İSLÂM’DA MÜLKİYET VE MÜLKİYET ÇEŞİTLERİ

Yılmaz Çelik

Bir kimsenin malik olup, tasarruf edebildiği şeye mülk denir. Çoğulu ise emlaktır. Mülkiyet ise “mülk” veya “milk” mastarından bir isim olup, kişi ile eşya arasındaki ilişkiyi ifade eder. Nitekim mülk edinmek insanın beka içgüdüsünün bir gereğidir. Mülk edinme isteği insanda kesinlikle vardır. Zira insanın yaratılışından bir parçadır. İnsanın tabii kuvvetinin tezahürlerindendir. Onun yok edilmesi hem aklen hem de vakıa açısından mümkün değildir. İçgüdüsel olarak insanda var olan şeylerin, hayat tezahürleri olduğu müddetçe insandan sökülüp atılması mümkün değildir. Bu nedenle içgüdüyü söküp atmak, yok etmek kesinlikle mümkün değildir. İşte beka içgüdüsünün tezahürlerinden biri olan mülkiyet insanoğlunu mülk edinmeye yöneltir.

Kapitalist sistem bu içgüdüyü tamamen serbest bırakarak her ne yoldan olursa olsun insanın mülk edinmesinin önünü açmıştır. Her yol mubah anlayışı içerisinde insanlar İslâm’ın haram kıldığı yollardan birisi ile mülkiyet sahibi olabilmektedirler. Mesela tefecilik, kumar, faiz, hırsızlık, rüşvet veya buna benzer yollardan birisi ile bir malı mülk edinebilirler. Kapitalist sistemde mülk edinme hürriyeti fikri, insanları bir canavar hâline getirmiş ve bir mala sahip olabilme adına tüm insani kıymetleri hiçe saymıştır. Bundan dolayı bugün bu sisteme vahşi kapitalizm denilmesi garipsenmemektedir. Sadece fertler değil aynı şekilde büyük devasa kapitalist şirketler ve devletler mala sahip olmak için gerektiğinde koca bir toplumu bile yok etmede bir an bile tereddüt içerisinde olmamışlardır. Bugünün kapitalist dünyada bunun birçok örneğini görmekteyiz. Mesela her yıl Fortune Dergisi tarafından açıklanan ve aralarında BP, Royal Dutch Shell ve Exxon Mobil gibi bir takım petrol şirketlerinin de olduğu dünya çapında en yüksek ciro yapan 10 şirketin yıllık toplam cirolarına baktığımız zaman bu sömürünün ve mal kazanma hırsının ne boyutta olduğunu görmemiz mümkündür. Bu on şirketin 2018 yıllık toplam ciroları 2 trilyon 856 milyar dolar. Yani bu tutar bugün dünyada birçok ülkenin yıllık milli gelirinden daha üst bir seviyededir. Yine bununla beraber yoksulluğa karşı çalışmalarıyla bilinen yardım kuruluşu Oxfam, hazırlamış olduğu raporda dünyanın en zengin 26 milyarderinin, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50'sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit servete sahip olduğunu bildirmiştir.

Bununla birlikte kapitalizm fert ve devlet mülkiyetine önem verirken kamu mülkiyetini ortadan kaldırmıştır. Sadece kamulaştırma adı altında birtakım mülkleri kamu mülkiyeti hâline dönüştürmüştür. Bu uygulama ise İslâm’a göre haramdır.

Sosyalizm ise beka içgüdüsünü bastırarak madenler, fabrikalar ve toprak gibi üretim kaynaklarının özel mülkiyete verilmemesi gerektiğini savunmaktadır. Diğer bir ifade ile üretime mevzu olan her malın mülkiyetini yasaklamaktadır. Fert, oturmak gayesiyle bir evi mülk edinebilir fakat kiraya vermek için bir evi mülk edinemez. Üretmek ve satmak için fabrika sahibi olamaz. Sosyalistler tüketime mevzu olan kaynakların ferdî mülkiyetini kabullenirken, gelir sağlayan her türlü malın mülk edinilmesini ise yasaklamaktadır.

İslâm ise mülk edinme ile ilgili kuralları belirlemiştir. Buna göre bireye (özel) mülkiyet hakkı verilmiştir. Mülk edinme insanın fıtratında vardır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: 

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ

“Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlara, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir.”[1]

Aslı itibariyle mülkiyet hakkı tümüyle mülkün sahibi olması ve malı kendisine ait kılmış olması itibariyle Allah’a aittir. Bunda insanoğlunu halef/vekil seçmiştir. İnsanoğlunun halife seçilmesi sebebiyle, mülkiyet hakkı doğmuştur. Dolayısıyla ferdin mal sahibi olmasına izin veren Allah Azze ve Celle’dir. Allahu Teâlâ’nın bu hususi izninden dolayı, malın bilfiil mülkiyeti ferde ait olmuştur.  Bu konuda Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ

“Size vermiş olduğu Allah’ın malından onlara veriniz.”[2]

Şu hâlde mal yalnız Allah’a aittir. Ancak Allahu Teâlâ mal üzerinde temsil etme yetkisine sahip kılarak onunla insanoğlunu kuvvetlendirmiştir. Böylece malın mülkiyet hakkını insanoğluna vermiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

وَاَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَف۪ينَ ف۪يهِۜ

“Size harcama yetkisi verdiği şeylerde infak ediniz.”[3]

Bununla birlikte İslâm, belirli bir ferdin fiilî mülkiyete sahip olabilmesi için Allah’tan ferde bir iznin olmasını şart koşmuştur. Yani İslâm’a göre bir insan ancak şeriatın izni olduğu zaman fiilî mülkiyet edinebilme hakkını kazanır.

İslâm şu an günümüzde tatbik edilen kapitalist sistemden tamamıyla bu konuda farklılık arz etmektedir. Kapitalist sistem sadece ferdî mülkiyeti ve devlet mülkiyetini konu edinir. Kamu mülkiyeti mefhumu kapitalist sistemde yoktur. Yani bir mülk ya ferdî mülkiyettir ya da sadece devlet mülkiyetidir. Bir üçüncüsü yoktur. İşte İslâm her konuda olduğu gibi bu konuya da açıklık getirmiş, mülkiyet ve mülkiyet çeşitlerini dakik bir şekilde ele alarak bunu da insan fıtratına uygun bir şekilde çözmüştür. Bununla beraber şeriat, mülkün yalnızca zenginler arasında dolaşan bir kuvvet olmasını yasaklamış, bütün insanlar arasında dolaşan bir iktisadi kuvvet olmasını emretmiştir. Hatta zekâtı verilmiş olsa dahi, altın ve gümüşün belli ellerde toplanmasını yasaklamıştır. 

Dolayısıyla şeriat insan fıtratına uygun ve çok dakik bir şekilde ferdin, ümmetin ve devletin ayrı ayrı mülk edinme sebeplerini ve yollarını belirleyerek bu sebep ve hâllerin dışında mülk edinilmesini yasaklamıştır. Mülkiyete dakik bir şekilde göz attığımızda üç çeşit mülkiyet olduğunu görürüz. Bunlar şu şekildedir:

a- Ferdî mülkiyet

b- Kamu mülkiyeti

c- Devlet mülkiyeti

Ferdî Mülkiyet: Şeriatın insana, tüketerek, faydalanarak ve değiştirerek bizzat kendisinden istifadesine izin verdiği mülkiyettir. İslâm, mülk edinmeyi ferde şer’î bir hak kılmıştır. Ferdin davarlar, nakitler, otomobiller, elbiseler gibi menkul; arazi, ev, fabrika gibi gayri menkulleri mülk edinme hakkı vardır. Şeriat maliki olduğu şeyde tasarruf için ferde bir yetki vermiştir. Ancak İslâm insanın mal edinme ve malı çoğaltma sebeplerini sınırlandırdığı gibi, aynı zamanda bu malı kullanma-sarf etme keyfiyetini de sınırlandırmıştır. Yine bununla beraber mülk edinme yolları olarak şunları kabul etmiştir: Kendi adına veya başkaları yanında çalışma, ölü toprağı işleme, ikta (karşılıksız olarak devletin fertlere arazi vermesi), avlanma, toprak altından -maden vs.- çıkarma, simsarlık (komisyonculuk), delale (danışmanlık), mudarebe (beden ve sermaye ortaklığı), musakat (sulamacılık)…

Yine aynı şekilde fabrikaların ferdî mülkiyetten olması caizdir. Otomobil, ev eşyası, tekstil, ambalaj ve bunun gibi fabrikaların mülkiyeti ferdî olur. Fakat kamu ve devlet mülkiyeti kapsamına giren fabrikaların ferdî mülkiyetten olması caiz değildir. Fertler bu tür fabrikaları mülk edinemez. Çünkü: [أَنَّ الصِّنَاعَةَ تَأْخُذُ حُكْمَ مَا تُنْتِجُهُ] “Sanayi/fabrika ürettiği mamulün hükmünü alır.” kaidesine bağlı olarak fertlerin bu tür fabrikaları mülk edinmeleri doğru değildir. Bu konu kamu ve devlet mülkiyeti konusunda geniş bir şekilde ele alınmıştır.

Şu yolları da Allah Azze ve Celle mülk edinme sebepleri kabul etmiştir: Miras, yaşayabilmek için mala muhtaç olma, devletin tebaasına mal vermesi, çalışma ve mukabili olmaksızın fertlerin elde ettiği mallar; hibe, hediye, vasiyet, atıyye (bahşiş), diyet, mehir ve buluntu...

Ayrıca şeriat, ziraatı, ticareti, sanatı, mal kazanma ve malı artırma yolları olarak kabul etmiş, bu yollarla malın çoğaltılma keyfiyetini belirlediği gibi, Müslümanın mallarını çoğaltmak veya kazanca vesile olmak için tutulan yollardan yasaklananları da belirtmiştir. Şu yollarla mal kazanma ve artırmayı da yasaklamıştır: Sermaye (anonim) şirketleri kurmak, onlara ortak olmak, hisse senetlerine sahip olmak, faiz, ihtikar (stokçuluk), kumar, hile, aldatma, dolandırıcılık, içki, domuz, leş, hırsızlık, yankesicilik, rüşvet, sahtekârlık…

Kamu Mülkiyeti: Mülkiyet çeşitlerinin ikincisidir. Kamu mülkiyeti, Allah Azze ve Celle’nin mülkiyetini Müslüman topluma verdiği mallardır. İslâm Müslümanları bunlara ortak kılmıştır. Fertlere bunlardan faydalanmayı mubah kılmış ve ferdin bunları mülk edinmesini yasak kılmıştır. Bu malları şöyle sıralayabiliriz:

a- Toplumun genel gereksinimlerini oluşturan mallar. Bunları kaybettiği takdirde dağılacağı, toplumun temel dayanağı sayılan şeyler genel olarak insanların temel ihtiyaçları kapsamına giren her türlü mallardır. Yani bunların yokluğunda veya kıtlığında insanlar başka yerlerde bunları bulabilme arayışına girer ve dağılırlar. Mesela, su gibi… Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاَثٍ فِي الْمَاءِ وَالْكَلإِ وَالنَّارِ

“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.”[4]

Toplumun muhtaç olduğu şeyle kastedilen ise ister çadırda oturan bir topluluk olsun, isterse köy veya devlet sınırları içerisindeki halk kitleleri olsun, bu ihtiyaç mallarını bulamadıkları takdirde onu bulmak için dağılabilecekleri temel ihtiyaç mallarıdır. İşte bu bağlamda su kaynakları, ormanlar, hayvan meraları ve benzeri mallar, toplumun temel ihtiyaçlarından sayılır ve kamu mülkiyeti kapsamına girer.

Ayrıca hadiste bu üç şeyin zikredilmesi sınırlandırma ifade etmemektedir. Bilakis bu, topluluğun ihtiyacı olan her şeye şamil olur. Bu nevi mülkiyete, onlar için kullanılan her alet de girer. Bu hadis onları da kapsar. Mesela, nehirler, denizler, göller, taşlar, ormanlardaki ağaçlar, odun, odun kömürü, denizlerdeki balıklar, yabani kuşlar, otlaklar, güneş enerjisi, umumi akarsular ve bu suları taşıyan borular, çağlayanlardan elektrik üreten santraller, elektrik direkleri ve kabloları, doğalgaz fabrikaları kamu mülkiyetindendir. Bunlar vb. suyun, ateşin ve meranın hükmünü alırlar. Bundan dolayı bunları fertlerin mülk edinmesi caiz değildir. Yine aynı şekilde elektrik santralleri, direkleri ve kabloları, petrol çıkartma aletleri ve nakil boruları, petrol depolama ve boşaltma limanları, petrol arıtma tesisleri, kömür madenleri, kömür çıkartma aletleri, taş ocakları, nükleer enerji santralleri, atom fırınları, barajlar, köprüler, tüneller, yapay kanallar, yapay göller, caddeler, devlet yolları, genel alanlar, parklar, oyun alanları, mescitler, hastaneler, demir yolları, limanlar, hava alanları ve sığınaklar… Tüm bunlar kamu mülkiyetinden olup, mülkiyetinde tüm insanlar hak sahibidir.

b- Tabiatı gereği ferdin mülkiyeti altına giremeyecek mallar: Denizler, nehirler, umumi sahalar, mescitler, umumi yollar gibi. Bu konuda Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مِنًى مُنَاخُ مَنْ سَبَقَ

“Mina, önce gelenin konak yeridir.”[5]

Kamu mülkiyetinin bu çeşidine, tren vagonları, elektrik direkleri, umumi yollardan geçen amme şebeke borularının mülkiyeti de dahildir. Bunların ferde mahsus olması ve insanların geneline ait olduğundan himaye olunması/kamudan yasaklanması caiz olmaz. Çünkü daimî şekilde kamu mülkiyetinde olan bir şeyin, bir kişiye mahsus olması doğru olmaz ve insanların geneline ait olan bir şey koruma altına alınarak diğer insanlardan men edilemez. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

لاَ حِمَى إِلاَّ لِلَّهِ وَلِرَسُولِهِ

“Himaye, ancak Allah ve Rasulü’ne aittir.”[6]

Böylece, himayenin devletten başkasına ait olması caiz değildir.

c- Tükenmez vasıflı madenler: Bu niteliğe sahip olan madenler iki şekilde değerlendirilir.

Birincisi, herhangi bir fert için büyük miktar sayılmayacak, miktarı sınırlı olan madenler. Bunları fertler mülk edinebilir. Mesela rikaz/define (insanlarca toprağa gömülmüş maden) hükümleri uygulanarak onun beşte biri devlete bırakılır kalanı ferdî mülkiyete girer. Buluntu hakkında Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e sorulduğunda o şöyle demiştir:

“Bulunan şey insanların gelip geçtiği bir yolda veya içerisinde insanların yaşadığı bir köyde bulunmuşsa bir yıl süre ile onu tanıt, duyur. Sahibi gelirse ona ver, gelmezse senindir. Şayet insanların gelip geçtiği bir yol üzerinde değilse veya içerisinde insanların yaşamadığı bir köyde bulunmuşsa rikazdan sayılır ve beşte bir vardır.”[7]

İkincisi, tükenmeyecek kadar büyük miktara sahip madenler: Bu tür madenler bütün Müslümanların mülküdür. Fertlerin veya şirketlerin bunlara sahip olması caiz değildir. Aynı zamanda bunların çıkarılma ve imal edilme imtiyazı, dağıtım tekeli fertlere ve şirketlere verilmez. Bu madenlerin tuz veya sürme gibi toprak üstünde açık olması ile altın, gümüş, demir, bakır, kurşun, kalay, kömür madeni, uranyum, petrol, tuz vb. madenler gibi yerin altında çıkarılması için uğraşılması, büyük meşakkatler ve zorluklarla olması arasında bir fark yoktur. Bunlar vb. madenler tebaanın tüm fertlerinin faydalanma hakkı bulunan stratejik maddelerdendir. Aynı zamanda bu maddeler mal, nakit, sivil ve askerî sanayi, uzay savaşı ve servetin birikimi gibi hassas maddeler üzerinde devletin egemenliğini yürütmesi için devletin gücünü tamamlayan maddelerdir. Dolayısıyla bu tür tükenmez madenleri fertlerin mülk edinmesi caiz değildir. Bunun delili şu hadistir:

أَنَّهُ اسْتَقْطَعَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمِلْحَ بِمَأْرِبَ فَلَمَّا وَلَّى، قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَتَدْرِي مَا أَقْطَعْت لَهُ إنَّمَا أَقْطَعْت لَهُ الْمَاءَ الْعِدَّ قَالَ فَرَجَعَهُ مِنْهُ

“(Ebyad Bin Hammal) Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den Me'rib'deki tuzlayı kendisine vermesini istedi ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’de ona verdi. Oradan ayrılınca: Ey Allah’ın Rasulü! Ona neyi ikta ettiğini biliyor musun? Ona kaynağı kesilmeyen bir su ikta ettiniz denilince: Öyleyse ondan geri alındı, dedi.”[8]

Kesintisiz olması nedeniyle hadiste tuz, çok miktardaki suya benzetilmiştir. Rasulullah SallAlahu Aleyhi ve Sellem burasının tükenmeyecek kadar büyük bir tuz madeni yani tuz dağı olduğunu öğrendiğinde onu geri almış ve onun fert tarafından mülk edinilmesini engellemiştir. Çünkü o, toplumsal bir mülkiyettir. Bu hüküm sadece tuzla sınırlı olmayıp tüm madenlere de aynen uygulanır.

İslâm’ın kamu mülkiyetine dair bu dakik açıklamasından sonra geriye bir şey daha kalmaktadır ki o da kamu mülkiyetinden ve gelirlerinden faydalanma biçimi. Madem ki kamu mülkü ve gelirleri, Müslümanların tümüne ait ortak bir mülktür öyleyse kadın, erkek, büyük, küçük, salih veya facir olmaları bakımından aralarında bir fark olmaksızın tebaanın fertlerinden her biri, kamu mülkiyetinin kendisinden ve gelirlerinden faydalanma hakkına sahiptir. Bu malların işletilmesi ve gözetilmesi devlet tarafından yapılır. Bu kapsamda yer alan malların ya bizzat kendileri ya da gelirleri ümmete dağıtılır. Günümüz dünyasının en önemli hammaddelerinden olan petrol ve doğalgaz İslâm ahkâmına göre kamu mülkiyeti kapsamında yer alan mallardandır. İslâm Devleti bunların işletilmesini doğrudan doğruya üstlenir ve bunların gelirlerini ümmete yansıtır. Aynı durum elektrik, demir çelik fabrikaları, altın, kömür, bakır, uranyum, fosfat, bor madeni gibi her türlü hammadde için de geçerlidir. Bunların geliri, masraflar çıkarıldıktan sonra mal ve hizmet olarak ümmete dağıtılır.

Devlet Mülkiyeti: Kamu mülkiyeti kapsamına girmeyen, Müslümanların tümünün hakkı olan arazi ve bina türünden her şey, devlet mülkiyeti sayılır. Bu mülkler şunlardır:

Sahralar, dağlar, deniz kıyıları, fertler tarafından mülk edinilmemiş işlenmemiş topraklar, geniş yataklı vadiler, savafti[9], binalar ve çatı altına alınmış diğer yapılar (bunlar Hilâfet Devleti tarafından fethedilen ülkede bulunan köşk, saray vb. yapılar) devlet dairelerinin bulunduğu binalar, okullar, hastaneler ve buna benzer bina ve tesislerdir.

Ayrıca silah, petrol ve maden çıkarma, işleme ve buna benzer fabrikaların mülkiyetinin devlet mülkiyetinde olmazı caizdir. Fakat ürettikleri maddeler kamu mülkiyetine ait olan fabrikaların, mesela; demir, kurşun, altın, gümüş işleyen, petrol çıkarıp işleyen ve bundan başka kamu mülkiyetine ait maddeler imal eden fabrikaların mülkiyeti kamuya aittir. [أَنَّ الصِّنَاعَةَ تَأْخُذُ حُكْمَ مَا تُنْتِجُهُ] “Sanayi/fabrika ürettiği mamulün hükmünü alır.” kaidesine bağlı olarak fabrikaların mülkiyeti de üretimi yaptıkları maddelerin hükmüne tâbi olur.

Bu mülklerin işletilmesine gelince; onlarda Müslümanların genelinin hakkı bulunduğundan, bunların ve bunlarla ilgili işlerin yürütülmesine ve tasarrufuna halife, yani devlet vekil kılınmıştır. Çünkü Müslümanların genelinin hakkıyla ilgili her şeyde yetki sahibi sadece devlet başkanı yani halifedir. Halife ise görüş ve içtihadına göre tasarrufta bulunabilir. Yalnız burada devletin kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyetine ait olan mülkleri işletmesinde bir fark vardır. Şöyle ki devlet kamu mülkiyetinden herkesin faydalanmasını sağlar. Devlet mülkiyeti ise böyle değildir. Devlet isterse kendisine ait olan herhangi bir malı istediği herhangi bir kişiye verebilir. Mesela, devlete ait arazi ve binanın satılması ya da kiraya verilmesi gibi. Böylesi mülkleri devlet, uygun gördüğü şekilde Müslümanların çıkarlarını gerçekleştirmek üzere insanlara satabilir ya da kiralayabilir. Halife İslâm’ın ve Müslümanların çıkarlarına uygun gördüğü şekilde devlet mülkiyetine ait arazilerden insanlara ikta olarak da verebilir. Yine aynı şekilde tarım ve sanayiyi kuvvetlendirmek amacıyla yatırımcısına hazineden karşılıksız krediler verir. Yine malda, insanların işlerinin görülmesi gibi bir husus görürse o malı fertlere vermeyebilir. Bununla beraber devlet, maslahatı gereği uygun gördüğü yerlere tasarrufta bulunur.

Dolayısıyla İslâm bu mülkiyetleri öylesine dakik ve titiz bir şekilde tahdit etmiştir ki onun bu dakik ve titizliği akıllara durgunluk vermektedir ve gözleri kamaştırmaktadır. Rabbim inşaAllah bu çözümlere sahip İslâm iktisat nizamını uygulayacak olan Râşidî Hilâfet Devleti’ni en kısa zamanda görmeyi bizlere nasip etsin.



[1] Âl-i İmran Suresi 14

[2] Nur Suresi 33

[3] Hadid Suresi 7

[4] Buhari

[5] Tirmizi

[6] Buhari

[7] Ebu Davud

[8] Tirmizi

[9] Savafti, halifenin beytu’l mala katma kararı aldığı her toprağa denir. Bunlar, fethedilen yerlerde yaşayan halk çekildikten sonra sahipsiz olarak kalan ve fethedilen memleketlerin mülkü olan topraklarla, yönetici ve komutanlara ait olup savaşta ölen veya savaştan kaçan kimselerin terk ettiği topraklardır.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz