Zekât ve Hükümleri
Zekât sözlükte;
artma, çoğalma, arıtma, bereket ve övme anlamlarına gelir. Istılahi anlamda ise
zekât şöyle tarif edilir: “Belli mal türlerinin belirli bir bölümünü, Allah
Teâlâ’nın belirlediği bir kısım Müslümanlara mülk olarak vermektir.” Zekât
İslâm’daki namaz, hac ve oruç gibi ibadetlerden, İslâm’ın temel esaslarından
biridir. Zekât, yalnızca Müslümanlara farzdır. Müslüman olmayanlardan alınmaz.
Zekât, İslâm’ın beş rüknünden biridir. Hükmü, Kitap, Sünnet ve icma ile sabit
olup hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır.
Zekât konusunun
hükmü hepimizce biliniyor olmasına rağmen, farziyetinin delillerinden birkaç
tanesini paylaşmak istiyorum. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
وَاَقيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ
الرَّاكِعينَ
“Namazı kılın,
zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.”[1] Sünnet’ten delil
ise efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Muâz RadiyAllahu
Anh’ı Yemen’e vali olarak gönderdiğinde ona söylediği şu sözüdür:
أَعْلِمْهُمْ أَنَّ
اللَّهَ افْتَرَضَ عَلَيْهِمْ صَدَقَةً تُؤْخَذُ مِنْ أَغْنِيَائِهِمْ وَتُرَدُّ
فِي فُقَرَائِهِمْ
“Allah’ın onların
zenginlerinden alınarak fakirlerine verilen zekâtı farz kıldığını onlara
bildir.”[2]
Zekât konusunun
teşrideki hükmünü ve kısaca tarifini izah ettikten sonra şimdi ana hatlarıyla
zekât konusunun işleyişine değinmek istiyorum.
Zekât malı, beytu’l
mala konulan mal türlerinden birisidir. Ancak zekât gerek toplanması gerek
toplanacak miktarı gerekse de harcanması bakımından diğer mal türlerinden farklıdır.
Başka bir ifadeyle toplanmasından tutun da dağıtımına kadar şeriat tarafından
yapılış keyfiyeti beyan edilmiş bir ibadet türüdür. Örnek teşkil etmesi
bakımından zikredecek olursak; toplanması bakımından zekât, ancak Müslümanların
mallarından toplanır ve başkalarından toplanmaz. Yani zekât ibadeti “Borç
alıp verdiğinizde yazışın!” ayetinde olduğu gibi yazışmanın emredilip nasıl
yazılacağının, ne ile yazılacağının beyan edilmediği muamelat hükümleri gibi
değildir. Bilakis yapılış keyfiyeti ince ayrıntısına kadar beyan edilmiştir.
Zekât, vergi değildir. Zekât, ibadetlerden bir ibadettir ve İslâm’ın rükûnlarından
bir rükûndur. Zekât, bir mal olmasına rağmen zekâtın ödenmesi ile namaz, oruç
ve hac gibi ruhi bir kıymet gerçekleşir. Bir Müslüman’ın zekât vermesi farz-ı
ayındır. Zekâtın toplanması, ümmetten toplanan diğer mallar gibi devletin
ihtiyaçları ve toplumun maslahatı açısından bir kolaylık ya da bir gelir olarak
görülmez. Bilakis zekât, ihtiyaç olsun ya da olmasın beytu’l mala verilmesi
gereken özel bir mal türüdür. Borçlarından ve ihtiyaçlarından fazla olarak
nisap miktarı mala sahip olan bir Müslüman’ın zekât vermesi gerekir. Zekât
gayrimüslimlere düşmez. Müslümanlardan çocuk ve deliye ise düşer. Çünkü
Abdullah İbnu Amr’dan Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir:
أَلَا مَنْ وَلِيَ يَتِيمًا لَهُ مَالٌ فَلْيَتَّجِرْ فِيهِ،
وَلَا يَتْرُكْهُ حَتَّى تَأْكُلَهُ الصَّدَقَةُ
“Dikkat edin! Kim
malı olan bir yetime veli olmuş ise onun malını işletsin (ticaret yapsın). O
malı, sadakanın (zekâtın) bitirmesine izin vermesin.”[3]
Zekât, bedensel bir
ibadet değil, mâli bir ibadettir. Nisap ve havelânü’l havl yani malın üzerinden
bir kamerî yılın geçmiş olması zekât mükellefiyetinin temel şartlarındandır.
Toplanacak miktara
gelince bu miktar, oranı artmayan ve azalmayan belli bir miktar olup altın,
gümüş ve ticaret mallarında 1/40’tır. Zekât, malın belli bir miktarından
alınır. Bu miktar ise nisap ve nisap üzeri olan miktardır. Nisap miktarı ise
200 dirhem gümüş ve 20 miskal altındır. Altının bir miskali, ağırlığı 20 kırat
olan ve 4,25 grama denk gelen şer’î 1 dinara denktir. Böylece altının nisabı,
85 gram altın olmaktadır. Gümüş dirhem ise 2,975 grama denktir. Böylece gümüşün
nisabı, 595 gram gümüşe denk olmaktadır. Bu nisap miktarının altına düştüğünde
bir şey alınmaz. Buğday ve benzerleri gibi hububata, deve, sığır ve koyun gibi
hayvanlara gelince; fakihler, bunların nisap miktarlarını ve bunlardan ne kadar
alınacağını detaylı bir şekilde ele almışlardır.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi zekât ince ayrıntıları şeriat tarafından
belirlenmiş mâli bir ibadettir. Dolaysıyla nereye harcanması gerektiği de
belirlenmiştir. Şöyle ki; zekât, sadece Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de zikrettiği
şu sekiz sınıfa harcanır:
إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء وَالْمَسَاكِينِ
وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ
وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ
“Sadakalar
(zekâtlar) ancak fakirlere, miskinlere, zekât âmillerine, müellefe-i kulûba
(gönülleri İslâm’a ısındırılacak olanlara), kölelere, borçlulara, Allah
yolundakilere, yolda kalmışlara mahsustur.”[4] Ayette zikredilen
kategorileri biraz açacak olursak eğer kısaca şunlar söylenebilir:
Fakirler, mala sahip oldukları hâlde giderleri sahip oldukları maldan
fazla olan kimselerdir.
Miskinler, mala sahip olmayan ve hiçbir geliri bulunmayan kimselerdir.
Zekât âmilleri, zekâtın toplanmasında ve dağıtılmasında çalışan
kimselerdir.
Müellefe-i kulûb (gönülleri İslâm’a ısındırılacak olanlar), devletin, kendilerine zekât malından
verilmesinin İslâm’a bağlanmalarında fayda olduğu görülen Müslüman kimselerdir.
Köleler, kölelikten kurtulmaları için kendilerine zekât malından verilen
yazışmalı kölelerdir.
Borçlular, borçlarını ödeyemeyen kimselerdir.
Allah yolundakilere gelince, bunlar Allah yolunda cihat eden kimselerdir.
[فِي سَبِيلِ اللّهِ] “Allah
yolunda” ifadesi, Kur’an’da infak kelimesi ile birlikte
zikredildiğinde bu ancak cihat manasında anlaşılmalıdır.
Yolda kalmışlar ise yolculuk esnasında parası kalmayan kimselerdir.
Zekâtın bu sekiz sınıfın dışında başka bir kimseye verilmesi asla caiz
değildir. Aynı şekilde zekâtın devletin iktisatla ilgili işlerine harcanması da
caiz değildir. Zekât verecek bir sınıf bulunmaması halinde, başka bir yere
ihtiyaç vardır düşüncesiyle harcanmaz ve -gerek duyulduğunda- bu sekiz yere
harcanmak üzere beytu’l malda muhafaza edilir.
Zekât malı, imama/halifeye veya tayin ettiği kişiye verilir. Bu da Allahu
Teâlâ’nın şu kavlinden dolayıdır:
خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم
بِهَا
“Onların
mallarından sadaka al ki, bununla onları temizleyip arındırmış olasın.”[5] Çünkü zekâtı belirlenen yerlere verecek olan
kişi, imamdır/halifedir. Valiler zalim olsalar bile zekât, onlara verilir.
İster zimmi olsun isterse olmasın zekât, kesinlikle kâfirlere verilmez. Çünkü Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem,
Yemen’e gönderdiğinde Muaz İbnu Cebel’e şöyle demiştir:
فَأَعْلِمْهُمْ أَنَّ اللَّهَ افْتَرَضَ عَلَيْهِمْ صَدَقَةً فِي أَمْوَالِهِمْ تُؤْخَذُ مِنْ أَغْنِيَائِهِمْ
وَتُرَدُّ عَلَى فُقَرَائِهِمْ
“Onlara zenginlerinden alınıp fakirlerine
verilmek üzere Allah’ın kendilerine mallarında zekâtı farz kıldığını bildir.” Böylece zekât
hassaten onların zenginlerine farz kılındığı gibi zekâtın hassaten onların
fakirlerine harcanacağı belirtilmiştir.
İnfak
İnfak kelimesi [نَفَقَ] “ne-fe-ka”
kökünden türemiştir. Lügat olarak, tükenmek, azalmak anlamlarına gelir. Nafaka;
harcanan para veya ihtiyaçların tamamı için gerekli kazanç anlamında kullanılan
kapsamlı bir kelimedir. İnfak ise daha sınırlı olup; malı veya benzeri ihtiyaç
maddelerini hayır yolunda harcamak, tüketmek anlamında kullanılmaktadır. Allah’tan
sevap umarak yapılan harcamaya infak denir. Terim olarak infak: Gerek
akrabalardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya
maişet yardımı yaparak, onların geçimini sağlamak demektir.
Aslında infak
kelimesi çok kapsamlı bir kelimedir. Yani infak farz olanını kapsadığı gibi
nafile olanı da kapsar. Bir malı infak etmek, onu karşılıksız olarak
harcamaktır. Malın bir karşılık beklenerek harcanması infak olarak
isimlendirilmez. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَأَنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ
“Allah yolunda
infak edin.”[6] Yine şöyle
buyurmuştur:
لِيُنفِقْ ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِهِ
“İmkânı fazla olan imkânına göre infak etsin.”[7]
İslâm, infakın
keyfiyetini belirlemiş, infak için sınırlamalar getirmiş ve malı dilediği gibi
infak etsin diye tasarruf hususunda mal sahibini mutlak olarak özgür
bırakmamıştır. Bilakis hayatında ve ölümünden sonra malında nasıl tasarrufta
bulunacağını belirlemiştir. Kişi mülk sahibi olduğu mal ile ilgili karşılıksız
olarak başkasına devretmek yoluyla malında tasarrufta bulunabilir. Bu harcama
ise ya hayatta iken hibe, hediye, sadaka ve nafaka gibi yollarla ya da
vefatından sonra vasiyet gibi yollarla olur. Yukarıda da ifade ettiğim gibi
tasarrufla alakalı İslâm mal sahibini tamamen serbest bırakmamıştır. Örneğin
İslâm, ferdin savaş hâlinde Müslümanlara karşı güçlenecek şekilde düşmana
hibede bulunmasını yasaklayarak tasarrufa müdahale etmiştir. Yine kendisine ve
ailesine bir şey kalmayacak şekilde kişinin malını hibe etmesini veya hediye
olarak vermesini veya tasaddukta bulunmasını da yasaklamıştır. Eğer bir kimse,
zenginken kendisine ve ailesine bir şey kalmayacak şekilde malını verirse onun
bu tasarruflarının hepsi Allah katında geçersizdir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurmuştur:
خَيْرُ الصَّدَقَةِ مَا كَانَ عَنْ ظَهْرِ غِنً وَابْدَأْ بِمَنْ
تَعُولُ
“Sadakanın en
hayırlısı zenginin sırtından olandır. Nafakasını vermek zorunda olduklarından
başla.”[8] Yine, Cabir İbnu
Abdullah’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
جَاءَهُ رَجُلٌ بِمِثْلِ الْبَيْضَةِ مِنْ ذَهَبٍ أَصَابَهَا
فِي بَعْضِ الْمَغَازِي - قَالَ أَحْمَدُ فِي بَعْضِ الْمَعَادِنِ وَهُوَ
الصَّوَابُ - فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ خُذْهَا مِنِّي صَدَقَةً، فَوَاللَّهِ
مَا لِي مَالٌ غَيْرَهَا، فَأَعْرَضَ عَنْهُ، ثُمَّ جَاءَهُ عَنْ رُكْنِهِ
الْأَيْسَرِ، فَقَالَ مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ جَاءَهُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ، فَقَالَ
مِثْلَ ذَلِكَ، ثُمَّ قَالَ: «هَاتِهَا» مُغْضَبًا، فَحَذَفَهُ بِهَا حَذْفَةً
لَوْ أَصَابَهُ لَأَوْجَعَهُ - أَوْ عَقَرَهُ - ثُمَّ قَالَيَعْمِدُ أَحَدُكُمْ
إِلَى مَالِهِ لَا يَمْلِكُ غَيْرَهُ فَيَتَصَدَّقُ بِهِ، ثُمَّ يَقْعُدُ
يَتَكَفَّفُ النَّاسَ، إِنَّمَا الصَّدَقَةُ عَنْ ظَهْرِ غِنًى، خُذِ الَّذِي لَكَ
لَا حَاجَةَ لَنَا بِهِ فَأَخَذَ الرَّجُلُ مَالَهُ
“Biz Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanındayken harp alanında (Ahmed İbnu Hanbel,
bir maden yerinde” der ki doğru olan da budur) bir adam beraberinde yumurta
büyüklüğünde bir altınla geldi ve dedi ki: Ey Allah’ın Rasulü! Bunu benden
sadaka olarak al. Vallahi bundan başka malım yoktur. Rasul Sallallahu Aleyhi ve
Selem, ondan yüz çevirdi. Sonra adam ona sol taraftan geldi ve aynı şeyi
söyledi. Sonra önünde durup aynı şeyi söyledi. Sonra Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem kızarak: Onu bana getir, dedi ve altını alarak süratle adama
fırlattı. Eğer adama isabet etseydi canını yakar ya da onu yaralardı. Sonra
şöyle dedi: Biriniz, başka bir şeye sahip olmadığı hâlde malına yönelip onu
sadaka olarak veriyor, sonra da oturup insanlara el açıyor. Sadaka ancak
zenginin sırtından olandır. Sana ait olan şeyi al. Bizim ona ihtiyacımız yok. Ve adam
malını geri aldı.”[9] Dolaysıyla bu
hadis bir nevi infak konusunun esasını teşkil etmektedir. Şeriata uygun olarak
yapılması gereken yani talep edilen infak kişinin öncelikle, yiyecek, giyecek
ve mesken gibi zaruri ihtiyaçlarından ve normal maişetine göre bunun gibi zaruretlerden
sayılan lüks ihtiyaçlarından kendisine yetecek miktarı bırakmasıdır. Yani
insanlar arasında marufa yani kabul gören anlayışa göre kendisine yetecek
miktarı bırakmasıdır. Bu miktar ise kendisi ile ailesinin, kendisi gibi
insanların yaşadığı hayat standardını korumasıdır.
Belki bu
cümlelerden sonra birçoğumuzun aklına malının tamamını infak etmiş ya da
ailesinden önce malını Allah yolunda infak etmiş Sahabelerden bize ulaşan
rivayetler gelmiştir. Peki bu durumu
nasıl değerlendirmek gerekir? Yine aynı minvalde Haşr Suresi’nde geçen [وَيُؤْثِرُونَ
عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ] “Kendi ihtiyaçları olsa bile
kendilerine tercih ederler.” ayetini nasıl okumak gerekir? Buradaki
ihtiyaçtan kasıt temel ihtiyaçların dışındaki ihtiyaçlardır. Çünkü kendisi
muhtaçken infak etmeyi İslâm nehyetmiştir. Hadis bu konuda gayet açıktır. Şöyle
ki:
يَعْمِدُ أَحَدُكُمْ إِلَى مَالِهِ لَا يَمْلِكُ غَيْرَهُ
فَيَتَصَدَّقُ بِهِ، ثُمَّ يَقْعُدُ يَتَكَفَّفُ النَّاسَ
“Biriniz, başka bir
şeye sahip olmadığı halde malına yönelip onu sadaka olarak veriyor, sonra da
oturup insanlara el açıyor.” Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan fakir
bir kimsenin temel ihtiyaçlarını karşılamak için kendisine gerekli olan şeyleri
sadaka olarak vermesi caiz değildir. Çünkü sadaka, ancak zenginin sırtından
olur. Şu hadiste olduğu gibi:
إِنَّمَا الصَّدَقَةُ عَنْ ظَهْرِ غِنًى
“Sadaka ancak
zenginin sırtından olandır.” Yani bu, temel ihtiyaçlarını karşılamada
insanlara ihtiyaç duymayan kişinin sırtından olur, demektir. Fakat temel ihtiyaçlarından
fazla mala sahip olan ve bu temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra temel
ihtiyaçlarının dışında maslahatlarını, yani lüks ihtiyaçlarını karşılamak için
bu mala ihtiyacı olduğunu gören bir kimsenin fakirleri kendisine tercih etmesi
faziletli bir davranıştır. Yani lüks ihtiyaçlarını karşılamak için malına
ihtiyaç duysa bile fakirleri kendi nefisine tercih etmesi menduptur.
Buraya kadar
anlatılanlar kişinin malını insanlara verme tasarrufunda bulunması hakkındaydı.
Kendisi ve nafakasını temin etmekle yükümlü olduğu kimselere infakta bulunma
tasarrufuna gelince; İslâm, bu nafakaya müdahale etmiş, bunun için doğru olanı
beyan etmiştir. İnfak konusunun bu yönünde detaylara girmeden şunlara değinmek
mümkündür:
a- İslâm, malını
harcarken kişinin israf etmesini yasaklamış ve israfı sefihlik saymıştır. İsraf
ve tebzir kelimelerinin bir lügat bir de şer’î manası vardır. İnsanlara lügat
manaları galebe çalmış ve şer’î manadan uzaklaşmışlardır. Böylece bu kelimeleri
şeriatın kastettiği mananın dışında bir mana ile açıklamaya başlamışlardır.
Lügat manalarına gelince; lügatte [السرف] “serf” ve [والإسراف] “israf”
kelimesinin manası, haddi ve sınırı aşmaktır. [اَلتَّبْذيرُ] “Tebzir” ise; denilir ki [بذَّر المال تبذيراً] “Malı
saçıp savurdu.” İşte bunlar lügat manalarıdır. Şer’î manalarına gelince;
israf ve tebzir, malı Allah’ın yasakladığı şeylere harcamaktır. Dolayısıyla az
ya da çok olsun Allahu Teâlâ’nın mubah kıldığı veya emrettiği harcamaların
hiçbiri israf ve tebzir değildir. Az ya da çok olsun Allah’ın yasakladığı her
harcama ise israf ve tebzirdir. Nitekim Zühri’nin Allahu Teâlâ’nın: [وَلا تَجْعَلْ
يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ] “Eli
sıkı olma ve büsbütün eli açık da olma!”[10]
kavli hakkında “malı haktan men etme ve bâtıl yolda harcama” dediği
rivayet edilmiştir.
b- İslâm, kişinin
varlıklıyken sefahete dalmış bir şekilde yaşamasını yasaklamış ve bu şekilde
yaşayanları azapla tehdit etmiştir. Allahu Teâlâ, şöyle buyurmuştur:
وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ فِي سَمُومٍ
وَحَمِيمٍ وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍ لا بَارِدٍ وَلا كَرِيمٍ إِنَّهُمْ كَانُوا
قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ
“Sol ashabı, nedir
sol ashabı? Onlar vücudun her tarafına işleyen sıcak ve kapkara bir duman
gölgesi içerisindedirler ki o ne serindir ne de hoştur. Çünkü onlar bundan önce
varlık içinde sefahete dalmışlardı.”[11]
[اَلتَّرَفُ] “Etterafu”
kelimesi lügatte nimetlerden faydalanmaya karşın nankörlük etmek ve kibirlenmek
anlamına gelir. Denilir ki [تَرَفَهُ وأَتْرَفَهُ المال] “Mal onu şımarttı.” Yani bu, onu
nankör yaptı ve ifsat etti, anlamına gelir. [أترف الرجل] “Adamı şımarttı.” Yani adam azgınlıkta
ısrar etti, demektir. [استترف] “İstetraf” kelimesi, azmak ve kibirlenmek demektir.
Buna göre Kur’an’ın zemmettiği, Allah’ın haram kıldığı ve günah saydığı şımarık
hayat, lügat manada varit olan şımarık hayattır ki o da nimetlerden
faydalanmaya karşın nankörlük etmek ve kibirlenmektir. Yoksa sadece nimetlerden
faydalanmak değildir. Bunun içindir ki şımarık hayatı, maldan ve Allah’ın
rızıklarından faydalanmak şeklinde açıklamak hatalı bir açıklamadır. Çünkü
şeriat, Allah’ın rızıklarından nimetlenmeyi ve faydalanmayı zemmetmemiştir.
Nitekim Allahu Teâlâ, şöyle buyurmuştur:
قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللَّهِ الَّتِي أَخْرَجَ
لِعِبَادِهِ وَالطَّيِّبَاتِ مِنْ الرِّزْقِ
“De ki: Allah’ın
kulları için yarattığı ziyneti ve rızıktan temiz olanları kim haram kıldı?”[12]
Abdullah İbnu
Amr’dan SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
إنّ الله يُحِبُّ أن يَرَى أَثَرَ نِعْمَتِه علَى عَبْدِهِ
“Allah, kulunun
üzerinde nimetinin eserini görmeyi sever.”[13] Yani bu, kulunun
Allah’ın nimetleri ile nimetlenmesini ve âlemlerin Rabbi’nin ona rızık olarak
verdiği güzel şeylerden faydalanmasını sever, demektir. Ancak Allah Subhanehû
ve Teâlâ, nimetlerden faydalanmaya karşın nankörlük etmekten,
kibirlenmekten ve azmaktan hoşlanmaz ve nehyettiği de tam olarak budur. Yani
nimetlerden kibirlenmeye, azgınlığa, zorbalığa ve şımarıklığa neden olabilecek
şekilde faydalanmaktan hoşlanmaz, demektir. İslâm, bunları yasaklamış ve haram
kılmıştır.
c- İslâm, kişinin
kendi nefsine karşı cimrilik yaparak onu meşru mallardan mahrum etmesini
yasaklamış, temiz olan rızıklardan faydalanmasını ve uygun ziynetler edinmesini
helal kılmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلا
تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا
“Eli sıkı olma;
büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker
durursun.”[14] Yine şöyle
buyurmuştur:
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ
يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا
“Harcadıkları zaman
ne israf ederler ne de cimrilik… İkisinin arasında orta bir yol tutarlar.”[15] Aleyhi’s Salatu
ve’s Selam ise şöyle buyurmuştur:
إنّ الله يُحِبُّ أن يَرَى أَثَرَ نِعْمَتِه علَى عَبْدِهِ
“Allah, kulunun
üzerinde nimetinin eserini görmeyi sever.”[16] Başka bir hadiste
ise şöyle buyurmuştur:
فَإِذَا أَتَاكَ اللَّهُ مَالاً فَلْيُرَ أَثَرُ نِعْمَةِ
اللَّهِ عَلَيْكَ وَكَرَامَتِهِ
“Allah sana bir mal
verdiğinde, Allah’ın nimetinin eseri ve kerameti senin üzerinde görülsün.”[17] Dolayısıyla bir
kimsenin malı olur ve bu malda nefsine karşı cimrilik yaparsa Allahu Teâlâ
katında günahkâr olur. Fakat bu malda bakmakla yükümlü olduğu kimselere karşı
cimrilik yaparsa Allahu Teâlâ katında günahkâr olmasının ötesinde devletin bu
kişiyi, bakmakla yükümlü olduğu ehline infak etmeye zorlaması ve onlara güzel
bir hayat standardı temin etmesi için bu harcamanın güçlü bir harcama olmasını
garantilemesi kaçınılmazdır.
Fıkıh kitaplarında
bütün detaylarıyla bulabileceğiniz zekât ve infak konusunu yukarıdaki şekliyle
özetlemeye çalıştım. Son olarak; zekât müessesinin hakkıyla hayata geçirilmesi
ve İslâm’ın öngördüğü infak anlayışının hayatımıza yerleşip meleke hâline
gelmesi Râşidî Hilâfet Devleti’nin tesis edeceği yaşanabilir bir İslâm ile
hakkıyla gerçekleşecektir. Gerek kâfir Batılı halklar ve gerekse de Müslüman
halklar kapitalizmin refah ve güvenliğe kavuşturamayan, bilakis krizler üreten
uygulamalarından fazlasıyla bunalmış ve ciddi anlamda çözüm arayışına
girmiştir. İnsanlık bugün, kendisiyle huzura kavuşacağı bir nizamın arayışı içerisindedir.
Şüphesiz ki insanlığı ve özelde Müslümanları kapitalizmin sömürü pençesinden
kurtaracak ve istikrarın gölgesinde huzur dolu bir hayat vadedecek ancak Râşidî
Hilâfet Devleti’dir.
[1]
Bakara Suresi 43
[2]
Fethu’l Bârî Şerhu Sahîhu’l Buhârî, a.e, 3/ (34) 450, Kitabu’z Zekât
[3]
Tirmizi
[4]
Tevbe Suresi 60
[5]
Tevbe Suresi 103
[6]
Bakara Suresi 195
[7]
Talak Suresi 7
[8]
Buhari
[9]
Darimi
[10]
İsra Suresi 29
[11]
Vakıa Suresi 41-46
[12]
A’raf Suresi 32
[13]
Tirmizi
[14]
İsra Suresi 29
[15]
Furkan Suresi 67
[16]
Tirmizi
[17]
Hakim


Yorumlar