Âdem Aleyhi’s Selam’dan beri var olan aile kurumu günümüze kadar varlığını
sürdürmesine rağmen özellikle Batı toplumlarında kurumsal yapısı büyük oranda
bozulmuştur.
Batı tipi yaşam
tarzına şöyle bir göz attığımızda aile yapısının çökmüş, çocuk sevgisinin yerini
hayvan sevgisinin almış, evlilik dışı yaşamın yaygınlaşmış, çocukların büyük
bir oranının evlilik dışı ilişkiler neticesinde doğmuş ve bunların da
ekseriyetinin ebeveynleri tarafından tek edilmiş olduğunu görürüz.
Taklit etmekten
“gurur duyduğumuz”, kendilerinin yaşam standartlarını yakalamak için “peşlerinde
koşuşturduğumuz” Batı’nın hayat tarzının geldiği nokta gerçek anlamda tam bir
kepazeliktir. Bu rezilliklerine rağmen her geçen gün onlara benze(til)meye
başladık. Hâlbuki uyarılmıştık! Yahudi ve Hristiyanlara uymaktan
sakındırılmıştık. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
لَتَتَّبِعُنَّ سُنَّةَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ
بَاعًا بِبَاعٍ وَذِرَاعًا بِذِرَاعٍ وَشِبْرًا بِشِبْرٍ حَتَّى لَوْ دَخَلُوا فِي
جُحْرِ ضَبٍّ لَدَخَلْتُمْ فِيهِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ الْيَهُودُ
وَالنَّصَارَى قَالَ فَمَنْ إِذًا
“Sizden öncekilerin
yoluna adım adım, karış karış tabi olacaksınız. Hatta bir kertenkele deliğine
girseler siz de gireceksiniz. Dediler ki: Ey Allah’ın Rasulü! Yahudi ve
Hristiyanlara mı uyacağız? Dedi ki: Ya kime?”[1]
Birazcık İslâm’dan
nasiplenen herkes bilir; Allahu Teâlâ, neslin korunmasına, neslin korunması
için de ailenin sağlam temeller üzerine oturtulmasına önem vermiş, içtimai
hayatı da bu minvalde düzenleyici emir ve yasaklar vazetmiştir. Nitekim kadın
ve erkeğin aile hayatına başlamasını nikâh akdine bağlamıştır. Sağlıklı bir
neslin teşkil edilmesi ve neslin ve nesebin karışmaması için de kurallar
belirlemiştir. Evlilik akdini önemsemiş ve evlilik hayatının mümkün olduğunca devamına
yönelik telkinlerde bulunmuştur. Boşanma kerih görülen son çare olarak beyan edilmiştir.
Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
أَبْغَضُ الْحَلاَلِ إِلَى اللَّهِ تَعَالَى
الطَّلاَقُ
“Allahu Teâlâ'ya,
helal kıldığı şeylerin en sevimsizi talaktır.”[2]
Günümüzde bırakın
ailenin sağlam temeller üzerine oturması için İslâmi esaslara göre davranmayı incir
çekirdeğini doldurmayacak eften püften sebeplerle boşanmalar had safhaya
ulaşmıştır. Şüphesiz aileyi ifsat eden bu tahribatın sebepleri İslâm’dan
uzaklaşmak ve çözümü Batılı kanun ve uygulamalarda aramaktan kaynaklanmaktadır.
Bu anlayış İslâm Hilâfet Devleti’nin yıkılıp Müslümanların başsız bırakılması
neticesini doğuran, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu zihniyetinin de
âşığı olduğu Batı hayranlığı ve Batılılaşma sürecine dayanmaktadır. Onlara göre
Avrupa, Hristiyanlıktan uzaklaştığı zaman kalkınmıştır. İşte bu anlayışla İslâm
Devleti’nin idaresini özellikle II. Abdulhamid dönemini yıpratan sonra da
Hilâfet makamını etkisizleştiren Batı hayranı laik cumhuriyet düşüncesini
benimsemiş birtakım zevat, Müslümanların geri kalış sebebini de dine yani
İslâm’a bağlamışlardır. Hâlbuki İslâm ümmetinin kötürüm hâle gelmesi,
dinlerinden yani İslâmiyet’e bağlılıktan değil adım adım ondan uzaklaşmaktan
kaynaklanmaktaydı. Bu durumu her geçen gün çeşitli anlaşmalar doğrultusunda
çıkardığımız kanunlarla Batı’yı taklit etmemize rağmen düzelmek ve kalkınmak
şöyle dursun yaşanmaz hâle gelen, çocuklarımızın akıbeti hakkındaki
endişelerimizden, mali sıkıntılarımızın derinliğinden -örnekleri çoğaltmak
mümkün- açıkça görebilmekteyiz.
Tarih her devirde
güçlü ve halkını mamur eden devletlere şahit oldu. Ancak bilinen tarih
içerisinde İslâm Devleti’nin insanlığa kazandırdığı kalkınma hiçbir dönemde yaşanmadı.
Bu devlet bünyesinde güzel ahlak ile bezenmiş, birbirlerini seven, yardımlaşan,
çeşitli ırklardan, büyük insan topluluklarının, birleştiklerini biliyoruz. Bu
topluluğu ayakta tutan temel, Hak Teâlâ’nın emrettiği emirler ve yasaklardı. Osmanlıyı,
Sakarya kenarından Viyana kapılarına götüren kuvvet, Osman Bey ve çocuklarının
sımsıkı sarıldıkları İslâm dininin ruhu ve bedeni geliştiren aydınlık yoluydu.
Yine Emeviler, İslâm dinini İspanya üzerinden Avrupa’ya ulaştırdılar. Fas,
Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, bilim adamlarını kazıklara bağlayıp
yakan Batı'yı ilim ve fen ışıklarıyla aydınlattılar. Karanlıklar içinde
yuvarlanan Orta Çağ Avrupa’sını uyandırıp onlara bugünkü müspet ilimlerdeki ilerlemenin
temellerini öğrettiler.
Dolayısıyla Batı
dünyasının aksine İslâm dünyası dinlerine bağlı oldukları için değil ona olan
bağları gevşediği için duraklama ve gerilemeye başladı. Nihayet yıkıldılar ve
İslâm güneşi batarak yeryüzü bugünkü kesif karanlık hâlini aldı.
İslâm’dan
uzaklaşılıp Batı’ya meyledildiği her geçen gün problemlerin katlanarak arttığı bir
gerçektir. İslâm’dan önce cahiliye hayatında ailenin müstakil bir varlığı
olduğunu söylemek güçtür. O dönemde aile, mensubu bulunduğu kabilenin bir
parçası sayılırdı. Zira bu toplumda bir ailenin üyesi olmaktan çok, bir
kabilenin üyesi olmak değer taşımaktaydı. Kadın ise toplumda değeri olmayan bir
varlık, ailede bulunması utanç vesilesiydi. Bu nedenle de kız çocuğu olanlar,
onlarla ilgili meşhur uygulamayı yerine getiriyor, diri diri toprağa gömüyorlardı.
Batı düşüncesi de
kendi karanlık çağlarında kadını böyle görmekte, ona kıymet vermemekteydi.
Bugün ise sanki ona kıymet veriyormuş gibi yapıyor. Kendilerinin şahsi
hürriyetlere çok fazla önem verdiklerini dolayısıyla kadının da bu özgürlükten
payını alması gerektiğini söylüyorlar. Ayrıca bu özgürlüğün toplumlarını ifsat
ettiğini görmezden gelerek bunu bir de diğer halk ve toplumlara pazarlıyorlar. Bu
minvalde şahsi hürriyetin gereği olarak kadın ile erkeğin herhangi bir
kısıtlama olmaksızın bir arada bulunabilmesini savunuyorlar.
Aslında onların
hataları kadın ve erkeğin birlikteliğini sadece cinsellik yönüyle
değerlendirmelerinden kaynaklanıyor. Kadın ve erkeğin birlikteliğini cinsellik
açısından değil toplumun maslahatı açısından değerlendirmek, zevk ve şehvet
ilişkisine hapsetmemek gerekir.
İslâm geldikten
sonra hem kadın hem de erkek birbirlerini tamamlayıcı iki unsur olarak kabul
edilmiştir. Kadın erkek ilişkisine zevk ve şehvet yerine Allah korkusu (takva)
hâkim olmalıdır. Aynı zamanda insanın cinsel arzu ve isteklerini de göz önünde
bulundurmak elbette kaçınılmazdır. Ancak bu arzu ve isteklerin tatmini, cinsin
bekasını gerçekleştiren Müslüman’ı, üstün fazilet örneği hâline getirmelidir.
Bu tarz bir düşünce toplumu ifsattan korurken, insan türünün bekasını sağlar ve
aynı zamanda da cinselliğin getirdiği tatmini gerçekleştirir.
Ülkemizde yapılan
birçok istatistikte “koruyucu aile” kavramı geçmektedir. Bu kavramın
kullanıldığı toplumda aileye sahip çıkma
anlayışı ifsat olma yolundadır. Ayrıca bu kavram Müslümanlar açısından
utançtır. Bizim dinimizde bu kavrama yer yoktur. Nitekim İslâm toplumunda
tamamen kimsesiz olmak neredeyse mümkün değildir. Çünkü akrabalık bağları
kuvvetlidir. İslâm’ın bütün kanunları ilişkileri kuvvetlendirmeye yöneliktir. Mesela
akile denen bir kavram vardır İslâm’da. Bu, baba tarafından erkekleri ifade
eden bir kavramdır. Akile aile fertlerinden herhangi birisinin otokontrol
mekanizmasıdır. Bunlar baba tarafından yakınları olarak yani baba, dede, öz
veya baba bir kardeşler, kardeşlerin çocukları, amcalar, amcaların çocukları
âkileyi oluşturur. İslâm aileden herhangi bir ferdin ölüm ya da yaralamayla sonuçlanan
bir olayının diyetini akileye yükler.
İslâm’ın bir nevi sigorta görevi yapan bu düzenlemesi ister istemez ailenin
gençlerini akilenin kontrol etmesini gerekli kılar. Yani amca yeğeninden
habersiz bir hayat yaşamaz. Yeğen de amcasının başını derde sokacak işlere
girişemez. İslâm’daki sadece akile ile ilgili hükümler dahi günümüzde uygulanmış
olsaydı birçok problem hiç yaşanmazdı. Yine İslâm’ın öksüz ve yetimlerle ilgili
düzenlemesi “koruyucu aile” gibi suni bir kurumu engellerdi. İslâm Müslüman’ın
Müslüman’a küslüğünü üç gün ile sınırlandırmıştır. Enes b. Mâlik’ten
nakledildiğine göre Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurmuştur:
لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ
تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إِخْوَانًا وَلاَ
يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِ لَيَالٍ
“Birbirinizden
nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey
Allah"ın kulları, kardeş olun. Bir Müslüman’ın din kardeşiyle üç günden
fazla küs durması helâl olmaz!”[3]
Akrabalık
bağlarının kuvvetlendirmek için “sıla-i rahim” ile ilgili hükümleri beyan
etmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ
بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ۬ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ
الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Muhakkak
ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü
ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle
öğüt veriyor.”[4]
Bu minvalde gerek
eğitim sistemiyle gerek hayata ve insana bakıştaki fikirleriyle gerekse de
hüküm ve kanunlarıyla bir bütün olarak İslâm’a dönmekten başka çare yoktur.
Allahu Teâlâ kadın
ve erkeği birbirlerine eş olmaları ve huzurlu bir yuva kurmaları için
aralarında kuvvetli bir muhabbet ve merhamet bağı var etmiştir. İnsana iyilikte
yardımlaşacakları ve kendilerini güvende hissedecekleri bir aile ortamı lütfetmiştir.
Evlenerek bir aile kurmak, yaratılışın gereğidir.
فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالأرْضِ جَعَلَ
لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا
“Göklerin ve yerin
yaratıcısı olan Allah; nefislerinizden sizin için eşler yarattı.”[5]
وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ
وَالأنْثَى مِنْ نُطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى
“Hakikaten meniden
(rahme) döküldüğü zaman erkek ve dişi iki çifti O yarattı.”[6]
وَخَلَقْنَاكُمْ أَزْوَاجًا
“Sizi çift çift
yarattık.”[7]
Allahu Teâlâ, erkek
ve dişiyi yaratma hususunu evlilik konusuna tahsis etmiştir. Kadın ile erkek
arasındaki ilişkilerin evlilik esasına göre olması gerektiğini tekrarlamıştır.
Sıcak bir yuvanın
tadını, dertlere derman olan müşfik elini, hayata anlam katan desteğini başka
hangi nimet karşılayabilir? Aile hayatını sağlam temeller üzerine bina eden
eşler, sadece bu dünyada değil, ahirette de saadete kavuşacak, birbirini
cennete taşıyacaktır. Aile aynı zamanda bir duygu, ideal, umut ve fikir
birlikteliğidir. Aile, eşlerin birbirine dost olması, iyilik ve takvada
yarışmasıdır. Aile olmak, Rabbimizin rızasına uygun bir hayatı birlikte
yaşamaktır; sevinci ve kederi, varlığı ve yokluğu paylaşmaktır. Her türlü
meşakkati beraberce göğüslemek, vefakâr bir eş, sadık bir yâr, merhametli bir
ebeveyn, salih bir evlat olmaktır.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ
أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً
وَرَحْمَةً
“Nefislerinizden
sizin için, kendileriyle sükûnete eresiniz diye eşler yaratıp, aranızda
merhamet ve sevgi yaratmış olması O’nun ayetlerindendir.”[8]
Ailesinin değerini
bilmek ve kurduğu yuvayı korumak, kadın ve erkek her Müslüman’ın vazifesidir.
Aile kalmak, eşlerin birbirini örtü misali sarması, her türlü kötülükten
muhafaza etmesi, ilgi ve sevgiyle bütünleştirmesi demektir. Bu sebeple yüce Rabbimiz
şöyle buyurmuştur:
هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ
لَهُنَّۜ
“Onlar sizin için
birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.”[9]
Aile kalmak,
kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle her bir aile ferdinin sorumluluklarını
yerine getirmesiyle ve en az kendi hakları kadar diğerlerinin haklarını da
gözetmesiyle mümkündür.
Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
كَفَى بِالْمَرْءِ إِثْمًا أَنْ يُضَيِّعَ
مَنْ يَقُوتُ
“Bakmakla yükümlü
olduğu kimseleri ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter.”[10]
İslâm’ın hayata aile
yaşamına yansımasının en güzide örneklerinden birisi hiç şüphesiz Ali RadiyAllahu
Anh ile Fatıma RadiyAllahu Anha’nın evliliğidir.
Fatıma
RadiyAllahu Anha Ali RadiyAllahu Anh’ın en yakın sırdaşı ve Ali
RadiyAllahu Anh da Fatıma RadiyAllahu Anha’nın sığınağıydı. Ali RadiyAllahu
Anh yaşamı hakkında şöyle buyurdu:
“Fatıma hiçbir
zaman benden incinmedi ve o da beni asla incitmedi. Ben onu hiçbir işe
zorlamadım ve o da beni üzmedi. Hiçbir işte benim isteğime aykırı adım atmadı
ve ne zaman yüzüne bakacak olursam tüm üzüntülerim giderildi ve dertlerimi
unuttum.”
Ali RadiyAllahu
Anh yine şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin
olsun hiçbir zaman Fatıma’yı öfkelendirecek bir şey yapmadım, o da asla beni
öfkelendirmedi.”[11]
İslâm ümmeti bir
uçurumun kenarında gezinmektedir. İslâm’ın urganına bağlanmadıkça kurtuluş
mümkün değildir. Allahu Teâlâ ümmet-i Muhammed’e aile saadeti nasip etsin. Tüm
Müslümanlara Ali Kerram Allahu
Vechehu ve RadiyAllahu Anh ile Fatımat’ez Zehra RadiyAllahu Anha arasındaki
ülfet ve muhabbeti nasip etsin.
Sevginin ve
sevincin bereketlendiği, hüznün ve kederin dağıldığı bir aileye sahip olmak
için gayret edelim. Gençlerimizi ailenin güçlü ve samimi ruhuyla tanıştıralım.
Çocuklarımıza ve eşlerimize sükûnet veren bir aile ortamı sunalım ve ailemizin
kıymetini bilelim. Unutmayalım ki ailemiz bize Rabbimizin emanetidir.
النِّكَاحُ مِنْ سُنَّتِي فَمَنْ لَمْ
يَعْمَلْ بِسُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي وَتَزَوَّجُوا فَإِنِّي مُكَاثِرٌ بِكُمُ
الأُمَمَ وَمَنْ كَانَ ذَا طَوْلٍ فَلْيَنْكِحْ وَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَعَلَيْهِ
بِالصِّيَامِ فَإِنَّ
الصَّوْمَ لَهُ وِجَاءٌ
“Nikâh benim
sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz!
Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. Kimin
imkânı varsa evlensin. İmkân bulamayan da oruca devam etsin, çünkü oruç onun
için bir kalkandır.”[12]
O zaman İslâm’ın
emrine boyun eğelim; gayri İslâmi düzenlerin ailelerimize sirayet etmesine
müsaade etmeyelim. Küfür düzeni kendi sonunu hazırlarken İslâm’ın nurunu açığa
çıkaracak gençler yetiştirelim.
Bizler Allah ve
Rasulü’nün emir ve yasaklarına göre bir yaşam belirlersek Allahu Teâlâ da bu
değerlere sarılan ümmet-i Muhammed’i başsız bırakmayacak, aileyi ve tüm ümmeti
koruyacak olan kalkanı Râşidî Hilâfet Devleti ile İslâmi hayatın yeniden başlamasına
vesileler sunacaktır.
Şüphesiz bu Allah’a
zor değildir.
[1]
İbn Mâce, Fiten
[2]
Ebi Davud, Talak
[3]
Buhârî, Edeb
[4]
Nahl Suresi 90
[5]
Şûra Suresi 11
[6]
Necm Suresi 45-46
[7]
Nebe Suresi 8
[8]
Rum Suresi 21
[9]
Bakara Suresi 187
[10]
Ebu Davud, Zekât
[11]
Menakıb-i Harezmî, s.256


Yorumlar