin
nakli konusunda bile belirleyici olan Hilâfet Devleti olacaktır. Bu durum
devletlerarası alanda Hilâfet Devleti’ne çok yönlü stratejik güç kazanımı
sunacaktır.
Sonuç olarak İslâm
beldeleri, tüm İslâm ümmetinin enerji ihtiyaçlarını karşılayabilecek
potansiyele sahiptir. Allah Subhanehû ve Teâlâ İslâm beldelerine,
Hilâfet Devleti’nin kendi sanayi devrimini başlatmasına yetecek ve artacak
miktarda enerji kaynağını bağışlamıştır. Aslında Hilâfet Devleti, kendi
kalkınma hamlesinin arifesinde bile sanayileşmiş devletlerin çoğundan bazı
açılardan çok daha iyi bir konumda olacaktır. Allah Subhanehu ve Teâlâ
Şöyle buyurmuştur:
[اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ
مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ
ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ] “Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları)
sizin hizmetinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan
ettiğini görmediniz mi?”[4]


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış