İSLÂM’DA ŞİRKET VE ŞİRKETLEŞME TÜRLERİ

Kurtuluş Sevinç

Türkçede şirket, ticari ortaklık anlamına gelir. Ekseriyetle kapitalist iktisat nizamının hâkim olmasından kaynaklı tüm dünyadaki yasalarda ise “iki veya daha fazla gerçek veya tüzel kişinin bir araya gelerek emek veya mallarını müşterek bir amaçla bir sözleşme ile birleştirmeleri sonucu ortaya çıkan tüzel kişilik” olarak tarif edilmiştir. Halklar nezdinde ise “şirket” denildiğinde herhangi bir ticari işlem yapabilmek için, birden çok kimsenin sermayelerini ve çalışmalarını, bazen yalnız sermayelerini birleştirmeleri sonucu meydana gelen birlikler anlaşılmaktadır.

Batı düşüncesinde gerek yatırımların gerçekleşmesi gerek istihdamın oluşması için şirketler olmazsa olmazdır. Özellikle büyük sermaye şirketleri kapitalizmin omurgasıdır. Kapitalizm nezdinde; sermayenin halka dağıtılması, onun heder edilmesi manasına gelmektedir. Belli ellerde birikmesi hâlinde ise ihtiyaç fazlası birikim yatırıma dönüşecek, dolayısıyla da hem gelişme hem de istihdam meydana gelecektir.

Bu minvalde kapitalizmdeki şirketleri iki kategoride toplamak mümkündür. Birincisi; şahıs şirketleri -ki bunlar; kollektif, komandit ve limited şirketlerdir-, ikincisi; sermaye şirketleridir -ki bu da “anonim şirket” diye bildiğimiz şirket türüdür-. “Holding” olarak bildiğimiz şirketleşme de anonim şirket kapsamında yer almaktadır ve daha çok iki ve daha fazla sermaye şirketinin hisselerinin çoğunu elinde bulundurarak şirketlerin yönetimini elinde bulunduran yapılara bu isim verilmektedir. Aslı itibarıyla bu şirketleri anonim şirketlerden ayırmanın pek bir anlamı olmadığından ayrıntılarına girmeye gerek duymuyoruz.

Kapitalizmde büyük sermaye gerektirecek işlerin yapılmasında, bir kişinin sermaye gücünün bu işi yapmaya gücü yetmeyeceği gerekçesiyle sermaye yatırımında bulunacak kimselerin katılımına ihtiyaç duyulmaktadır. Böylece anonim şirketlere gerekçe oluşturulmuştur. Onlara göre ancak bu şekilde büyük ölçekli işlerin yapılabilmesine imkân sağlanmış olur.

 Bu uygulama pratik yönden iki hatayı bünyesinde barındırmaktadır. Birincisi; sermaye üzerinden sanal büyüme meydana getirmektedirler -ki bu da borsa sistemleri üzerinden sürekli hisse senedi sahiplerinin zararına yol açmakta, hatta bazı hâllerde devletlerin ekonomilerini bozmaktadır-. Bunu gerek 1929 büyük buhranında gerekse de mortgage krizinde yaşadık. Bu iki örnek herkesçe malum olduğu için burada zikredilmiştir. Zira bunların dışında ABD, Avrupa ve diğer birçok ülke sermaye şirketleri yüzünden ekonomik sarsıntılar yaşamıştır, yaşamaya devam etmektedir. İkinci yön ise sermaye şirketlerinin devlet bütçelerini aşan birikimlere sahip olmasıdır -ki bu yönüyle yönetimlere baskı oluşturabilme ve hatta savaşlar çıkarabilme gücüne ulaşabilmeleri dahi söz konusudur-.

İşte sermaye şirketleri bu iki tehditkâr durumu bünyesinde bulundurmaktadır. Dolayısıyla dünyamızın geldiği içler acısı hâlin müsebbibi olarak kapitalizmi ve onun kan emici devasa şirketlerini görmek hiç de zor değildir. 

Kendi aralarında gerçekleştirdikleri birtakım centilmenlik anlaşmaları, konsorsiyumlar, karteller, tröstler, holdingleşmelerle de daha da büyük kapitalist köpek balıkları hâlini alan bu şirketler, daha küçük şirketleri ve esnafları önce iş yapamaz hâle getirip daha sonra yutmakta, uluslararası anlaşmalar yoluyla da “gelişmemiş”, “az gelişmiş” ya da “gelişmekte olan ülkeler” adıyla maruf ülkelere çöreklenerek o beldenin yeraltı-yerüstü vs. kaynaklarını sömürebilmektedirler.

Kapitalist şirketleşmelere hızlı bir bakış önümüze bu doneleri vermişken peki İslâm’ın şirketleşmeler hakkındaki hükmü nedir, şimdi de projeksiyonumuzu bu hususa yönlendirelim ve yine hızlı bir bakışla İslâm’ın şirket, şirketleşme hakkındaki görüşlerini inceleyelim.

Görüyoruz ki, İslâm’da da şirketleşmeler var ve şeriat, şirketleşmenin tarifini şu şekilde yapmıştır: Şirket, iki veya daha fazla kişinin, kazanç sağlamak amacı ile mâli bir iş yapmak üzere aralarında yaptıkları bir akittir (sözleşmedir).

Şirketlerin şer’î açıdan caiz olduğuna dair delilleri ilgili kaynaklarda bulmak mümkündür. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem elçi olarak gönderildiği insanların ortaklaşa iş yapmalarına şahit olmuş ve onların bu davranışlarına ses çıkarmamıştır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in herhangi bir şey hakkındaki ikrarı ise yapılan işin şer’î açıdan caiz olduğunun delilidir.

Süleyman bin Ebi Müslim yoluyla şu hadis rivayet edilmiştir:

 سَأَلْتُ أَبَا الْمِنْهَالِ عَنْ الصَّرْفِ يَدًا بِيَدٍ فَقَالَ اشْتَرَيْتُ أَنَا وَشَرِيكٌ لِي شَيْئًا يَدًا بِيَدٍ وَنَسِيئَةً فَجَاءَنَا الْبَرَاءُ بْنُ عَازِبٍ فَسَأَلْنَاهُ فَقَالَ فَعَلْتُ أَنَا وَشَرِيكِي زَيْدُ بْنُ أَرْقَمَ وَسَأَلْنَا النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ مَا كَانَ يَدًا بِيَدٍ فَخُذُوهُ وَمَا كَانَ نَسِيئَةً فَذَرُوهُ

“Ebû el-Minhâl’e peşin bozdurmanın (sarf) hükmünü sordum. Dedi ki: Ben ve ortağım peşin ve veresiye bir şey aldık. Bize Berâe bin Azib geldi. Ona bunu sorduk. Bunun üzerine şöyle dedi: Ben ve ortağım Zeyd bin Erkam da aynı şekilde ticaret yapıyorduk. Bu faaliyetimiz hakkında Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e sorduğumuzda bize şöyle dedi: Peşin olanı alın, veresiye olanı geri verin.”[1]

  Bu hadise göre Müslümanlar birbirleriyle ortaklık yapıyorlar Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de onların bu faaliyetlerini gördüğü hâlde onlara karşı çıkmıyordu.

Yine Ebu Hureyre’den Nebî SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

إِنَّ اللَّهَ يَقُولُ أَنَا ثَالِثُ الشَّرِيكَيْنِ مَا لَمْ يَخُنْ أَحَدُهُمَا صَاحِبَهُ فَإِذَا خَانَهُ خَرَجْتُ مِنْ بَيْنِهِمَا

“Yüce Allah şöyle buyuruyor: Biri diğerine ihanet etmediği sürece, ben iki ortağın üçüncüsüyüm. Biri ihanet edince ben aralarından çıkarım.”[2]

Müslümanın Müslümanla, zimminin zimmiyle, Müslümanların zimmilerle ticari ortaklık yapmaları caizdir. Bir Müslümanın Hristiyan, Mecusi veya diğer dinlerden olan zimmilerle ortaklık yapmaları da caizdir.  

Abdullah bin Ömer’den şöyle rivayet edilmiştir:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَامَلَ أَهْلَ خَيْبَرَ بِشَطْرِ مَا يَخْرُجُ مِنْهَا مِنْ ثَمَرٍ أَوْ زَرْعٍ

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Hayber halkı ile -ki onlar Yahudi idiler- Hayber’in meyve ve ekinlerinin yarısına karşılık anlaşma yaptı.”[3] 

Aişe RadiyAllahu Anhâ’dan yapılan rivayette şöyle denilmiştir:

اشْتَرَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ يَهُودِيٍّ طَعَامًا وَرَهَنَهُ دِرْعَهُ 

“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir Yahudi’den yiyecek satın aldı ve ona zırhını rehin olarak verdi.”[4]

  İbni Abbas RadiyAllahu Anh’tan yapılan rivayette şöyle geçmiştir:

تُوُفِّيَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَدِرْعُهُ مَرْهُونَةٌ بِعِشْرِينَ صَاعًا مِنْ طَعَامٍ أَخَذَهُ لِأَهْلِهِ

“Nebî SallAllahu Aleyhi ve Sellem zırhını ailesi için almış olduğu yirmi ölçek yiyecek karşılığı rehin vermiş olduğu hâlde vefat etti.”[5]

  Âişe RadiyAllahu Anhâ’dan yapılan rivayette ise şöyle geçmiştir:

أَنَّ رَسُولُ اللهِ أَرْسَلَ إِلَى يَهُودِىٍّ يَطْلُبُ مِنْهُ ثَوْبَيْنِ إِلَى الْمَيْسَرَة

“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir Yahudi’ye, bedelini vaktinde ödemek üzere iki elbise sipariş verdi.”[6]

Bu hadislere göre Yahudi, Hristiyan ve diğer zimmilerle ortaklık yapmak caizdir. Çünkü yukarıdaki delillerde de görüldüğü gibi zimmilerle muamelede bulunmak caizdir. Ancak Müslümanlarla ortaklık hâlindeyken zimmilerin şarap ve domuz gibi haram kılınmış şeylerin alım ve satımını yapmaları caiz değildir. Fakat Müslümanlarla ortak olmadan önce şarap ve domuz satmışsa, karşılığında almış olduğu bedeli şirkete koyması caizdir. Caiz tasarrufta bulunması hâlinde ancak şirket sahih olur. Çünkü şirket, malda tasarrufa dayalı olarak yapılan bir sözleşmedir. Malda tasarrufta bulunması kendisine caiz olmayan kişi ile şirket kurulması sahih olmaz. Bu nedenle hacr altına alınan (tasarruftan men edilen) kimseler ve tasarrufta bulunmaları caiz olmayan kimselerle şirket kurulması caiz değildir.

Esasen ticari ortaklıkların varlığı, yapılmak istenen işin fert tarafından bedenen ya da sermaye açısından güç yetirilememesi neticesine dayanmaktadır. Yani bir kişi bir işe girişeceği zaman ya bedenî gücü o işi yerine getirmeye yetmemektedir ya da sermayesi o iş için gerekli yeterliliğe sahip olmamaktadır. Dolayısıyla bu durum ferdi, ortaklık yapmaya yönlendirmektedir. Dolayısıyla ortaklık bir zaruret işidir.

Şeriat işte bu zaruretten doğan ortaklıkları belirli vasıflandırmalarla kategorilere ayırmıştır. Onlara dair şartları beyan etmiştir. Bu minvalde İslâm’da malın arttırılması maksadıyla gerçekleştirilen şirketlere akit şirketleri denmekte ve bu şirketler beş türden oluşmaktadır.

1- İnan Şirketi

2- Ebdan Şirketi

3- Mudârebe Şirketi

4- Vücuh Şirketi

5- Mufâveda Şirketi

İslâm’a göre tüm bu şirketlerin vücut bulabilmesinin belli şartları vardır. Her şirketi kendi özelinde inceleyerek onları diğer şirketleşmelerden ayıran hususları zikredeceğiz inşaAllah ancak herhangi bir şirketin oluşabilmesinin, akdinin kabul olmasının ön şartı “icap” ve “kabul”ün bir arada bulunmasıdır.

“İcap” ortak olacaklardan birinin diğerine “Şu hususta seninle ortak oldum.” demesidir. “Kabul” ise diğerinin “Kabul ettim.” demesidir. Bu lafızların aynen söylenmesi gerekmemekle birlikte önemli olan mananın yani icap ve kabulde akit taraflarından birinin diğerine bir şey üzerinde ortak olmayı sözlü veya yazılı şekilde bildirdiğini ve diğerinin de bunu kabul ettiğini ifade eden mananın tecelli etmesidir.

Dikkatle bakıldığında; kapitalist nizamdaki sermaye şirketlerinin dışındaki şirketleşmelerin fiilî durumu, İslâm’daki şirketleşme türlerinden biri ile örtüştüğü görülmektedir. Dolayısıyla Müslümanların, aşağıda açıklayacağımız şartları bünyesinde bulundurdukları sürece isimleri farklı olsa da kapitalist sistem içerisinde bu tür şirketler kurmaları caizdir.

Sermaye şirketlerine gelince; bu şirketlere Müslümanların iştirak etmeleri iki açıdan caiz değildir. Birincisi; bu şirketlerin İslâm’da zorunlu olan beden ortağından yoksun oluşudur. Bu şirketlerin tüm işleri ücretliler eliyle gerçekleştirilir. İşçilere işi veren ve onları denetleyen hatta ücretlerini verenler de yine şirket bünyesindeki genel müdür, müdür, şef vs. isimler altındaki ücretlilerdir. Dolayısıyla sermaye şirketlerinde beden ortağı bulunmamaktadır ve bu yönüyle bu tür şirketlere Müslümanların ortak olması caiz değildir. İkinci açıdan; bu şirketler, şirketin oluşması esnasında bir ortaklık sözleşmesini imzalayarak şirketi oluşturmaktadırlar. İcap ve kabul şartları şahıslar arasında değil sözleşme ve şahıslar arasında gerçekleşmektedir. Yani tek taraflı bir akitleşme ile sadece sözleşmeye icabet eden “kabul” tarafı mevcuttur. İcap tarafı ise sözleşmenin kendisidir. Dolayısıyla İslâm’ın akitleşmeler için koştuğu ön şart olan icap ve kabul gerçekleşmemektedir. Her ne kadar sözleşmeyi bu şirketi kurmak isteyenler düzenlemiş/düzenletmiş olsalar da onlar da bu sözleşmeye imza atmadıkça ortak sayılmamaktadırlar. Dolayısıyla sözleşmeyi düzenlemiş/düzenletmiş olmaları onları icap tarafı yapmamaktadır. Bilakis onlar sözleşmeyi kabul tarafı olarak kendileri de imzalamadıkça ortak olamamaktadırlar. İşte bu vasfından dolayı fiilî olarak ismi ile müsemma sermaye şirketlerine ortak olmak caiz değildir. İsmi “anonim şirket” olup fiilî olarak hisse senetlerini satışa sunmamış, ortakları belli ve kâğıt üzerinde anonim şirket olmakla birlikte fiilî olarak beden ortağına sahip şirketlere gelince; bunlar İslâmi şartları haiz oldukları sürece onlarda ortak olmak caizdir.

İslâm’daki şirketlere gelince bunlar yukarıda ifade edildiği üzere beş türden oluşur:

1- İnan şirketi

İnan şirketi iki kişinin bedenleriyle çalışmak ve kazancı aralarında paylaşmak üzere ortaya koydukları malda ortaklık yapmalarıdır. Bu şirkete “inan” denmesinin sebebi, her iki ortağın tasarrufta birbirlerine eşit olmalarıdır. Bu şirket Sünnet ve Sahabe’nin icması ile caizdir. İnsanlar Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Sahabe RadiyAllahu Anhum döneminden beri bu tür ortaklıklar yapmaya devam etmektedirler.

Şirketlerin bu çeşidinde sermaye nakit para olarak ortaya konur. Çünkü nakit, malların değeri ve satın alınacak eşyanın fiyatıdır.

Ortaklardan her birinin şirketin çıkarına uygun bir şekilde şirket namına alım satımda bulunmaları caizdir. Yine şirket adına satılan şeyin bedelini veya alınan şeyi teslim alabilir, şirketin borcu hakkında tartışır, borcu talep eder, havale alır, havale eder, kusurlu malı geri verebilir. Şirketin sermayesinden ücretli işçi tutabilir ve ona ücret verebilir.

Ortakların koydukları malda eşit olmaları şart değildir. Fakat yetkide eşit olmaları şarttır. Kazanç ise anlaşmalarına bağlıdır. Kazançta hem eşit hem de biri diğerinden fazla alabilir. Bu durum, akit sırasında ortaya koydukları şartlara bağlıdır. İnan şirketinde zarar, ortaya koyulan mal miktarına bağlıdır. Eğer mal, miktar bakımından eşit ise zarar da yarı yarıyadır. Eğer konan mal üçte bir ise zarar da üçte bir olarak tahakkuk eder. Eğer bunun dışında bir şart koşulmuşsa bu şartın bir değeri yoktur. Şartlarına bakılmaksızın zarar hükmü infaz edilir. Zarar hükmü “Zarar mal nispetinde taksim edilir.” şeklindedir. Ali RadiyAllahu Anh’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

الْوَضِيعَةُ عَلَى الْمَالِ وَالرِّبْحُ عَلَى مَا اصْطَلَحُوا عَلَيْهِ

“Zarar malların miktarına, kâr üzerinde anlaştıkları şartlara göredir.” 

2- Ebdan Şirketi

 Bu şirket, ortaya mal koymaksızın iki veya daha fazla kişinin sadece bedenleriyle yani elleriyle, emekleriyle kazanmak hususunda belli bir işi yapmak üzere ortaklık kurmalarıdır. Yapılacak olan işin zihinsel ya da bedenî olması fark etmez. Elde edilen kazanç kendi aralarında taksim edilir. Mühendis, doktor, avcı, hamal, marangoz, şoför ve benzerlerinin bir araya gelerek yapacakları ortaklık bu kapsamda değerlendirilir. Hepsinin aynı zanaatı yapmakta ortak olmaları şart olmadığı gibi hepsinin zanaatkâr olması da gerekmez. Çeşitli zanaat dallarından anlayanların bir araya gelerek ortak olmaları caizdir. Misal olarak üç kişi bir araya gelip biri şirketi idare, ikincisi mal alma, üçüncüsü de eliyle çalışmak üzere muayyen bir iş üzerinde bir şirket kurarlarsa bu ortaklık caiz, kurdukları şirket sahihtir.

Ebdan şirketinde ortakların iş hususunda birbirinden üstün olmaları caiz olduğu gibi elde edilen kazançta da birbirinden üstün olmaları caizdir. Ortaklardan her birinin işini yaptıkları kimseden ücretin tamamını veya imal ettikleri malın değerini malı satın alan kimseden isteme hakkı vardır. Onları ücretle çalıştıran veya onlardan yaptıkları malı alan kimse ücreti ve malın değerini onlardan birine veya hepsine verebilir. Ortaklardan biri, bir başkasını kendisine vekâleten beden ortağı yapamayacağı gibi kendi yerine ortak gibi çalışmak üzere birini ücretle çalıştırma hakkına da sahip değildir. Çünkü sözleşme, kendi zatı üzerinde yapılmıştır. Bu nedenle doğrudan doğruya ortakların bizzat kendilerinin çalışması gerekir.

Bu şirket Ebu Ubeyde bin Abdullah bin Mesud’a isnat edilen hadise göre caizdir.

اشْتَرَكْتُ أَنَا وَعَمَّارٌ وَسَعْدٌ فِيمَا نُصِيبُ يَوْمَ بَدْرٍ قَالَ فَجَاءَ سَعْدٌ بِأَسِيرَيْنِ وَلَمْ أَجِئْ أَنَا وَعَمَّارٌ بِشَيْءٍ 

“Bedir günü elde edeceğimiz ganimet üzerinde ben, Ammar bin Yasir ve Sa’d bin Ebi Vakkas bir şirket kurduk. Sa’d iki esir getirdi. Fakat ben ve Ammar bir şey getiremedik.”[7]

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu duruma şahit olmuş ve bir şey demeyerek ikrar etmiştir.

3- Mudârebe Şirketi

Bu şirket, beden ve malın ortaklığı anlamına gelmektedir. Yani bir kişinin bir başka kişiye, ticaret yapması, elde edilen kazancın da aralarındaki anlaşmaya göre paylaşılması için mal vermesidir. Mudârabe şirketinde birden fazla mudâribin bulunması caiz olduğu gibi birden fazla sermaye sahibinin bulunması da caizdir. Bu anlamda mudârabe şirketinin değişik türleri vardır. Bir emek ve bir sermaye ortaklığı, iki emek ve bunlardan birisinin sermayesi ya da iki sermaye ortağı ve bunlardan birisinin bedeni ile olmak üzere çeşitli şekillerde olabilir. Mudârebe şirketinde zarar ortakların anlaşmalarına göre değil, şeriatın belirttiği hususa göredir. Bu anlamda kâr aralarında taksim edilir fakat zarar sermayeden karşılanır. Beden ortağı sadece harcadığı emekten zarar eder. Böylece zarar mal üzerinde kalır.

Bu şirketleşmede bedeni ile çalışacak olan ortağa malın teslim edilmesi, çalışanın payının belirlenmesi ve üzerinde mudârebenin cereyan ettiği sermayenin de bilinen bir miktar olması gerekir.

Mal ortağı şirkete ait malda da işlerde de tasarruf yetkisine sahip değildir. Mal üzerinde tasarrufta bulunma ve yetki bedenen çalışan ortağa yani mudâribe aittir. Ancak bedeniyle çalışan ortak da tasarruf hususunda mal sahibinin izin verdiği hususla mukayyet olup ona muhalefet edemez, bu caiz değildir. Sadece kendisine verilen izinle tasarrufa sahiptir. Eğer mal sahibi olan ortak çalışan ortağının yalnızca yün ticareti yapmasına izin vermiş ise yahut deniz yolu ile malın naklini yasaklamış ise o takdirde mal sahibinin görüşü geçerlidir. Mudârebe şirketinde ortaklardan birinin bedenen çalışması şartıyla her ikisinin de sermaye koyması caizdir. Yine sermaye iki kişiden beden de bir üçüncü kişiden olduğunda da bu ortaklık mudârebe ortaklığı olur.

Mudârebe şer’an caizdir. Zira Abbas bin Abdulmuttalib birtakım şartlar koşarak mudârib ortağa sermaye vermiş, yapacağı ticarette ona birtakım şartlar koşmuş, bu durum Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ulaşınca O, bunu hoş karşılamıştır. Bu şirketin caiz olduğu Sahabe’nin icması ile de sabittir.

4- Vücûh Şirketi

Bu şirket, iki bedenin kendileri dışında bir başkasına ait mal ile ortaklaşmasıdır. Yani bir kişinin malını iki ya da daha fazla kişiye mudârib (çalışan ortakları) olarak vermesidir. Böylece iki mudârib başkasının malı ile elde edilecek olan kârda ortak olurlar. Onlar kazancın taksimi hakkında aralarında belirledikleri miktara göre anlaşabilirler.

 Bu şirket, her ne kadar mudârebe şirketi görünümünde olsa da mudârebe şirketinden farklıdır. Bu şirket daha çok ortaya sermaye koymadan tüccarların kendilerine olan güvenlerine dayalı saygınlıkları ile satın aldıkları malda ortak olmayı içerir. Burada söz konusu olan güvenden kastedilen mâli güvendir. O da doğrulukla elde edilen güvendir. Makam, nüfuz ve saygınlık değildir. Çünkü şirket ve ticaret konusunda güvenden maksat doğrulukla elde edilen güvendir ki bu da mâli güven ve itimattır. Dolayısıyla vücûh şirketi ile müdârebe şirketini birbirinden ayıran en önemli husus vücûh şirketinde sermayenin güvene dayalı ortakların dışında başka kişilere dayanması, müdârebe şirketinde ise kendi sermayeleri olmasıdır. Bu sermaye borç alarak olsa da vücûh şirketi değil müdârebe şirketi olur. Nitekim bu borç ticari metanın elde edilmesinde güvenden doğan bir borç değildir. Bilakis şirketi kurmak için ortakların kişisel borçlarıdır.  

5- Mufâveda Şirketi

Mufâveda şirketi, yukarıda adı geçen; inan, ebdan, mudârebe ve vücuh şirketlerinin tümünü bir araya getiren şirkete denir. Buna göre bir kişi, emeklerini ve mallarını katacak olan iki mühendise, konutlar yapıp satmaları için mudârebe ortaklığı ile mal verir. Mühendisler ise ellerindeki sermayenin üstünde bir gayretle çalışmak üzere aralarında ittifak ederler ve tüccarların kendilerine olan güvenine binaen bedelini ödemeden mal almaya başlarlar. Bu şekilde faaliyet gösteren bir şirket mufâveda şirketi olur. Zira iki mühendisin bedenleriyle beraber ortaklaşmaları ebdan şirketidir. Hem emekleriyle ortak olmaları hem de mal koymaları bakımından inan şirketidir. Ortak olarak başkalarından mal almaları bakımından ise mudârebe şirketidir. Tüccarların kendilerine olan güvenine binaen satın almış oldukları malda ortaklaşmaları bakımından da vücûh şirketi olmaktadır. Mufâveda şirketinde kâr, ortakların aralarında anlaştıkları şekle göre dağıtılır. İşte böyle bir şirket, İslâm’daki şirket türlerinin tümünü bir arada bulundurmaktadır. Bu tür bir ortaklık İslâm nazarında sahih bir ortaklıktır. Çünkü bu şirketlerin her biri yalnız başlarına sahih olduklarından bir araya gelerek mufâveda şeklini almaları da caiz ve sahihtir.

Şirketlerin feshi ile ilgili hâller ise genellikle ortaklardan birinin ölümü veya aklî dengesini kaybetmesiyle ya da sefihliğinden dolayı hacr edilmesiyle veya ortaklardan birinin ayrılması ile bozulur. Bunlara dair burada zikredilemeyecek daha birçok detay vardır. Ancak konunun çok fazla uzamaması için bu kadarla yetiniyoruz.  

Bütün bunlardan sonra birkaç cümle ile toparlamak gerekirse şöyle diyebiliriz: Kapitalist iktisat nizamının temeli bozuk olduğundan bu bozukluk şirketleşmelerine de sirayet etmiştir. İktisadını kıt kaynakların çoğaltılması ve malların insan ihtiyaçlarına oranla azlığı düşüncesi üzerine kurmuş olmasından şirketleşmeleri de bu esasla hareket etmiş, pastadan payını almak için vahşi hayvanlar gibi dünya nimetlerine saldırmayı ilke edinmiştir. Problemin merkezinde işte bu yanlış esas üzere hareket etmeleri yatmaktadır.

İslâm’daki şirketleşmelerin mantığı ise bundan çok çok uzaktır. Kapitalist şirketleşmelerin aksine İslâm açısından ticari faaliyetlerde bulunmak, fertlerin geçimlerini temin etmek ve mümkün olduğunca lüks ihtiyaçlarını karşılamak, başkalarına muhtaç olmadan hayatını idame ettirmek esası üzerine kuruludur. Rezzak olan Allah Subhanehû ve Teâlâ’dır ve Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere çalışmaları farzdır. İslâm nazarında şirketler ve bilumum iktisadi uygulamalar devletlere ve milletlere bir hükmetme aracı olarak görülmezler ve vakıa olarak da sistem içerisinde bu konuma erişmeleri mümkün olmaz.



[1] Buhari

[2] Ebu Davud

[3] Muslim

[4] Buhari

[5] Tirmizi

[6] Tirmizi

[7] Ebu Davud ve Esreme


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz