Bir kimsenin malik
olup, tasarruf edebildiği şeye mülk denir. Çoğulu ise emlaktır. Mülkiyet ise “mülk”
veya “milk” mastarından bir isim olup, kişi ile eşya arasındaki ilişkiyi
ifade eder. Nitekim mülk edinmek insanın beka içgüdüsünün bir gereğidir. Mülk
edinme isteği insanda kesinlikle vardır. Zira insanın yaratılışından bir
parçadır. İnsanın tabii kuvvetinin tezahürlerindendir. Onun yok edilmesi hem
aklen hem de vakıa açısından mümkün değildir. İçgüdüsel olarak insanda var olan
şeylerin, hayat tezahürleri olduğu müddetçe insandan sökülüp atılması mümkün
değildir. Bu nedenle içgüdüyü söküp atmak, yok etmek kesinlikle mümkün
değildir. İşte beka içgüdüsünün tezahürlerinden biri olan mülkiyet insanoğlunu
mülk edinmeye yöneltir.
Kapitalist sistem
bu içgüdüyü tamamen serbest bırakarak her ne yoldan olursa olsun insanın mülk
edinmesinin önünü açmıştır. Her yol mubah anlayışı içerisinde insanlar İslâm’ın
haram kıldığı yollardan birisi ile mülkiyet sahibi olabilmektedirler. Mesela
tefecilik, kumar, faiz, hırsızlık, rüşvet veya buna benzer yollardan birisi ile
bir malı mülk edinebilirler. Kapitalist sistemde mülk edinme hürriyeti fikri,
insanları bir canavar hâline getirmiş ve bir mala sahip olabilme adına tüm
insani kıymetleri hiçe saymıştır. Bundan dolayı bugün bu sisteme vahşi
kapitalizm denilmesi garipsenmemektedir. Sadece fertler değil aynı şekilde
büyük devasa kapitalist şirketler ve devletler mala sahip olmak için
gerektiğinde koca bir toplumu bile yok etmede bir an bile tereddüt içerisinde
olmamışlardır. Bugünün kapitalist dünyada bunun birçok örneğini görmekteyiz.
Mesela her yıl Fortune Dergisi tarafından açıklanan ve aralarında BP, Royal
Dutch Shell ve Exxon Mobil gibi bir takım petrol şirketlerinin de olduğu dünya
çapında en yüksek ciro yapan 10 şirketin yıllık toplam cirolarına baktığımız
zaman bu sömürünün ve mal kazanma hırsının ne boyutta olduğunu görmemiz
mümkündür. Bu on şirketin 2018 yıllık toplam ciroları 2 trilyon 856 milyar
dolar. Yani bu tutar bugün dünyada birçok ülkenin yıllık milli gelirinden daha
üst bir seviyededir. Yine bununla beraber yoksulluğa karşı çalışmalarıyla
bilinen yardım kuruluşu Oxfam, hazırlamış olduğu raporda dünyanın en zengin 26
milyarderinin, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50'sini oluşturan 3,8 milyar
insanın toplam varlığına eşit servete sahip olduğunu bildirmiştir.
Bununla birlikte kapitalizm
fert ve devlet mülkiyetine önem verirken kamu mülkiyetini ortadan kaldırmıştır.
Sadece kamulaştırma adı altında birtakım mülkleri kamu mülkiyeti hâline
dönüştürmüştür. Bu uygulama ise İslâm’a göre haramdır.
Sosyalizm ise beka
içgüdüsünü bastırarak madenler, fabrikalar ve toprak gibi üretim kaynaklarının
özel mülkiyete verilmemesi gerektiğini savunmaktadır. Diğer bir ifade ile
üretime mevzu olan her malın mülkiyetini yasaklamaktadır. Fert, oturmak
gayesiyle bir evi mülk edinebilir fakat kiraya vermek için bir evi mülk
edinemez. Üretmek ve satmak için fabrika sahibi olamaz. Sosyalistler tüketime
mevzu olan kaynakların ferdî mülkiyetini kabullenirken, gelir sağlayan her
türlü malın mülk edinilmesini ise yasaklamaktadır.
İslâm ise mülk
edinme ile ilgili kuralları belirlemiştir. Buna göre bireye (özel) mülkiyet
hakkı verilmiştir. Mülk edinme insanın fıtratında vardır. Kur’an-ı Kerim’de
şöyle buyrulur:
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ
وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ
وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ
الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
“Kadınlara,
oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, (deve,
sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlara, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek
insanlara güzel gösterilmiştir.”[1]
Aslı itibariyle
mülkiyet hakkı tümüyle mülkün sahibi olması ve malı kendisine ait kılmış olması
itibariyle Allah’a aittir. Bunda insanoğlunu halef/vekil seçmiştir.
İnsanoğlunun halife seçilmesi sebebiyle, mülkiyet hakkı doğmuştur. Dolayısıyla
ferdin mal sahibi olmasına izin veren Allah Azze ve Celle’dir. Allahu Teâlâ’nın
bu hususi izninden dolayı, malın bilfiil mülkiyeti ferde ait olmuştur. Bu konuda Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ
“Size vermiş olduğu
Allah’ın malından onlara veriniz.”[2]
Şu hâlde mal yalnız
Allah’a aittir. Ancak Allahu Teâlâ mal üzerinde temsil etme yetkisine sahip
kılarak onunla insanoğlunu kuvvetlendirmiştir. Böylece malın mülkiyet hakkını
insanoğluna vermiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
وَاَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَف۪ينَ ف۪يهِۜ
“Size harcama
yetkisi verdiği şeylerde infak ediniz.”[3]
Bununla birlikte İslâm,
belirli bir ferdin fiilî mülkiyete sahip olabilmesi için Allah’tan ferde bir
iznin olmasını şart koşmuştur. Yani İslâm’a göre bir insan ancak şeriatın izni
olduğu zaman fiilî mülkiyet edinebilme hakkını kazanır.
İslâm şu an
günümüzde tatbik edilen kapitalist sistemden tamamıyla bu konuda farklılık arz
etmektedir. Kapitalist sistem sadece ferdî mülkiyeti ve devlet mülkiyetini konu
edinir. Kamu mülkiyeti mefhumu kapitalist sistemde yoktur. Yani bir mülk ya
ferdî mülkiyettir ya da sadece devlet mülkiyetidir. Bir üçüncüsü yoktur. İşte İslâm
her konuda olduğu gibi bu konuya da açıklık getirmiş, mülkiyet ve mülkiyet
çeşitlerini dakik bir şekilde ele alarak bunu da insan fıtratına uygun bir
şekilde çözmüştür. Bununla beraber şeriat, mülkün yalnızca zenginler arasında
dolaşan bir kuvvet olmasını yasaklamış, bütün insanlar arasında dolaşan bir
iktisadi kuvvet olmasını emretmiştir. Hatta zekâtı verilmiş olsa dahi, altın ve
gümüşün belli ellerde toplanmasını yasaklamıştır.
Dolayısıyla şeriat
insan fıtratına uygun ve çok dakik bir şekilde ferdin, ümmetin ve devletin ayrı
ayrı mülk edinme sebeplerini ve yollarını belirleyerek bu sebep ve hâllerin
dışında mülk edinilmesini yasaklamıştır. Mülkiyete dakik bir şekilde göz
attığımızda üç çeşit mülkiyet olduğunu görürüz. Bunlar şu şekildedir:
a- Ferdî mülkiyet
b- Kamu mülkiyeti
c- Devlet mülkiyeti
Ferdî Mülkiyet: Şeriatın insana,
tüketerek, faydalanarak ve değiştirerek bizzat kendisinden istifadesine izin
verdiği mülkiyettir. İslâm, mülk edinmeyi ferde şer’î bir hak kılmıştır. Ferdin
davarlar, nakitler, otomobiller, elbiseler gibi menkul; arazi, ev, fabrika gibi
gayri menkulleri mülk edinme hakkı vardır. Şeriat maliki olduğu şeyde tasarruf
için ferde bir yetki vermiştir. Ancak İslâm insanın mal edinme ve malı çoğaltma
sebeplerini sınırlandırdığı gibi, aynı zamanda bu malı kullanma-sarf etme
keyfiyetini de sınırlandırmıştır. Yine bununla beraber mülk edinme yolları
olarak şunları kabul etmiştir: Kendi adına veya başkaları yanında çalışma, ölü
toprağı işleme, ikta (karşılıksız olarak devletin fertlere arazi vermesi),
avlanma, toprak altından -maden vs.- çıkarma, simsarlık (komisyonculuk), delale
(danışmanlık), mudarebe (beden ve sermaye ortaklığı), musakat (sulamacılık)…
Yine aynı şekilde
fabrikaların ferdî mülkiyetten olması caizdir. Otomobil, ev eşyası, tekstil,
ambalaj ve bunun gibi fabrikaların mülkiyeti ferdî olur. Fakat kamu ve devlet
mülkiyeti kapsamına giren fabrikaların ferdî mülkiyetten olması caiz değildir.
Fertler bu tür fabrikaları mülk edinemez. Çünkü: [أَنَّ الصِّنَاعَةَ تَأْخُذُ
حُكْمَ مَا تُنْتِجُهُ] “Sanayi/fabrika ürettiği mamulün hükmünü alır.” kaidesine
bağlı olarak fertlerin bu tür fabrikaları mülk edinmeleri doğru değildir. Bu
konu kamu ve devlet mülkiyeti konusunda geniş bir şekilde ele alınmıştır.
Şu yolları da Allah
Azze ve Celle mülk edinme sebepleri kabul etmiştir: Miras, yaşayabilmek
için mala muhtaç olma, devletin tebaasına mal vermesi, çalışma ve mukabili
olmaksızın fertlerin elde ettiği mallar; hibe, hediye, vasiyet, atıyye (bahşiş),
diyet, mehir ve buluntu...
Ayrıca şeriat,
ziraatı, ticareti, sanatı, mal kazanma ve malı artırma yolları olarak kabul
etmiş, bu yollarla malın çoğaltılma keyfiyetini belirlediği gibi, Müslümanın
mallarını çoğaltmak veya kazanca vesile olmak için tutulan yollardan
yasaklananları da belirtmiştir. Şu yollarla mal kazanma ve artırmayı da
yasaklamıştır: Sermaye (anonim) şirketleri kurmak, onlara ortak olmak, hisse
senetlerine sahip olmak, faiz, ihtikar (stokçuluk), kumar, hile, aldatma,
dolandırıcılık, içki, domuz, leş, hırsızlık, yankesicilik, rüşvet, sahtekârlık…
Kamu Mülkiyeti: Mülkiyet
çeşitlerinin ikincisidir. Kamu mülkiyeti, Allah Azze ve Celle’nin
mülkiyetini Müslüman topluma verdiği mallardır. İslâm Müslümanları bunlara
ortak kılmıştır. Fertlere bunlardan faydalanmayı mubah kılmış ve ferdin bunları
mülk edinmesini yasak kılmıştır. Bu malları şöyle sıralayabiliriz:
a- Toplumun genel
gereksinimlerini oluşturan mallar. Bunları kaybettiği takdirde dağılacağı,
toplumun temel dayanağı sayılan şeyler genel olarak insanların temel
ihtiyaçları kapsamına giren her türlü mallardır. Yani bunların yokluğunda veya
kıtlığında insanlar başka yerlerde bunları bulabilme arayışına girer ve
dağılırlar. Mesela, su gibi… Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurdu:
الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاَثٍ فِي الْمَاءِ
وَالْكَلإِ وَالنَّارِ
“Müslümanlar üç
şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.”[4]
Toplumun muhtaç
olduğu şeyle kastedilen ise ister çadırda oturan bir topluluk olsun, isterse
köy veya devlet sınırları içerisindeki halk kitleleri olsun, bu ihtiyaç
mallarını bulamadıkları takdirde onu bulmak için dağılabilecekleri temel
ihtiyaç mallarıdır. İşte bu bağlamda su kaynakları, ormanlar, hayvan meraları
ve benzeri mallar, toplumun temel ihtiyaçlarından sayılır ve kamu mülkiyeti
kapsamına girer.
Ayrıca hadiste bu
üç şeyin zikredilmesi sınırlandırma ifade etmemektedir. Bilakis bu, topluluğun
ihtiyacı olan her şeye şamil olur. Bu nevi mülkiyete, onlar için kullanılan her
alet de girer. Bu hadis onları da kapsar. Mesela, nehirler, denizler, göller,
taşlar, ormanlardaki ağaçlar, odun, odun kömürü, denizlerdeki balıklar, yabani
kuşlar, otlaklar, güneş enerjisi, umumi akarsular ve bu suları taşıyan borular,
çağlayanlardan elektrik üreten santraller, elektrik direkleri ve kabloları,
doğalgaz fabrikaları kamu mülkiyetindendir. Bunlar vb. suyun, ateşin ve meranın
hükmünü alırlar. Bundan dolayı bunları fertlerin mülk edinmesi caiz değildir.
Yine aynı şekilde elektrik santralleri, direkleri ve kabloları, petrol çıkartma
aletleri ve nakil boruları, petrol depolama ve boşaltma limanları, petrol
arıtma tesisleri, kömür madenleri, kömür çıkartma aletleri, taş ocakları,
nükleer enerji santralleri, atom fırınları, barajlar, köprüler, tüneller, yapay
kanallar, yapay göller, caddeler, devlet yolları, genel alanlar, parklar, oyun
alanları, mescitler, hastaneler, demir yolları, limanlar, hava alanları ve
sığınaklar… Tüm bunlar kamu mülkiyetinden olup, mülkiyetinde tüm insanlar hak
sahibidir.
b- Tabiatı gereği
ferdin mülkiyeti altına giremeyecek mallar: Denizler, nehirler, umumi sahalar,
mescitler, umumi yollar gibi. Bu konuda Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
مِنًى مُنَاخُ مَنْ سَبَقَ
“Mina, önce gelenin
konak yeridir.”[5]
Kamu mülkiyetinin
bu çeşidine, tren vagonları, elektrik direkleri, umumi yollardan geçen amme
şebeke borularının mülkiyeti de dahildir. Bunların ferde mahsus olması ve
insanların geneline ait olduğundan himaye olunması/kamudan yasaklanması caiz
olmaz. Çünkü daimî şekilde kamu mülkiyetinde olan bir şeyin, bir kişiye mahsus
olması doğru olmaz ve insanların geneline ait olan bir şey koruma altına alınarak
diğer insanlardan men edilemez. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
لاَ حِمَى إِلاَّ لِلَّهِ وَلِرَسُولِهِ
“Himaye, ancak
Allah ve Rasulü’ne aittir.”[6]
Böylece, himayenin
devletten başkasına ait olması caiz değildir.
c- Tükenmez vasıflı
madenler: Bu niteliğe sahip olan madenler iki şekilde değerlendirilir.
Birincisi, herhangi
bir fert için büyük miktar sayılmayacak, miktarı sınırlı olan madenler. Bunları
fertler mülk edinebilir. Mesela rikaz/define (insanlarca toprağa gömülmüş
maden) hükümleri uygulanarak onun beşte biri devlete bırakılır kalanı ferdî
mülkiyete girer. Buluntu hakkında Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e
sorulduğunda o şöyle demiştir:
“Bulunan şey
insanların gelip geçtiği bir yolda veya içerisinde insanların yaşadığı bir
köyde bulunmuşsa bir yıl süre ile onu tanıt, duyur. Sahibi gelirse ona ver,
gelmezse senindir. Şayet insanların gelip geçtiği bir yol üzerinde değilse veya
içerisinde insanların yaşamadığı bir köyde bulunmuşsa rikazdan sayılır ve beşte
bir vardır.”[7]
İkincisi, tükenmeyecek
kadar büyük miktara sahip madenler: Bu tür madenler bütün Müslümanların
mülküdür. Fertlerin veya şirketlerin bunlara sahip olması caiz değildir. Aynı
zamanda bunların çıkarılma ve imal edilme imtiyazı, dağıtım tekeli fertlere ve
şirketlere verilmez. Bu madenlerin tuz veya sürme gibi toprak üstünde açık
olması ile altın, gümüş, demir, bakır, kurşun, kalay, kömür madeni, uranyum,
petrol, tuz vb. madenler gibi yerin altında çıkarılması için uğraşılması, büyük
meşakkatler ve zorluklarla olması arasında bir fark yoktur. Bunlar vb. madenler
tebaanın tüm fertlerinin faydalanma hakkı bulunan stratejik maddelerdendir.
Aynı zamanda bu maddeler mal, nakit, sivil ve askerî sanayi, uzay savaşı ve
servetin birikimi gibi hassas maddeler üzerinde devletin egemenliğini yürütmesi
için devletin gücünü tamamlayan maddelerdir. Dolayısıyla bu tür tükenmez
madenleri fertlerin mülk edinmesi caiz değildir. Bunun delili şu hadistir:
أَنَّهُ اسْتَقْطَعَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ الْمِلْحَ بِمَأْرِبَ فَلَمَّا وَلَّى، قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَتَدْرِي مَا أَقْطَعْت لَهُ إنَّمَا أَقْطَعْت لَهُ
الْمَاءَ الْعِدَّ قَالَ فَرَجَعَهُ مِنْهُ
“(Ebyad Bin Hammal)
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den Me'rib'deki tuzlayı kendisine
vermesini istedi ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’de ona verdi. Oradan
ayrılınca: Ey Allah’ın Rasulü! Ona neyi ikta ettiğini biliyor musun? Ona
kaynağı kesilmeyen bir su ikta ettiniz denilince: Öyleyse ondan geri alındı,
dedi.”[8]
Kesintisiz olması
nedeniyle hadiste tuz, çok miktardaki suya benzetilmiştir. Rasulullah SallAlahu
Aleyhi ve Sellem burasının tükenmeyecek kadar büyük bir tuz madeni yani tuz
dağı olduğunu öğrendiğinde onu geri almış ve onun fert tarafından mülk
edinilmesini engellemiştir. Çünkü o, toplumsal bir mülkiyettir. Bu hüküm sadece
tuzla sınırlı olmayıp tüm madenlere de aynen uygulanır.
İslâm’ın kamu mülkiyetine
dair bu dakik açıklamasından sonra geriye bir şey daha kalmaktadır ki o da kamu
mülkiyetinden ve gelirlerinden faydalanma biçimi. Madem ki kamu mülkü ve
gelirleri, Müslümanların tümüne ait ortak bir mülktür öyleyse kadın, erkek,
büyük, küçük, salih veya facir olmaları bakımından aralarında bir fark
olmaksızın tebaanın fertlerinden her biri, kamu mülkiyetinin kendisinden ve
gelirlerinden faydalanma hakkına sahiptir. Bu malların işletilmesi ve
gözetilmesi devlet tarafından yapılır. Bu kapsamda yer alan malların ya bizzat
kendileri ya da gelirleri ümmete dağıtılır. Günümüz dünyasının en önemli
hammaddelerinden olan petrol ve doğalgaz İslâm ahkâmına göre kamu mülkiyeti
kapsamında yer alan mallardandır. İslâm Devleti bunların işletilmesini doğrudan
doğruya üstlenir ve bunların gelirlerini ümmete yansıtır. Aynı durum elektrik,
demir çelik fabrikaları, altın, kömür, bakır, uranyum, fosfat, bor madeni gibi
her türlü hammadde için de geçerlidir. Bunların geliri, masraflar çıkarıldıktan
sonra mal ve hizmet olarak ümmete dağıtılır.
Devlet Mülkiyeti: Kamu mülkiyeti
kapsamına girmeyen, Müslümanların tümünün hakkı olan arazi ve bina türünden her
şey, devlet mülkiyeti sayılır. Bu mülkler şunlardır:
Sahralar, dağlar,
deniz kıyıları, fertler tarafından mülk edinilmemiş işlenmemiş topraklar, geniş
yataklı vadiler, savafti[9],
binalar ve çatı altına alınmış diğer yapılar (bunlar Hilâfet Devleti tarafından
fethedilen ülkede bulunan köşk, saray vb. yapılar) devlet dairelerinin
bulunduğu binalar, okullar, hastaneler ve buna benzer bina ve tesislerdir.
Ayrıca silah,
petrol ve maden çıkarma, işleme ve buna benzer fabrikaların mülkiyetinin devlet
mülkiyetinde olmazı caizdir. Fakat ürettikleri maddeler kamu mülkiyetine ait
olan fabrikaların, mesela; demir, kurşun, altın, gümüş işleyen, petrol çıkarıp
işleyen ve bundan başka kamu mülkiyetine ait maddeler imal eden fabrikaların
mülkiyeti kamuya aittir. [أَنَّ الصِّنَاعَةَ تَأْخُذُ حُكْمَ مَا تُنْتِجُهُ]
“Sanayi/fabrika ürettiği mamulün hükmünü alır.” kaidesine bağlı olarak
fabrikaların mülkiyeti de üretimi yaptıkları maddelerin hükmüne tâbi olur.
Bu mülklerin
işletilmesine gelince; onlarda Müslümanların genelinin hakkı bulunduğundan,
bunların ve bunlarla ilgili işlerin yürütülmesine ve tasarrufuna halife, yani
devlet vekil kılınmıştır. Çünkü Müslümanların genelinin hakkıyla ilgili her
şeyde yetki sahibi sadece devlet başkanı yani halifedir. Halife ise görüş ve
içtihadına göre tasarrufta bulunabilir. Yalnız burada devletin kamu mülkiyeti
ve devlet mülkiyetine ait olan mülkleri işletmesinde bir fark vardır. Şöyle ki
devlet kamu mülkiyetinden herkesin faydalanmasını sağlar. Devlet mülkiyeti ise
böyle değildir. Devlet isterse kendisine ait olan herhangi bir malı istediği
herhangi bir kişiye verebilir. Mesela, devlete ait arazi ve binanın satılması
ya da kiraya verilmesi gibi. Böylesi mülkleri devlet, uygun gördüğü şekilde
Müslümanların çıkarlarını gerçekleştirmek üzere insanlara satabilir ya da
kiralayabilir. Halife İslâm’ın ve Müslümanların çıkarlarına uygun gördüğü
şekilde devlet mülkiyetine ait arazilerden insanlara ikta olarak da verebilir.
Yine aynı şekilde tarım ve sanayiyi kuvvetlendirmek amacıyla yatırımcısına
hazineden karşılıksız krediler verir. Yine malda, insanların işlerinin
görülmesi gibi bir husus görürse o malı fertlere vermeyebilir. Bununla beraber
devlet, maslahatı gereği uygun gördüğü yerlere tasarrufta bulunur.
Dolayısıyla İslâm
bu mülkiyetleri öylesine dakik ve titiz bir şekilde tahdit etmiştir ki onun bu
dakik ve titizliği akıllara durgunluk vermektedir ve gözleri kamaştırmaktadır.
Rabbim inşaAllah bu çözümlere sahip İslâm iktisat nizamını uygulayacak olan Râşidî
Hilâfet Devleti’ni en kısa zamanda görmeyi bizlere nasip etsin.
[1]
Âl-i İmran Suresi 14
[2]
Nur Suresi 33
[3]
Hadid Suresi 7
[4]
Buhari
[5]
Tirmizi
[6]
Buhari
[7]
Ebu Davud
[8]
Tirmizi
[9]
Savafti, halifenin beytu’l mala katma kararı aldığı her toprağa denir. Bunlar,
fethedilen yerlerde yaşayan halk çekildikten sonra sahipsiz olarak kalan ve
fethedilen memleketlerin mülkü olan topraklarla, yönetici ve komutanlara ait
olup savaşta ölen veya savaştan kaçan kimselerin terk ettiği topraklardır.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış